02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 EKİM 2014 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER A Yanlış Politikada Israrını Sürdüren AKP KP’nin izlediği yanlış politikalarla 900 kilometreyi bulan Suriye sınırında Türkiye bir savaş eşiğine getirildi. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının gerektirdiği hiçbir haklı gerekçesi olmaksızın AKP hükümeti, Suriye’nin içişlerine doğrudan karışarak Esad’ı düşürmeyi görevi haline getirdi. Bu amaçla içlerinde IŞİD ve El Nusra terör örgütleri olmak üzere, Esad’a karşı olan tüm örgüt ve girişimleri aktif olarak destekledi. Eski ve yeni başbakanlar (R.T. Erdoğan ve A. Davutoğlu) gelinen bu içinden çıkılmaz durumun sorumlusu olarak hiç sıkılmadan, Esad’a karşı olan sözde “muhalif gruplara” gerekli desteği vermedikleri gerekçesiyle Batılı ülkeleri eleştirmektedirler. Hatırlayalım, AKP döneminde ve Başbakan Erdoğan’ın öncülüğünde Esad yönetimiyle son derece yoğun ilişkiler geliştirildi. İki ülke arasında vizeler kaldırıldı, ekonomik ve ticari ilişkiler artırıldı ve hatta ortak bakanlar kurulu toplantıları yapıldı. Erdoğan ve Esad aileleriyle birlikte tatiller yaptılar. En uzun sınırımızın bulunduğu komşu ülke Suriye ile bu olumlu gelişmeler gerçekten de son derece sevindiriciydi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en başarısız dış politikasını hem de “komşularla sıfır sorun” sloganı altında yürüten Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Irak, Suriye, İran, Mısır, Rusya ve diğer bazı ülkelerle Türkiye’nin ilişkilerini kopma noktasına ya da gergin bir konuma getirdiği halde, ödüllendirilerek Başbakanlık görevine getirilmiştir. Böyle bir politikayı bir başka ülkede izlemek kanımca olası değildir. Prof. Dr. HAKKI KESKİN Siyasal Bilimci Ne var ki Ortadoğu’yu yeniden dizayn edeceğini ve bu bölgede sınırların değişeceğini yıllar önce söyleyen ABD düğmeye bastı. Tunus, Fas, Libya, Mısır’da, ABD başta olmak üzere İsrail ve Batılı ülkelerin destekledikleri sözde “Arap Baharı”, Suriye’ye de taşınmak istendi. Arap ülkelerinde halkların demokrasi ve özgürlük istemeleri ve bunun için uğraş vermeleri tabii ki, demokrasiden yana her insanın destekleyeceği bir durumdur. Ne var ki bu halk hareketleri özellikle emperyalist ülke ABD tarafından destekleniyorsa, bunlara çok daha temkinli ve dikkatli bakılması gerekir. Unutulmamalı, ABD Saddam’a, Batı’yı ve İsrail’i tehdit edecek nitelikte kimyasal silahlara sahip olduğu ve buna ilaveten de bu ülkeye demokrasiye getireceği gerekçesiyle savaş açtı. Irak’ta iki milyon insan öldürüldü, dört milyon Iraklı ülkeyi terk etti. Irak’ta ABD düğmeye bastı her gün bombalar patlamakta, onlarca insan ölmektedir. Ülke Kürt, Sünni ve Şii olmak üzere gerçekte üçe bölünmüş durumdadır. Terör örgütü IŞİD Irak’ın önemli bir bölümünü bugün kontrol etmektedir. Bu savaş sonucu ABD’li petrol tekelleri Kürt bölgesi de dahil olmak üzere Irak petrollerini sahiplenmiş durumdadırlar. Libya lideri M. Kaddafi’de, bu ülkeye demokrasi geleceği vaadiyle, Türkiye’nin de desteklediği NATO saldırıları sonucu öldürüldü. Başbakan Erdoğan, Libya’ya saldırılardan birkaç ay önce Kaddafi’den dostluk ödülü almıştı. Bugün Libya’da farklı aşiretler ve gruplar arasındaki savaş sürmektedir. Libya petrolü Batılı şirketler tarafından denetim altına alınmıştır. Bu ülkedeki Türk şirketlerinin işine büyük ölçüde son verilmiştir. Bu ilişkide söylemek gerekir, Erdoğan’la dost olanlar dikkat etsinler, Kaddafi, Esad ve Gülen Cemaati gibi bir anda baş düşman oluvereceklerini unutmasınlar. Suriye uzmanı araştırmacılar ve gazetecilerin kesin tespiti şudur: Suriye’nin içinde bulunduğu iç savaş durumundan, PKK’nin yan kuruluşu PYD’nin TürkiyeSuriye sınırında özerk Kürt bölgesi ilan edebilmesinden ve son olarak da IŞİD’in Türkiye sınırına dayanmasından ve bundan ötürü Suriye’den bir buçuk milyonun üstünde savaş kaçkınının Türkiye’ye gelmesinin baş sorumlusu, AKP’nin izlediği son derece yanlış Suriye politikasıdır. Türkiye’yi büyük bir uçurumun kenarına getiren bu politikanın baş mimarları bugünkü Başbakan ve Cumhurbaşkanı’dır. Kan davası güden bir anlayışla, bu yanlış politikadan vazgeçilmesi gerekmesinin aksine, ısrarla ve inatla Esad yönetiminin günümüzde de düşürülmesi, bunun için de Esad’a karşı sayısız terör örgütünden oluşan sözde “muhalif grupların” desteklenmesi istenmektedir. ABD tarafından oluşturulan IŞİD’e karşı ortak girişime Türkiye’nin katılma şartları arasında hâlâ daha Esad yönetiminin de düşürülmesi isteği gelmektedir. İstanbul’da yapılan Dünya Türk Forumu’nda Başba kan Davutoğlu, gerçeği ters yüz ederek Esad’a karşı izledikleri politika Batılı ülkeler tarafından desteklenmediği için bugünkü duruma gelindiğini söylemektedir. Esad’a karşı olan ABD ve Batı Avrupa ülkeleri, Esad’a karşı izlenen politikanın yanlış bir strateji olduğunu görerek bu politikalarını gerçekte çoktan değiştirmişlerdir. Çünkü Esad karşıtı güçlerin farklı terör eğilimlerinden oluşan ve IŞİD’e kadar varan tehlikeleri içerdiklerini gördüler. Bunun aksine AKP hâlâ daha bu gruplara destek verilerek Suriye’ye demokrasi getirme iddiasıyla Esad’ın düşürülmesini istemektedir. Oysa günümüzde demokrasiyle yönetilen tek bir Arap ülkesi yoktur ve bunlardan en despot yönetimli Suudi Arabistan’la ABD ve Türkiye son derece iyi ilişkilerini sürdürmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM’sinin yeni yasama dönemini açış konuşmasında, Esad’ı düşürmeyi ana hedefi yapan politikaya karşın, sıkılmadan “Biz başka ülkelerin içişlerine karışmayız” diyor. İnsanların gözünün içine baka baka gerçekleri çarpıtmak ve yalan söylemek, ne yazık ki Türkiye’de izlenen politikanın doğal bir unsuru haline gelmiştir. Kaba ve Tutarsız Dış politikamız hem çok kaba hem de çok tutarsız. Kabalık, ideolojik körlükten ve cehaletten, tutarsızlık ise ihtirastan, güçsüzlükten ve korkudan kaynaklanıyor. HHH Önce kabalık nedenlerine bakalım: 1) İdeolojik körlük, dünya ve bölge sorunlarını, din ve mezhep gibi, gerçekleri saptıran dogmatik bir mercek aracılığıyla algılamaktan kaynaklanıyor... Dünyadaki sorunları MüslümanHıristiyan, bölgedeki sorunları ise SünniŞii rekabeti ve çatışması olarak algılayınca, gerçeklerden kopuyor ve çözüm üretmede yetersiz kalıyorsunuz... Ancak din ve mezhep çizgisinde son derece kaba, toptancı çözümler önerebiliyorsunuz! 2) Cehalet, dünyayı ve bölgeyi, tarihi, coğrafyayı, siyasi tarihi, ekonomik tarihi, ülkeler arası dış ve ekonomik ilişkileri yeterince bilmemekten kaynaklanıyor... Bu genel ve temel bilgilerden yoksun olunca, üstelik bir de bunun üzerine ideolojik körlük eklenip, bilmediğinizi de bilmeyince: Süreçleri ve olayları nesnel olarak, bütün ayrıntılarıyla göremiyorsunuz... Ve elbette gerçekçi değerlendirmeler yapamıyor, işlevsel çözümler üretemiyorsunuz! HHH Şimdi tutarsızlık nedenlerini görelim: 1) İhtiras, gözlerinizi körleştirmiş... Halkın deyişiyle, “ihtirasınız, aklınızın bir karış üstünde”... Kendinizi dev aynasında görüyorsunuz... Gerçekçi olmayan hedefler peşindesiniz... Ülkenizi, bölgede ve dünyada ulaşamayacağı mertebelere taşımak istiyorsunuz! 2) Güçsüzsünüz, kişisel nitelikleriniz ve ülkenizin kaynakları, ihtirasınızın önünüze koyduğu hedefleri gerçekleştirmekten çok uzak... Bu nedenle söylemlerinizle eylemleriniz birbirini tutmuyor, çünkü dediklerinizi yapacak, gerçekleştirecek gücünüz yok! 3) Korkuyorsunuz, çünkü yukarda saydığım bütün bu gerçekleri, bilinçli olmasa bile, hissediyorsunuz... Hissetmeseniz dahi, olaylara hâkim olamadığınızı görüyorsunuz... Kendinizi iktidarda sağlam hissetmiyorsunuz... Bu nedenle, yurtiçinde veya yurtdışında sizden daha güçlü olanlar işin içine karışınca, bocalıyorsunuz, karar değiştiriyorsunuz... Güvenilirliğinizi yitiriyorsunuz! HHH Sonuç olarak, kaba ve tutarsız dış politikanız, Ortadoğu’nun hassas dengelerini, ince ayrıntılarını göremiyor... Ülkeyi sonu belirsiz maceralara sürüklüyorsunuz. Siz belki bu tutarsızlıklardan ve kargaşadan da medet umuyorsunuz ama... Herkesin kazandığı değil, herkesin kaybettiği bir oyun oynuyorsunuz! KP yanlış politikasında ısrar ediyor Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en başarısız dış politikasını hem de “komşularla sıfır sorun” sloganı altında yürüten Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Irak, Suriye, İran, Mısır, Rusya ve diğer bazı ülkelerle Türkiye’nin ilişkilerini kopma noktasına ya da gergin bir konuma getirdiği halde, ödüllendirilerek Başbakanlık görevine getirilmiştir. Böyle bir politikayı bir başka ülkede izlemek kanımca olası değildir. Gelinen noktada ABD Türkiye’yi IŞİD’e karşı, hem de Peşmerge ve hatta terör örgütü PYD ile birlikte kara harekâtının içine çekmeye çalışmaktadır. Almanya başta olmak üzere Batılı ülkelerin Peşmerge ve PYD’yi modern ağır silahlarla donatmaları, gelecekte Türkiye bakımından yeni tehditleri beraberinde taşımayacağını kim garanti edebilir? Böylece Türkiye uzunca bir süre, içinden kolay kolay çıkamayacağı yeni sorunlar yumağıyla çevrilmiş olacaktır. A Laiklik ve Dünya Barışı T Dr. AYŞE ATALAY emelinde 18. yüzyıl Aydınlanma felsefesi yatan laiklik, sadece basit anlatımıyla din ve devletin ayrı düzlemde yer alması değil, hepsinden önemlisi aklın inancın önüne geçmesidir. İnsan aklını inançtan üstün tutan Aydınlanma felsefesi, körü körüne itaat isteyen inancın yerine sorgulamayı, araştırmayı ve bunların temelinde yatan merak duygusunu ön plana koyar. Merak, soru sormayı, kuşku duymayı sağladığından aklı harekete geçirir. Böylece bireyin davranışlarına rasyonalite egemen olur. Din ise körü körüne itaati, bunun sonuçları olan hoşgörüsüzlüğü ve bağnazlığı kışkırtır. Doğaldır ki sadece bireysel vicdanlarda kalan din anlayışı bunun dışındadır. Ama din bir toplumu şekillendirmede itici güç olarak görüldüğünde hoşgörüsüzlüğü ve kutuplaşmayı arttıran bir unsur olmuştur. Avrupa tarihi bunun örnekleriyle doludur. Belalı bir coğrafya olan Ortadoğu’da, çoğunluğunu laik rejimlerle yönetilmeyen halkların oluşturduğu devletler Aydınlanma devrimini gerçekleştirememiş, dolayısıyla salt inanç temelli eksenler üzerinde varlık gösteren devletlerdir. Bunların ortak özellikleri ise laik bir siyasal sistemle yönetilmedikleri başka bir deyişle günlük yaşamda olsun, devlet örgütlenmesinde olsun aklı dışladıkları için dinsel farklılıklara gösterdikleri hoşgörüsüzlük ve bunun beraberinde getirdiği, örneklerini her gün medyada izlediğimiz katılıklarıdır. Bu durumun sorumluları ise çeşitlidir. Ama bundan en kârlı çıkanlar ise kuşkusuz emperyalist devletlerdir. Emperyalist devletler laik rejimlerin değil teokratik rejimlerin çoğunlukla yer aldığı bu coğrafyada din eksenli farklılıkları kullanarak egemenliklerini pekiştirmektedir. Ortadoğu’da savaş, en çok dev petrol kartellerinin ve silah tüccarlarının yararınadır. Dolayısıyla inanç temelinde örgütlenmiş Ortadoğu halkları, aydınlanmayı yaşayamamanın bedelini birbirlerini boğazlamakla, vahşice katletmekle ödemektedirler. Ülkemizi savaş durumuna sokan IŞİD terör örgütü gerçeği, bu bakımdan laikliğin sadece ilgili ülkelerin iç barışı için değil, dünya barışı için de ne kadar elzem olduğunu ortaya koymuştur. Artık küreselleşen dünyada hiçbir devlet ya da rejim sorunu iç dinamikler arasında bağlantı kurularak ele alınmamakta, iç dinamiklerdeki sorunla uzaktan yakından ilgisi olmasa da dış dinamiklerde de değişikliğe yol açmaktadır. Bu durumda Atatürk’ün genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken yaşama geçirdiği laiklik ilkesi, dünya barışının ve antiemperyalist savaşımın da temeli olmakta; laiklik ilkesinin yaşam bulmadığı coğrafyalarda ise bu tür hareketlerin uzak coğrafyaları da etkilediği ortaya çıkmaktadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle