29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 OCAK 2014 PAZARTESİ 6 HABERLER İHD, işkenceye maruz kalan 12 çocuk için hazırladığı raporu kamuoyuyla paylaştı: Hücrede işkence İstanbul Haber Servisi İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Ankara Sincan Çocuk ve Gençlik Cezaevi’nde işkenceye maruz kalan 12 çocuktan İstanbul Maltepe Çocuk ve Gençlik Cezaevi’ne sürgün edilen 4 çocuk ile ilgili hazırladığı raporda, işkencenin Maltepe’de de devam ettiğini vurguladı. Tek kişilik hücrelerde tutulan çocukların talepleri karşılanmazsa bugün açlık grevine başlanabileceği kaydedildi. İHD İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe, “Cezaevlerinde çocuklara yönelik sistematik işkence sürüyor. Hem fiziksel, hem ruhsal hem de ideolojik baskılar var, yetkililer harekete geçmeli” dedi. İHD şube sekreteri avukat Gülizar Tuncer ve Çocuk Hakları Komisyonu üyesi avukat Tülay Bingöl’ün çocuklarla görüşmesinin ardından tamamlanan rapor, dün Taksim’deki İHD binasında düzenlenen toplantı ile açıklandı. Raporda, kendileriyle görüşülen çocuklardan 11 aydır tutuklu olan A.D’nin (17) vücudunun değişik bölgelerinde morluklar, sol ayak bileğinde şişme, yüzünde kızarıklıklar, sağ el işaret parmağında yara izleri tespit edildiğine; son bir ay içinde Hakkâri, Van, AnkaraSincan ve Maltepeİstanbul olİHD İstanbul Şubesi, Sincan Cezaevi’nde gördükleri işkencenin ardından İstanbul Maltepe Gençlik Çocuk Cezaevi’ne sürgün edilen 4 çocukla yaptığı görüşmeye ilişkin bir rapor hazırladı. (Fotoğraf: SİBEL BAHÇETEPE) Bundan Sonra Neler Olur? Mektup gündeme damgasını vurdu! Çeşitli teoriler ortaya atılıyor, ilki, Cemaat tarafına göre AKP (Gül ile birlikte belki de) bir uzlaşı arayışı içinde, “ortalık sakinleşsin” arayışı içinde, beyinleri iki tarafta da olan kişi veya kişileri F. Gülen’e göndermiş.. bir uzlaşı ateşkes arayışı. Veya, A. Gül böyle bir girişimde bulunmuş (RTE’nin bilgisi içinde veya değil) ve tek kişi göndermiş (!) ABD’nin Pensilvanya’sındaki muhkem yerde görüşmeler olmuş. F. Gülen “Uzatılan eli boşta bırakmam” diyerek bir de mektup yazıp göndermiş postacılarla.. Mektubun varlığını, RTE’nin, yandaş medya ve kişilerle kahvaltılı toplantıda yaptığı açıklamayla öğreniyoruz.. İlk izlenim, Erdoğan’a yazılmış olduğu ve bir pazarlık içerdiği.. RTE, pazarlık yok diyerek, kapıları kapatıyor.. Sonra Cemaat açıklama yapıyor ve mektubun RTE’ye yazılmadığını, muhterem bir devlet büyüğüne (Gül’e) gönderildiğini ve pazarlık içermediğini açıklıyor.. Aracı gönderelim girişimlerine F. Gülen “Zahmet buyurmayınız; sulhün yanında duracağımızdan ve elimizden geldiğince herkesi sükunete çağıracağımızdan emin olunuz!” Cemaatin son açıklamasından anlaşılıyor ki, Gül, yine de “kıymetli bir insanı” göndermiş. Dolayısıyla F. Gülen’in mektubu da Gül’e hitaben yazılmış. Ama F. Gülen, RTE’yi de boş bırakmamış ve iki imzalı kitap göndermiş! Ama mektup R.T. Erdoğan’a da iletilmiş. Zaten F.G., keşke mektuptan Başbakan’ın da haberi olsa, dileklerini belirtmiş.. Ya Gül vermiştir ya da “aracı kişi” Gül’ün onayıyla veya onayı olmadan bir kopyasını Başbakan’a vermiş... Her neyse.. Bir saptama yapacak olursak, öncelikle “uzlaşı”, “barış”, “baltaların gömülmesi”, “ateşkes yapılması” önerisinin öncelikli sahibinin Gül olduğu ortaya çıkıyor. Cemaat mi Gül’ü bu girişime heveslendirdi, Gül kendisi mi inisiyatif almış, bunu yaparken RTE’yi de bilgilendirmiş mi.. bilmiyoruz.. HHH Cemaat açıklamasında diyor ki, mektup hiçbir pazarlık içermiyor.. Ama mektubun içeriği üzerine üç nokta vurgulanıyor: “Dershanelerin kapatılması milletin zararına olur, kamudaki görevden almalar vicdanları sızlatır hale geldi, medyadaki savaş baltaları gömülmeli.” Dershanelerin kapatılması ve atamaların durdurulması dile geliyorsa, savaş baltalarının gömülmesinin bir şartı olarak algılanması doğaldır. Yoksa mektupta bu iki ana çatışma konusundan hiç bahsetmezdi… bahsediliyorsa, bu pazarlıktır, RTE bunu doğru algılamış ve pazarlık yok demiştir.. Bu çerçevede hiç kimse “koşullarımız şunlardır”, diye mektup yazmaz, ama bunu hissettirir. HHH Bundan sonra olaylar nasıl gelişir, yanıtını merak ettiğimiz sorudur. 1) Başbakan, tepesinde her daim bir Demokles’in kılıcı ile yaşayamayacağına karar vermiş gözüküyor. İktidar, birbiriyle ilişkisiz ve iktidar mücadeleleri birbirinden 180 derece farklı siyasi yapılar arasında paylaşılabilecek bir nimet değildir. Her ikisi de yönetimi tam anlamıyla, hiyerarşik ve otoriter olarak devralma niyetinde ve mücadelesinde olan yapıların, birbiriyle kapışması kaçınılmazdır. Bu çatışma patlamadan önce nice ortalıkta laf eden anlı şanlı nice insan “bu palavradır, birbirlerinin gözünü oymazlar, bu iyipolis kötü polis oyunudur, mutlaka uzlaşırlar” gibi, siyaseti asla okuyamayan konuşmalar yapıyorlardı.. 2) RTE, devlette çevrelenmiş olduğu gerçeğini tam görünce, iktidarın üç mihenk taşında, yargı, Emniyet ve MİT’te denetimi tamamen ele almakta kararlı gözüküyor. 3) Ergenekon davalarının yeniden görülmesinin kapılarının açılması, Cemaat yargı ve polisine vurulacak en büyük darbedir. Burada bütün sahtekârlıkları resmen ve yasal olarak da ortaya çıkacaktır. 4) Cemaat “hepsini birlikte yaptık” diye tehdide ve gerçeğin diğer yönünü de dile getirmeye başladı. AKP’yi Ergenekoncu olarak niteliyorlar! RTE’nin bunu göze aldığını ve bu saldırıyı savuşturabileceğini görüyor. Burada kendisine en büyük yardımcı da, cezaevlerinin boşaltılması ve yargılamaların boşa çıkmasıdır. Cemaati, polisini ve yargısını tam ezecek olan budur. 5) Savaşta ölümler, yaralanmalar kaçınılmazdır. AKP de hasar alacaktır. 6) AKP, Cemaatin bundan sonraki saldırılarını göze aldığı görülmekte. Kamuoyunu etkilerim (tıpkı Balyoz ve Ergenekon.. davalarına kamuoyunun yönlendirildiği gibi..) RTE’nin kamuoyu desteği aradığı açıktır. 7) Burada RTE ne kadar ileri gider bilmiyoruz. Belki de bunu, Cemaatin RTE ve ekibine yapacağı saldırıların şiddeti belirleyecektir.. 8) Burada bizim için önemli olan, RTE’nin diktatörlüğünü sağlamlaştıracak adımlarıdır, kesinlikle karşı çıkmalıyız.. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi, al Ergenekon’u ver yolsuzluğu gibi bir takas olamaz... mak üzere 4 ayrı cezaevinde kalmak zorunda bırakıldığına dikkat çekildi. Raporda, çocuklardan K.Ş’nin (17) ise vücudunun değişik bölgelerinde yara ve bileklerinde kelepçe izlerinin olduğu, ters kelepçe takılıp kolunun kırılacak gibi bükülerek arkadan kıvrıldığı, infaz koruma memurunun yönlendirmesiyle yüzükoyun yatırılarak yerlerde sürüklendiği ifade edildi. Çocuklardan B.K’nin (17) de sol el bilek kemiğinin yerinden çıktığı, B.D’nin (17) ise vücutlarının değişik bölgelerinde yara izleri ve şişlikler tespit edildiği anımsatıldı. Efe, raporla ilgili özetle şunları söyledi: “Siyasi nedenlerle cezaevinde tutulan çocuklar, sayım sırasında yaşanan saldırı sonrası avukatların kendilerini ziyaret edip durumlarını basına aktardıkları için bir odaya kapatıldıklarını, odanın ışığının söndürüldüğünü, kameraların kapatılmış olduğunu, kendilerine ve avukatlara yönelik küfürler eşliğinde tekme tokat dövüldüklerini ifade etmişlerdir. Çocuklar, çıplak arama işkencesine maruz kaldıklarını, zorla soyularak üzerlerinde alt iç çamaşırları bırakılarak arandıkları nı da belirtmişlerdir. Sürgün edilen 4 çocuk birlikte kalma isteğini ifade ettikleri halde tek kişilik hücreye atıldıklarını, birbirleriyle görüşmelerinin yasaklandığını söylemişlerdir. Çocuklar, arkadaşlarıyla birlikte aynı koğuşta kalmalarına izin verilmediği takdirde pazartesi (bugün) gününden itibaren kendi ifadeleriyle ‘bedenlerini açlığa yatıracaklarını’ söylemişlerdir. Hücrelerin soğuk olduğunu, kaloriferlerin bazen yanıp bazen yanmadığını, banyo yapacak yer olmadığını, bazıları bir hafta10 gündür banyo yapmadıklarını, daha da önemlisi içecek su verilmediğini, tuvaletteki musluk suyuna mahkum edildiklerini söylemişlerdir. En temel insani ihtiyaçları karşılanmayan, havalandırma hakları, iletişim hakları, bilgi edinme hakları ellerinden alınan bu çocukların geleceğinden hepimiz sorumluyuz.” İHD Genel Saymanı Selma Güngör, işkenceye maruz kalan çocukların Pozantı Cezaevi’nden Sincan’a nakledildiklerini anımsatarak “Görüyoruz ki, Adalet Bakanlığı hiçbir sonuç çıkarmıyor, infaz kurumlarında iyileşmeye gitmiyor” dedi. Türkiye’de en fazla insan hakkı ihlalinin İçişleri Bakanlığı tarafından yapıldığı belirlendi Bakanlık başı çekiyor SUSURLUK DOSYASI MAHMUT LICALI ALİCAN ULUDAĞ ANKARA 1990’lı yıllarda işlenen 18 faili meçhul cinayete ilişkin açılan davanın iddianamesinde, Mehmet Ağar’ın genel müdürlüğü döneminde Emniyet Genel Müdürlüğü’ne İsrail’den alınan “kayıp silahlara” ilişkin çarpıcı bilgiler yer aldı. Buna göre savcılığa yazı gönderen Özel Harekât Daire Başkanlığı, 10 adet 22 kalibre Beretta tabancaya ilişkin herhangi bir kayda rastlanılmadığını bildirdi. İddianameye göre, 1994’te Korkut Eken’e tutanakla teslim edilen silahlardan 3 adet Mikro Uzi; 2 adet Mini Uzi, 5 adet Jeriho marka tabanca Özel Harekât Dairesi’ne teslim edilmedi. Ayrıca 5 Uzi susturucusu, 5 Uzi şarjörü ile 5 bin adet fişek de bugüne kadar Özel Harekât’a iade edilmedi. Kayıp silahlar konusu, 3 Kasım 1996’da yaşanan ve “Polis, siyaset, mafya” üçgeninde yaşanan kirli ilişkileri açığa çıkaran Susurluk kazası ile gündeme gelmişti. Susurluk kazasında ölen Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı’nın bulunduğu Mercedes’ten 1 adet Beretta marka silahla, buna ait susturucu bulunmuştu. Sonrasında yapılan araştırmada bu silahın Emniyet’e ait olduğu anlaşılmıştı. Bu silah, 1994 yılında Haspro firmasının sahibi Ertaç Tinar aracılığıyla İsrail’den hibe adı altında alınan 50 milyon dolarlık silahların içinde yer alıyordu. Özel Harekât polislerine dağıtılan ve bir kısmı kaybolan bu silahların bazıları Susurluk çetesi tarafından işlenen cinayetlerde kullanılmıştı. Mehmet Ağar, tutuklu bulunduğu Aydın Yenipazar Cezaevi’nde TBMM Darbe Komisyonu’na verdiği ifadede, bu konuda “O silahlar Başbakanlık’tan doğrudan izinle alındı. Terörle mücadele için gerekliydi. Bunların kaydı tutulmaz. Her devlet bu tür şeyleri yapar. Bu tür silah alımları her devlette olur” demişti. İddianameye göre savcılık, soruşturma sürecinde Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazı göndererek kayıp silahları sordu. Özel Harekât Daire Başkanlığı tarafından 1 Ocak 2011 tarihinde verdiği yanıtta, adı geçen silahlar ile ilgili olarak mevcut belgeler üzerinde inceleme yapıldığı belirtilerek “Belirtilen tabancalardan kuvvemize alındığına dair herhangi bir kayda rastlanılmadığı, ayrıca bu tabancalar ile ilgili olarak Mülkiye Başmüfettişliği’ne ve Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’na, kayıtlarımızda bulunmadığı bildirildiği belirtilmiştir” denildi. Pek çok devlet kurumu var Buna göre, insan hakları ihlaliyle ilgili sonuçlanan şikâyet başvurularında en fazla İçişleri Bakanlığı hakkında tavsiye kararı alındı. İçişleri Bakanlığı hakkında 4 farklı şikâyette insan hakkı ihlali yapıldığı belirlendi. Emniyet Genel Müdürlüğü ve birimleri hakkında 3 farklı konuda ihlal yaptığı tespit edilirken, Başbakanlık hakkında da 2 ayrı insan hakkı ihlali kararına imza atıldı. İstanbul Valiliği hakkında da 2 farklı ihlal tespiti yapıldı. Kamu Denetçiliği Kurumu’nun kararlarına göre Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Turgutlu İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün türban konusunda hak ihlali yaptıkları belirlendi. Kurum, İstanbul Valiliği hakkında da 1 Mayıs’ta alınan tedbirlerin seyahat özgürlüğünü kısıtladığını ve tedbirlerin demokratik ülkede olması gerekenden daha fazla olduğunu belirledi. Kurum tarafından İçişleri Bakanlığı hakkında GBT kayıtlarının silinmemesi konusunda da hakkaniyete aykırılık belirlenerek GBT kayıtlarıyla ilgili mevzuatta değişiklik yapılması yönünde tavsiye kararı verildi. Kurum, Adalet Bakanlığı hakkında da ailesi ile görüşme saatleri kısıtlanan bir hükümlünün başvurusu üzerine ziyaret uygulamalarına ilişkin esneklik sağlayıcı mevzuat değişikliği yapılmasını tavsiye etti. Fotoğraf: SİBEL BAHÇETEPE Silahların kaydı yok ANKARA Kamu Denetçiliği Kurumu’na yapılan 300’e yakın insan hakkı ihlali şikâyetinden sonuçlananlar arasında en fazla ihlalin İçişleri Bakanlığı tarafından yapıldığı belirlendi. İçişleri Bakanlığı’nın ardından Emniyet Genel Müdürlüğü de insan hakkı ihlali yaptığı tespit edilen bir diğer kurum oldu. Hukuk ihlallerinde ise başı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çekti. Kamu Denetçiliği Kurumu’na şikâyet başvurularının kabul edilmeye başlandığı Mart 2013’ten 19 Aralık 2013 tarihine kadar 7 bin 474 başvuru yapıldı. Kuruma 8 ay içinde yapılan başvurulardan 1944’ünü kamu personel rejimiyle ilgili şikâyetler oluştururken, insan hakkı ihlalleriyle ilgili olarak da kuruma yaklaşık 300 şikâyet başvurusunda bulunuldu. Geç gelen adalet İstanbul Haber Servisi Yakınlarını iş kazalarında kaybeden aileler, 25. kez Galatasaray’da toplanarak “Vicdan ve Adalet” nöbeti tuttu. ‘Aileler adına İdris Çabuk tarafından yapılan açıklamada, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) raporundan iş kazalarına ilişkin veriler aktarıldı. Açıklamada İSİG raporuna göre 2013 yılında en az 1233 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiği belirtile adalet değildir rek “Bir daha olmasın diye mücadeleye ve umut etmeye devam ediyoruz” denildi. Açıklamada, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın açıkladığı rakamların gerçeği yansıtmadığı belirtilerek 2013 yılında 2012’ye göre 355 daha fazla işçinin yaşamını yitirdiği anlatıldı. Davutpaşa patlamasında yakınını kaybeden Hakkı Güleç, davanın 6 yıldır sürdüğünü ifade ederek “Geç gelen adalet, adalet değildir” dedi. Hukuk ihlallerinde SGK başı çıktı Hak ve hukuk ihlali yapan kurumların arasında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Milli Savunma Bakanlığı’na, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü’ne kadar pek çok kurum yer aldı. TRABZON (Cumhuriyet) Son yıllarda artan kadına yönelik şiddeti Trabzon’da protesto eden 200 kadın hakkında soruşturma açıldı. Kasım ayında Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla ülkenin her yanında olduğu gibi Trabzon’da da bir yürüyüş düzenlendi. Yürüyüş, Trabzon Merkez Postane önünden başlayarak Atatürk Alanı’nda basın açıklamasıyla sona ermişti. Trabzon Cumhuriyet Savcılığı’nın soruşturma başlattığı ve eyleme katılan kadınların bazılarının ifade için savcılığa çağrıldığı belirtildi. Savcılığa ifade veren CHP Trabzon İl Sekreteri Güzide Uzun, “Meşru haklarımızı kullandığımız için kimse bizi yargılayamaz. Kadınların mücadele heyecanını kimse kıramayacak” dedi. Şiddete tepki suç sayıldı ‘AKP’ye biat etmeyeceğiz’ İstanbul Haber Servisi KESK’li Tutsak Aileleri ve Kamu Emekçileri Cephesi üyeleri gerçekleştirdikleri eylemle, 11 aydır tutuklu olan KESK’lilerin serbest bırakılmasını istedi. Galatasaray Meydanı’nda dün akşam saatlerinde bir araya gelen aileler, “KESK’li tutsaklar serbest bırakılsın” pankartı açıp “KESK’li tutsaklar onurumuzdur” sloganı attı. Grup adına yapılan açıklamada, KESK’in AKP’nin hedefi haline geldiği belirtilerek şöyle denildi: “Bugün KESK’e yönelik gerçekleştirilen baskı ve gözdağı operasyonunun 11. ayındayız. İstanbul ve çevre illerde hâlâ 33, toplam 48 KESK üye ve yöneticisi Türkiye’nin çeşitli hapishanelerinde tecrit edilmekte, yola getirilmeye çalışılmaktadır. Biz biat etmeyeceğiz, yola gelmeyeceğiz. Biz AKP’nin sindirme ve yok etme politikaları karşısında asla susmadık, susmuyoruz, susmayacağız.” Fotoğraf: ÜNAL BÜYÜKDERE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle