05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 OCAK 2014 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Zito Venizelos’suz Kurtuluş ZONGULDAK işgalinde küçücük genç kız iken çarşafa yeni girmiş zavallı anneannemin peçesini açtırır ve Rumca “Yaşasın Venizelos” diye böyle bağırtırmış Fransız askerler. “Zebellah gibilerdi” demişti onlardan söz ederken. Çünkü asıl Fransalı değil, istilacı sömürge ordusuna alınmış koskoca Afrikalı zencilermiş onlar ve insanlara böyle zulmederlermiş. İstiklal Harbi’nin başlangıç aylarında halkın kızgınlığını bileyip 9 Eylül zaferine kadar savaştıran etkenlerin başında İngilizlerin Yunan’ı kandırıp İzmir’e çıkartması ve Fransızların da Ereğli kömür havzasını ve Zonguldak limanını ele geçirmek için bunu fırsat bilmesi gibi etkenler vardır. Bundan dolayı, insanlarımızın uyuşukluktan gaflete daldığı ve başkaldırmadığı durumlarda, içinizden “Ah şu Yunan yeniden İzmir’e çıksa da uyansak” diye bir istek bile geçebilir. Köklü çareler aramak için daha beklemek mi gerekir? evletin çivisi çıkıp tam kargaşanın her yerde egemen olduğu ve nereye doğru gidildiğinin hiç belli olmadığı bir dönemde ne idüğü belirsiz ve tüzelkişiliksiz “cemaat” denen gruplaşmalardan medet ummak olacak iş midir? Yakın tarihimizde safsatanın çöpe atıldığı, laik gerçekçiliğin öne çıktığı, o hırsla somut ve yapıcı mücadelelerin başlatıldığı örnekler hiç mi yoktur? Acaba anayasalı bir siyasal düzenin içtüzüklü ve programlı siyasal partileriyle düşünmeye yeniden başlasak daha doğru olmaz mı? aktiyle “hukuk devleti” dediğimiz ilke, her şeyden önce kuruluş yapısının, kurallarının, işleyişinin ve kararlarının hukuka dayandığı, anlaşmazlıklarının hukukla çözüldüğü bir düzenin ilkesi değil miydi? Çivisi çıkmış devleti yerine oturtacak olan da bu ilke olmamalı mı? 2 Korsan ve ‘Umurdîde Kul’ Haritanın 500. yılını kutlarken bir katliamın da 460. yılını anımsamalıyız. O günlerden günümüze, bugünlerden o günlere bakarken Türk donanmasını gözlüyorum; günümüzde seçkin denizcilerin cezaevlerine kapatıldıklarını görüyorum. Açıklıklara, engin denizlere bakmaya alışmış olan deniz kurtlarının önüne çekilen demir parmaklıkları, duvarları düşünüyorum. Çok çok üzülüyorum. Salih Özbaran asıl vurgulanmak istenen öğe, onun çok ileri yaşlarında Hint Okyanusu’nda bazı fetihler için görevlendirilmesi, adeta ateşe atılması ve böyle bir sefer sonunda da padişah fermanıyla boynunun vurulması olacaktır. Başlığa yerleştirdiğim “umurdîde kulum” deyimi, Kanuni (Muhteşem) olarak anılan Sultan Süleyman’ın nice hizmetlerine, korsanlığına, deneyimlerine ve bilginliğine dayanarak bir sefer için Umman’a (Hint Okyanusu’na) çıkacak olan 80 yaşındaki Piri’ye gönderdiği 26 Ekim 1552 tarihli bir fermanda yazılıdır. “Deneyimli kişi” olarak nitelendirilmiş ve “Yüzün ağ olsun” dileğiyle okyanusa uğurlanmış, “her veçhile yararlığı” ve “hüsnü tedarikü” (çalışkanlığı) padişahın güvenini kazandığı belirtilmiştir. Kısaca ifade etmem gerekirse, yaşlanmış Piri, “padişahı âlempenah” yani herkesin sığınacağı “yüce” sultan için okyanus sularına gönderilmiş¸ kendisinden yeni kara ve denizlerin padişah egemenliğine eklenmesi, gelirlerine el konulması, böylece de İslami ülkelerin kendi koruması altına alınması beklenmiştir. (Bu bağlamda Portekiz Deniz İmparatorluğu’nun egemenliğine geçmiş olan ve Hint Okyanusu çevresinde yer alan bazı stratejik noktaların ele geçirilmesi istenmiştir.) Piri Reis (bu arada kendisine verilen bey sanını taşıyarak) 30 savaş gemisine yüklenen 850 seçkin asker, 20002500 mürettebat ve güçlü toplarla Hint Okyanusu ile Basra Körfezi arasındaki stratejik nokta olan Hürmüz’ü Eylül 1552 tarihinde kuşattı. Ancak hazırlıklarını yapmış olan bir hasımla karşılaştı bu ünlü Osmanlı denizcisi, kaderi de o noktada değişti. Sayıları 700900 kadar olan kale muhafızları Álvaro de Noronha komutası altında iyi savunma yaptılar ve kaleden dışarı çıkmadılar. Durum iki taraf için de nazikti. Portekizli komutan merkez üsleri olan Goa’daki genel validen acil yardım beklerken, Osmanlı kapudanı böyle bir yardım gücünün yaratacağı endişeyi duydu. Kuşatmayı 9 Ekim tarihine kadar 20 gün sürdürebildi; yakındaki ve çok zenginlerin bulunduğunu öğrendiği Kişm Adası’na yöneldi. Orada herhangi bir dirençle karşılaşmadı Piri Bey; yağmalattı ve bir hayli ganimet aldı. Basra’ya gitti, sonra da 3 gemiyle Mısır’a döndü. 80 yaşındaki Piri Reis’e verilen görev de başarılması çok zor olan bir girişimdi; başarılsaydı Osmanlı kuvvetleri oralarda nasıl tutunabilecekti? Ancak ağırlıklı olarak 15. yüzyıl sonları ve 16. 17. yüzyılların ilerleyen süreçlerinde Batı Avrupalıların giriştikleri keşiflerin arkasında yatan “exploration” düşüncesinin, daha açık belirtmek gerekirse merakın, sorgulamanın, araştırmanın ve özellikle okyanuslardaki sonu gelmeyen tehlikeli yolculukların getirdiği birikimler Osmanlılarda yoktu. Hint Okyanusu serüvenlerinin ne tür zorluklarla karşılaştığı ve çoğu zaman bu maceraların can kayıplarıyla sonuçlanan ve eli boş dönen bir atılım olduğu düşünüldüğünde, “exploration” tanımının Osmanlı için ne denli uygun olabileceği sorgulanabilir. Ne yazık ki, Osmanlı merkezi yönetimi suçluyu, izlediği politikasında arayacağı yerde dünya ünlüsü bir bilginin, ihtiyar bir deniz kurdunun boynunu vurdurmuştur. Haritanın 500. yılını kutlarken bir katliamın da 460. yılını anımsamalıyız. O günlerden günümüze, bugünlerden o günlere bakarken Türk donanmasını gözlüyorum; günümüzde seçkin denizcilerin cezaevlerine kapatıldıklarını görüyorum. Açıklıklara, engin denizlere bakmaya alışmış olan deniz kurtlarının önüne çekilen demir parmaklıkları, duvarları düşünüyorum. Çok çok üzülüyorum. İdam fermanı Piri Reis’in ününü, başarısını, bilginliğini etkilemiyor şüphesiz; günümüzde cezaevlerindeki denizcilerin tutkun oldukları denizlerde başardıkları görevleri de. Ama tarihin/tarihçiliğin şanla doldurulan, ihtişamla bezendirilen sayfalarına daha nelerin gireceğini açıklıyor. D V 013 yılına adım attığımız günlerden bu yana Piri Reis hiç belleğimden uzaklaşmadı; çünkü bu Osmanlı/Türk bilgin 2013 UNESCO etkinlikleri içine alınmıştı. Ben de onun hakkında bazı şeyler yazmış ve konuşmuş, özellikle de ölümüne ilişkin olayları dile getirmiş bir tarihçi olarak böyle anlamlı yılın ardından onu gazete aracılığıyla yeniden anmak istedim. Şüphesiz, Piri Reis’in çizdiği “Yeni Dünya” haritasının 500. yılını kutlamak büyük mutluluk ve övgü olanağı yarattı. Ama onun yaşlanmış yıllarında Hint Okyanusu’ndaki serüvenlerini ve 1553 yılı sonuna doğru başına gelen o “meşum” olayı da “Muhteşem” Osmanlı sultanının verdiği ölüm fermanıyla yeniden anımsadım. Hint Okyanusu’nda Portekiz’in denizdeki imparatorluk gücüne karşı çıktığı bir sefer sonunda başarısızlığı ya da başka nedenlerden dolayı Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğuyla tabii ki saray ve yönetim kıskançlıklarından kaynaklanan oyunların kurbanı olarak boynunun vurulmasının 460. yılına ulaşmış olmanın verdiği utancı da tarihçilik adına yaşadım, yaşamaktayım. Eminim ki, 1513 yılında çizilen, Doğu Afrika ile Batı Amerika’nın bazı yanlarını kapsayan, Kristof Kolomb’un kayıp haritasını esas alan ve onu geliştiren bu çok değerli eser üstüne 500. yıldönümünde epeyce yazılar yazıldı, bundan sonra da yazılacak; kitaplar yayımlandı, yayımlanacak; sergiler açıldı, açılacak; belgeseller yansıtıldı, yansıtılacak. Piri gibi bir denizcinin ve bilginin özellikle bilimsel konumu üstüne bilgilendirmeler hiç eksik olmayacak. Ama onun her ne sebepten olursa olsun insafsızca öldürüldüğünü bellekte tutmak da gerekecek. Bu bağlamda, aşağıdaki satırlar onun bilimsel başarılarını yansıtmayacak; Gezi Parkı Ruhu Ölmez! Anadolu Ajandası’nın haberine göre Başbakan Erdoğan Kazlıçeşme’deki AKP mitinginde “Şu anda Gezi Parkı boşaltıldı, Taksim Meydanı... Ama hamdolsun biz bu sınavı başarıyla aştık... Bunların hepsini aşarız, yeter ki siz bu güzel tabloyu her zaman koruyun” demiş. Acaba AKP, Gezi Parkı Direnişi’ni aştı mı... Rüşvet ve yolsuzluk davalarını aşabilecek mi? Doğrusu ben Başbakan’la aynı fikirde değilim! HHH Gezi Parkı Direnişi için bu sütunda 25 Temmuz’da bir yazı yazmıştım: Gezi Parkı Ruhu yeşildir, doğadır, çevredir... İktidar ise beton, AVM, yağma ve rant! Gezi Parkı Ruhu özgürlüktür... İktidar ise baskı ve korku! Gezi Parkı Ruhu demokrasidir... İktidar ise otoriter bir kibir! Gezi Parkı Ruhu çoğulcudur... İktidar ise tek tipçi! Gezi Parkı Ruhu dayanışmadır... İktidar ise bencil bir tekel! Gezi Parkı Ruhu eşitliktir... İktidar ise hiyerarşik bir buyurganlık! Gezi Parkı Ruhu bütünleşmedir... İktidar ise ayrışma ve bölünme! Gezi Parkı Ruhu gençliktir... İktidar ise geçen yüzyılda kalmış, örümcekli bir yapı! Özet olarak: Gezi Parkı Ruhu pırıl pırıl bir gelecektir... İktidar ise küflü ve paslı raflarda kalmış bir geçmiş! HHH Ve sonra da eklemiştim: Gezi Parkı Ruhu (spectre), bir bedene kavuşamadı ama... Bütün zihinlere ve yüreklere nüfuz etti... Bu yolla geleceği biçimlendiriyor! HHH Bugüne kadar olanları anımsayın... Ergin Yıldızoğlu’nun çarşamba günkü yazısını okuyun... Aykut Küçükkaya ile birlikte yazdığımız Gezi Parkı kitabına göz gezdirin... Sonra “AKP Gezi Parkı Direnişi’ni aştı mı, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu aşabilir mi, yoksa Gezi Parkı Ruhu bugünü de etkiliyor mu” diye düşünün! Önce övgü Son bir söz 1513 haritasının ortaya çıkışı, Piri Reis’in denizciliğe ilişkin görkemli eseri “Kitabı Bahriye” için yazılan önsözde “Şimdiye kadar ihmal ve meçhuliyet tozları içerisinde unutulup giden bu ulusal yücelik vesikaları bütün değerini ulu Atatürk’ün takdirinde” bulunduğunu dile getiren övgüdür bu “son bir söz”. Sonra ‘maktul’ Yerel Seçimler ve Toplumsal Muhalefet Ülkemizde yaşanan Gezi Direnişi süreci, siyasal yaşamımıza çok ilginç deneyimler kazandırdı. Gezi ruhunu her daim diri tutmak, onun yaratıcılığı ile yerel seçimlere hazırlanmak temel ilke olmalıdır. Yerel seçimlere böylesi bir moral üstünlüğüyle hazırlanmak, toplumsal muhalefete, demokrasi güçlerine yeni olanaklar sunacak ve yeni kazanımlar getirecektir. MEhMET ŞaKir ÖrS yolda önemli bir aşamadır. Yerel yönetimlerde var olarak, güçlenerek, genel iktidara yürümek... Temel yol haritasının böyle oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. İşte tam bu noktada, yerel seçimler önemli bir kaldıraçtır. Bu noktada en başta CHP’ye önemli görev düşüyor. CHP’nin önderliğinde muhalefet güçlerinin en geniş birlikteliği sağlanarak kentler örgütlenmelidir. Bunun için de öncelikle önümüzdeki yerel seçimlerde mutlaka başarılı olmak gerekiyor. Ü lkemiz 30 Mart 2014 yerel seçimlerine yürürken gündem de her geçen gün daha karmaşık bir hal alıyor. Türkiye çok yoğun bir gündem bombardımanı altında bulunuyor. Sürekli insanı yoran ve geren konularla karşı karşıyayız. Öyle ki adeta bir sağanağa dönüşen bu gündem yoğunluğu altında bunalıyoruz, yorgun düşüyoruz. Aslında yaşanan bu kaotik ortamın belki bir amacı da bu... İnsanları yormak, bezdirmek ve toplumsal konulardan uzaklaştırmak... Hatta mümkünse sandığa bile gitmesine engel olmak... İşte tüm bu saldırıları boşa çıkarmak için; cumhuriyetten, demokrasiden, aydınlıktan yana tüm çevrelere ve yurttaşlara görev düşüyor. Öncelikle bütün bu yaşanan gelişmeleri soğukkanlılıkla irdeleyip değerlendirmek ve önümüze somut bir yol haritası koymak gerekiyor. analizler yaparak yeni politikalar geliştirmelidir. Bu bağlamda en temel görev, toplumsal muhalefetin en geniş birlikteliğini sağlamaktır. Bu birliktelik, hayatın içinde, gündemle ve somut gelişmelerle ilişkilendirilerek oluşturulabilir. Yaklaşık üç ay sonra gerçekleştirilecek yerel seçimler, bu birliktelik için hem bir platform olanağı sunuyor ve hem de bu birlikteliği zorunlu hale getiriyor. Toplumsal muhalefet güçlerinin bir araya gelişinde temel ölçüt AKP karşıtlığıdır, ister istemez böyle olmalıdır. Uzunca bir süredir yaşanan gelişmeler, bu zorunluluğu bize dayatıyor. Bunun dışındaki her türlü arayış ve beklenti, günümüzün gerçekleriyle ve gereksinimleriyle bağdaşmıyor. Günümüzde hayatın ve siyasetin nabzının en yoğun attığı yerler kentlerdir ve özellikle de büyük kentlerdir. Hayata müdahil olmanın ve toplumsal gelişmeleri yönlendirmenin yolu da öncelikle kentlerde var olmaktan ve buralarda etkin biçimde örgütlenmekten geçiyor. Yerel yönetimler, CHP ve toplumsal muhalefet için merkezi iktidara giden ezi Direnişi’nden yerel seçimlere G Kentleri örgütlemek emel ölçüt: AKP’ye karşı olmak T Ülkemizde yaşanan son gelişmeler, aynı zamanda AKP’nin iktidardan uzaklaştırılması için de yeni olanaklar sunuyor. Başta CHP olmak üzere muhalefet güçleri bu olanakları iyi değerlendirmeli ve doğru Ülkemizde yaşanan Gezi Direnişi süreci, siyasal yaşamımıza çok ilginç deneyimler kazandırdı. Gezi ruhunu her daim diri tutmak, onun yaratıcılığı ile yerel seçimlere hazırlanmak temel ilke olmalıdır. Bu bağlamda Gezi Direnişi’nin ruhunu, birlikteliğini yerel yönetimlere yansıtabilmeliyiz. Yerel seçimlere böylesi bir moral üstünlüğüyle hazırlanmak, toplumsal muhalefete, demokrasi güçlerine yeni olanaklar sunacak ve yeni kazanımlar getirecektir. Gezi sürecinin öne çıkardığı ana kavramları kısaca demokrasi, özgürlük ve katılımcılık olarak sıralayabiliriz. Bu kavramlar önümüzdeki yerel seçimlerin de ana doğrultusu olmaya adaydır. Yeter ki biz bu kavramları içselleştirip ete kemiğe büründürelim. Yepyeni projelerle ve uygulamalarla yerel yönetimlere taşıyalım. Bunu başardığımız ölçüde, yerel seçimlerin ülkemizde yeni ve umutlu bir dönemin muştucusu olacağına yürekten inanıyoruz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle