14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 EYLÜL 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CHP ve İstanbul Belediye Başkanlığı Kimlik Şaşkınlığı BU ülkenin çok yönlü ama yine de kendine özgü bir kimliği olduğu kesin. Böyle bir durum, özellikle müthiş bir ufuk genişliği sağlamanın yanında başkalarında pek bulunmayan bir kudrete sahip olmanın yollarını da açmış olmalıydı. Ama tam tersi oldu ve Türkiye elindeki güçlü kartları oynayamadan oradan oraya savrulan bir devletin şaşkınlığını yaşadı. Bunun temel nedeni; ufku açık bir büyük devlet kimliğiyle davranmak varken Ortadoğu’nun kısırlıklarına takılıp kalmak oldu hiç kuşkusuz. u Suriye politikasının tutarsızlığına ve dağınıklığına bakın. Tamam, Arap Baharı’nın sözde özgürlük rüzgârına uygun olarak eskisinden daha fazla demokratikleşmek gerekiyordu ama bu geçiş aynı sistemin kurumlarını ve kurallarını değiştirerek sağlanamaz mıydı? Geçmişte Ankara’yla neredeyse “ailece” kurulmuş olan yakınlıktan yararlanarak en yakın komşumuzla bu dönemde de iyi ilişki sürdürmekle başarılamaz mıydı? Bu gerçekleştirilseydi, dış politikamız şimdikinden çok farklı bir nitelik kazanmış olurdu. İlişkinin bozulmasında kimin ya da hangi tarafın rol oynamış olduğunu tam olarak bilmiyoruz. CHP’nin kendi, oturmuş tabanını aşarak farklı toplumsal gruplara mensup seçmenlerin oylarının bir kısmına talip olmanın da ötesinde aslında bu oylara sahip olabilecek kişidir Sarıgül. Ö Ş yle anlaşılıyor ki; asıl neden, ABD ve Suriye ile ilişkilerin doğru ayarlanamayışıdır. Bir büyük devletle “iyi” ilişki yürütürken komşularımızla “değişik” olmakla birlikte yine “iyi” sayılabilecek kıvraklıkta bir ilişki düzenini saklı tutabilme yeteneğimiz pek yok galiba. Oysa bu yetenek olmadıkça bizimki gibi çok karmaşık bir bölgede başarılı sonuçlar almak çok zor. Diplomasimizin bu marifeti gösterememiş olması üzücüdür. “Başarılı” devlet olmak, genellikle sanılanın aksine, büyük sözler ederek katı tutumları sürdürmek yerine nüanslı tutumlarla büyük sonuçlara varmak biçiminde de ortaya çıkabiliyor bazen. Kısacası, son dönemlerde hep olumsuzluklarla ve zaman kayıplarıyla yaşadığımız Suriye sorunu özellikle ekonomik ve lojistik açısından çok yararlı ve başarılı olabilecekken tam tersine hüzünlü bir tarih sayfası olmuştur. Bu sayfayı mutlaka çevirmeliyiz. Y SADIK ÇELİK Ancak kendisinin o günlerden beri takip ettiği “halkın içinde olma” düsturunun aslında ne kadar önemli ve gerekli bir vasıf olduğunu bizler bugünlerde daha iyi görüyoruz. Sarıgül’ün uzun yıllardır muhatap edildiği “ölü evinin yasçısı, düğün evinin tefçisi” türünden nitelemelerin ise her ne kadar birçoğumuza abartılı gelse de aslında toplumumuza özel gelenekselci sosyolojik yapının bir arzusu, bir başka deyişle Türkiye ölçeğinde siyasette kullanılan bir iletişim biçimi olduğuna yine bugün çok sayıda örnekle şahit oluyoruz. Sarıgül CHP’den disiplin kararıyla ihraç edildiğinden tekrar partiye kabul edilmesi için başvurusunu yapmalı; partinin ilgili yetkili organları da, “Söz konusu olan ülkenin menfaat ve geleceği ise geri kalan teferruattır” anlayışı ile birlikte çok da tartışma konusu yapmadan üyeliği kabul etmeli ve onu adaylaştırmalıdır. Bu şekilde CHP, onun var olan potansiyel gücü ve birikimini partinin kendi potansiyeliyle bir potada harmanlayarak bu gücü seçim kazanmak için sandığa yansıtmalıdır. Bu adaylık çerçevesinde tarafları fazlaca düşündüren seçimlerden sonra ne olacağı mevzusu elbette önemlidir. Sarıgül’ün, seçimi kazansa da kaybetse de, her halükârda gelecekte CHP’nin olası genel başkan adayı olacağı kulislerde de konuşulmaktadır. Bu son derece meşru ve doğaldır. Ancak bugünden gelecek için böyle bir hesap yapmak, işin içine siyaset mühendisliğini sokmak çok da doğru olmaya erel seçimler için adayların belirlenmesi sürecinde Mustafa Sarıgül CHP’ye katılacak mı tartışmaları da alevlendi. İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri için hemen her gün kamuoyu yoklamaları yapılıyor ve bu anketlerin sonuçlarına göre Mustafa Sarıgül İstanbul’da en yüksek oyu alma potansiyeline ve AKP’nin İstanbul üzerindeki iktidarını sarsma ihtimaline sahip isimlerin başında geliyor. Zaten bu yazıyı kaleme alma sebebimiz biraz da bu gerçeğe dayanıyor. Kendini “CHP’nin gençlik kolu sekreteri, gençlik kolu başkanı, ilçe başkanı, SHP’nin kurucusu, milletvekili, TBMM Başkanlık Divanı üyesi, DSP’nin belediye başkanı ve CHP’nin belediye başkanı” olarak nitelendirirken aslında siyaset dünyasında kat ettiği yolu ve verdiği emeği vurgulamak istiyor. Bugün geldiği noktaya bakılırsa haksız da sayılmaz. CHP’nin kendi, oturmuş tabanını aşarak farklı toplumsal gruplara mensup seçmenlerin oylarının bir kısmına talip olmanın da ötesinde aslında bu oylara sahip olabilecek kişidir Sarıgül. Halka dokunma becerisi, hizmet eksenli siyaset etme biçimi, iletişim gücü, icraatlarını duyurmak için harcadığı enerji ve bu anlamda gösterdiği başarı onu bugünkü noktaya taşımıştır. Otuz yılı aşkın bir süre öncesine dayanan tanışıklığımızın altından çok sular aktı. Bugün sokakta karşılaşsak belki o beni tanımaz, belki ben ona selam vermem. caktır. Sarıgül’ün genel başkanlığa aday olup olmayacağı, kazanıp kazanmayacağı, cevabı gelecekte alınacak sorulardır ve bu sorular bugün kimseyi endişelendirmemelidir. Tüm bu adımlar her şeyden çok; bugün sokakta bu ülkenin gençlerinin gazlanmaması, göz göre göre öldürülmemesi, onlarla birlikte annelerinbabaların ve tüm bir ülke gençliğinin hayatlarının kararmaması, eğitim haklarının ellerinden alınmaması, geleceklerinin kurtarılması için; daha yaşanılabilir bir ülke olabilmek için; Halkın “öteki” yüzde ellisinin de sahipsiz, kimsesiz kalmaması ve “bizim de belediyemiz, bizim de iktidarımız” diyebilmesi için atılmalıdır. Seçimlere hile karıştırıldığının güçlü delillerle birlikte ortaya çıktığı 1994 yerel seçimlerinden bu yana Ankara, Melih Gökçek’in belediye başkanlığının yönetimi altında. 94 seçimlerinde Ankara’nın kaptırılmasının ardından 1999’da Murat Karayalçın’ın karşısına rakip olarak çıkarılan kişi DSP adayı Doğan Taşdelen oldu. Karayalçın o dönemde tüm iyi niyetiyle soldaki oyların bölünmemesi için uğraştıysa da, hatta DSP’ye Ankara’da referandum yapmayı ve çıkan sonuca göre kendisinin ya da Taşdelen’in adaylığını koymasını teklif ettiyse de ne yazık ki başarılı olamadı. Sosyal demokrat adayların bölünen oyları karşısında Melih Gökçek ikinci defa Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. 2004 yerel seçimlerinde ise bu defa CHP ve SHP ayrı ayrı adaylar çıkararak Melih Gökçek’in üçüncü defa ve rakiplerine fark atarak seçimleri kazanmasına yardımcı oldular. 2009’daki son yerel seçimlere bakıldığında ise oy sayımları sırasında yaşanan şaibeli elektrik kesintilerini, bu kesintiler sırasında mükerrer oyların san Ankara ve Karayalçın dıktaki oylarla değiştirilme girişimlerini de aklımızdan çıkarmadan Gökçek’in yüzde 38’lik oy oranına karşılık Murat Karayalçın’ın yüzde 31’de kaldığını; bunun yanında MHP’nin adayı Mansur Yavaş’ın ise yüzde 27 gibi yüksek bir oy oranına çıktığını hatırlatalım. Daha önceki yerel seçimlerde oy oranı yüzde 5 ile yüzde 10 arasında gidip gelen MHP’nin birdenbire oy sayısını bu kadar artırmasının altında yatan sebep, CHP seçmeninin bir kısmının oyunu Melih Gökçek’e karşı daha güçlü olabileceğine inandığı Mansur Yavaş’tan yana kullanmış olması olabilir miydi? Tabii tüm bunların yanında özellikle seçimlerden önce birtakım araştırma şirketlerinin süreci maniple etmesini, Mansur Yavaş lehine yaptıkları yönlendirmeleri de atlamamak gerekir… Bu arada terör örgütünün bizzat kendisiyle masaya oturulduğu, Kandil ve Öcalan’ın devlet tarafından resmen muhatap alındığı bir açılım sürecinin yaşandığı bu günlerde Karayalçın hâlâ aynı gerekçelerle suçlanabilir mi acaba… Sarıgül gibi PR yapmayı bilmese de gerçek bir belediyeci ve teknik anlamda başarılı bir planlamacı vasıflarına sahip Karayalçın’ın, önümüzdeki yerel seçimler için kişisel olarak aday olmak istemesi kolay değildir. Ancak bugünün, önceki dönemlerde Karayalçın’ın kaybetmesine sebep olarak gösterdiğimiz sebeplerin büyük oranda ortadan kalkmasıyla birlikte oluşan nispeten olgun ve uygun şartları ve Ankara’da bunu arzulayan, Cumhuriyetten ve aydınlanmadan yana, 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın yarattığı AKP yönetiminden illallah diyen geniş kesimlerin, yığınların varlığını bir arada düşündüğümüzde bu adımın atılması gerektiğine inanıyorum. Karayalçın bu katmanların gönlündeki adaydır ve artık Ankara’daki karanlıkla aydınlığın hesaplaşmasının ismi ve sembolü durumundadır. Yeni Eğitim Yılında Karmaşa İ. GÜRŞEN KAFKAS Eğitimci Yazar Ü lkemiz eğitimini şeriat yasaları sevdalısı dinciler yönetiyor. Camilerde, “İmam hatip liselerine çocuklarınızı yazdırınız. Kızlar/ erkekler bir arada okumamalı” öğüdü veriliyor. Camiler kayıt kabul yeri gibi. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda, 1071 Malazgirt ve Alparslan anlatılıyor. Atatürk ve silah arkadaşlarının adı bile geçmiyor. İtiraz edenler imamlarca susturulup azarlanıyor. Yöneticilerin dinsel eğitim zaferi!.. Eğitimimizde belirsizlik, karmaşa, dinsellik ve çöküş! Yönetmelikler her yıl bakanın görüşüne göre değişiyor. Öğretmen, öğrenci ve veli şaşkın. Öğretmen sorunları dizboyu. Sanki atama bakanlığı. En çok sayıda atama “din kültürü ahlak bilgisi” öğretmenlerinde, Milli Eğitim’i onlar yönetiyor. Camiler uygulama yeri. Çocuklarımızın istek, beceri ve yetenekleri ölçüsünde okul tercihleri bir hayal oldu. Bu sistemle yoksul varlıklı ayrımcılığı ile eşitsizlik körükleniyor. Yüzde 70 yoksul olan toplumumuzda umut umutsuzluğa dönüşüyor. Yönetim, fırsat kollayarak yoksul ailelerin çocuklarını imam hatiplere yönlendiriyor. Kitap, kırtasiye giderlerini karşılıyor. Her yerde imam hatipler. Bilimselliğe ne gerek, dinsellik varken! Devleti yönetenler çocuklarını en güzel okullarda, ABD’de, AB’de okutuyorlar. Eşitsizlik küçük yaşlardan körükleniyor. Yönetenler, yönetilenler... Ayrışımcı bir nesil yaratılıyor devlet eliyle. Yeni bir toplum doğuyor. Bunlar da gelecekte farkın farkına varacaklar. Karşı koyan, hak arayan, başkaldıran bir toplum. Eğitimde umutsuzluk, baskı, korku ve kaygı. Mahşerin dört atlısı gibi. Yoksulluk, açlık, ölmek ve niçin olduğu bilinmeden savaşmak. Ümmetçi bir toplum yaratılmak isteği bundandır. Polis gücünün gölgesinde, haksızlığın, karmaşanın, niteliksizliğin ve acımasızlığın yer aldığı bir eğitim yılı başlıyor. “Türkiye, TC” kavramlarını gururla söyleyemeyecek; Atatürk’ü konuşamayacak, ulusal bayramları kutlayamayacak bir eğitim yılı!.. Ülkenin bölünme noktasında olduğu, eğitimde eşitsizliğin, bireylerde ayrımcılığın had safhada bulunduğu acınası günleri yaşıyoruz. Eğitimsiz eğitim, eğitimde eğitimsizlik sergileniyor. Varsa yoksa İslami kurallar. Camiler, imamlar vb... Bilimsellikten uzak, düşünceden (felsefeden) ırak, sen, dineimana bak! Karma eğitime karşı durulduğu, okul, spor alanları ve etkinliklerde kızların kılık kıyafetlerine sınırlama getirildiği gerçeği... Üniversite yurtlarında standart ayrışımlar, düşünce bağnazlığının dışavurumudur. Laik demokratik eğitim rafa kaldırıldı. Yıllık eğitim giderleri el yakıyor. Eğitimde karmaşa ve sorunlar çözümsüz bekleyişte. Öğretmenlerin eğitimi, sorunları, personel yasası, atanmaları yandaşça değil, kuralca olmalıdır. Milli Eğitim, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir kolu gibi çalışıyor. Eğitim konuları camilerde halka duyuruluyor. Eğitim sistemi diye dayatılan anlaşılmaz çalışma dinselleşme ve ticaretleşmeyi amaçlıyor. 4+4+4 eğitim sistemi içeriksiz, başarısız ve olumsuz bir yapının ürünüdür. Osmanlı’nın eğitim sistemini çağrıştırıyor. Devleti yönetenler, siyasal, teolojik ve ideolojik hedeflerini bir bir uyguluyorlar. Amaç, dinci ve tek tip insan yetiştirmektir. Eğitim yılının açılışı nedeniyle Sayın Cumhurbaşkanı; “insanlara ve farklı düşüncelere saygılı, demokrasiye inanan ve hoşgörülü nesillerin yanı sıra ahlaklı bireylerin yetiştirilmesini” istemektedir. Söylemlerde laik demokratik deyişler, Atatürkçü uygulamalar bolca kullanılıyorken; eylemlerde dinsel, inançsal ve tutucu uygulamalar ülkenin her yanını sarmış durumda. AKP hükümetinin eğitim politikası; niteliksiz, dinci, baskıcı, düşünceden yoksun, kızerkek ayrımcılığı olan bir biçimlendirmedir. Bu sistem ve bu uygulamayla 20 milyon her yaşta gencinçocuğun geleceği ile oynanıyor. Eğitim sisteminde; her düşünceye ve insan haklarına saygılı, demokratik değerleri benimsemiş, yeniliklere açık, akılcı, bilimsel ve çağdaş bir yapı kaçınılmazdır. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün eğitim politikası; akılcı, çağdaş ve bilimseldi. Şeriat kaldırılmış, Tevhidi Tedrisat Yasası getirilmişti. Eğitimde birlik sağlanmıştı. 91 yıllık kin, nefret ve öfke bundandır. Yönetenler, anneler, babalar! “Çocuklar bizim sevgi ürünümüzdürler. Onlara sevginizi verebilirsiniz. Fakat düşüncelerinizi veremezsiniz. Çünkü, onların düşünceleri vardır. Vücutlarını yanınızda tutabilirsiniz, ruhlarını tutamazsınız. Sizler birer ‘yaysınız’ çocuklarınız birer ‘ok’ turlar” diyen ozan, yazar Halil Cibran, bu baskıcı kanun koyucuları uyarıyor. Çocukların düşünceleri, ruhları ve duyguları çağdaş, özgür ve umutlu olsun, sevgiyle okuyup yücelsinler. Yeni eğitim dönemi kutlu ve başarılı olsun.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle