07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 KASIM 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI 15 Karagöz “H perdesinden indiriliyor G azetecinin talihlisi haberi kovalamaz, havadis ayağına düşer. Kendimi, Brüksel’den Cumhuriyet’e yazan dostumuz Erdinç Utku’nun takip sahasına giren bir sevimli kasabanın hakikisinden haberiyle karşılaşınca, şanslı saymaktayım. 450 yıllık geçmişi olan Avrupa’nın en eski Katolik Üniversitesi Leuven’e ev sahibi kasabaya gelir gelmez haber beni buldu: HollandaBelçika’nın 6 Aralık’ta yapılacak Noel kutlamalarında “Siyah Pete” meselesi yüzünden ortalık ayağa kalkmıştı. “Siyah Pete” yahut “Zwarte Pieten” karagöz karakaş, bir civanmert idi; işi gücü Noel Baba’nın ayak işlerini görmekti. İki yüz yıldan beri kutlanan Santa ClausNoel Baba törenlerinde siyahi karakter olarak yer alan Pete, bu yıl protestocuların hedefiydi. Gösterilerde yer yer polisle çatışılmış, sonunda yüzden fazla gösterici tutuklanmıştı. Sokağa dökülenlerin amacı geleneksel bir Noel Baba figürü olan siyahi Pete’den vazgeçilmesi üzerineydi. Noel Baba obez haliyle çocuklara, yoksullara, denizdeki gemicilere ve ihtiyacı olana yılbaşı üzeri hediye dağıtmaya yetişemeyince köle kullanmaya kalkışmıştı. Noel Baba’nın yılbaşılarında başını kaşıyacak vakti kalmadığından ve bu kadar çok işi tek başına beceremeyeceğinden yanına aldığı yardımcısı Pete, masala bakılırsa Somalili eski bir köleydi. Pete’nin hediye dağıtım işinde boğaz tokluğuna çalışıp suiistimale uğradığını söyleyenler meseleyi ırkçılık boyutuna çekiyor, dillere destan masalı böyle yorumluyordu. Gelenekçilerin ise, bunun masum bir gösteri olduğunu söylemesi ortalığı sakinleştirmiyordu. Antalya’nın Demre ilçesinde 4. yüzyılda yaşamış, adına kilisesi olan, bugün turizme açık Noel Baba antik harabeleriyle bildiğimiz AzizSanta Claus’un, anlatılan esatire göre eski adı Myra olan Demre’de köle pazarında görüp beğendiği Somalili siyahi bir genci satın aldığı, sonra azat eylediği, adını da Pete veya Peter koyduğu söylenir. İşte bu Pete, güya, kendisine özgürlüğünü geri veren Noel Baba’ya bağlanır ve yaşlı adam yorulmasın diye onun namı hesabına çalışır. Fakat hediyeleri dağıtmak üzere o kadar çok bacadan girer çıkar ki gerçekte yüzündeki siyahlık baca isinden midir, yoksa o bu kadar siyahi midir, anlaşılamaz. Yine hikâyeye bakarsanız Pete, Noel Baba’nın bonkörlüğüne yetişemeyince kendisini sanki “klonlamış” gibi 1000 tane Pete daha üretmiş, hep beraber iyilik etmeye LEUVEN kalkışmışlardır. Aslında, yıllardır, Noel zamanı gelince Avrupa’nın bu kesiminde ve üstelik kolonyalköleci dönemlerden beri mesele gündeme MAHMUT gelmekteydi, fakat bu ŞENOL yıl gösterilere dönüştü. Göstericiler, artık “Siyah Pete”yi Noel zamanı görmek istemiyordu. Tam da bu sırada Birleşmiş Milletler’den her iki ülke hükümetlerine, ırkçılığın üstü örtülü kutsandığı iddiasıyla kınama notaları geldi. Sanki bu bekleniyormuş gibi gösteriler birden parladı. 1700’lerin başından bu yana kasaba ve kentlerin sokaklarında gerçekleştirilen Noel coşkusunda, beyaz gençlerin yüzlerini marsık gibi kömür karasına boyayıp bir de kıpkırmızı rujla dudaklarını abartılı biçimde ortaya koymasıyla oluşturduğu birçok Pete ve bunların uzun korteji artık tepki görüyordu. Leuven’e geldiğim gece, burada yaşayan kızım Gülin’in evinde televizyon ekranına çıkan sokaktaki insanlardan gösteri karşıtı bir kadın Noel Baba’nın Türkiye’den geldiğini spikerden duyduğu an tepkisi bütün haberlerin önüne geçecek gibiydi; zira Noel Baba’nın İspanyol olduğunu sanıyormuş. Bir başkası ise Pete’nin bacaların içinden girip çıktığı için siyahi olmasını akılcı görmesi akıl ve havsalaya sığmayacak bir yorumdu. Yoruma bakılırsa Pete aslında beyazdı ama ev bacaları kirliydi. Özrü kabahatinden büyük denilen cevap işte olayları kışkırtan açıklama oldu: Kir ve siyahilik özdeşleşiyor, aynılaşıyordu. Koca koca insanların bu masallarla gündemi doldurması ise hem eğlenceli hem de insanlığın en zayıf, naif tarafını gösteriyordu. İki ülkenin dikkatli siyasetçileri titiz, kılı kırk yaran açıklamalar yapıp ne şiş yansın ne kebap misali hem siyah Pete iddialarına yeşil ışık yakacak, hem de bir yandan muhafazakârdindar, masallara meraklı kesimlere siz aldırmayın mesajı verecekti. Bana sorarsanız, gerçek Afrikalı bulmakta bugün zorlanması imkânsız görünen Avrupa’nın bu küçük iki ülkesinde beyaz, sarı saçlı, mavi gözlü delikanlıları kömür karasına boyayıp eğlence olsun diye Noel Baba’nın ardından sokak resmi geçidine sokması Karagöz perdesinde Arapsiyahi karakter Hacı Fitil kuklası yaratmaktan farklı değildir. Bazen adı Hacı Şamandra veya Hacı Kandil olan KaragözHacivat’ın siyahi hadımağa karakterlerine ırkçılık yapılıyor diye karşı çıkmak ne ise, galiba, bugün yapılan da buna benzemektedir. [email protected] Hacı Fitil, Sanatçı cumhuriyeti Uzupis erkesin Vilne Nehri’nin yanında yaşamaya hakkı olduğu gibi Vilne Nehri’nin de herkesin yanından akmaya hakkı vardır. Herkes aylaklık yapma hakkına sahiptir. Herkesin birden fazla milliyete tabi olma hakkı vardır. Bir köpeğin köpek olmaya hakkı vardır.” Yaşadığınız cumhuriyetin anayasasının bu maddelerle başladığını düşünün… Bunlar kanun maddesi değil düpedüz hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini hem ironik hem de sanatsal biçimde anlatıyor. Litvanya’nın yanı başında başkent Vilnius ile Vilne Nehri’nin karşı tarafında Sovyetler Birliği döneminde neredeyse unutulan savaşlarla yakılıp yıkılan bir kent. Uzupis “nehrin öbür tarafı” anlamına geliyor. Yaklaşık 150 dönümlük bir alanı kapsıyor. Ülkedeki bazı sanatçıların ŞEHRİBAN çabalarıyla kent küllerinden KIRAÇ yeniden doğuyor. Madem kent yeniden doğdu, madem her sanatçıdan güzellikler katıldı bu kente, niye herkesin hayalini kurduğu bir cumhuriyet olmasın burası. Günler ayları, aylar yılları kovalamış ve UZUPİS A 1997’nin 1 Nisan günü, Uzupis Cumhuriyeti ilan edilmiş. Litvanya Cumhuriyeti’nden bağımsız sayılan bu ilginç yerde her yıl 1 Nisan Bağımsızlık Günü olarak kutlanıyor. Sanatla, müzikle, dansla... Herhangi bir resmiyeti olmayan ve sembolik bir cumhuriyet olmasına rağmen 38 maddeden oluşan bir anayasaları, cumhurbaşkanları var. Hatta elçilikleri bile. 11 kişilik bir ordu kurmuşlar. Ordu dediğime bakmayın, silahları falan yok. Kimseye karşı güç kullanmıyorlar. Tek silahları, şiirleri, fırçaları, boyaları. Bayrakları dahi var. Amblemi açık bir el. Kim olursan ol elimiz ve evimiz herkese açık dercesine.. Bu ütopya cumhuriyetinde hâlâ eski harabe binalara rastlamak mümkün. Tabii bir yeri sanatla inşa etmek öyle kolay değil, buradaki sanat devrimi yıllar alacak. Uzupis’in sokaklarında gezdiğinizde duvarları grafitilerle, tablolarla dolu. 7 bin kişilik bir nüfusa sahip. Bunların 1000’i sanatçı. Uzupis Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı her 1 Nisan’da Uzupis’in 11 askeri ile köprüye gelip Uzupis’e girebilmek için bekleyenlerin vizelerini kontrol ediyor ve içeriye alıyor. Uzupis Köprüsü’nden geçtiniz mi “sanatçılar cumhuriyeti”ne giriş yapıyorsunuz. 20 m. uzunluğundaki köprü 1901 yılında inşa edilmiş. En büyük özelliklerinden biri, yeni evlilerin düğün günü birlikteliklerinin uzun olması dileğiyle köprünün demirlerine kilitler takması. Girişte Uzupis Cumhuriyeti yazan tabela ve Uzupis Cumhuriyeti’nin bayrağı karşılıyor gelenleri. 2001’de heykeltıraş Romas Vilciauskas ve mimar Algirdas Umbrasas tarafından bronzdan yapılan “Uzupis Meleği” heykelinin bulunduğu meydan Uzupis’in en önemli noktalarından. Heykelin hemen sağ taraftaki sokağın duvarlarında; altı dilde yazılmış Uzupis Anayasası okunabiliyor. İşte anayasadan dikkat çeken maddeler: “Herkesin Vilne Nehri’nin yanında yaşamaya hakkı BD’de bir ara olduğu gibi Vilne Nehri’nin de seçimleri daha herkesin yanından akmaya hakkı geride bıraktık. vardır. Herkesin sıcak suya, kışın Demokrat Partili ısınmaya ve başını sokacak bir Başkan Obama’yı yere sahip olmaya hakkı vardır. kongrede etkisiz hale Herkesin ölmeye hakkı vardır, getiren sonuçların fakat bu bir zorunluluk değildir. Cumhuriyetçi kanatla Herkesin hata yapma hakkı aralarında nasıl bir vardır, bireysellik hakkı vardır, çekişmeye sahne sevmeye hakkı vardır. Herkesin mesajlar sizi beklenmedik zamanda epostanızdan, cep olacağına ilişkin sevilmemeye hakkı vardır; fakat telefonunuzdan buluyordu. ilk örnek ise Obama’nın yaklaşık 5 milyon yasadışı bu zorunlu değildir. Herkes göçmene ülkede kalma umudu veren planıyla görülecek Her ne kadar insanı meşgul etse de, okumak için zaman aylaklık yapma hakkına sahiptir. ayırmanıza neden olsa da demokrasi denilen, değişik gözüküyor. Seçimler geçti geçmesine ama kampanya Herkes bir kediyi sevme ve ona hatalar da içeren, buna rağmen insanoğlunun keşfettiği döneminde siyasilerin mesaj bombardımanının hâlâ bakma hakkına sahiptir. Herkesin bilinen en iyi devlet yönetim sisteminin, dünyanın en etkisindeyim, çıkmak zaman alacak gibi... Gün bir diğerinin ölümüne kadar bir gelişmiş ülkesindeki uygulamasını görmek aslında geçmiyordu ki ya Obama kanadından, ya muhafazakâr köpeğe bakma hakkı vardır. Bir medya ve iletişim yöntemlerini incelemeye meraklı Cumhuriyetçilerin gerek Senato, gerekse Teksas köpeğin köpek olmaya hakkı bir işletmecilik profesörü için bir çeşit “örnek olay” eyalet kanadından “para yardımı yap, para gönder” vardır. İnsan bazen görevlerinin niteliği taşıdığını da kabul etmek gerek. Türkiye’deki çağrıları taşıyan, bazen umut verip mesaj farkında olmama hakkına sahiptir. Cumhurbaşkanlığı seçimini de izleyen alanı gaza geçirmeye yönelik, bazen Herkesin tereddütte olma hakkı TEKSAS birisi olarak, adaylardan birinin çoğunlukla de durum kötü pamuk eller cebe diyen vardır. Herkesin mutlu olmaya yazılı medya ve TV kanallarını adeta epostalar, telefon mesajları gelmesin. Artık hakkı vardır. Herkesin mutsuz tekeline almış olması, devlet imkânlarını ve bıktırdılar, gına geldi dememek mümkün olmaya hakkı vardır. Herkes bir yönetimde bulunma avantajını kendi lehine değildi ama benim gibi her iki partiye de şeye inanma hakkına sahiptir. kullanabilmesi ve buna karşı yasaların, eşit mesafede, yani her ikisine de üye Kimsenin şiddete başvurma hakkı kurumların hiçbir şey yapmadığı veya olmayan fakat gazeteci, akademisyen yoktur. Herkesin kendi acizliğinin TEVFİK yapamadığı yahut yaptırılmadığı bir seçim merakı ile siyasilerin iletişim yöntemlerini ve muhteşemliğinin farkına varma DALGIÇ ile ABD ara seçimleri arasında karşılaştırma inceleyen birisi için bir anlamda da ilginçti. hakkı vardır. Herkesin sonsuzluğa yapabilmek gerçekten zor. Bir kere adı Yerel televizyon kanallarında ve yazılı karşı gelme hakkı vardır. Herkes demokrasi olsa da gerek sistemlerin farklı oluşu, medyada iki partinin, adayların birbirlerine yönelik anlama ve hiçbir şey anlamama gerek seçmen karakteri, gerekse yasal yapılardaki suçlamalar taşıyan ilanları, spotları, bir programın hakkına sahiptir. Herkes kendi farklılıklar ve uygulamadaki “az gelişmişlik” bizde tam ortasında hiç beklenmedik bir şekilde yayına giren özgürlüğünden sorumludur. demokrasinin daha epeyce dersine çalışması gerektiği siyasi mesajları seçim yapılan tüm eyaletlerde bir Herkesin ağlamaya hakkı vardır. sonucunu doğuruyor. Sonuç olarak tek çare daha çağdaş çeşit “medya meydan savaşı” halini almıştı. Sayısız Herkesin yanlış anlaşılmaya hakkı demokrasi, daha çok fikir özgürlüğü, devletin daha az “para yolla” çağrıları, değişik konu başlıkları altında vardır. Herkesin korkusuz olmaya medya ve iletişim özgürlüğüne müdahalesi ve daha bazen bizzat Obama, Başkan Yardımcısı Biden, hakkı vardır.” az tek parti ve tek adam “dediğim dedik, çaldığım hatta Clinton ailesi fertlerinin ismini taşıyan bazen Uzupis Cumhuriyeti’nin temel yaşam düdük” uygulaması. de Cumhuriyetçi Parti’nin Teksas Başsavcısı Greg felsefesi ise “Yenilme, kavgaya Abbot’un valilik adaylığı ile rakibi Cumhuriyetçi karşılık verme, teslim olma...” [email protected] Wendy Davis ve Senatör Ron Paul’ün adına yollanan [email protected] Mesaj bombardımanı nihayet dindi... S uriye’de iç savaşın henüz başlamadığı “Kardeşim Esad” günleriydi. IŞİD’in adı, sanı henüz duyulmamıştı. İşten yorgun, argın döndüğüm bir akşamdı. Hårds Väg’ın girişinde, merdiven altındaki mescitte akşam namazı kılanlar yavaş yavaş evlerine doğru dağılıyordu. Karanlıkta zor seçebildiğim takkeli; uzun, beyaz entarili iki kişi, mescidin önündeki boşlukta bir şeyi tekmeliyordu. Önce top oynuyorlar sandım. İyice yaklaştığımda gördüm ki, tekmeledikleri şey, çalıların arasından çıkarak yiyecek arayan bir kirpiydi. Cansız hayvanın bedeni ayaktan ayağa gidip geliyordu.... Şimdi düşündükçe ayırdına varıyorum ki, o akşamki iki kişi, o zamanki adları “IŞİD” olmasa da IŞİD’ciydiler... Yıllar önce, bir öğle sıcağında, kilisenin yanındaki patika yoldan su deposuna doğru ilerlerken Ramels Väg’ın ara sokaklarında, Ortadoğu kökenli 810 çocuk etrafımı sardı: “Eller yukarı, teslim ol!” Baktım, yüzleri maskeliydi. Oyun önce hoşuma gitti. Kollarımı havaya kaldırdım, teslim oldum. Ellerinde silah gibi tuttukları sopalarını sırtıma dayadılar: “Yürüüü!” “Nereye?” “Büyük şefe; seni ne yapacağımıza o karar verecek!” Oyun beni rahatsız etmeye başladı, bırakıp uzaklaştım. Anneleri, babaları; bombalar, İçimizdeki IŞİD barut kokuları arasındaki ülkelerini terk edip gelmiş savaşın çocuklarıydı onlar... Kime ve neye karşı olduğunu bilmedikleri bir kin ve öfkeyle doluydular. Gece yarıları, belediye otobüsü MALMÖ duraklarını kırıyor; boş şişeleri bisiklet yollarının üzerinde parçalayarak geçen bisikletlerin tekerlerinin patlamasından zevk duyuyorlardı. Daha o yıllarda, IŞİD’ci olmanın altyapısına sahiptiler... ALİ HAYDAR NERGİS Bir öğretmen arkadaşım anlattı: Görev yaptığı İsveç okulundaki Ortadoğu kökenli küçük çocukların son zamanlardaki en büyük eğlencesi savaşçılık oynamakmış. Teneffüslerde, boş zamanlarında, birbirine eklenme özelliğine sahip küçük plastik parçalarını birleştirerek yaptıkları oyuncak silahlarla savaş oyunları oynuyorlarmış. Bu yüzden, okulda oyuncak silahlarla oynamaları yasaklanmış. İlginç bir gözlemini şöyle aktarmıştı arkadaşım: “Bir gün, bahçede oynayan iki çocuk; gözlerini bağladıkları bir arkadaşlarını aralarına almış, okulun arka taraflarındaki çalılıklara doğru götürmeye çalışıyorlardı. Arkadaşınızı nereye götürüyorsunuz diye sordum. ‘Çalıların arkasına götürüp kurşuna dizeceğiz!’ dediler.” Bütün bu olguları alt alta sıralayarak düşündüğümde, “Bu IŞİD de nereden çıktı?” diye soranlara şaşırıyorum. 31 Mart 1930’da “Şeriat isterük!” diyerek yedek subay Kubilay’ların kafasını kesen Derviş Mehmet ve arkadaşları o günün IŞİD’cileri değil miydi? Dün Kahramanmaraş katliamını gerçekleştirenler, Sivas’ta insanları ateşe verenler, kendileriyle aynı dinsel görüşleri paylaşmayan Gonca Kuriş’leri diri diri mezara gömenler; Gezi Direnişi’nde gençleri gaz fişekleriyle öldürenler, kör edenler IŞİD’in farklı türevleri değil miydi? IŞİD’i, Türkiye’nin sınırlarında, Irak’ta, Suriye’de, Kobani’de aramaya gerek yok… IŞİD, dün olduğu gibi bugün de aramızda, içimizde... Dün, o katliamları, saldırıları gerçekleştirenlerin kurucuları, yönlendiricileri kim idiyse, bugün de onlardır... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle