05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 EKİM 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER B 29 Ekim’de ‘Erdoğan Sarayı’na Neden Gitmiyorum? u sorunun sorulması bile CHP milletvekilleri açısından gereksiz sayılabilir. Ama ayrıntılı bir muhasebenin gerekli olduğu bir karşıdevrim sürecinden geçiyoruz ve bu nedenle bu soruyu kamuoyu önünde tartışmak yarardan yoksun değildir. Birinci ve en genel nedeni, 2002’den itibaren AKP iktidarının laik Cumhuriyet rejimini dönüştürmek için her türlü hukuksuzluğu içeren bir sivil darbe sürecinin mimarı olmasıdır. Bu nedenle 2007’den itibaren Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde de CHP milletvekilleri Çankaya Köşkü’ne itibar etmemişlerdir. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının eskisini aratır özellikler taşıyacağı ise henüz seçilmeden önce bile bilinmekteydi. İkincisi, 17 ve 25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları, ucu Erdoğan’a ve ailesine uzanan çok güçlü kanıt ve suçlamaları içermekteydi ve henüz o tarihte Erdoğan’ın dört bakanıyla birlikte milletvekilliğinden dahi istifa etmesini ve ancak bir yargısal aklanma sonucunda yeniden siyasete dönebilmesini gerektirmekteydi. Bunu yapmak yerine delilleri karartma, yargı süreçlerini baskı altına alma, soruşturmayı yürüten savcı ve polisleri açığa alma, dört bakanla ilgili olarak kurulan TBMM Soruşturma Komisyonu’nun çalışmasını engelleme yolunda ağırlık koyan bir başbakanın, artık rüyasında bile görememesi gereken Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını koyabilmesi, Türkiye’nin nasıl Avrupa de Cumhuriyeti ve değerlerini temsil etmeyen, bir totaliter rejim simgesine dönüşen “Erdoğan Sarayı”na gidilmemesi gerekir. Bu görüşler etrafında bütün CHP milletvekillerinin birleştiğine de kuşku yoktur. Ben sadece siyaset yoldaşlarımın ortak düşüncelerine tercüman olduğumu varsayıyorum. OĞUZ OYAN CHP İzmir Mv. le Orman Çiftliği”ne dönüştürme alıştırmalarına girişerek Atatürk’ün mirasına ihanet eden, yeşili betona çeviren, oldubittici ve korsan bir inşaat anlayışına meşruiyet kazandırmak anlamına gelecektir. Altıncısı, Türkiye’nin kaynaklarının ölçüsüz ve savurgan bir biçimde şaşaalı ve görgüsüz bir saray inşaatına harcanmasına, bütçesi açık veren ve borç içinde yüzen bir ekonomide, lüks ithal yapı malzemelerinin kullanılmasıyla maliyeti bir milyar TL’yi bulan bir inşaata onay vermek (bkz. Fırat Kozok, Cumhuriyet, 27.9.2014); yatırımsızlıktan kıvranan bölge ve ülke ekonomisi koşullarında Kalkınma Bakanlığı’nın “Kamu Yatırımlarını Hızlandırma Ödeneği”nin son üç yılda bu “görgüsüzlük sarayı”na aktarılmasına, örtülü ödeneğin de aynı yönde ve amaç dışı kullanımına aldırmamak anlamına gelecektir. Bütün bu nedenlerle Cumhuriyeti ve değerlerini temsil etmeyen, bir totaliter rejim simgesine dönüşen “Erdoğan Sarayı”na gidilmemesi gerekir. Bu görüşler etrafında bütün CHP milletvekillerinin birleştiğine de kuşku yoktur. Ben sadece siyaset yoldaşlarımın ortak düşüncelerine tercüman olduğumu varsayıyorum. Sonsöz: Görgüsüzlük, hukuksuzluk ve otoriterlik abidesi olan Erdoğan Sarayını bekleyen iki akıbet olmalıdır: Yıkım veya halkın ibretle gezeceği bir müzeye dönüştürme. Müzenin adını da şimdiden önerelim: Açgözlülük ve Hukuksuzluk Müzesi! ‘Yeni Türkiye’de Gazetecilik AKP iktidarının 12. yılında, Çankaya Köşkü’nde yaşanan devir teslim töreninden itibaren Türkiye yeni bir döneme girdi. 12 yıldır başbakanlık görevini yürüten Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olurken, Türkiye’nin dünyada karşılaştığı zorlukların mimarı olarak görülen dış politikanın patronu Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında yeni hükümet kuruldu. İktidarın, “Yeni Türkiye” sloganıyla sunduğu dönemin ülkemize neler vaat ettiği, geçen 50 günlük sürede olanca ağırlığıyla ortaya dökülüverdi. Türkiye’nin toplumsal ve düşünsel atmosferini karamsarlaştıran bu dönemin öne çıkan başlıklarını şöyle sıralayabiliriz: l Dar anlamda Suriye politikası, geniş anlamda ise başarısız dış politikanın sonucu olarak IŞİD tehlikesi Türkiye’nin sınırlarına dayanmakla kalmadı, ülkemizin içine de sıçradı. Dışarıda ve içeride “IŞİD’e destek” suçlamalarıyla karşı karşıya kalan hükümet, görülmemiş genişlikte savaş yetkileri içeren bir tezkereyi Meclis’ten geçirdi. l Suriye’de Kobani’ye dayanan IŞİD tehdidi karşısında hükümetin samimiyetsiz tutumu, içeride PKK ile yürütülmekte olan ‘çözüm sürecini’ doğrudan etkiler hale geldi. HDP ile İmralı’dan gelen “Kobani düşerse çözüm süreci biter” tavrıyla başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’de sokaklar hareketlendi. Karşıt gruplar arası çatışmalar ve polis şiddeti 40’ın üzerinde yurttaşın canını aldı. l Yoğun gündem arasında yeterince tartışılamayan ama ülkenin geleceğini çok derinden etkileyecek en önemli icraatlardan biri, okullara türbanın sokulması oldu. Aslında CHP’nin sunduğu zemin sayesinde üniversitelerde, kamuda ve Meclis’te kadınlara başlarını örtme serbestisi sağlanmıştı. Ancak hükümet kimseye sormadan attığı yeni adımla, “Benim için uzlaşma değil, gizli gündemim esastır” demiş oldu. l İlköğretimde türbanı ‘özgürlük’ olarak gören AKP, Kobani eylemlerini bahane ederek özgürlükleri kısıtlayan bir güvenlik paketi çıkarma konusunda en ufak tereddüt göstermedi. Türkiye bir kez daha “polis devleti” tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. l Özgürlükgüvenlik dengesini altüst edecek bir diğer düzenleme de AKP tarafından Meclis’e sevk edilen yeni pargı paketi. Hukuk devletine rahmet okutacak pakette, dinleme ve teknik takiplerin kapsamı genişletilirken, mal varlıklarına el koyma da kolaylaştırılıyor. AKP sözcüleri ‘reform’ diye satmaya çalışsa da, düzenleme “dinlemeizlemeel koyma” paketi olarak hafızalara yerleşti bile. Yeni düzenlemelerin öncelikli hedefinin biz gazeteciler olacağını öngörmek için ise kâhin olmaya gerek yok. l 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında yargıyı kendine bağlamak isteyen AKP’nin, hukuku yok sayacak düzenlemeleri kamuoyunda tartışmaksızın HSYK seçimlerinin hemen ardından gündeme getirmesi düşündürücüdür. ‘Dinleizleel koy’ paketinin, HSYK’de hükümetin açıkça desteklediği Yargıda Birlik Platformu’nun çoğunluğu kazanmasından hemen sonra Meclis’e getirilmesi, bu antidemokratik düzenlemelerin uygulayıcısı olarak yeni HSYK’nin görüldüğünün işareti. l HSYK seçimleri arkasından hızlanan bu hukuki düzenlemelere son olarak 17 Aralık dosyası için verilen takipsizlik kararı da eklendi. AKP hükümetinin 4 bakanının astronomik rüşvet suçlamaları nedeniyle istifa etmek zorunda kaldığı, tarihimizin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu göz göre göre kapatılıyor. l Hükümet, yargıyı zapturapt altına alıp kendisini olağanüstü güçlendirirken en güçlü direnci Anayasa Mahkemesi’nden görüyor. Torba yasadaki antidemokratik maddelerle ilgili iptal kararları, hukuk devletini zorlayan yeni düzenlemelerin tartışılacağı yeni dönemde yürütme ile yargı arasında ciddi bir gerilimin habercisi sayılmalıdır. HHH “Yeni Türkiye”nin üzerinde durulması gereken bir başka özelliği de Erdoğan’ın ‘başkanlık’ hevesi. Polisin yetkilerini artıracak paketi, Türk halkı ilk kez başbakan yerine cumhurbaşkanından duydu. Keza IŞİD’le mücadele kapsamında üstlenilen sorumlulukları da yine Erdoğan’dan öğrendik. Bir cumhurbaşkanının yurt gezilerine çıkarak başbakan gibi propaganda yapmasını, başbakan ile birlikte kendilerini eleştiren herkesi vatan hainliğiyle suçlamasını ilk kez görüyoruz. HHH İşte bu tarif etiğimiz baskı ve kutuplaşma ortamında gazetemiz Cumhuriyet, hükümeti denetleme ve halkın gözükulağı olma görevini en iyi şekilde yerine getirme gayreti içinde. Sınırımızdaki sıcak savaş ve içeriye ölümcül etkilerini Suruç, Kobani, Erbil ve Diyarbakır’da; ABD ile askeri pazarlıkların perde arkasını New York ve Ankara’da; Ülkemizi sıkıyönetim dönemlerine döndürecek yasal düzenlemelerin ayrıntılarını Meclis’te; 17 Aralık dosyasının ibretlik kapatılış hikâyesini İstanbul’da; Baskı ve sansür ortamının toplumun diğer katmanları üzerindeki olumsuz yansımalarını da Ekonomi, Eğitim, Kültür ve Spor servislerimizdeki deneyimli muhabirlerimizin haberleriyle, yazar ve çizerlerimizin ustaca yorumları eşliğinde en kapsamlı sunan tek gazete Cumhuriyet oldu. Her şeye rağmen gazeteciliğe devam... Görgüsüzlük sarayı mokrasi alanından kopup Ortadoğulaştığının göstergesidir. Bu nedenle de “Erdoğan’ın köşküne” gitmek bir demokrasi ayıbına ortak olmak anlamına gelecektir. Üçüncüsü, Cumhurbaşkanlığı görevine başlayabilmek için TBMM önünde “...Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, (...) üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim” demesi ne rağmen bunların hiçbirine uymayan, esasen adaylığı sürecinden itibaren tarafsız cumhurbaşkanı olmayacağı yolundaki açık beyanlarını ilk günden pervasızca uygulamaya koyan bir militan taraflılığın davetine icabet etmek, anayasanın Cumhurbaşkanlığı tanımına topluca karşı gelmek ve takıyye yeminlere destek vermek anlamına gelecektir. çgözlülük ve hukuksuzluk müzesi Dördüncüsü, Cumhuriyetin simgesi Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün manevi değerinin ve dolayısıyla Cumhuriyet değerlerinin hoyratça A dışlanmasına kayıtsız kalmak anlamına gelecektir. Beşincisi, Atatürk Orman Çiftliği arazisini hukuk tanımaz bir biçimde işgal eden Ankara 5. İdare Mahkemesi’nin, Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen inşaatı fütursuzca sürdüren, “Yıkabiliyorlarsa gelsinler yıksınlar, devam ediyorum” diye hukuka ve yargıya meydan okuyan, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvuru sonucunu dahi beklemeyen, AOÇ’nin adını “Yenimahal Memur ve Emekliye Niye Yok? ŞÜKRÜ KARAMAN M aliye Bakanı Mehmet Şimşek ’in açıklamalarıyla memur ile memur emeklisine bu yıl için enflasyon farkı ödenmeyeceği kesinleşti. Geçen yıl imzalanan toplu iş sözleşmesiyle maaşlarına 123 ila 146 lira zam yapılan memur ve emeklilerinin hevesi kursağında kaldı. Bu yıl enflasyonun revize yapılarak yüzde 9.4 olarak gerçekleşmesi öngörülüyor. Oysa memur ve emekliye bu yıl için yapılan zam, maaşlara göre yüzde 5 ile yüzde 8 arasında değişiyor. Yani memur ve emekliye yapılan zam enflasyonun gerisinde kalacak, bu kesim deyim yerinde ise yine açlıkla mücadele edecek. Hükümet, profesör, doçent ve yardımcı doçent, öğretim görevlisi ile okutmanların maaşlarına zam yapılmasını içeren yasa tasarısını Meclis’e sundu. Bunun yanı sıra hâkim ve savcıların maaşlarına da zam yapılacak. Elbette ki bu kesimin maaşlarına açlık sınırının 1200 lirayı aştığı bir ortamda zam yapılmasına kimse “hayır” diyemez. Bir de yaptıkları ve üstlendikleri görev gereği bunu fazlasıyla hak ediyorlar. Ancak memur, işçi, emekli de bu zammı hak ediyor. Onlar da bu ülke için yıllarca emek harcadı, yıllarca kamu hizmetini yürüttü. Eğer bir zam yapılacaksa ayrımcılık yapılmadan tüm memur ve emekli için de aynısı yapılmalı. Maliye Bakanı, enflasyon farkının bu yıl ödenmesinin hukuken mümkün olmadığını açıklamış. Eğer hükümet dar gelirli bu kesime zam yapmak istese onlar için de pekâlâ yasal bir düzenleme gerçekleştirerek maaşlarında iyileştirme sağ layabilir. Ama niyetlerinde, düşüncelerinde bu yok. Çünkü başta emekli olmak üzere alt gruptaki çalışanlar korumasız. Üye oldukları sendikaların da sesi çok gür çıkamıyor. Memur ve emekli bu yıl da mağdur. Elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki yüzde 9’luk artışın ardından iğneden ipliğe tüm ürünlerde artış olacağı dikkate alındığında memur ile emekli maaşlarına zam yapılması kaçınılmaz. Memur ve emekli zam için 2015’i bekleyecek. Ama bu zam da yine yüzde 3+3 olacak. 2015’te bu kesime enflasyon farkı bu kez ödenecek. İşçi ve BağKur emekli aylıklarına ise 1 Ocak 2015’ten itibaren bir önceki 6 ayda gerçekleşen enflasyon oranında zam yapılacak. Onların durumu da iç açıcı değil. Dar gelirli kitlenin rahat bir nefes alabilmesi, günün koşullarına uygun bir yaşam sürdürebilmeleri için aylıklarında akademisyen, hâkim ve savcı maaşlarında olduğu gibi iyileştirmeler yapılması zorunlu. Yoksa yüzde 3, 4 veya 5 zamlar yeterli olmuyor, sorunlarını çözmüyor. Bu kesim son derece düşük, enflasyonun altında kalan zamlarla yaşam mücadelesi veriyor. Geçen yıl hükümet ile MemurSen arasında bir gecede bağıtlanan toplu iş sözleşmesiyle memur ve emeklinin nasıl bir hak kaybına uğradığı, mağdur olduğu da net olarak ortaya çıktı. Umarım bağıtlanan bu toplu iş sözleşmesi MemurSen için ders olur, önümüzdeki ağustos ayında oturaca ğı toplu iş sözleşmesi masasında aynı tutumu takınmaz, yüksek zam için ısrarcı olur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle