15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 EYLÜL 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Oyunun parçası CHP’li Mehmet Kesimoğlu, Başbakan’a, stat ve üniversitelere 10 bin koruma verileceğine ilişkin sözlerini anımsatıp bir soru sordu: “Hem İçişleri Bakanınızın, hem de Gençlik ve Spor Bakanınızın statlarda koruma düzenine geçeceğine ilişkin açıklamaları, derbide çıkan olayların stat ve üniversitelerde polisin görev yapması için sergilenmiş bir oyunun parçası olduğu ihtimalini güçlendirmektedir. Muhalefetin her türüne karşı tahammülsüz tavrın bir parçası olarak bundan sonra maçlarda ve üniversitelerde özel güvenlik güçlerinin önlemekte yetersiz kalacağı olaylar yaşanmasına kesin gözüyle bakabilir miyiz?” Şeklini Alan Adam Reklamcı Serdar Erener, THY reklamlarından “tard” edilince, Türkiye gazetesinin sorularını yanıtlamış: “Ben siyasi, felsefi, vicdani nedenlerle, başından beri destek ve oy verdiğim bir siyasi hareketin karşılaştığı sert muhalefetin destekçisi, aranjörü gibi sıfatlarla anıldım. Birdenbire bu nedenle ceza görüp, dünyanın takdir ettiği THY işinden tard edilmek kaderin garip bir cilvesidir. Bu yaşıma kadar azami derecede liberal ve hürriyetçi olmaya çalıştım. Ama şunu söyleyeyim, onlar için ben, hiç anlayamadıkları biçimde, hem alafranga olup hem de Tayyip Erdoğan’a büyük bir hayranlık besleyen, AKP’yi desteklemiş bir adamım.” Serdar Erener, kendisini “zelig” olarak tanımlamış: “Zelig, kimin yanına giderse, onun şeklini alan adamdır. Ben siyasi bukalemun değilim. Gerçeği anlama çabasında, o yaşayan insanların hepsinin içine girip çıkabiliyorum. Böyle bir empati kabiliyetim var.” Bunca niteliği bir arada barındırabilen bir insanın kabiliyetli olmasına şaşmamalı. Gezi eylemlerini eleştiren Serdar Erener, duran adam olacak değildi ya, elbette şeklini alan adam olacak... ARADA BİR CoŞKUN TECİMER Andımız Paketten sızanlara bakılırsa demokratikleşme sayesinde bazı okullarda öğrenci andı kaldırılacak. Türk’üm demek, ayıp bundan böyle. Çalışkanım... Asla çalışkan olmayacaksın, yatacaksın aşağı; kömür, makarna ne verirlerse alıp idare edeceksin. Yasam... Yasa filan yok artık, halife sultanımız başımızdayken, yasaya, tüzüğe, yönetmeliğe, toptan hukuka ne gerek. Küçüklerimi korumak... Küçükleri korumayacaksın, sopayla dövecek, palayla kesecek, polis kurşunu ile öldüreceksin. Geriye kalanları da bir suç uydurup hapse atacaksın. Büyüklerimi saymak... İşte bu, demokratikleşme paketi kapsamında. Devlet büyüklerimizi övecek, yağlayacak, bulduğun yerde öpeceksin. Hatta, kılı olmaktan övünç duyacaksın. Yurdumu, özümden çok sevmek... Yurdu niye seveceksin ki? Yurt dediğin şey sevilmez, parsel parsel satılır ya da bölük bölük bölünür. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir... Yükselmeyecek, tam tersine aşağılanacaksın ki, kul olma durumun perçinlensin. İleri demokraside yaşıyorsun zaten, daha nereye gideceksin ki? Varlığım Türk varlığına armağan olsun... Armağan edilmiş zaten. İhaleler, özelleştirmeler, peşkeşler, satışlar, yandaşlar, kandaşlar; haydi gitti gidiyor, batan geminin malları bunlar... Deli, Özgür ve Yaratıcı Bir arkadaşım var. Samimi ve içten… Düşündüklerini eğip bükmeden dile getiren, içine biraz da hınzırca espri katarak konuşan biri. Hissettiklerini kurallara pek de uymadan sıra dışı bir söylemle anlatır. Hepimiz bu tip insanlarla karşılaşmışızdır. Üslupları ilk bakışta garip ve yadırgatıcı gelse de içerdiği mizah, samimiyet ve doğallıkla zaman içinde kendilerini kabul ettiren, kabul ettirmese bile hep ilgi çeken kişiliklerdir bu insanlar. Çoğunlukla aykırı tiplerdir. Bazen delidolu addedilirler ama düz, doğru insanlar olduklarında hemen hemen hemfikir olunur. Dostum kanser olduğunda bile normal hastaların alışılmış davranışları dışında tepkiler verdi, çoğunlukla hastalığıyla dalga geçti. Kanserini kendi dışında düşman bir insan gibi hayal ediyordu; onu bir kafese hapsettiğini söylemişti. Bu düşmana karşı tüm önlemleri aldığını “Kanser isterse tüm silah ve askerleriyle hücum etsin. Geleceği varsa göreceği de var” diyordu. Bir keresinde yarı şaka “Ben deliyim” demişti. Ben de “bu dünyada o kadar çok akıllı var ki arada senin gibi delilere de ihtiyaç var” demiştim. Durumu kurtarmak için değil tüm kalbimle inanarak söylemiştim bunu. Evet bu dünyada delilere de ihtiyaç var. Öyle olmasaydı ta 16. yüzyılda yazılmış bir yapıt, “Deliliğe Övgü” bugüne ulaşabilir miydi? Bu kitabında bilge yazar Erasmus bakın ne diyor: “İnsanoğlunun tüm zincirlerinden kurtulmasını ve salt özgürlüğe ulaşmasını sağlayan delilik değil midir?” Biraz da deliliğin sağladığı özgürlüğe ihtiyacımızdan dolayı deli dostlarımız ilgimizi çekiyor. Özgürlükçü düşünceleri toplumsal bilinçaltımızı kurcalayarak bizleri bir yanıyla tedirgin ediyor ama hesapsız tavırları, bir sürü kurala nanik yapmaları da hoşumuza gidiyor. Kimi zaman kızsak da genellikle söylediklerinde şaşırtıcı, yaratıcı ve bir o kadar da eğlendirici yönler buluyoruz. Konuşsunlar diye hafiften provoke bile ediyor, anlattıklarını bazen hafif bir tebessüm kimi zaman da kahkahayla izliyoruz. Oysa akıllı diye bildiğimiz insanlar ne yapıyor? Kendileri gibi akıllı diğer insanların koydukları kurallara güzel güzel uyuyorlar, hem de hiç sorgulamadan ama bir o kadar da sıkıcılar. Üstelik doğru olduğunu düşündükleri bilgi ve inançlarından hiç ödün vermiyorlar. Bilimin doğru kabul ettikleri bile zaman içinde yanlışlanabilirken bu kişiler kendilerinden çok eminler. Kof bir kendini beğenmişliğin peşinden boş biçimsel bir ciddiyetle gidiyorlar. Büyük işler yapıyorlarmışçasına. Protokol törenleri, monolog tarzı nutuklar, görev diye isteksizce yapılan rutin işler hep biz akıllı insanların düzenlemeleri değil mi? İsterseniz çok fazlasını sayabilirsiniz. Bir yandan tekdüze tavırlar, kalıplaşmış robotik hareketler, diğer yandan kavgalar, cinayetler, savaşlar da yine akıllı insanların işi. Oysa her türlü olumlu gelişme, keşif ve buluş, özgür düşünce sayesinde yaratıcılığını gerçekleştirebilmiş insanlar aracılığıyla olmuştur. Bu insanlar gerektiğinde kurallara karşı çıkabilmiş, aykırı fikirler öne sürmüş, sıra dışı olabilmişler, sonuçta yeniliklerin yolunu açmışlardır. Arkadaşım gibi delilerin mutlaka bir icat ya da keşif yapması gerekmiyor ama buluşları gerçekleştiren her insanın biraz deli olduğunu kabul etmek gerekir. Bizim çevremizdeki deliler ise en azından hayatımıza renk katan, sıradanlığı bozan, zihinlerimizde ışıklar çakmasını sağlayan kişiler. Böyle oldukları için de kendi ölçüsünde yaratıcı ve keşfeden insanlar oldukları hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben oyumu akıllı ama sıkıcı insanlar yerine deli arkadaşımdan yana kullanıyorum. Deniz Baskılar, tehditler, soruşturmalar, tutukluluklar, ihanet, işsizlik, yalnızlaşma... Gazetecinin hası Deniz Teztel; dürüst, ilkelerinden ödün vermeyen bir gazetecinin başına gelebilecek her şeyi yaşadı. Her ortama uyum sağlayabilenlerin deyimiyle dikbaşlıydı, başı dik öldü... Deniz Teztel’in uğruna ömrünü verdiği meslek çizgisi, bizim vicdanımızdır... Dönme Usta Teyyüp’ün isteği üzerine gazetesinden uzaklaştırılan Mustafa Mutlu yazdı. Usta Teyyüp, Mutlu’nun patronuna demiş ki, “Gazeteleri aldın ama sen hâlâ patron olamadın. Bu Mustafa Mutlu denilen adam hâlâ bizi eleştirmeye devam ediyor.” Bunun üzerine patron takımı Mustafa Mutlu’ya, “Dön kardeşim, herkes nasıl dönüyorsa öyle dön sen de” diye akıl vermişler. Meslekte 38 yılı devirdik. Kimin ne mal olduğunu az çok biliriz. Dönek olmak, simgelerimizi değersizleştirmek, emek hırsızlığı yapmak, etrafa gülücükler dağıtıp ona buna yaranmak, gelen iktidara ağam, gidene paşam demek işine gelir kimilerinin. Karşılığında alırsın boğazda trilyonluk evi, keyfine bakarsın. Ama o ışıklı hayattan vazgeçemezsin artık, yerinden olmamak için, elde ettiklerini yitirmemek için başlarsın daha çok yamanmaya, zaten bir gıdım kalmış ilkenden vazgeçmeye ve en önemlisi okurunu aldatmaya... Başın dönmeye, belin kıvrılmaya görsün bir kere... Anlamadım, ya siz? Dil Derneği, Gümrük Bakanlığı’na başvurarak tablet bilgisayarlara, abecede yer alan “ç, ğ, ı, ö, ş, ü’ harflerinin yazılamadığından yakınıp soruna çözüm istemişti. Başvuruya, Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdür Yardımcısı Vekili Mikayil Kılıç yanıt vermiş: “Bilgisayarlar için klavyelerde, Türk Standartları Enstitüsü tarafından hazırlanan ‘Alfa sayısal Türkçe klavyelerin temel yerleşim düzeni’ adlı TS 2117 sayılı standart bulunmaktadır. Söz konusu standart Türkçe klavyelerdeki harflerin dizilişine ilişkin bilgiler içermekte olup, zorunlu değildir.” Bir şey anlayan varsa bir adım öne çıksın! GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] İstanbul’un Anıtsal Ağaçları Çelik Gülersoy, “İstanbul’un Anıtsal Ağaçları” kitabında (1984) İstanbul’u 56 milyonluk bir kent olarak anlatır. Yaşıyor olsaydı, kentin 15 milyona yaklaşan nüfusu için kim bilir neler söylerdi! Şu anda İstanbul, dünyanın en kalabalık ikinci kenti. Birinciliği 17.836.133’le Şanghay’a kaptırmış durumda. Yalnız bu gidişle İstanbul, önce Suriyeli sığınmacılarla, sonra biraz yurtiçi yurtdışı göçlerle, biraz da “en az üç çocuk” projesiyle, dünyanın en kalabalık kenti unvanına kesinlikle kavuşur! İstanbul’un geçmişteki nüfus sayılarını incelediğimizde yıllık artış oranının en yüksek olduğu yıl, yüzde 14.58 oranıyla 1985. Daha önce 1955’te yüzde 5.24 olan en yüksek oran, 2009’da 4.52’ye geriliyor. Oysa 1950’ye kadar yüzde 2’yi bile bulmayan artışlar söz konusuyken 1950’de yüzde 2.70’e çıkıyor. 1955’e gelindiğinde ise, yüzde 5.24’e yükseliyor. Nüfus artışı kentte hem hukuksuz, plansız yapılaşmayı beraberinde getiriyor, hem de doğaya, yeşile önem verilmeyerek ağaç katliamının yolu açılıyor. Örneğin 3. köprüde kesilen ağaç sayısı her gün artıyor, şu anda kesilen ağacın 1 milyonu bulduğu söyleniyor. Kim bilir daha ne kadar kesilecek! “Tempo”nun eylül sayısını alın, ayrıntılı vahşeti görün! Gezi Parkı eylemleri kente, ağaca, doğaya, yeşile sahip çıkma olarak herkesi birbirine kenetleyiverdi. Bu kenetlenmişlik sürerse, belki o zaman İstanbul, yeşilini ve anıtsal ağaçlarını koruyabilir. Değilse bu kez “ağaçlara veda” süreci başlar! Çelik Gülersoy, İstanbul’un güzelliğine çok şey katan bir kültür adamıydı. Atatürk’ün isteğiyle 1923’te kurulan Turing’in (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu) bir dönem hukuk danışmanlığını yaptı. Onun incelikli beğenisiyle Malta Köşkü, Çadır Köşkü, Beyaz Köşk, Sarı Köşk ve Pembe Köşk; Çamlıca Tepesi Tesisleri ile Hıdiv Kasrı restore edildi, kente kazandırıldı. Buraların işletmeciliğini Turing yaptı. Çağdaş bir model oluşturuldu. Ancak 1994’te İBB önce RP’ye ardından AKP’ye geçince, ne yazık ki bu modeller, başka bir modele dönüştülüverdi. Gülersoy, sözünü ettiğim kitabında 1500 anıtsal ağacı tek tek sıralamış, korunması için topluma sunmuş. Şimdilerde ise, Atatürk’ün mirası bile denilmeyip AOÇ’de ağaçlar tek tek kesilmek, yok edilmek için saptanıyor. Meslek odalarının hesaplarına göre, bugüne kadar yaklaşık 2 bin 500 ağacın sadece konut için kesildiği uydu görüntüleriyle belirlenmiş bulunuyor. Kitapta yer alan Eyüp’teki anıtsal ağaçların peşine düştüm. İki çınarın yaşı için 1500 yıla yakın deniyordu. CHP Eyüp İlçe Başkanı Dr. Ahmet Kartalkanat’la konuştum, bana CHP İBB Meclis üyesi Murat Çelik’in yardımcı olabileceğini söyledi. Murat Bey ile buluşup Alibeyköy’deki anıtsal ağaçları aradık. Gittiğimiz Çırçır Mahallesi ile Çobançeşme’de iki yüce çınarla, onu çevreleyen insanlarla tanıştık. Her iki çınar da sanki üzgündü, hüzünlü ve terk edilmiş gibiydi. Biri, yol dolgusu için 2 m. toprağa gömülmüş, her an yapılaşmaya başlanacak konutlar için dalları kesilecekmiş gibi görünüyordu. Mahalleli onu koruyordu. Ölçtük çevresi 6 metreydi. 9 yıl önce üzerinde 389 yaşında olduğuyla ilgili bir tabela olduğunu öğrendik. Diğeri ise, 1500 yaşındaki çınarlardan biriydi sanki, gövdesi kovuk haline dönüşmüştü. Çobançeşme’sine yarım da olsa, dallarıyla kol kanat germiş, düşünüyordu! Hacı Ârif Bey İlköğretim Okulu’nun tam karşısında, kavşakta, trafik ışıklarının yanında, yaya kaldırımında yeni filizlerle belki bu yüzyıl da geçsin diye, Eyüp Sultan sabrıyla gelecek güzel günleri düşlüyordu! Aslında o düşlediği güzel günler belki de anıt yürekli Gezi gençleriyle gelmişti, çünkü artık herkes “Ağacı, yeşili seviyorum” diyordu! Özetle şunu öğrenmeye çalışıyorum: İstanbulumuzun anıtsal ağaçları nerede? Bu 1500 ağacın bulunduğu yerler kitapta Rumeli Kavağı’ndan Kâğıthane’ye varıncaya kadar, tek tek sıralanıyor. Bunları korumak 1983 günlü 2863 sayılı yasaya göre zorunlu olduğuna göre, neden korunmuyor ve neden kesiliyorlar? HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Argoda 1 aptal, enayi, 2 bön kimseye verilen ad. 2/ 3 Verme, öde 4 me... Bir söz 5 cüğün gerçek 6 anlamının dışında kulla 7 nılması. 3/ 8 Elyazma 9 sı kitaplara yapılan gü 1 2 3 4 5 6 7 8 9 neş biçimindeki 1 K O N F Ü Z Y O N süs... Karakter. 2 A B İ R N A K A 4/ Teras, balkon, 3 M A S İ F N A Z köprü gibi yerle 4 A K A Ş P İ re yapılan korku5 K A N İ İ B İ K luk duvarı. 5/ Çı6 U R K U K A kar yol, çare... HaÇ E L E N va ve gaz akım 7 L A L S A K İ ları oluşturmakta 8 A K O R kullanılan aygıt. 6/ 9 K A T A S T R O F Mardin’in bir ilçesi... Tibet sığırı. 7/ Telefon sözü... Doğu Karadeniz dağlarının yüksek kesimlerinde yaygın geçici kırsal yerleşme tipi. 8/ İlgi eki... Üç Silahşorlar’dan biri. 9/ Yiyecek, içecek ve erzağın saklandığı oda ya da ambar... Kuzu sesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kerestesi sert ve değerli bir ağaç. 2/ Yunan mitolojisinde tutku tanrıçası... Padişah, hükümdar. 3/ Fenerle balık avında kullanılan lamba. 4/ Hintli kadınların ulusal giysisi... Bir renk. 5/ Türlü bitkilerin yaprak ve kabuklarıyla kokulandırılmış acımtırak bir içki... Başlıca belirtisi kısa, çabuk, değişken güçte istemsiz hareketler olan bir hastalık. 6/ Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek... Bağışlama... Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu. 7/ Denizli’nin bir ilçesi. 8/ Boğa güreşi yapılan alan... Anlamlı iz. 9/ Serbest bırakma... Ormanlara büyük zarar veren bir böcek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle