15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 EYLÜL 2013 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Turgut Özakman’ın Anısına Futbol Terazisi BİR konu nasıl yavanlaşabilır? Yahut yavanlaştırılır? Hem de “Çok önemli, her şeyin başıdır, sorun olup çözülmezse yasalar doğru dürüst yazılmaz, işler yürümez” denen bir konuysa. Örneğin, “yeni anayasa” konusu. Aylarca, yıllarca gerekliliğinden söz edilmedi mi? Siyasetçiler, hukukçular birbirine girip çekişmeler yaşanmadı mı? Sonra bir bakıyorsunuz, o çok önemli denen konu kaybolmuş, unutulup gitmiş. Demek ki, sahiden önemli değilmiş. Yahut, gerekliliğinden söz edilse de o ölçüde gerekli, yani elzem sayılmamalıymış. Dahası, “yeni anayasa” sözü edip yapılmasını elzem sayanlar, aslında kavgasız uygar insanlar olarak bir arada yaşamayı içtenlikle istemiyorlarmış. İsteselerdi bunu hep birlikte kurallara bağlanıp çoktan bitirmiş olurlardı. Demek ki, kolay aşılmaz başkalıklar var aralarında. Amaçlarda ve temel kurallarda ortak anlayış olsa, “nihayet cumhuriyetçi birlikte yaşayışın düzenlenmesidir bu” deyip uzlaşmalara varabilirlerdi. u konuda, sportif oyunların küçük yaşta başlayıp süregelen “terbiyatkâr” etkisi yabana atılamaz. Maçlarda tarafların “nihayet bir oyun bu” deyip geçmeleri beklenir. Ama, ortaya konan, sadece hediyelik bir şey, bir buket çiçek değilse, bu soğukkanlılık önlemleri yetmeyebilir. Onun içindir ki arada sırada bir tek kadeh atılabilecek barların yakınlığı bile pek sevilmez. Böyle olunca, gençlerce şahane “sportif oyun” olarak bilinen futbol, mantıklı kurallarıyla büyükler için de kitlesel seyir ilginçliği yarattığından, ödüllendirme sisteminin ciddiyetle ele alınması artık kaçınılmaz bir zorunluluk durumuna gelmiştir. Sportmenlik o açıdan müthiş baskı altında. Futbolda başarının birkaç puanla bir kupadan ibaret kalmayan sonuçları, yerli siyasal hegemonyalar ve makroekonomik çıkarlar ortamında centilmenliği tehdit edici çirkinliğe sürüklenişten mutlaka kurtarılmalıdır. u kapsamda olmak üzere, federasyon yönetimleri ve denetim organları son BeşiktaşGalatasaray derbisinin görüntü kayıtlarıyla ceza sonuçlarını vicdanlarında böyle bir titizlikle de yeniden tartmalıdırlar. Ç B B ok önemli kitaplarıyla Türk Milli Mücadele tarihi kütüphanesine büyük katkılar sağlayan araştırmacı, yazar, bilge insanı, Turgut Özakman’ı yitirdik. Bütün Atatürkçülerin, Kemalistlerin, antiemperyalistlerin başı sağ olsun. Emperyalizme karşı 1919’da başlayan ve üç buçuk yıl süren savaş, daha sonra Cumhuriyetin kuruluşu, laik bir devlet düzeni ve çağdaş bir toplumun yaratılışı... Büyük devrimler... Ortaçağ koşullarında yaşayan bir toplumun büyük dönüşümü... Bu büyük devrimi, Nâzım Hikmet bize “Milli Mücadele Destanı”nda o unutulmaz destansı şiiriyle anlattı. Bu devrimi Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”da, Şevket Süreyya Aydemir, toplam 6 ciltlik “Tek Adam” ve “İkinci Adam” kitaplarında bize edebi eserleriyle anlattılar. Son yıllarda da bu konuyu bize Özakman yalın bir biçimde aktardı. Çanakkale Savaşlarını ve önemini “Diriliş”, Milli Mücadele’yi “Şu Çılgın Türkler”, Cumhuriyet kazanımlarını da “CumhuriyetTürk Mucizesi” kitaplarıyla, Turgut Özakman halka ulaştırdı. “Şu Çılgın Türkler”, bu tip kitaplarda görülmeyen bir başarı elde etti ve haftalarca en çok satanlar listesinde uzun süre yer aldı. “Şu Çılgın Türkler” kitabı Mart 2013 itibarıyla 397 baskı yaparak korsan baskılarla beraber milyonu aşan satışa ulaşmıştır. Böylesi kitapların milyonlara ulaşan rakamlarla dağıtım ve satış yapması çok güçtür. Ama “Şu Çılgın Türkler”, bu kırılması olanaksız rekoru yakalamıştır. Turgut Özakman’ın kitapları çok ciddi bir araştırma ürünüdür. Özakman, konu ile ilgili bütün kitapları okur, notlar alır, bu kitaplarda bu notları yerli ve yabancı belgeleri kullanır ve bunlara gönderme yapar. Her kitabın arkasında yer alan dipnotlar, daha sonra araştırma yapacaklar için gerçek ve bulunmaz bir araştırma kaynağı niteliğindedir. Onun kitapları alışılmış tarih kitabı değildir. Onun kitapları belgesel romandır. Roman tadında, senaryo modelinde, insanı içine alan bir kurgu düzeninde yazılmıştır. Turgut Özakman aslında yakın tarihimizin askeri tarihini yazıyordu. Askeri tarihin anlatımı kuru ve sıkıcıdır. T. Özakman askeri tarihin bu yazılış yöntemini bir yana bırakmış kitaplarını bir öykü, bir roman tadında yazarak büyük başarı göstermiştir. Özakman’ın kitapları bir “Türkiye Üçlemesidir”. 1915’teki Çanakkale Savaşı’nı 685 sayfalık belgesel romanında anlattı. Buna ‘Diriliş’ adını verdi. Çanakkale, Türk vatanını, Türk milletini ve halkını parçalamak için uzun yıllar hazırlanan emperyalist planın ilk aşamasıydı. Özakman bu ölümsüz kitabında, Atatürk’e, Milli Mücadele’ye resmi tarih diye saldıran, o tarihi saptıran, ikinci cumhuriyetçi, şeriat yanlısı ya da liboş yazarların bu yalanlarını tek tek ele alıp irdelemiş ve belgelere dayanarak bunların tarihin çöplüğüne atılmasını sağlamıştır. ALeV COşKuN 397 baskı yaparak rekor kırdı. Özakman, Çanakkale Savaşları için şu yorumu yapar: “Tarihin en eski milletlerinden biri, ateşten geçerek, kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, sömürülmemek, ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa diriliyordu.” İşte onun için kitabına “Diriliş” adını vermiştir. “Şu Çılgın Türkler”de Özakman Birinci İnönü Savaşı’ndan başlayarak İzmir’in emperyalist askeri güçlerin işgalinden kurtuluşuna kadar geçen savaşları, bu en zor günleri toplam 750 sayfada anlatmıştır. İki kitap, toplam 1281 sayfadan oluşan “Cumhuriyet Türk Mucizesi” kitabında ise Özakman 19231938 yıllarında, Cumhuriyetin kazanımlarının nasıl gerçekleştiğini anlatır. Cumhuriyetin önünde hazır bir model yoktu. Yolunu düşünerek, arayarak, deneyerek açtı. Para yok, kredi yok, yetişmiş yeterli sayıda eleman, uzman yok, araçgereç yok. Osmanlı’dan borca batık bir miras kalmış. 1923’te Türkiye 12 milyon nüfuslu, Anadolu’da doğru dürüst tek fabrikanın bulunmadığı, geri, ilkel, yoksul, nüfusun sadece yüzde 7’si okumayazması olan bir köylü toplumu. Kadın erkek eşitliği söz konusu değil. Dinsel kurallar yaşamın her noktasında egemen. İşte böylesi ortaçağ koşullarından çağdaş bir toplum yaratmak hamleleri... “Cumhuriyet Türk Mucizesi”nde bu devrimler anlatılır... Turgut Özakman’ın ölümsüz bir büyük ürünü de yukarıdaki kitaplarından önce 1997 yılında yayımlanan “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele” adını taşıyan kitabıdır. “Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar” kitabın ikinci başlığıdır. Özakman bu ölümsüz kitabında, Atatürk’e, Milli Mücadele’ye resmi tarih diye saldıran, o tarihi saptıran, ikinci cumhuriyetçi, şeriat yanlısı ya da liboş yazarların bu yalanlarını tek tek ele alıp irdelemiş ve belgelere dayanarak bunların tarihin çöplüğüne atılmasını sağlamıştır. Bu kitapta, Çanakkale, Milli Mücadele, Lozan gibi konularda, ortaya atılan yalanlar ve saptırmalar teker teker ele alınarak belgelere dayanılarak yanıtlanmıştı. Çok sevgi ve saygı duyduğum dostum Özakman, imzalayıp gönderdiği “Şu Çılgın Türkler”i, kitabına koyduğu kısa mektubunda “eğer hak ediyorsa” kitap hakkında bir tanıtım yazısı yazmamı istemişti. Kitabı bir solukta bitirdim. Müthiş bir eserdi. Milli Mücadele ilk kez bir senaryo tekniğiyle, yalın ve akıcı bir yazın biçemiyle, en önemli ve can alıcı noktalarıyla anlatılıyordu. Rahmetli İlhan Ağabey’le kitap üzerinde konuştuk. O da hemen okudu ve benden önce “Pencere” köşesinde bir yazı yazdı. Yazının başlığı: “Bu Kitabı Okuyun ve Okutun” idi. Kitabın önemini belirtiyor ve şöyle diyordu: “Özakman’ın kitabı tarihsel gerçeğin güzelim bir Türkçeyle roman diline dönüştürülmesidir... Hiç lamı cimi yok; bilelim ki laik Türkiye Cumhuriyeti topun ağzındadır... Kırk yıllık özel çabayla saydamlaştırılan özgün tarihimizin anlamını yeniden içimize sindirmek, bize ve yeni kuşaklara her zamankinden daha çok gerekli... O nedenle bu kitabı okuyun, okutun... Toplantılar düzenleyin, üzerinde tartışmalar açın...” diyordu. (Cumhuriyet, 26 Nisan 2005) Gerçekten, İlhan Ağabey’in bu yazısından sonra bu kitap dalga dalga yayılıp bütün Türkiye’yi sardı. Turgut Özakman büyük bir yurtseverdir. Gerçek bir Atatürkçüdür. Çok ciddi bir araştırmacıdır. Hukuk öğreniminden sonra Almanya’da Tiyatro Bilgileri Enstitüsü’nde okuması, Devlet Tiyatroları ve TRT’de önemli görevler alması, 25’i aşan tiyatro oyunu yazması ve sonunda Milli Mücadele tarihimizle ilgili olarak yukarıda özetini verdiğimiz kitapları, Milli Mücadele kütüphanemize kazandırması onu ölümsüzlüğe taşımıştır. Türk toplumu gerçek bir yurtseverini yitirdi.. Atatürkçüler gerçek bir Kemalisti yitirdi. Bağımsızlıkçı ve ulusalcılar gerçek bir antiemperyalist yandaşını yitirdiler. Bütün halkımız gerçek bir yazarını. halkçı, devrimci bir insanını yitirdi. Özakman, kalıcı eserleriyle yaşayacaktır. Nurlar içinde yat... İlahiyat Fakültelerinde Felsefe Dersleri Prof. Dr. NurşeN MAZICI Siyaset Bilimci Y üksek Öğretim Kurulu (YÖK), 2013 Ağustosu’nda ilahiyat fakültelerinden felsefe derslerinin kaldırılması ve fakültelerin adının değiştirilmesi yönünde bir karar aldı. Bu kararın akademik çevrelerde tartışmalara neden olmasının ardından YÖK Genel Kurulu, ilahiyat fakültelerinin ad ve ders içeriğine ilişkin Genel Kurul kararlarının yürürlükten kaldırılmasına karar verdi. YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın yaptığı açıklamada, “İlahiyat camiasından ve kamuoyundan gelen görüşler ve öneriler üzerine Genel Kurulumuz, ilgili kararların yeniden görüşülmesini gündemine alarak, ilahiyat fakültelerinin adlarına ve müfredatına ilişkin Genel Kurul kararlarının yürürlükten kaldırılmasına karar vermiştir” dedi. Bilindiği üzere bilgi sevgisi anlamına gelen felsefe, dinlere karşı değil, dinlere rağmen eski çağlarda ortaya çıkmış, felsefeye ulaşmak ise Başbakan Erdoğan’ın sıkça kullandığı ve düşünebilme yeteneğiyle havyanlardan üstün olan insanlara özgü dinsel bir tanımlama olan “eşrefi mahluk” niteliğiyle varlık kazanmıştır. Çünkü ortaçağ İslam dünyasında bir yandan aklı öteleyen devletin filozofları, şeyhülislam fetvalarıyla insanları tevekküle ve boyun eğmeye itmiş, böylece bu İslam toplumları gerilemiştir. Öte yandan akılcılığı benimseyen Endülüs Emevi devleti, İbni Rüşt, İbni Memun gibi, yazgıcı İslam felsefesi karşısında kişiyi yücelten ve irade özgürlüğünü öne çıkaran İslam felsefesine ortam sağlayarak Avrupalı filozofların gözünü açmıştır. ‘Ortaçağ karanlığı’ Bu bağlamda “ortaçağ karanlığı” olarak adlandırılan Avrupa’da düşünen insanın itaat etmesi için işbirliği yaptığı kilise kanalıyla kontrol altında tutan zalim yöneticilere karşı şerefli mahlukların dine rağmen verdikleri savaşım yoluyla “rasyonalizm ve aydınlanma dönemi” başlamıştır. Nitekim ünlü İngiliz pedagog ve filozof John Locke “Bir insanın, ilahi vahiyin olup olmadığı düşüncesini kilise baskısı değil, ancak aklı kanıtlayabilir” sözleri de çağa damgasını vurmuştur. Bir diğer tek tanrılı din olan İslamiyette de benzeri inanç vardır: Allah, fanilerin şehvet duygularıyla, nasıl giyinecekleriyle, günlük yaşamalarıyla ilgilenen Tanrı Zeus değildir. İslamiyete göre hem Rahman (çok merhamet eden), hem Rahim (esirgeyen ve bağışlayan), hem Kadir (gücü her şeye yeten), hem de Kerim (karşılık beklemeksizin veren) olan Allah, bu denli basit şeylerle uğraşmaz. O, “onurlu, kendine benzeyen, özgür iradei cüziye sahibi insanları yaratmıştır, yoksa bir hayvan zavallılığıyla kendini kör yazgıya teslim etmiş mahlukları değil”. Ne var ki Avrupa aydınlanırken karanlığa gömülen Osmanlı uleması, İbni Sina, İbni Rüşt, Farabi’den esinlenen filozofların önünü keserken Necmettin Nesefi ve Saadettin Taftazani gibi, insanların aklını kurcalamaları yerine söylenenlere iman ve itaat etmeleri gerektiğini savunanlara ön ayak olmuş; sonunda da Osmanlı devleti paramparça olacağı 1. Dünya Savaşı’na girerken askerlere 4444 kez zikir çekmekle savaşın galibi olunacağı telkininde bulunmuştur. Aydınlanma felsefesini ilke edinip akılcılığı öne çıkararak kurduğu yeni rejimde bir toplumda dinin ne denli önemli bir öğe olduğunu çok iyi analiz eden M. Kemal, laikliğe açık, İbni Rüşt, İbni Sina felsefesini öne çıkaran kaderciliğe ve irrasyonalizme dayalı Cebriye yorumu olan Selefi İslam felsefesine göre daha yumuşak bir yorum olan Ehli Sünnet’i ve akılcılığı, insan iradesini öne çıkaran, Anadolu halkıyla özdeş Mutezile yorumuna dayalı bir laiklik anlayışıyla cumhuriyetin din politikasını biçimlendirmiştir. Hükümetlerin manipülasyonu Ancak Selefi İslam felsefesi, özgür irade ve akla dayalı cumhuriyet yurttaşlarına karşı örgütlenmesini Demokrat Pari iktidarından beri hükümetlerin manipülasyonuyla sürdürmüş, İmam Gazali gibi Cebriye akımına yakın olanların eserleri Türkçeye çevrilirken, İbni Rüşt’ün çok az kitabı Türkçe yayımlanmış, Ehli Sünnet akımından Muhammed Abduh ve Cemalettin Afgani’nin Mutezileye yakın yorumlarına pek rağbet edilmemiştir. Olasılıkla, bugünlerde ilahiyat fakültelerinden felsefe derslerinin kaldırılma planı da üç önemli seçim yaklaşırken kör bir itaat yerine, aklını ve özgür iradesini kullanarak iman edenlerin, en büyük günahın kul hakkı yemek olduğunu düşünerek “İslami Gezi Parkı” olası girişimlerinin önünü kesmek olabilir. Ancak çağla entegrasyonu sağlamak için laik, pozitif bilimlere dayalı üniversitelerde master, doktora yapan kardinallerin yarışıyla seçilen Papa, Hıristiyan dünyası dindaşlarını arttırmak için “vicdanlı ateistlerin” de cennete gitme olasılığından söz ederken, umarım Türkiye, İslamiyeti maniple eden hamleleriyle mevcut inananlarını da kaybetmez. “İleri demokrasi”yi bırakın, sadece demokrasilerde üniversitelerin akademik özerkliği hukuksal güvence altında olduğundan, ders programlarını da akademik kurulları yapar, emirkomuta zinciri içindeki yüksek kurullar değil. Eğer bu akademik gelenek bozulursa, adı da değişen ilahiyat fakültelerinin Kuran kursları ile eşdeğer olması kaçınılmazdır. 4 Uzman Görüşleri 4 Koçluk ve Mentorluk 4 Sıra Dışı Öyküler 4 Hayatın İçinden 4 Dünyadan Haberler 4 İş Ajandası 4 Kitap, 4 Makale, 4 Film/Video İLETİŞİM Ekim 2013 • Sayı: 01 Uzmanlar İleşitimi Anla tıyor Fazıl Oral’dan İletişim Üzerine... Peryön Kongresi Yine Çok İddialı Etkin İletişimcilerin 5 Alışkanlığı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle