29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 OCAK 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Yeni yılı, yaşanan çeşitli kargaşaların ortasında, Federico Garcia Lorca’nın ‘Bernarda Alba’nın Evi’ adlı oyununu Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneleyerek karşıladım Dualarla Kurulan Devlet... Korkuyu umuda dönüştürmek Yeni yıl, insanlığın toplumsal tarihi kadar eski bir kavram. Farklı kültürlerde, farklı coğrafyalarda çeşitli biçimlerde karşılansa da, “yeni yıl” kutlamaları ortak ve değişmeyen bir beklentiye yanıt oluşturuyorlar: yenilenme; eskiyenin, yıprananın yerini “yeni”nin alması… Türkiye açısından 2013’ten 2014’e geçilirken yaşanacak yeni yıl, birçok açıdan bu “döngüsellik” ile her zamankinden çok örtüşecek gibi gözüküyor. Ben yeni yılı, yaşanan çeşitli kargaşaların ortasında, Federico Garcia Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi” adlı oyununu Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneleyerek karşıladım. Lorca, son oyunu olan “Bernarda Alba’nın Evi”ni tamamladıktan çok kısa bir süre sonra, 1936’da, henüz 38 yaşındayken, İspanya’da Frankocu faşistler tarafından kurşuna dizilmiştir. Dönemin İspanyası, çok yakın bir gelecekte küresel çapta yaşanacak kanlı İkinci Dünya Savaşı boğazlaşmasının bir tür provasına sahne olurken, oldukça ilginç bir toplumsal manzara sergiler: Emperyal nostaljiler, geriye dönüş özlemleri, şanlı geçmiş, geleneksel değer yüceltmeleri ile modernleşmeden, laikleşmeden, özgürleşmeden yana toplumsal güçler arasında gerilmiş, kimliğini arayan bir toplumsal yapıdır söz konusu olan. Eric Hobsbawm, “Kısa 20. Yüzyıl (19141991), Aşırılıklar Çağı” adlı kitabında İspanya’nın bu konumunu şöyle yorumlar: “Bu kötü şöhretli denebilecek kadar anormal ve içine kapalı ülkenin 1930’larda küresel bir mücadelenin sembolü haline gelmesi rastlantı değildi. Bunlar zamanın temel siyasal sorunlarını ortaya çıkardı: Bir yanda demokrasi ve toplumsal devrim, Avrupa içinde patlamaya hazır yegâne ülke olarak İspanya; öte yanda Martin Luther’den bu yana dünyada mey Bernarda Alba’nın Evi u Yeni bir yıla giriyoruz. Karanlığın içinden görünen ışık mı, yoksa Lorca’yı bir gece vakti alıp götüren “ölüm kamyonu”nun farları mı, henüz bilmiyoruz. Yeni bir yıla giriyoruz, korkuyu umuda, kaosu kozmosa dönüştürme olanağı sadece bizim elimizde, bunu iyi biliyoruz. dana gelen her şeyi reddeden bir Katolik Kilisesi’nden esinlenen, görülmemiş biçimde uzlaşmaz bir karşıdevrim ya da gericilik kampı.” İspanya, çeşitli seçimlerden ve farklı iktidarlardan geçerek bu noktaya dayanmıştır: 1931’de tüm yurtta yapılan belediye seçimlerini Cumhuriyetçiler kazanır. Kral İspanya’dan kaçar. 10 Aralık’ta ilan edilen yeni anayasa ile devlet ile Kilise birbirinden ayrılarak, devlet laikleştirilir. Daha sonra, asayişteki bozulmayı bahane gösteren sağcıların baskısıyla 1933’te yeni seçimler yapılır ve solun dağınıklığının da etkisiyle sağ kanat başarı kazanır. Bundan sonraki iki üç yıllık dönemde Falange Espanola’nın ve aşırı sağcıların kışkırttığı suikastlar, güçlü sendikaların önderliğinde girişilen grevler, kitle hareketleri, bunlara yönelik kanlı bastırma hareketleri, işçi hareketine yönelik saldırılar ülke içindeki siyasi ortamın iyice gerginleşmesine yol açar. 1933’te nazizmin yükselişini kınayan İspanyol aydınları, 9 Şu İspanya deneyimi bat 1936’da yayımladıkları bir bildiriyle yaklaşan seçimlerde Halk Cephesi’ni desteklediklerini açıklarlar: “Halk Cephesi’ne olan desteğimizi yalnız bireyler olarak değil, İspanya aydınlarının bir grup temsilcisi olarak tekrarlıyoruz. Ve bunu özgürlüğe saygı gösterilmesini, hayat koşullarının iyileştirilmesini ve kültürün İspanyol halkının en geniş kitlesine götürülebilmesini istediğimiz için yapıyoruz.” 16 Şubat 1936’da yapılan seçimlere, İspanyol Cumhuriyetçileri ve solcuları oluşturdukları Halk Cephesi ile katılır ve büyük bir başarı kazanırlar. Halk Cephesi hükümeti kurulur. 17 Temmuz 1936’da İspanyol Fası’ndaki askerler ayaklanır ve ayaklanma Güney İspanya’ya da sıçrar. General Franco Kanarya Adaları’ndan Fas’a geçerek ayaklanmanın liderliğini ele alır ve 3 yıl sürecek İspanya İç Savaşı başlar. Lorca bu yol ayrımında gerilmiştir çarmıha. Bu yol ayrımında, Haziran 1936’da yazmıştır son oyunu, Bernarda Alba’nın Evi’ni. Bunaltıcı ağustos sıcağında bunalan, dışarıya tüm kapılarını, pencerelerini kapatmış olan bu evde, kâhya kadın Poncia’nın 3. Perde’deki şu sözleri bir kehanet niteliğine bürünür: “Ben önlemeye çalıştım, ama artık ürküyorum olacak şeylerden. Şu sessizliği duyuyor musun? Her odada bir fırtına uyuyor; koptuğu gün hepimizi silip süpürecek.” “Ay kocaman/at kara/torbamda zeytin kara/Bilirim de yolları/ varamam Cordoba’ya” diyen Federico Garcia Lorca, iç savaşın başlangıcında, 19 Ağustos 1936’da bir “ölüm kamyonu”na bindirilir ve bir çukurun başında kurşuna dizilerek öldürülür. Yeni bir yıla giriyoruz. Karanlığın içinden görünen ışık mı, yoksa Lorca’yı bir gece vakti alıp götüren “ölüm kamyonu”nun farları mı, henüz bilmiyoruz. Yeni bir yıla giriyoruz, korkuyu umuda, kaosu kozmosa dönüştürme olanağı sadece bizim elimizde, bunu iyi biliyoruz. İbret ve macera öyküsü Kültür Servisi Türk edebiyatının özgün kalemi İhsan Oktay Anar’ın son romanı “Galîz Kahraman” 17 Ocak’ta yayımlanacak. İletişim Yayınları’nca basılan kitap, “İdris Âmil Hazretleri’nin maceralarını” anlatıyor. Yayınevince “bir ibret ve macera öyküsü” olarak sunulan kitabın arkasında şu ifadeler yer alıyor: “Bütün zamanların kahramanı olan bir insanın hikâyesidir bu. O hem herkes hem de hiç kimsedir. Dünyadan alacağını tahsil etmeye gelmiştir. Çünkü, Tanrı dahil herkesin ona borcu vardır. Vebaline girilen tüyü bitmedik yetim işte odur. Kadim zamanlardan beri hakkı yendiğine göre, sonlu ama sınırsız bir evrenin engin ve derin merkezi olarak insan olmanın, ‘olmasa da olur’ halini icrâ etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Romantik bir insafsızlığın bakir tacizcisi olmak sonuna kadar hakkıdır. Sıradanlığın üst insanıdır o. Asiliğiyle asilleşememesi umrunda bile değildir. Onun umrunda olan tek şey, sadece ve sadece kendini algılamak, kendi küçük âlemine sığan kainatı kabul etmektir. Çünkü bilmektedir ki, gerçek bilgelik de zaten budur.” Yazarın en son 2012 yılında “Yedinci Gün” adlı kitabı yayımlanmış, “Puslu Kıtalar Atlası”, “Kitabül Hiyel”, “Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri”, “Amat” ve “Suskunlar” romanlarıyla Anar, kendine geniş bir okur kitlesi oluşturmuştu. İhsan Oktay Anar’ın son romanı ‘Galîz Kahraman’ 17 Ocak’ta çıkacak Salinger’in öyküsü ilk kez Türkçede n Kültür Servisi Sarnıç Öykü dergisinin ocakşubat aylarını kapsayan 15. sayısında Amerikalı yazar J. D. Salinger’in daha önce Türkçede yayımlanmamış bir öyküsü ilk kez okur karşısına çıkıyor. “Bowling Toplarıyla Dolu Bir Okyanus” isimli öyküyü Emre Karacaoğlu dilimize aktardı. Derginin “odak kitap” bölümünde ise Yalçın Tosun’un Yapı Kredi Yayınları’nca basılan “Dokunma Dersleri” kitabıyla ilgili inceleme yazıları yer alıyor. Sayın Başbakan, yılbaşı nedeniyle yaptığı “Millete Sesleniş” konuşmasında: “Bu devlet, dualarla kurulmuştu…” dedi. Sözünü ettiği, yirmili yılların başında Ankara’da “dualarla” kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Ancak Sayın Başbakan, tarihe de indi. Yine “dualarla” kurulmuş olan Selçuklu İmparatorluğu’nu ve Şeyh Edebali Hazretleri’nin ettiği duaların gücüyle vücut bulan Osmanlı İmparatorluğu’nu da andı. Bir “Millete Sesleniş” konuşması çerçevesinde verilen bu kısa tarih dersinin Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bölümünde, “Milli Mücadele”den ve “Mustafa Kemal” adından söz edilmesine gerek duyulmamıştı. Çünkü önemli olan, dualardı. Tıpkı “Tanzimat Fermanı” diye de anılan “Gülhane Hattı Hümayunu”nun da ruhu gibi. 1839’da yayımlanan ve bir padişah fermanı niteliğini taşıyan Gülhane Hattı Hümayunu’nun ilk paragrafı, aynen şöyledir: “Yüce devletimizin, kuruluşundan beri Kuran ve şeriat ilkelerine uygunluğundan saltanat güçlü, halk da mutlu olmuştur. 150 yıldan beri ise bunun tersi yapıldığından zayıflık, yoksulluk ve çöküş baş göstermiştir. Oysa şeriat kurallarına uymayan devlet payidar olamaz.” Yukarıdaki paragrafta sözü edilen 150 yıl, Osmanlı’nın hızla yükselen Batı karşısında giderek artan bir hızla gerileyişinin iyice belirginleştiği zaman dilimidir. Tanzimat Fermanı’nda bu gerileyişin nedeni olarak “şeriat kurallarına uymamak” gösterilir. Buna karşılık aynı zaman dilimi içerisinde Batı’nın bilimsel devrimini tamamlayışından, Osmanlı’ya teğet bile geçmeyen bütün bir Aydınlanma Hareketi’ni yaşayışından, iktidar olgusunu bütünüyle laik yörüngeye oturtmasından hiç söz edilmez. Sonuç, böylesine yoğun bir akıl ve mantık tutulması yaşayan Osmanlı İmparatorluğu’nun kaçınılmaz yazgısına sürüklenmesi, yani çok doğal bir yıkım sürecine girmesi olur. 1839’dan 175 yıl sonra, bir zamanların Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, “Devletin dualarla kurulduğunu” söyleyebilmektedir. Öte yandan bu devletin Büyük Millet Meclisi’nin Sayın Başkanı Cemil Çiçek ise son on yılda bu dualara eklenen ve yalnızca Cumhuriyetin tarihinde değil, fakat bugün yaşadığımız toprakların bütün tarihinde bir eşine daha rastlanmamış yolsuzluklarla ve bunları örtbas etme çabalarıyla varılan noktayı “yargının bağımsızlığı ölmüştür”, “kuvvetler ayrılığı bitmiştir”, “Meclis işe yaramaz hale gelmiştir” ve “sabahlara kadar kanun çıkarıyoruz ama hiç uygulamıyoruz” şeklindeki saptamalarla dile getirmiştir. Cumhuriyetimizin tarihinde bir Meclis başkanının böyle uyarılarda bulunma gereği duyduğuna ilk kez rastlanmaktadır. Peki, bu uyarıların gereğini yerine getirmek için acaba hangi duaları etmemiz tavsiye olunur? ‘Gerçekleri Konuşalım’ Kültür Servisi Pera Müzesi bünyesindeki Pera Film, ocak ayında iki farklı program sunacak. İlki, İngiliz belgesel dağıtımcısı Dogwoof işbirliğiyle hazırlanan “Gerçekleri Konuşalım” adlı seçki. “Bu Kino Çox Gözal” adını taşıyan ikinci program ise Azerbaycan sinemasından örneklerden oluşuyor. “Gerçekleri Konuşalım”da, geçtiğimiz üç yıldan seçilen 6 belgesel gösterilecek. 1122 Ocak tarihleri arasındaki etkinlikte “Yaşadığım Ev / The House I Live In”, “Koşucular Kasabası / Town of Runners”, “GerçekHayatta / InRealLife” gibi yapımlar yer alıyor. Pera Film’in, Azerbaycan Avrupa Topluluğu (TEAS) işbirliğiyle hazırladığı, 24 Ocak 2 Şubat tarihlerindeki “Bu Kino Çox Gözal” programında ise “Kutsal Hayvan”,“Buta”, “Çövkan”, 2012 yapımı “Çölcü”nün yanı sıra 1945 yılında çekilmiş “Arşın Mal Alan” gibi filmler sinemaseverlerle buluşacak. Azerbaycan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanmasının ardından ülke sineması yeni bir aşamaya geçmiş, 1990’dan bu yana binin üzerinde film çekilmişti. Pera Film’den Azerbaycan sinemasından örnekler ve belgesel seçkisi Saul Zaentz hayatını kaybetti ‘Guguk Kuşu’, ‘Amadeus’, ‘İngiliz Hasta’ gibi filmlerin yapımcısıydı Kültür Servisi “Guguk Kuşu”, “Amadeus”, “İngiliz Hasta”, “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” gibi Oscar ödüllü filmlerin yapımcısı Saul Zaentz, 92 yaşında hayatını kaybetti. Amerikalı yapımcı uzun zamandan beri Alzheimer hastalığıyla mücadele ediyordu. Yeğeni Paul Zaentz, Saul Zaentz’in San Francisco’daki evinde öldüğünü duyurdu. Müzik yapımcılığının ardından 50 yaşında sinemaya atılan Saul Zaentz, az sayıda filmin yapımcılığını üstlendi ancak çoğu büyük başarı kazandı. 1972 yapımı “Payday” ile başlayan sinema kariyeri, 1975 yılında gösterime giren “Guguk Kuşu” ile tırmanışa geçti. Başrolünü Jack Nicholson’ın üstlendiği film 5 Oscar ödülü kazandı. Zaentz’in Oscar ödüllü bir diğer filmi olan “Amadeus”, “en iyi yönetmen” ve “en iyi erkek oyuncu” ödülleri dahil olmak üzere 8 Oscar kazandı. “İngiliz Hasta” ise 9 dalda Oscar’ın sahibi oldu. Saul Zaentz, J.R.R. Tolkien’in romanından sinemaya uyarlanan “Yüzüklerin Efendisi”nin çizgi film versiyonun da yapımcılığı üstlenmişti. “GerçekHayatta / InRealLife”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle