05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 OCAK 2014 PERŞEMBE 2 ARADA BİR GünAY GünER OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yargılaşan Siyaset 2014… Öyle görünüyor ki 2013 tarihsel bir yıl olduğu gibi 2014 de öylesine önemli olayların yaşanacağı bir yıl olacak. Bu şimdiden belli. 2013 tarihsel bir yıldı. Kazanımın büyük olmasının yanı sıra bu uğurda canlarını yitiren yiğitlerimizi acıyla anıyoruz, sonsuza değin de anacağız. 2013 yılının son döneminde tüm Türkiye’yi kaplayan, neredeyse dünyanın en “büyük” ölçekteki kamu hırsızlığının kanıtladığı ikiyüzlülüklere, çifte standartlara, hukuksuzluğa, kabile devletlerinde bile rastlanmayan düzeysizliklere, pişkinliklere, tutarsızlıklara, yüzsüzlüklere yine tüm Türkiye ve dünya tanık oldu. Ne ki bunca rezalete karşın iktidarın seçmen kitlesinin en azından azımsanmayacak bir bölümünde bir eleştiri kırıntısı bile oluştuğunu mu sanırsınız? Ne gezer… Hâlâ itiraf edemedikleri üç kuruşluk çıkarlarının ardındalar ama buna bağlılık, siyaset, “düşünce” görüntüsü vermekle meşguller. Giderek kimi “milletvekilleri” çıkıp “Biz liderimiz için ölürüz” diyor. Bakar mısınız? Aynı adamlar bir de “vesayet”ten söz ederler. Acaba hangi “vesayet”ten bu değin hırsızlık çıktı. Vardı da çıkarılmadı mı diyorsunuz? Bırakın bunları… Olsaydı yedi kuşak evvelinin yaptığını ortaya çıkarırlardı. HHH Demokrasi her aşamada ama özellikle de son aşamada halkın duyuncuna (vicdanına) bağlıdır. Kötülükleri oylarıyla halk engelleyecektir. En azından beklenti, varsayım budur. Peki, o halk (ki örnekteki “tuz”dur) çıkarcılaştırılırsa, çıkarından başka bir şey düşünmez duruma gelirse ya da getirilirse o durumda ne olacak? Sanır mısınız ki halkı, kitleyi “toplum mühendisliği” harikaları yaratma “dehası” göstererek bu duruma getiren becerikli “usta”lar amaçladıkları bu koşullar oluştuğunda öylece beklerler, başka işler yapmazlar? Ayrıca sanır mısınız ki “normal”, “sıradan” dönemde bunları yapanlar, yitirdiklerinde kendileri için en yaşamsal sonuçları doğuracak olan seçimleri tarafsız, hukuka uygun yaparlar? Türkiye’nin en önemli yüksek mahkemelerinden Yargıtay’da “imam”dan söz edilirken, dosyayı Pennsylvania’daki “hukuk otoritesi”ne gönderdiği açıklanırken ne düşünülebilir, ne söylenebilir? HHH İş, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne 4 milyon lira ceza kesmeye, penceresinden “ayakkabı kutusu” göstererek karşı duran yurttaşı yaka paça gözaltına almaya değin vardırıldı. Onların gözünde memleket hâlâ güllük gülistanlık ama bu kötü niyetliler, bu “cehapeliler” bozgunculuk yapıyor! Oysa ne güzel “özgürleşiyorduk”. Tuz koktu, demek istemiyoruz. Bu, canını ortaya koyarak uygarlık, insan hakları savaşımı veren güzelim insanlarımıza haksızlık etmiş oluruz. Ama hep böyle mi olmalı? Halkın yarısı her kötülüğe karşı durarak savaşım verip sömürücüleri püskürtürken, halkın geri kalanı da bu savaşım sonucunda kazanılan haklardan yararlanmayı sürdürecek mi? Tıpkı Bağımsızlık Savaşımızda olduğu gibi… Aydınlanmacıların yazgısı mı bu? Bu duygularla bile olsa 2014 yılı daha güzel olacak. Mutlu yıllar, esenlikler… H ukuk olmadan devlet olmaz. Hukukun olmadığı yerde etikten de söz edilemez. Hukuktan ve yönetim etiğinden yoksunluk devleti özünden çürütür. Şüphesiz burada normal demokratik sosyal hukuk devletinden söz etmekteyiz. Devletlerin de canlılar gibi hastalıklı, yorgun ve sıkıntılı süreçleri olabilir ama sonuçta kendi dinamikleriyle toparlanırlar. Ancak hukuk ve adalet anlayışı kaybolduğu zaman, hukuk devleti değil de kanun devletine dönüştüğünde, siyaset kurumu yargının yerini aldığında devletin sağlığında da seyir değişir. Bu açıdan bakıldığında yaşanan süreçler endişe verici. Normal hukuku uygulamayan ve kendi istemleri doğrultusunda tüze kuralları sürekli değiştiren iktidara karşı toplumu kim koruyacak? Anayasal haklarını kullanarak yasal yollardan eleştiri yapan herkes ağır söylemlerle suçlanıyorsa ve hatta içeri alınıyorsa yaşam güvencesi var mı? Demokrasinin vazgeçilmezi olan haber alma hakkı engelleniyorsa, siyasi düşüncesi farklı gençler potansiyel suçlu olarak görülüyorsa, tutuklananlar aylarca hâkim karşısına çıkamıyor, yıllarca tutuklu kalınıyorsa bizlerin yaşam gü Siyaset yargının yerini almıştır. Hukuk eğitimi veren fakültelerimizin sayın akademisyenleri ne düşünüyorlar? Nasıl sessiz kalabiliyorlar? Demokrasilerde hukukun üstünlüğünü savunmayan, topluma yaymayan hukuk fakülteleri tarih önünde sorumlu olacaktır. Prof. Dr. Osman İnCİ vencesi nerede? Bu tür güvensiz koşullarda eğitim, verim, araştırma ve başarı olmaz. İktidarlar kendilerine oy verenlerin değil tüm ülkenindir, ayrıca hukuka hepimizin gereksinimi var. Yargı tanımayan kolluk gücü olur mu? Hâkimin kararı uygulanmıyorsa, savcının soruşturma yapması durduruluyorsa ve hatta yürütmenin başındaki, savcıya “O savcı yüz karası adam, yetkim olsa ben seni yargılarım” diyebiliyorsa kimse bağımsız yargıdan söz edemez. Yasa gereği yargının emrinde çalışan polisin yargıyı engellemesi, yargının yargıyı engellemesi, soruşturma ve ön incelemelerin temel kuralı olan “gizlilik” ilkesinin kaldırıldığı bir ülkede kim kendisini güvende hisseder? Bu ülkenin yurttaşları olarak neye, kime güveneceğiz? Bizim insan olmaktan doğan haklarımız ve evrensel hukuk güvencemiz kalır mı? Yurttaşlar olarak neye güveneceğimizi bilmiyoruz. En vahim örnek ise bunun yeni olmadığının itiraf edilmesidir. Eğer ülkeyi yöneten iktidar “orduya kumpas kurdular” açıklaması yapıyorsa, başka bir şey gerekmez artık. Bir ülkede Başbakan’ın başdanışmanı* milletvekilinin yazısı gelinen noktanın somut belgesidir. Bu açıklama ile iktidar birileri tarafından yargıda “yasadışı, gizli iş çevrildiğini, hile yapıldığını” bilmekteymiş. Hile yoluyla başta ülkenin Genelkurmay Başkanı olmak üzere ordu mensupları, YÖK Başkanı ve üniversite rektörleri, bilim insanları, aydın, yazar hatta milletvekilleri hapse atılmakta, yıllarca tutuklu kalmakta. En vahimi de yürütme, bu hilenin yapılmasına izin vermiş! Bu açıklamalarla itiraf edilmiştir. Bu ortaklıktır ve zaten açıklanmıştır: “Ne istediniz de yapmadık?” En yetkili ağızdan milyonların önünde yapılan bu “itiraf” tüyler ürpertici. Bu insanların, eş ve çocuklarının, yakınlarının yıllardır çektiklerinin hesabını kim verebilir? Özgürlükten yoksun geçen yıllar, yaşamını ve sağlığını kaybedenler, ellerinden alınan gelecekleri, kaybedilen mevki ve makamları, itibarsızlaştırılmak istenen isim ve soyisimler, eş ve çocukların çektikleri... Bunların kumpas ile hapse atılmasına göz yumanlar vicdan rahatsızlığından değil de iktidar kavgasında itiraf ediyorlar. Pes demek yetmiyor. Siyaset yargının yerini almıştır. Hukuk eğitimi veren fakültelerimizin sayın akademisyenleri ne düşünüyorlar? Nasıl sessiz kalabiliyorlar? Demokrasilerde hukukun üstünlüğünü savunmayan, topluma yaymayan hukuk fakülteleri tarih önünde sorumlu olacaktır. “Üniversitelerin bilgi yayma görevi tüm topluma yönelik olmayı gerektirmektedir.” Magna Charta Universitatum Bildirgesi (1988) bunu kesin olarak açıklamıştır. Evrensel ilkeleri yerine getirmek zorundayız. (*) Akademik unvan da taşıyan(!) milletvekili ve başdanışman, “Akademik Etik” ilkelerine tamamen aykırı yazılar yazmaktadır. Özgürlük Mücadelesi Bir Bütündür Hakları ve özgürlükleri belli gruplar adına savunanlar, bazen genel yapıyı gözden kaçırabiliyor... Ve böylece hata yapma olasılığı çok artıyor! HHH Genel yapının gözden kaçırılmasının üç sonucu oluyor: 1) Temel yapıdan kaynaklanan genel nedenler gözden kaçırıldığı için, sorunun çözümü zorlaşıyor. 2) Bazen başka gruplar düşmanlaştırılıyor, onların hakları ve özgürlükleri dikkate alınmıyor, böylece kendi mücadeleleri zayıflıyor. 3) Başka grupların sorunları dikkate alınmadığı, hatta yeni düşmanlar yaratıldığı için, yanlış ittifaklar kurulabiliyor, zalimlerin desteklenmesi gündeme gelebiliyor. HHH Şimdi sadece iki örnek: (Bu mücadeleleri yapanlar arasında örneklerime kızanlar olursa, hatalarını görmek için aynaya baksınlar!) 1) Bazı kadın hakları savunucularının insan hakları bağlamını dikkate almaması ve kimi zaman “erkek düşmanlığının” ortaya çıkması. 2) Kürt hakları savunucularından bazılarının, demokrasi sorunlarını dikkate almaması, böylece “Türk düşmanlığının” ve yanlış ittifakların ortaya çıkması. HHH Elbette adil olmayan bir düzende, ezilenlerin hak mücadelelerinin öne çıkarılması doğru bir davranıştır... Ama bunu yaparken demokrasi ve insan haklarının herkes için olduğunu unutmak, belli grupları düşman bellemek, feodal yapıyı ve demokrasi kültürünün eksikliğini dikkate almamak, hem sorunun çözümünü zorlaştırır hem de başka hatalara yol açar. Kürtlerin hakları için mücadele verenlerin bir bölümü, Gezi Parkı Direnişi ve son rüşvet ve yolsuzluk skandalı olaylarında, demokrasi ve insan hakları bağlamında başarılı bir sınav verememiş ve inandırıcılıklarını zedelemişlerdir... Aynen “Bütün erkekler yalakadır” diyen feminist yazar gibi! HHH Unutmayalım: Belli gruplar için verilen hak ve özgürlük mücadelesi ile insan hakları ve demokrasi mücadelesi birbirinden ayrılamaz... Ayrılırsa ikisi birden zayıflar ve zarar görür... Yeni yılda bütün özgürlükçü mücadelelerin buna dikkat etmesi hepimiz için yararlı olacaktır! Kime güveneceğiz Evrensel ilkeler Dilleri Uzun... sEVGİ ÖZEL A ğız bedenin doruğundadır; bulunduğu yer rüzgâra açıktır; bu nedenle “avurdu yelli” olanımız çoktur. Bu nedenle çokları açar ağzını yumar gözünü, tehdit, sövgü, argo, yalan, dolan; artık ne varsa dağarında savurur. “Ağız açmak, ağız bozukluğu, ağız değişikliği, ağzı dualı, ağzı kalabalık, ağız kokusu, ağızdan dolma, ağzı dili bağlanmak, ağzına tükürmek, ağzından çıkanı kulağı duymamak, ağzından girip burnundan çıkmak…” gibi deyimleri ve yüzlerce sözcüğü barındıran yetkin bir dilimiz var; yalnız ağzımızın değil, ülkenin tadını kaçıranlara ağzının payını veremiyoruz; sorunumuz bu. TV’lerdeki çokbilmişler Seçimden seçime demokrasiyi anımsayan ağzı var, dili yok halkımız, filin deveden büyük olduğunu fark edemiyor. Ülke yolsuzluk savlarıyla çalkalanıyor; “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” masalına tepki veremiyor. Sokaktaki yurttaş şaşkın da asıl şaşkınlar TV’lerdeki çokbilmişler. Çoğu gazeteci olan ancak yargıç, savcı tavrıyla büyük konuşanların dilinde yolsuzluk, sözlüklerdeki ilk anlamına indirgeniyor; “yolu olma durumu”ymuş gibi sıradanlaştırılıyor. Kullanılan dile dil demek, Türkçeye haksızlık olur. Politikacıyla gazeteci ağzının bu denli bozulduğuna hiç tanık olmamıştık. Gazetecinin silahı kalemidir, ağzıdır; kalemle somutlaştırdığı, ağzıyla aktardığı düşünceleridir. Doğallıkla dilidir. Son on iki yılda, on iki yılın ikinci yarısında özellikle gazetecilerin dili, can yakan bir silaha dönüştürdüğünü gördük. Kimisi saldırgan, suçlayan diliyle ünlendi; iktidar yandaşı olmakla övündü. Ergenekon, Balyoz gibi davaların “iddianame”si ortaya çıkmadan ağzı kalabalık kimi gazeteciler TV’leri dolaşarak, köşelerini kullanarak iktidar ağzıyla kişileri, kurumları karaladı. Kalemi ve dili, ateşli silahlara kattı. 2013’ün son günlerinde kimisi günah çıkarıyor; ama dili hâlâ kirli. Dili bozarak, kavramların içini boşaltıp anlamını baş kalaştırarak, örneğin laikliği savunanlara “laikçi” diyenler gazeteciydi. Kemalizme, Atatürkçülüğe faşizmi çağrıştıran tanım yapanlar, Atatürk’lü yılları faşizmle eşleştirerek “statüko”ya yeni anlam yükleyenler gazeteciydi. Ulusalı kıt bilgisiyle tanımlayanlar; ulusal olana, ulusalcılara gülünç savlarla saldıranlar, yakın tarihi iktidarı mutlu edecek biçimde değiştirenler gazeteciydi. 90 yıllık Cumhuriyeti ve Cumhuriyetle gelen devrimlerin dayatma olduğunu, tarihçi sanını kendinden başka kimsenin bilmediği birilerinin yapay belgeleriyle kanıtlamaya çabalayanların çoğu da gazeteciydi. Dili uzun, yüreği cüce gazeteciler her türlü saçma sapan savı Atatürk’le buluşturmaya çabalar, Atatürk’ü karalarken akılları sıra söz oyunu yapıyorlardı. Ne ki söz oyunu için dil gerekliydi; diline sağlam olmak zorunluluktu. Onları dinlerken, yazılarını okurken dilin kemiği yoktur; ancak insanın omurgası vardır, diye düşünmemek olanaksız. 2013’ün son haftasına gelindiğinde, dün diliyle aydınları, Atatürkçüleri sokan gazetecilerin ağısı birbirlerine akmaya başladı. Dün bayram haftasına soba tahtası diyen çoğu gazetecinin sözü, bugün yere düşmüş durumda… Dilimizde sözünün eri diye bir deyim vardır; insanın omurgasıyla da doğrudan ilintilidir. Sözü yere düşürenin kendisi dik durabilir mi? Konuştukça batıyorlar 2013’ün son günlerinde ortaya çıkan yolsuzluklar kadar önemli bir görüntü de gazetecilerinkidir. On iki yıldır iktidarı birlikte, aynı ağızla öven, ülkenin karartılmasına birlikte çanak tutan “ağzı dualı” gazeteciler, birbirlerinin ağzını yırtma noktasına geldiler. Ağız değiştirdiler; ama dilleri hâlâ uzun; hâlâ pabuç kadar; yalakalıkla, yalanlarla uzayan bir dil hangi pabuç kutusuna sığar? 2013’ün son günlerinde kimi gazeteciler dil kirinin, el kiri olduğunu da kanıtlıyorlar. İktidarcemaat “kumpaslarını” onlardan öğreniyoruz. Konuştukça batıyorlar! Avurdu yelli olmak böyle bir şey işte! 2013’ün son günlerinde “cemaatsiyasetticaret” üçgeninin ve gazetecilerin diliyle eli birbirine dolanmış durumda… 2014, bu kirli yumağın çözüleceği günler getirsin! Kardelen… K ardelen deyince aklıma, karlar arasından başını ilk çıkaran çiçek gelir. Kardelen, güzel günlerin, baharın muştucusudur. Kardelen, karanlıklara, kötü koşullara direnen bir öncüdür. Kardelen, kapıyı aydınlığa açandır. Kardelen deyince aklıma, gerçek öğretmenler ve onların öğrencileri gelir. Kardelen deyince aklıma, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği kurucusu Prof. Dr. Türkan Saylan ile onun on binlerce kardelen öğrencisi gelir. ÇYDD’de gönüllülük esasına dayanan imece anlayışıyla çalışılır. Orada paranın pulun adı geçmez. Bu anlayışla çalışanlar da birer kardelendir. Amaç, aydınlıklara varmadır. Kardelen deyince aklıma, öm NUSRET ERTÜRK rünü, varını yoğunu eğitime adamış, saçını bu yolda ağartmış, onurlu, saygın duruşuyla gönülleri kazanmış, Arı Eğitim Kurumları’nın, Çankaya Üniversitesi’nin kurucusu, Köy Enstitülü öğretmen Sıtkı Alp gelir. Eğitim, insan yetiştirme sanatıdır. Ben, Sıtkı Alp’in eğitim kurumlarını tanıyınca sayın kurucuyu da tanımış oldum. En nitelikli eğitim vermeyi, her şeyin başında tutar. Siz bir patronun bir tiyatro sezonunda on beş oyunu izlediğini duydunuz mu? Ya elindeki, masasındaki kitaplar? Bunlardan dolayı Sıtkı Alp, eğitim alanının seçkin bir kardelenidir. Kardelen deyince aklıma, on sekiz yaşında asgari ücretli ama kitap okuyan Çavuş adlı genç gelir. Aralık ayının son gü nü idi. Sabahın sekizi. Ankara’nın ayazı kesiyor. Sabah sporu için Oran Ormanı’na girmek üzereydim. Giriş kapısına yakın, evlere su dağıtmak için bekleyen bir su dağıtıcısının minibüsü. Sürücü koltuğunda bir genç, elinde kitap, dalmış okuyor… Camı tıklattım. Birden şaşırdı. Camı indirdi. “Yakalandınız!’’ dedim. “Kitap okurken yakalandınız!’’ Umutsuzca gözlerini yere indirdi. Bir suç işlemişçesine. Uzatmadım: “Sizi kutluyorum’’ dedim. “İki ödülü birden kazandınız. Birincisi, kitap okuma alışkanlığınızdan. İkincisi, Atatürk’le ilgili bir kitap okuduğunuzdan dolayı.” İşte örnek kardelenler… Geleceğimiz, kardelenlerin çoğunluğu sağlamasına bağlı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle