05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 KASIM 2014 PERŞEMBE HepimizPekünlü’yüz! L aik hukuk sisteminde kamuda türban yasağı için özel bir düzenlemeye gerek bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi (AYM) ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarında, üniversitelerde türban serbestisi olamayacağı açıkça vurgulanmıştır. Dayanılan gerekçe, laik hukuk sisteminin varlığıdır. AYM, siyasi partilerle ilgili tüm kararlarında, üniversitelerde türban serbestisine yönelik eylemlerin, anayasadaki laiklik ilkesine aykırı olduğunu belirtmiştir. İHAM’da, bu kararları İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne (İHAS) ve Avrupa kamu düzenine uygun bulmuştur. AYM, üniversitelerde türban serbestisi amacıyla yapılan bütün yasal düzenlemeleri, laik hukuk sisteminin esas olduğunun da vurgulandığı anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelikteki maddelerine dayanıp iptal etmiştir. AYM, aynı amaç için bu sefer anayasada yapılan değişikliği de, anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemez bu maddelerine aykırılık yarattığını, böyle bir konuda anayasanın değiştirilemeyeceğini belirtip yine iptal etmiştir. İHAM da, üniversitelerdeki türban yasağının, iç hukuktaki laik hukuk sisteminin gereği ve sonucu olduğunu da belirtip, inanç özgürlüğü içinde kalmadığını ifade etmiştir. 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İşlediği bir suç bulunmayan ve suçlu da olmayan Pekünlü, şimdi infaz için zindana konulmakta ise de o, adımını yine aydınlık için atmaktadır. Yaşadıkları, aydınlığın cezalandırılması demek olduğu gibi, Cumhuriyetin laik hukuk devleti niteliklerinin, açık ve yakın bir tehlikeye maruz kalmasının da ötesinde, artık sözde kaldığının yeni bir örneğidir. Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU Yargıçlar Sendikası Başkanı ve tüzel kişileri de, her durumda, her koşulda ve her zaman bağlayan, aksine hareket edilemeyecek kararlardır. İşte türban ile ilgili kararlar bu nitelikte olup serbest bırakılması için anayasa değişikliği bile yapılamayacak böyle bir konunun uygulama veya AYM kararı ile serbest bırakılması asla ve asla düşünülemez. Tabii bir hukuk devletinde! İç hukukta anayasada da ifadesini bulan evrensel anlayış uyarınca, bir hukuk devletinde hak ve özgürlükler alanında, açıkça sınırlama ve yasaklama öngörülmedikçe serbesti geçerlidir. Sınırlama ve yasaklama ise o hak ve özgürlüğün özüne dokunulmadan ve ancak yasayla, demokratik toplum gereklerine uygun ve ölçülü biçimde yapılabilir. Anayasamızda bu konuda laik Cumhuriyetin gereklerinin de gözetileceği ayrıca vurgulanmıştır. Kural koymak, egemenlik ile ilgilidir. Düzenleme yapılırken gözetilecek olan da, dine uygunluk değil, laiklik ve hukukun üstünlüğüdür. Hukuk devletinin laik niteliği gereği, din ile ilgili konulara, ancak laiklikle çatışmadığı yani inanç özgürlüğü içinde kaldığı alanda geçerlilik tanınması; dinin, devlet işlerine ve egemenlik alanına sokulmaması gerekmektedir. Anayasal sistem içinde laiklik vurgusunun yapılması yeterli olup, açık açık din ile ilgili hangi konuların laiklik içinde kalmadığının yani yasak olduğunun anayasa ve yasalarda sayılmasına gerek bulunmamaktadır. Çünkü hukuk devletinin karakteristik özelliği laikliktir. Laiklik uyarınca örneğin dinsel yönetimin, şeriatın kendiliğinden yasak olması karşısında, şeriat içinde kaldığı açıkça sayılan konuların ancak yasak olacağı gibi bir düşünce asla ileri sürülemez, zaten böyle bir listelemenin gerçekleştirilebilmesi de fiilen olanaklı değildir. Türban ile ilgili konu da bu bağlamdadır. Anayasada veya yasalarda dinsel simge diye listelenip veya böyle vurgulanıp yasaklanmadığından hareketle, serbest olduğu ileri sürülemez. AYM ve İHAM, üniversitelerde türban konusunun inanç özgürlüğü dışında kalan ve laiklik ilkesiyle çatışan dinsel bir simge olduğunu ifade etmiştir. Bu kararlar sonrasında aksi bir uygulamaya geçerlilik tanımak demek, laik hukuk sisteminin kâğıt üzerinde bırakılması, dinin devlet işlerine müdahale etmesi, daha açık ifadeyle dinin egemen olması demektir. Uluslararası metinlerde, İHAM kararlarında ve anayasada hiçbir değişikliğin olmadığı bu konuda, ülkemizde AYM’nin ve yargı organlarının kararları nedense son üç yılda değişmiştir! Ülkemiz yargı kararlarındaki, laikliğin kapsamında tartışma bulunmadığı ve laiklik uyarınca dinin de sadece inanç özgürlüğü alanı içinde korunduğu evrensel anlayışı yerini, laiklikle ilgili olsa bile din konusunda anayasa ve yasalarda açık açık ve somut biçimde yasaklanmayan her şeyin de inanç özgürlüğü uyarınca serbest olduğu anlayışına terk etmiştir. Böylece laiklik kâğıt üzerinde kalmıştır, çünkü anayasada ve yasalarda doğal olarak sadece laiklik vurgusu ile yetinilmiştir. Açık, somut biçimde din ve inançla ilgili konularda yasak olan her şeyin sayılması yoluna hiçbir zaman gidilmemiştir. Demokrasiler için siyasi partiler vazgeçilmez olup, AYM kararında la Serbesti mi, yasaklama mı? Ne değişti? ik Cumhuriyete aykırı ve demokrat olmadığı vurgulanan AKP, 12 Eylül seçim ve siyasi partiler hukukuna ve kurallarına dayanarak, yıllardır artık sadece adı laik ve demokratik olarak kalan sistemde iktidarını sürdürmektedir. Anayasanın değiştirilemez hükümlerine rağmen, laik olmayan böyle bir parti laik cumhuriyet hükümeti, yine demokrat olmayan bu parti demokratik cumhuriyet hükümeti görevini yürütünce, hükümetin anayasa ile çatışarak elde ettiği gücü karşısında da, ne yargı organlarında bağımsızlık, ne üniversitelerde özerklik kalmış, üniversiteler ve yargı organlarının uygulamaları da bütünüyle iktidar partisinin laikliğe ve demokrasiye aykırı anlayışına göre biçimlenmiş, sonuçta üstünlüğün hukuku yoluyla Cumhuriyetin laiklik ve hukuk devleti niteliklerinin mahkum edildiği “Pekünlü davası” ortaya çıkmıştır. Fıtratında Neler Var? “Fıtrat”, yaratılış, tabiat, huy, doğuştan gelen özellikler gibi anlamlara geliyor. Daha geniş dini bir yorumla, Allah’ın yarattığı tüm evrenin, dünyanın ve varlıkların genel yapısı ve işleyişi demek. Ama günlük dilde, bir insanın yaratılıştan gelen özellikleri, huyu, tabiatı anlamında kullanılıyor... Annem, asık suratlı, herkese kötü davranan insanlar için “Fıtraten ters” derdi. Din kültüründen kaynaklanan bir terim. HHH Son zamanlarda bu “fıtrat” sözcüğü birdenbire siyasal edebiyatımıza giriverdi: Önce Soma madeninde, ihmalden dolayı yitirilen 301 can olayında kullanıldı... İşvereni, onu denetlemeyen bürokratları, işini yapmayan politikacıları sorumluluktan kurtarmak için bu tür kazaların madenciliğin “fıtratında” olduğu söylendi. Ardından Ermenek maden kazasında aynı söylem yine ortaya çıktı; aynı amaçlarla kullanıldı. Derken Erdoğan, kadınerkek eşitsizliğinin doğal olduğunu, kadınlar ve erkekler arasında eşitliğe inanmadığını belirtmek için “kadının fıtratı” ifadesini kullandı ve kadının “fıtratının” erkeklerle aynı işleri yapmasına uygun olmadığını söyledi... Böylece hem din kökenli söylemlere yeni bir atıfta bulunuldu, bu kültür biraz daha genişletilmiş oldu, hem de “fıtrat” sözcüğü siyasal edebiyatımız içinde seçkin bir yer kazandı. HHH Ben de bu güncel modaya uyarak, otoriter liderlerin “fıtratında” neler var diye bir bakmak istedim: Irkçılık ve milliyetçilik var... Dincilik ve mezhepçilik var... Azınlıklara düşmanlık ve aşağılama var... Kendisinden farklı biçimde yaşayanları düşman görmek var... Kendi yaşam biçimini herkese dayatmak var... Erkek egemenliği ve kadın düşmanlığı var... Herkesin yaşamına, eğitimine, giyimine kuşamına, yediğine içtiğine, kaç çocuk yapacağına, kadınların nasıl doğum yapacağına karışmak var... Kitle iletişim araçlarını tek sesli hale getirmek ve her vesile ile tepe tepe kullanmak var... Adaleti siyasete, yani doğrudan kendine bağlamak var... Kendine özel güvenlik gücü kurmak var... En ufak bir kuşkuda veya eleştiride, en yakınları dahil, insanları derhal harcamak var... Bütün çevresini, kendini destekleyenleri köleleştirmek var... Çevresindekilere hiçbir zaman güvenmemek ve hiçbir zaman onlardan memnun olmamak var... Her türlü yolsuzlukla cebini doldurmak var. HHH Allah bütün insanlığı, “fıtratında” otoriterlik olan liderlerden korusun! aiklik ve hukuku uygulamak artık suç mu? Prof. Dr. Rennan Pekünlü, karanlığı reddeden bilim insanı sorumluluğu ile insan haklarına ilişkin evrensel hükümleri etkin kılmak için, AYM ve İHAM kararlarına uygun biçimde hareket edip türban konusunda tutanak tutunca, hapis cezasına mahkum edilmiş, bu karar Yargıtay’ca onanmış, AYM’ye yapılan bireysel başvuru da sonuçsuz kalmıştır. İşlediği bir suç bulunmayan ve suçlu da olmayan Pekünlü, şimdi infaz için zindana konulmakta ise de o, adımını yine aydınlık için atmaktadır. Yaşadıkları, aydınlığın cezalandırılması demek olduğu gibi, Cumhuriyetin laik hukuk devleti niteliklerinin, açık ve yakın bir tehlikeye maruz kalmasının da ötesinde, artık sözde kaldığının yeni bir örneğidir. Suçlu olanlar Pekünlü’yü bu duruma düşürenler olup bir hukuk devletinde elbette bu hesap hükümet, AYM, Yargıtay, diğer yargı mensupları dahil olmak üzere herkesten mutlaka sorulacaktır. L nayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı Bir AYM kararına dayanak olan anayasa hükmü yürürlükte olduğu sürece o karar AYM’nin kendisini de, yasama, yürütme ve diğer yargı organlarını da, gerçek ve tüzel kişileri de bağlayıcıdır. Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerine yönelik AYM kararları ise, o anayasa hükümleri hiçbir biçimde değiştirilemeyeceğinden ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyeceğinden, bu kararlar AYM’yi de, yasama, yürütme ve yargı organlarını da, gerçek A Ağaçlar ve Kadınlar ve Emekçiler O Sevgi ÖZEL Yazar nlar yaşamın olmazsa olmazı; ağaçlar, kadınlar ve emekçiler... Her gün (her gün değilse günaşırı) ağaçlar, kadınlar ve emekçiler düşüyor önce beyazcama, sonra toprağa. Meyvesiyle sökülüp bir yana savrulan ağaçlarla bebesinin gözü önünde öldürülen kadınlar, yüksek yapılardan düşen, madenlere gömülen emekçiler, günümüzde birilerine göre aynı yazgıyı paylaşıyorlar. Göz göre göre gelen yok edilişe, ölüme yazgı denilebilir mi? Binlerce zeytin ağacını üstündeki meyvesiyle sağa sola savuranı durdurmak için kadınlar öne atılıyor. Kadınerkek, ağacına sahip çıktığı için acımasızca kötekleniyor. Gezinin gençleri ağaçlar için hırpalandı, öldürüldü. Birileri gazla, copla akılları sıra ülkeyi koruyordu; böylesi korumanın, “namus için” diyerek eşini, sevgilisini (kimi kez kendini de) öldüren kalın kafalının zulmünden bir ayrımı var mı? Acı olayların ardından iktidar büyüklerinin kullandığı dil, sevdiklerini yitirenlerin acısını derinleştiriyor. Gezi Direnişi kalkışma olarak nitelendirildi. Nitelendirenler, “Yaradılanı, Yaradan’dan ötürü severiz” diye alanlarda haykıranlardı. 14 yaşındaki Berkin’in ölümü hâlâ siyasaya araç yapılıyor. Soma’da, Ermenek’te, şu kentte, bu ilçede ölümler durmadı; emekçiler topluca ya da birer birer sevdiklerinden kopuyor. Niye? Ekmek aslanın ağzından karnına indiği için... Yırca’da binlerce zeytin ağacının ölümü, bir köyün geleceğini kararttı; başka köyler, kıyılar, dağlar, ormanlar, göller sırada. Her gün ya da günaşırı iktidar büyüklerinin, iktidar ağzıyla konuşan tanınmışların üzüntülü yüzü beyazcama yansıyor. İkiyüzlülüğün kurumsallaştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. İkiyüzlü oluşu, kullanılan dil saklayamıyor. Etkili yetkili biriyse insan; döneminde ölümler hız kesmiyorsa, içten oluşu bile kuşkulu sözlerin değeri var mı? Ölü ev(ler)ini arkasında bırakıp düğün evine koşanlar, gerçekten üzülüyorsa, taşıdığı sorumluluğun gereğini yapmaz mı? Sesi, kırık dökük tümceleri, bedeni üzüntüsünün yapay oluşunu kanıtlarken maskeli baloyu sürdürmek, ölüm acısıyla alay etmek değil mi? Büyüklerimiz bunca acı, bunca yoksulluk yaşanırken ya alanlarda ya gökyüzünde gündem değiştirme çabasında. Yapay gündemi onaylamak için yalnız siyasiler korosu değil akademik sanlılar, yazar, gazeteci kimlikliler sırada. Yadsımacı koro halk deyişi olan “cahil ataklığı”nı özgüven diye satarak yakın tarihi bozup kirletmekle yetinmiyor; dünya tarihine uzanıyor; dinselleştirilen eğitime yeni kılıflar hazırlanıyor. Ağaçların, kadınların ve emekçilerin öldürüldüğü, bilisizliğin tavan yaptığı bir ülkede başkalarının utancını paylaşmak zorunda bırakılmak çok utanç verici... Ağaçların, kadınların, emekçilerin sesini duymayanlara nasıl bir ad yakışır? Ata’nın halkına bağışladığı alanda kesilen binlerce ağaç, bir gün ses vermez mi? Adalet ve demokrasi isteyenler sonsuza dek uyutulabilir mi? Siyasetin görgüsüzce varsıllaşmasını, 91 yıllık Cumhuriyetle, Atatürk’le hesaplaşmasını, adalet ve demokrasinin eğitim ve gelir düzeyi düşürülen halktan uzaklaşmasını savunmaya girişen sözde aydınlar da ağaçların, kadınların ve emekçilerin ölümünde pay sahibidir. Asıl utanması gerekenlerin açık adresi bellidir! Eğitimsizliğin, yoksulluğun kurbanı kadınların, kömürün, zeytinin karası bulaşan emekçilerin sesini duymayanların açık adresi bellidir; ey halkım gör artık! Kendi sesini duy! Sen adil ol!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle