19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 AĞUSTOS 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Avrupa’nın üçte biri kadar et tüketiyoruz. Türkiye’de etin kilosu 26 TL Avrupa’da 4 Avro’yu geçmiyor Yemiyoruz ama pahalı PELİN ÜNKER Geçen yıl Türkiye’de 915 bin ton kırmızı et üretimi yapıldı. Türkiye’deki kişi başı kırmızı et tüketimi 12 kilogram seviyesinde. Buna göre ayda ortalama 1 kg kırmızı et yiyebiliyoruz. Kişi başına yıllık tüketim ABD’de 60 kg, AB ülkelerinde ise 30 kg. Yani Türkiye’de yurttaş Amerikalının 5’te 1’i, Avrupalının yaklaşık üçte biri kadar et tüketebiliyor. Buna karşılık Türkiye’de kuşbaşı etin fiyatı ortalama 26 TL. Yani kırmızı ete yıllık 312 TL ödüyoruz. Avrupa’da ise fiyatlar 34 Avro civarında. ABD’de 4 dolar. Türkiye’de fiyatlara dolar bazında bakıldığında 26 lira, 13.5 dolara denk geliyor. Yani ete AB ve ABD’dekilerden yaklaşık 3.5 kat daha fazla ödüyoruz. Eylül 2010’da 19 liraya kadar çıkan karkas et fiyatları, canlı hayvan ithalatından sonra 2011 başında 14 liraya kadar inmişti. Ancak düşük fiyatlar fazla uzun süreli olamamış, yılın ikinci yarısından sonra tekrar yükselerek 17.50 liraya kadar çıkmıştı. Fiyatlar şu anda 17 TL civarında bulunuyor. Türkiye Kasaplar Federasyonu Başkanı Fazlı Yalçındağ, et A ÇAKIR MUSTAF fiyatlarının yükselmesi için bir eıkıntılar d neden olmadığını belirterek ızı ette s ri yumurta m ır K ANKARA n, devlet teşvikle catı 10 yıl şunlara dikkat çekti: ihra rke l Esas sorun üretim planvam ede çurdu. Yumurta 50.4 milyon 3 u i n üretimin milyon dolarda letvekili Ensar laması. Talep arttıkça fiyat il .9 M 3 n e a içind yükseliyor. TÜİK’e göre 14 Ardah layan’a afer Çağ girdisi ıktı. CHP milyonun üzerinde hayvan dolara ç Ekonomi Bakanı Z v ö dar d iz Ögüt, an ne ka yan, “2008’de d n tı varlığı var. Bunun üçte biri a c la ihra yumurta diğini sordu. Çağ milyon; 2010’da kesildiğinde 5 milyona yaAKP’nin on yılı aşan iktidar döil .6 d 6 e 2 1 e 2’de a ld e ; 2009’d 284 milyon; 201 173 kın hayvan demek. n o neminde, ülke küresel finansıny il m e ’de 118.9 l Besicilik sistemimiz on; 2011 n ilk altı ayında is kleşy sıcak paranın sömürü ve talail m .1 6 15 3’ü rçe yanlış. Her şeyi dışardan alıyon; 201 urta ihracatı ge eniyle nına açılırken tarım ve hayvanil m .4 0 5 m d 3 şviği ne olarlık yu yoruz. Türkiye’ye yüzölçümü cılık sektörü de yanlış politikamilyon d i. Öğüt, devlet te ini belirterek, d ğ e ti ş d yakın olan Fransa’da 25 milli i” e larla sürekli baltalandı. İthalat e g ld ib ri in ti mızı et d üretimin yon hayvan var. Sistem sorguperakende fiyatlardaki yükselişi beyaz et uluk gelişiyor, kır stek lazım. lanmalı. Fasondan kurtulmadan “Tavukç ırmızı ete de de ız et de önleyemediği gibi, besiciyi, üreK m vuruyor. öylü perişan. Kır Tarım bu iş çözülmez. Kaba yemi üreticiyi de bitirdi, yüzlerce firma ifk k Üretici, ilebilmeli. Anca di. temezseniz para kazanamazsınız. las bayrağını çekti. ihraç ed ilgilenmiyor” de l Hayvanın cinsinde ve sayısınKarkas piyasası hareketlendiğinde ı n a Ba k da sıkıntı var. Damızlıkçılar 4 milyon besi materyallerinin de fiyatlarının yük800 bin süt ineği, 2 milyon 400 bin erkek seldiğini söyleyen Fazlı Yalçındağ “Böyle dana var diyor. Süt inekleri et verimi yüksek devam ederse küçük üretici alacak haykombine ırklarla yer değiştirmeli. van bulamayacak. Fiyatlar suni şekilde yük ürkiye’de et fiyatları, Avrupa ve ABD’den üç buçuk kat fazla olmasına rağmen yükselmeye devam ediyor. Kasaplar Federasyonu Başkanı Yalçındağ’a göre, her şey dışardan alınıp fason üretim yapıldıkça sorun çözülemez. T S on üç yılda yapılan 3.1 milyar dolarlık et ve canlı hayvan ithalatı, yaraya merhem olmadı. 2011 başında 14 liraya kadar inen et fiyatları yeniden 17 TL’ye çıktı. CHP’li Oran, “Müdahale girdi maliyetlerine yönelik olmalı” dedi. Gitti Gidiyor? Başbakan’ın davranışlarıyla giderek otoriterliğe yöneldiği, giderek diktatöre dönüştüğü öne sürülüyor. Ülkede ve dışarıda yükselen bu tür sesler hiç kuşkusuz bir gerçeği anlatıyor. Yanlışlar, bundan sonra başlıyor. Önce, Başbakan diktatörleşiyor ya da otoriter bir lidere dönüşüyor görüşü, AKP uygulamalarını bir bütün olarak görmediği için eksik ve yetersizdir. Adını doğru koyalım; bu, yalnızca Başbakan’ın değil, AKP’nin diktatörlüğüdür! Bu nedenle Başbakan giderse ülke kurtulur varsayımı tamamıyla yanlıştır. Sonra, her diktatörlük gibi kendine özgü koşulların bir sonucu olan AKP diktatörlüğü İslamcı niteliği nedeniyle, Batı’da geliştirilmiş olan siyaset biliminin bilinen kuramlarıyla açıklanamaz. Bu yaklaşım yanlışı da devamlı yapılıyor. Daha sonra, Başbakan’ın diktatör olduğunu öne süren muhalefet, yalnızca bu noktaya dayanarak onun sonunun geldiğini ısrarla vurguluyor. Çünkü deniyor, günümüzde diktatörlükler uzun süre yaşayamaz; nasıl olsa gider! HHH Öncelikle belirtelim ki kendi mantığı içinde bile anlamsız bir genellemeden öteye geçmeyen Başbakan gidicidir görüşünün hiçbir nesnel dayanağı yoktur. Cemaatin ya da kendi deyimleriyle Hizmet’in, geçen hafta hükümete yönelik olarak yaptığı son 11 maddelik eleştirel açıklamasından Başbakan’ın siyaseten sonunun geldiği gibi sonuca varılamaz. Eğer Başbakan’ın sonunu Hizmet getiriyorsa, bunun anlamı Hizmet’in ana muhalefetin yerini aldığıdır! Bu nedenlerle, AKP içinden bir çatlak çıkacağından boş yere umutlanmanın da artık bizi de görün dercesine Hizmet’in kapısını ısrarla çalmanın da muhalefetin güçlenmesine hiçbir yararı olmayacağı artık anlaşılmalıdır. HHH AKP diktatörlüğü, yalnız ve ancak, bu bilinç, istek ve kararlılıkla hazırlanacak kapsamlı ve bütüncül bir programa dayalı yoğun bir siyasal çalışma ile sona erdirilebilir. AKP diktatörlüğünü sona erdirecek olan hiç kuşkusuz seçmen oylarıdır. Diktatörlüğü sona erdirecek sandık da kutsaldır. Sorun, sandığın oluşumudur. Seçmen tarafından sandığa adları atılacak adaylar, bazen çok sınırlı oranda başvurulan önseçim uygulaması bir tarafa, tamamıyla parti genel başkanları tarafından saptanıyorsa, kutsal sandık yerini, yıllardır ülkemizde yaşandığı hiç de kutlu olmayan; diktatör yaratan sandığa bırakıyor. Demokratik sandık ilkesine ek olarak programın ana dayanakları, AKP’nin gerçekten çuvalladığı ama toplumun geleceği için çok yaşamsal olan şu noktalardır: Gerçek anlamda adalet dağıtan bir yargı yapısı; basın ve üniversite ayaklarıyla özgürlük; çağdaş eğitim; bilimin yol göstericiliği ve üretim eksenli ekonomi. Ülkenin tüm özgürlükçü güçlerinin katılımının sağlanacağı bu program, ülkenin AKP’den daha etkin, daha verimli ve daha çağdaş yönetileceğini seçmene güven verecek bir biçimde kanıtlamalıdır. Bunlar yapılmadan, armut piş aymazlığıyla, Başbakan’ın diktatörleştiği için gidiyor kolaycılığına kaçmak, tam anlamıyla siyasal yetersizliktir. Sonuçta, pişen de armut değil, Gezi’siyle, işsiziyle, öğrencisiyle, gazetecisiyle, sendikacısıyla, çevrecisi ve bilim insanıyla halk oluyor. Ülkeyi yönetme savıyla yola çıkanların bunun gereklerini kesinkes yerine getirmeleri gerekir; kendilerini gitti gidiyor avuntusunun ılık sularına bırakmaya hiç ama hiç hakları yoktur! İthalat büyük sanayiciye yarar Yalçındağ, et ithalatından tek kazançlı çıkanın bü yük sanayiciler olduğunu belirterek ithalata karşı olduklarını söyledi. Kurban Bayramı için yeterli kurbanlık olduğunu da ifade eden Yalçındağ, “Halkın ithalattan kazanmadığını 2010’da gördük. Kurban Bayramı için de yeterli kurbanlık var. Hayvanın kesilmesi için 2 yaşını geçmesi gerekiyor. Şu anda 22 ay ve üzeri 1 milyon 650 bin hayvan var. Bu kesilecek kurbanın iki katı demek” dedi. rta u m er yu ladı l k i v Teş kat ı n ı t a ihrac Küçük üretici hayvan bulamayacak selecek. Bu bir kısırdöngü olarak devam edecek. Et ve Süt Kurumu’nun müdahalesi yerinde ancak sorunu kökten çözemez. Taban fiyat uygulanan fiyattır. Üretici 15.60 TL’nin altına inerse zarar eder. Fiyatlar ne kadar yükselir belli değil. Bunun tavanının da belirlenmesi gerekir” dedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran ise ette asıl sorunun, yüksek girdi maliyetleri olduğunu belirterek “AKP, halkın makul fiyatlarla et tüketmesini istiyorsa, besicilerin, et fiyatının oluşumunda önemli bir faktör olan yemde yaşadığı sorunlara çözüm bulmalı. Yem hammaddelerinin çok büyük bölümü ithal ediliyor. Kaba yem açığı kapatılamaz boyutlara ulaşmış durumda” diye konuştu. Kartlar arifede kazandı İSTANBUL (AA) Arife günü 1.35 milyar TL tutarında 12.9 milyon adet kartlı ödeme işlemi yapıldı. Ban kalararası Kart Merkezi (BKM) Genel Müdürü Soner Canko, “Ramazanda günlük ortalama 9 milyon adet kartlı ödeme gerçekleşmişti. Arife günü bu rakam 13 milyona kadar yükseldi. Bayram süresince ise günlük ortalama 6 milyon adet ödeme gerçekleşti” dedi. Canko’nun verdiği bilgiye göre; arife gününde market harcamalarında 3.8 milyon adet, giyim sektöründe 2.4 milyon adet; akaryakıt sektöründe 1.4 milyon adet; konaklama sektöründe ise 58 bin adet işlem gerçekleşti. AB’nin faturası 221 milyar dolar u Türkiye, AB tam üyelik sürecinde eylül ayında yarım yüzyılı geride bırakmaya yaklaşırken, üye ülkelerle Türkiye arasındaki Gümrük Birliği sonrası gerçekleşen dış ticaret açığı toplamda 221 milyar doları geçti. diler”, yüzlerce insan öldü. Her iki tarafın yalan söyleme eğiliminden esas sayı belli olmadı. Bu arada Hıristiyan azınlığa, kiliselerine, polis karakollarına yönelik, MK taraftarı olduğu ileri sürülen grupların saldırıları arttı. 16 Ağustos’ta MK taraftarları yine sokaklardaydı. Çatışmalarda 50’den fazla insan öldü. Cumartesi günü “olaylar” bu yönde akmaya, İhvan camilere sığınarak “din” kartını kullanmaya devam edecek gibi görünüyordu. Ekonomi Servisi İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) “TürkiyeAB: Bitmeyen Senfonide 50 Yıl” adlı raporuna göre, Avrupa Birliği (AB) yolunda en heyecan verici gelişme olarak görülen Gümrük Birliği nedeniyle dış ticarette verilen açık son beş yılda 100 milyar dolara yaklaştı, toplamda ise 221 milyar doları aştı. Rapora göre Türkiye, Gümrük Birliği’nin imzalandığı 1996’yı izleyen dönemde, AB ülkeleri arasındaki ticari ilişkide sürekli eksi bakiye verdi. Dış ticaretteki negatif denge son beş yılda hızla arttı. 19962009 arasında yıllık ortalama 10 milyar dolar açık verilirken, açık 2010’da 19.5 milyar, 2011’de 28.8 milyar, 2012’de 28.2 milyar dolar oldu. 2013’ün ilk 5 ayında ise açık 12 milyar doları buldu. AB herhangi bir ülke ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzaladığında ilgili ülke AB’nin Türkiye de dahil ortak gümrük sahasına ticaret yapabiliyor. Ancak Türkiye, AB üyesi olmadığı için aynı ülkeye ihracatta söz konusu anlaşma hükümlerinden yararlanamıyor. Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı 1996’da Türkiye’nin toplam ithalatı içinde AB ülkelerinin payı yaklaşık yüzde 56 iken, 2012’de bu oran yüzde 37’ye düştü. 1996’da Türkiye her 100 dolarlık ihracatının 54 dolarını AB ülkelerine gerçekleştirirken, bu oran 2012’de yüzde 38.8’e geriledi. Aslında klasik anlamda trajedi demek de kolay değil. Oyunun ufkunda ne bir “katarsis” ne de adaletin yerini bulmasının ardından yeni bir “düzen” olasılığı görünüyor. Aklıma Jacobean Trajedi, John Webster’in (15781632), sonunda, herkesin ya öldüğü ya da onurunu kaybettiği “intikam piyesleri” geliyor. Müslüman Kardeşler (İhvan) adına devlet başkanı seçilen Mursi’nin bir yıllık yönetim fiyaskosuna tepki olarak Mısır halkı milyonların katıldığı protesto gösterileriyle meydanları, sokakları doldurdular. İhvan’ın sivil güçleri bu kalabalıklara, Hıristiyan azınlığa saldırmaya başladı. 39 Temmuz arasında Mısır ordusu, bir iç savaşı engellemek, “demokrasiyi restore etmek”, “halk istedi” iddialarıyla Mursi hükümetini devirdi. Mursi, İhvan liderleri tutuklandı. İhvan taraftarları Mursi’nin görevine iade edilmesi talebiyle sokaklara döküldüler, bu ilk protesto dalgasında 51 kişi öldü. ABD, askeri darbeyi “Ordu demokrasiyi restore etmeye çalışıyor” saptamasıyla onayladı. 27 Temmuz’da İhvan protestolarının ikinci dalgası başladı. Çatışmalarda 100’den fazla insan öldü. Batılı diplomatlar, AB Dışişleri temsilcisi Mısır’a geldiler, Mursi ve diğer İhvan liderleriyle görüştüler, bir uzlaşma zemini aradılar ama İhvan liderliğini ikna edemediler. 11 Ağustos’ta, Nahda ve Raba meydanlarında, İhvan taraftarlarının oturma eylemi başladı. Oturma eylemi meydanların çevresindeki sokaklara yayılır, kent yaşamını etkiler, yerel halkın tepkisini çekerken, kendi yaşam alanını kuruyordu. Güvenlik güçleri meydanları temizleyeceklerini söylediler. Tüm uzlaşma arayışları sonuçsuz kaldı. 14 Ağustos’ta güvenlik güçleri, buldozerle, ateşli silahlarla meydandaki MK taraftarlarına saldırdı. Bazı Arap TV kanallarında, BBC’nin ilk haberlerinde (bir daha tekrarlanmadı) MK kalabalığının içinde tek tük de olsa yüzü maskeli silahlı tiplerin varlığı, her iki tarafın içinde birilerinin “özel” niyetlerine işaret ediyordu. Güvenlik güçleri meydanları “temizle Olayların akışı Mısır’da Bir ‘Trajedi’ erkesin elinde bir başka metin... “Nasıl oldu da liberaller Mısır’da bir askeri darbeden demokrasiyi restore etmesini beklediler? Nasıl oldu da İhvan liderliği siyaseti bu kadar yanlış okudu? Neden güvenlik güçleri bu kadar sert bir biçimde müdahale ettiler?” sorularına cevap aranırken bu Jacobean Trajedi’de “kahramanların” her birinin elinde farklı metin vardı. Her biri, farklı yanılsamaların esiri olarak sahnede adeta tek başınaydı, karşısındakinin özelliklerini yok sayıyordu. Şimdilik hiçbir diyalog, uzlaşma olasılığı yoktu. Liberaller, liberal solcular tarafında, ilk Tahrir olayları başladığından bu yana, soyut bir demokratikleşme söylemi alıp başını gitmişti. Toplumdaki ekonomik siyasi güç odaklarını yaşatan yapı değişmeden, bir sınıf kendi ekonomik, H siyasi çıkarlarıyla demokratikleşme sürecinin içini doldurmadan, kavgayı üstlenmeden gerçekleşebilecek bir demokratikleşme hayal ediliyordu. Bunlar askeri darbeyle birlikte yanılsamadan öte bir “yararlı salaklık” konumuna terfi ettiler. Gerçekteyse, Mübarek’in devrilmesine karşın eski rejimin egemen sınıfları, güç ilişkileri yerli yerindeydi, bunların bir liberal demokrasi talebi ve gereksinimi yoktu. İhvan hareketinin projesi halifelik ve şeriat düzeni üzerine kuruluydu. İhvan 1980’lerden bu yana toplumun, devletin kılcal damarlarına nüfuz eden bir “pasif devrim süreci” yönetiyor, hem toplumsal tabanını genişletiyor hem de siyasi ekonomik iktidara yaklaşıyordu. İhvan’ın da ne bir demokrasi talebi ne de gereksinimi vardı. “Liberal demokrasi” esasen İhvan’ın simgesel, ahlaki evreninin dışında kalıyordu. Hiçbir sınıfa dayanmayan, bu garip demokratikleşme sürecine somut bir ifade kazandırmaya gelince, geride yalnızca bireyler ve genel seçimler kalıyordu. Artık bildiğimiz ayrıntılara girmeden, hızla ilerlersek, Tahrir “olayı”na hazırlıksız yakalanmış olmakla birlikte, toplumdaki en örgütlü, ideolojik olarak tutarlı güç İhvan seçimleri kazandı. İhvan, hem devlet başkanlığını aldı, hem meclise egemen oldu, hem de yeni anayasayı kendi projesine göre yaptı. İhvan’ın yanılsamalarına gelince: İhvan seçimlere indirgenmiş bir demokrasiyi projesine uygun görmekle birlikte, nüfu sunun yüzde 90’ı Müslüman olan Mısır’da tüm Müslümanlar için, Tanrı adına konuştuğunu varsayan bir söyleme sahipti. Ancak ne her Müslüman İhvan’cıydı, ne de her İhvan’a oy veren, onun projesini benimsemişti. Yürütmenin başını ele geçirmek devlet aygıtına hâkim olmaya yetmiyordu. Devlet aygıtı isteyenin istediği gibi kullanacağı bir araç değildi. İhvan, seçim sonuçlarını, adeta, “kazanan her şeyi alır” gibi algıladı. Toplumdaki farklı çıkarları hesaba katmadan, devletin her yerini kurcalamaya başladı. Ordunun başını, valileri, başsavcıyı atadı. Ordunun, egemen sınıfların ayrıcalıklarını koruyarak onları yanına çekmeye çalıştı ama halk sokaklara dökülüp de yeniden “demokrasidevrim” demeye başlayınca, devlet aygıtı, egemen sınıflar, uluslararası destekleri, Mursi’yi ve İhvan’ı gözden çıkarıverdiler. Güvenlik güçleri tarafı seküler, laik eğilimli insanlardan oluşmuyordu, İhvan sempatizanları barındırdığı da söylenebilirdi ama, özellikle de 1990’larda İhvan’a, radikal İslama karşı mücadelede uzmanlaşmış, onu siyasi rakip görerek bastırmaya çalışmıştı. Şimdi, yine şiddete başvurarak İhvan’ı yeraltına iterek marjinalleştirebileceğini hesaplıyordu. Ancak, hem İhvan yeni bir meşruiyet anlayışına, kitle eylemi deneyimine sahipti, hem de dünya 1990’lardan çok farklıydı. Libya dağılmış, silahları ortaya saçılmış, yerel düzeyde uluslararası El Kaide yapıları türemişti. Radikal İslam bölgede güçlü bir etkendi. Toplumda İhvan’dan ayrıca genel ve güçlü bir özgürlük, demokrasi talebi, kitle eylemi özgüveni vardı. Dünyada siyaset bir süredir kitleselleşiyor, bu kitleselleşme, AKP’nin İhvan’ın ve Ennahda’nın zor yolda öğrenmeye başladığı gibi yeni, ulusal sınırları aşan meşruiyet alanları inşa ediyordu. Günümüzde, askeri diktatörlükler ya da “hepsini al” demokratları, toplumları kolaylıkla parçalayabiliyordu ama düzen getiremiyordu. Bu yazıyı yazarken Mısır’daki trajediden, bu kahramanların hiçbiri sağ ya da onuruyla çıkacağa benzemiyordu! ULAŞTIRMA BAKANI YILDIRIM: tavan fiyat getirilebilir Uçak biletlerine Ekonomi Servisi Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, havayolu taşımacılığında bilet fiyatlarına tavan fiyat sınırlaması getirilebileceğini söyledi. Yıldırım, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün bu konuda çalışma yaptığını belirtti. 11. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Şurası’nın tanıtım toplantısında, bilet fiyatlarını değerlendiren Yıldırım, “Bayram veya resmi tatillerde bilet konusunda fırsatçılık olabiliyor. Bunu önlemenin yolu arz talep dengesini sağlamak. Bir de vatandaşlarımızın seyahat programlarını önceden planlaması gerekiyor. İki ay önceden alınca indirimli olarak alınır. Fırsatçılık ayrı bir şey, arz talebin buluşması ayrı bir şeydir. Bu konuda kural var. Bu kuralları daha etkin hale getirmek istiyoruz. Piyasalara müdahale etmek en son tercih edilecek bir iş. Piyasanın kendi makul anlayışı içinde dengesini bulması lazım” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle