15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 TEMMUZ 2013 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Minibüs kardeşliğinin en önemli davranış özelliklerinden biri, insanların kendilerini evlerinde sanmaları Her minibüs yolculuğu bir hayat dersidir Minibüs anarşisttir kural tanımaz. IŞIL ÖZGENTÜRK ‘Al kardeş şu 25 TL’yi de sus!’ ni frenler, inip binmeler bir süre sonra sıradanlaşır ve cep telefonları hiç durmadan çalar ve bir muhabbettir başlar. İnsanlar en özel hallerini bile cep telefonlarıyla karşılarındakilere anlatırken asla ama asla bir minibüste ve hiç tanımadıkları insanlarla birlikte olduklarını akıllarına getirmezler. Bu nedenle en olmadık aşk sözcüklerine, kavgalara tanık olursunuz. Ve içinizden ya sabır çekersiniz. Bazen de “ya sabır” işe yaramaz. İşte bir tanesi: Minibüse binmişim, arkamda gencecik bir kız var, minibüse bindiği anda telefonu açtı ve karşısındakine sürekli yüksek sesle bir şey anlatıyor. Bütün minibüs dinliyoruz, kız muhasebeci ve bir hata yapmış ve yirmi beş liralık bir açığı var. Kız sürekli, aynı şeyleri söylüyor: “Bak inanmazsın tam on kez hesabı yeniden yaptım. Ama yirmi beş liralık bir açık var.” Devam ediyor, “hani hesapları tek tek kontrol etmedim, ondan bu oldu desem, değil, tam yirmi beş liralık açığım var”, devam ediyor “Acaba nerede bir yanlış yaptım, tam yirmi beş lira açığım çıkıyor” devam ediyor; öyle ki, bu konuşma neredeyse yirmi dakikayı buluyor, sizi çıldırtmak istemiyorum, ben kesiyorum. Tam kız yeniden söze başlayacak, önden bir adam aya A ğa kalkıyor, kızın yanına geliyor ve elinde tuttuğu parayı kıza uzatıyor. “Al kızım şu yirmi beş lirayı da sus!” Kız neye uğradığını anlamıyor ve birden minibüste bir alkış. “Al da sus, al da sus!” Kız hâlâ durumun farkında değil, herkesin gözü onda. Birden şoför arkaya dönüyor, “Al parayı ve bu arabadan in kardeşim, senin şu yirmi beş liran yüzünden kaza yapacağım!”Şoför bunları söyledikten sonra pat diye duruyor ve kapıyı açıp yeniden bağırıyor: “İn kardeşim, al şu da verdiğin yol parası. Bozulmuş plak gibi, hepimizi deli ettin!” Kız celalleniyor: “Bu ülkede demokrasi var. İstediğimi yaparım.” Şoför iyice öfkeli “Öyle mi” diyor, “öyleyse ben de istediğimi yaparım. Gitmiyorum işte!” Şoför yol ortasında çat diye kontağı kapatıyor. Yirmi beş lirayı uzatan adam hâlâ kızın başında, bağırmaya başlıyor, “Bela mısın nesin? Hay senin demokrasine, al şu parayı da in!” Kız adama şöyle bir bakıp “Peki” diyor ve yirmi beş lirayı alıp tıpış tıpış arabadan iniyor. Şoför para veren adama dönüp “Sağ ol arkadaş” diyor, “hatun başımıza şey etti”. Adam “Bir şey değil” diyor, “demokrasiyi yirmi beş liraya satın aldım. Amma ucuzlamış.” ‘Yürüyün karakola’ V allahi o gün keyfim pek yerindeydi. Minibüse bindim; üç lira veren herkes minibüsü kendi evi sanıyor ya, şoförün arkasındaki üç kişilik sırada kellifelli bir beyefendi, bacaklarını iyice ayırmış. (Türk erkekleri nerede olursa olsun bacaklarını ayırmadan oturmaz. Bendeniz bu oturuş biçimine bir ad veremedim. Olsa olsa pantolonları dar geliyor olabilir.) Neyse nerede kalmıştık, bacaklarını iyice ayırmış beyefendi de. Beyefendi bacaklarını ayırmakla yetinmemiş, bir ayağını da şoförün olduğu yere uzatmış, sıranın öbür yanı boş olmasına rağmen kimse geçip oturamıyor. Bu arada beyefendi elinde bir cep telefonu, gayet yüksek bir sesle, karşısındakiyle bir kontrat meselesini konuşuyor. Türkçesi, vergi ödemeyi hiç sevmeyen bir ulusun nezih bir evladı olduğunu ispatlarcasına kiracının bankaya yatırdığı parayla, ona ödeyeceği paranın farklı olması gerektiğini karşısındakine anlatmaya çalışıyor. Buna kısaca vergi kaçırma diyoruz. Evet, izin isteyip yanındaki yere geçiyorum. Minibüse binenler nedense hep sıranın uç kısmında oturmayı severler. Sen, hele de oturan şişmansa bin bir eziyetle öbür uca geçersin. Bu neden böyledir, bilmiyorum. “Siz o tarafa geçin” dediğinizde de “Ben az sonra ineceğim” yanıtını alırsınız, çok zaman siz daha önce inersiniz. Gene eziyet çeke çeke. Benim gibi iş gereği haftada iki kez minibüse binip uzunca bir yol gidiyorsanız, halkımızın davranışları konusunda uzman olmamanız mümkün değildir. Çünkü kullandığım hattaki (Kadıköy bölgesi) minibüslere her kesimden, her yaştan insan biner ve macera başlar. Maceradan uzak durmak için bazıları hemen kulaklıklarını takıp müzik dinlemeye başlarlar. Ama nafile, macera bazen öyle bir hal alır ki, kulaklıkları çıkarıp meseleye müdahele etmek zorunluluğunu hissedersiniz. Eh ne de olsa aynı yolun yolcusuyuz, aynı kaderin ortakları… Öncelikle birkaç önemli bilgi vermek zorundayım. Sanıldığı gibi artık minibüslerde Orhan Gencebay, “Batsın bu dünya!” diye haykırmıyor, Müslüm Baba da uzun bir zamandır minibüsle ri terk etmiş. Şimdi Serdar Ortaç zamanı, çünkü ikinci nesil minibüs şoförleri oldukça genç, Serdar Ortaç’ın “Ben seni ısıtırım, hadi sen yoluna ben yoluma” gibi dâhice sözleri, genç nesil için daha kıymetli ve öğretici, biz yaşı büyük olan yolcular da böylece gençlerin aşk konusunda neler düşündüğünü öğreniyoruz. Ve takdir ediyoruz. Şarkı sözlerinin temposunu mu soruyorsunuz, hep aynı (ciztak, ciz tak) dikkat ruh zehirlenmesi yapar! İkinci bilmeniz gereken, minibüs şoförlerinin çok ani frenlerden acayip bir biçimde hoşlanmalarıdır. Bu nedenle, minibüse biner binmez, “öyle acaba buraya mı otursam, oraya mı otursam” diye hiç düşünmeden ilk bulduğunuz yere oturmanız tavsiye edilir, aksi takdirde ani bir frenle düşüp sakatlanmanız hiç de sürpriz olmaz. Şimdi gelelim maceralarımıza. Gençler öpüşürse... ece minibüsleri özellikle, İstanbul yakasından Kadıköy’e geçenler başka bir âlemdir. Binenlerin çoğu meyhane muhabbetinden çıkmıştır, kimi koltuğa oturur oturmaz uyumaya başlar, kimi derin derin düşünür, aynı meyhaneden gelenler iki kişi olunca da ortalık biraz neşelenir, bu kişiler seslerini ayar edemediklerinden, az önce kalktıkları masanın dedikodusu herkese malum olur. Mehmet’in Ayşe’ye sarktığı ama Ayşe’nin gözünün Okan’da olduğu, bu arada Okan’ın Meltem’i bu gece eve attığı, gibi sıradan bilgilerle donanırsınız. Ama ya meyhaneden ya da bardan kalkmış iki sevgili minibüse biner de ufaktan öpüşmeye başlarlarsa ne olur? Şimdi biraz hayal gücünüzü harekete geçirin… Tamam, ben devam edeyim, iki sevgili binmiş minibüse, gençler öpüşüp duruyorlar. Kimsenin pek aldırdığı yok, herkes kendi âleminde, herkes minibüs biraz hızlı gitse de bir an önce eve varıp uyusak havasında. Gidiyoruz, birden gök gürlemesi gibi bir ses arkadan bağırıyor: “Yeter be kardeşim burayı porno filme çevirdiğiniz!” Minibüstekiler bir anda “Aman ne oluyor” diye uykularından uyanıyorlar. Ve sesin geldiği yöne bakıyorlar. Arka sırada bir adam ayağa kalkmış, önündeki öpüşen çifti gösterip bağırmasına de G Her yeri ‘öcüler (!) bastı!’ M inibüste iki kişilik yerde oturuyorum; yanım boş, arkamda da yer var. Durakta, bir aile minibüse biniyor, karıkoca ve altı yaşlarında bir erkek çocuğu, adamın başında bir takke var, hafif sakalı, çocuğun başında da aynı takke, kadın çarşaflı, elleri eldivenli ve gözünde güneş gözlükleri var. Adam çocuğuyla birlikte benim yanıma oturuyor ve karısına da arkadaki sırada oturmasını söylüyor. Arkada şimdi üç kişiler, rahat giyimli, güler yüzlü genç bir adam, elinde gitar kutusu var ve onun yanında sarışın, orta yaşlı, oldukça şık giyimli bir kadın. Şoför hareket ediyor, bir süre sonra arkadan fısır fısır sesler duyuluyor ve birden sarışın, orta yaşlı kadın, “Şoför bey, hemen dur” diye yüksek sesle, şoföre adeta emir veriyor. Şoför duruyor ve sarışın kadın büyük bir hışımla, söylenerek minibüsten iniyor: “Her yeri bu öcüler bastı! Allahım sen bize sabır ver!” Sarışın kadın iniyor, benim yanımdaki takkeli adam arkaya karısının yanına geçiyor. Benim önümde de iki kadın var, kadınlar dönüp arkaya bakıyorlar ve şoföre, söylenmeye başlıyorlar: “Bunları bindirmeyin. Bizler rahatsız oluyoruz.” Şoför, “Ben her türlü yolcuyu alırım, rahatsız olan iner” diyor, öndeki kadınlardan biri “Paramızı ver, inelim” diyor, şoför hemen önündeki havuzdan para alıp arkaya uzatıyor. “Hadi inin” diyor, “unutmayın herkes sizin kadar insan.” Kadınlar iniyor. Ben arkaya dönüp bakıyorum, gitarlı gençle göz göze geliyoruz. Birbirimizle ne oluyor gibisinden işaretleşiyoruz. Ben şaşkınlık içindeyim, bütün bunlar olurken, takkeli adam, çocuğuna cep telefonundan bir şeyler gösteriyordu. İnanılmaz bir sakinlik… Neyse gitarlı genç, ben ve babaanne ve çocuk ineceğimiz son durağa geldik. Tam inerken takkeli adam bana döndü ve İngilizce “This here is Kadıköy” (“Burası Kadıköy mü) diye sordu. Başımla “evet” dedim ve adamdaki aşırı sükunetin nedenini anladım. Ya bu aile Türk olsaydı? e olsun yani anam yaşındasın’ Evet, nerede kalmıştık, beyefendi, konuşmasına devam ediyor, bacaklar ayrık ve biri şoförün orada. Tam o sırada, minibüs duruyor, bir bayan biniyor ve gayet nazik bir biçimde yan tarafa yani benim yanıma geçmek için izin istiyor. İşte o an ne oldu bilinmez, beyefendi elindeki telefonu bana doğru sallayarak “Önce sen geldin, şimdi de bu; bir rahat yok, başka boş yer var, niçin oturmuyorsunuz?” Beyefendi telefonunu öyle bir sallıyor ki, biraz gayret etse bana vuracak. Ben de dayanamayıp sert bir sesle “Telefonunuzu çekin” diyorum, öbür bayan tırsmış, “Ne olur cevap vermeyin!” diye beni uyarıyor. Tam o sırada arka sırada oturan, saçları jöleli, bol blucinli bir genç adam eliyle beni işaret ederek “Beyefendi doğru söylüyor, adamı sen rahatsız ettin. Utanmaz kadın!” diyor. Ben genç adama dönüp “Bana sen, diye hitap edemezsin” diyorum. O laubali bir el hareketiyle, “Ne olsun yani, anam yaşındasın, otur oturduğun yerde” diye yanıt veriyor. Anlaşıldı durum vahim, ben gayet sert bir sesle “Şoför Bey, hemen en yakın karakola çekin” diyorum. “Şikâyetçiyim.” Minibüste bir an bir sessizlik oluyor, “Şoför yapma abla” diyor, “Şimdi beni bütün gün bağlarlar.” “Bağlasınlar, ben yevmiyenizi ödeyeceğim, siz karakola çekin, kimse de inmesin!” Kendimden çok emin mi gözüküyorum, bilmiyorum, bacakları ayrık oturan beyefendi, hemen telefonunu kapatıp ayaklarını birleştiriyor, az daha hazır ola geçecek. Genç adam buram buram terlemeye başlıyor. Anlaşılan polislik bir işi var. Bir an otoriteme hayran oluyorum ama polise gitmeyi hiç sevmem. İçim acıyor, genç adam yalvaran gözlerle bana bakıyor, “Tamam” diyorum “herkes birbirinden özür dilesin”. İş tatlıya bağlanıyor ama ben bildiğim bir şeyi yeniden öğreniyorum, benim sevgili halkım otoriteyi görünce tırsıyor. ‘N vam ediyor. “Ulan git evinde ne yapacaksan yap!” İki genç şaşkın ördek gibi bakıp duruyorlar. Birden ön taraftaki bir beyefendi ayağa kalkıp arka sıralardaki adama bağırmaya başlıyor. “Ne olmuş öpüşüyorlarsa, yetti be sizin mahalle baskınız, sen kendini terbiye et!” İşler karışıyor, gece minibüslerinde konuşmamak gerektiğini deneyimlerimle bildiğimden dilimin ucuna kadar gelen sözleri yutuyorum. O da ne! Vallahi ben bu minibüs şoförünün alnından öpeceğim, şak diye minibüsü durduruyor ve kapıyı açıp arkaya bağırıyor, “Al şu paranı ve derhal arabamdan in!” Adam bu beklemediği tepki karşısında şaşkın, parasını bile almadan minibüsten iniyor. O iner inmez, şoför, CD çalarına Teoman’dan bir parça koyuyor, “tamam”, “iş hallolmuştur, herkes eski durumuna geçsin”. Minibüs yeniden sessizleşiyor ve ben birden kızın genç adama sarılıp hüngür hüngür ağladığını görüyorum. Evet, yerimiz bitiyor, minibüs maceralarımızı sonlandırmak gerekiyor, şimdi bana şöyle seslendiğinizi duyuyorum, “Ne işin var minibüste, bin bir taksiye, git gideceğim yere!” Hayır olmaz, ben bu maceraların müptelası oldum. Sizlere de özellikle öneririm. Gününüz eğlenceli geçer ve “Yahu bu insanoğlu ne tuhaf bir şey” diye hayretle kendinize bakarsınız. ŞOFÖRLER UYANIKLARA KARŞI! Ö zellikle akşamüstleri iş dönüşleri minibüs macerası, duraktan başlar. İnsanlar sıraya girmiştir, bir de sıraya girmeyenler vardır, onlar kendilerini “ayakta gitmek isteyenler” diye adlandırır. Zaten duraklardaki her gün bir yenisi görülen küçük çaplı arbede de işte bu “ayakta gitmek isteyenlerin”, uyanık geçinenleri tarafından çıkarılır. Benim de başıma geldi. Şimdi durakta sıramızı bekliyoruz. Sıra epey uzun, “ayakta giderim” diyenler de oldukça fazla ve dolanıp duruyorlar. Birden bir minibüs geldi, biz sırada bekleyenler “hadi binelim” demeye kalmadı, ayaktakiler baskın yaptı ve minibüsteki tüm koltukları işgal ettiler. Tabii biz sıradakiler bağırıp çağırıp oturanları indirmeye çalışıyoruz. Ama herhalde yüzsüzlük bu olsa gerek, bütün itirazlarımı za rağmen “uyanıklar” yüzümüze bakıp oturmayı sürdürüyorlar. Bağırtıyı çağırtıyı hiç duymamış gibi yapıyorlar o sırada minibüsün az ötede çay içen şoförü geliyor ve “Ne oluyor” diye soruyor, şoföre açıklıyoruz, o etrafa şöyle bir bakıyor sonra kontağın üstünden anahtarını alıp oturanlara dönüyor. “Aşağı inmezseniz bu araba şuradan şuraya gitmez! Bu dünyadaki en akıllılar siz misiniz?” Şoför bunları söyledikten sonra gidiyor, ardından derin bir sessizlik oluyor ve bir bakıyoruz keyifli keyifli koltuklara gömülmüş olanlar birer ikişer iniyorlar. Az sonra da şoför geliyor ve biz yirmi kişi şoförü alkışlıyoruz. Sıkı gaz alan şoför, otururken yan taraftaki dikiz aynasına öyle bir bakıyor ki, “Ayhan Işık mısın mübarek?” diyeceğim geliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle