19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 TEMMUZ 2013 CUMARTESİ 2 yanlıştır. Olsa olsa ilişkiyi öyle yorumlayanların kendi açılarından devlete nasıl baktıklarını yansıtır böyle bir yorum. Acaba, içlerinden bazıları mı bu devleti başka bir devlete dönüştürme niyeti beslemektedirler? u açıdan bakınca, Mısır’daki olayın değişik biçimde nasıl yorumlanabileceği de kendiliğinden ortaya çıkar. Doğru söylemek gerekirse, Batı dünyasında bu olay konusunda “darbe” sözcüğünü kullanmaktaki çekiniklik hiç de “sebepsiz” sayılmaz. Eğer son ayların Mısır’ındaki gidiş çağdaşlaşmaktan vazgeçmek ve Müslüman Kardeşler’in egemenliğinde safsatalar dünyasına geri dönmek biçiminde “bir tür demokrasi” sayılmaktaysa, o gidişin durdurulması ve çağdaş yönetim biçimlerini denemeye açık yeni bir hukuk devleti kurma girişimine kapının açık tutulması, kanlı ve öldürümlü yanlışlara saptırılmadıkça, alışılmış anlamda bir darbe sayılabilir mi? olayısıyla, Kahire’de olupbitenler konusunda kesin hükümlere varmadan önce, bundan sonraki gelişmelerin neler olacağını beklemek daha akıllıca bir tutum olacaktır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Darbe Korkusu KİBARCA “gelişen” veya “gelişmekte olan” deyimleriyle anılıp da artık “gelişmiş”liğe yükselen ülkelerde “darbe” sözü daha az edilir, hatta hemen hemen hiç edilmez. Çünkü oralarda ordunun tedirginliği ya da sabırsızlığı azalmış; ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel gelişme sayesinde büsbütün ortadan kalkmıştır. O tedirginlik ya da sabırsızlık, çoğunlukla devletin kuruluşunda, bağımsızlığının sağlamlaştırılmasında başrolü oynayan ve o nedenle devleti “gözbebeği evlat” sayan asker, devlet uğruna ölmeye ant içerek yetişmiştir ve onun için titizlenir, zaman zaman kendi tutumu açısından görevlilerin dikkatini çekmek gereğini duyar. Zaten bu amaçla öngörülmüş Milli Güvenlik Kurulu gibi karma bir mekanizma da vardır. Darbe kavramını olur olmaz vesilelerle akla getirmeyi ve pirelenip kaşınmayı gereksiz kılan bir mekanizmadır bu. Böyle bir ilişkiyi bir “vesayet” sayıp o nedenle her fırsatta askerin moralini bozmak son derece Taksim Gezi Parkı Direnişi ve CHP CHP, içindeki eski yeni ayrımını derhal terk etmeli; ulusalcısı, sosyal demokratı, demokratik sosyalisti, özgürlükçü liberali; kısacası partinin tüm unsurlarını Gezi Parkı Direnişi’nin baş aktörü gençlerin eylemleri ve yürekli duruşları CHP’yi kendine getirmelidir. Erhan SEVİMLİ / CHP Bursa Eski İl Başkanı B G D ezi Parkı Direnişi ve siyasal süreç 68 üniversite gençlik hareketlerini yaşamış bir insan olarak bana heyecan verdi. Bizzat yaşadığım 45 yıllık bir geçmişe ilişkin, toplumsal ve siyasal değişimi ve ülkede gelişen olayları sade bir dille Cumhuriyet okurlarıyla paylaşmak ve buradan hareketle bir gelecek çıkarımı yapmak istedim. Öncelikle Büyük Önder’in, “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur” (CBT 1193/3; 29 Ocak 2010) sözlerini anımsatmakta yarar görüyorum. İnsanoğlunun gelişimine bakıldığında da bu sözlerin haklılığı görülür. Kendi mesleğimle ilgili bir örnek vermek gerekirse bilim in sanlarının yaptığı araştırmaya göre yüzyıllar önce ağızdaki diş sayısı 42 iken bugün 3032’ye düşmüş ve dişlerimizin boyutu küçülmüştür. Gelecekte bu sayının 20’ye kadar ineceği öngörülmektedir. Bazı organlar azalıp küçülürken insan beyninin işlevleri hızla artmaktadır. Yaşamakta olduğumuz “bilişim çağı”, kuşkusuz insan aklının bir harikasıdır. Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve Anıt tarihsel bir gençlik hareketine tanıklık etmiştir. “Gazi ve heyeti” gençleri yukarıdan manevi dünyalarından sanki alkışlar gibiydi. Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı, çoğulcu bütünlüğün ifadesi olabilirdi. Hep düşünürüm Anadolu’nun her yanına mahalli kahraman ve önderleri de içine katarak heykel sanatının inceliklerini taşıyan benzerleri yapılsaydı diye. Atatürk’ün yukarıda alıntılanan sözlerinden siyasetinde de statik değil dinamik bir anlayışı benimsediğini çıkarmak zor değildir. Her dönemin kendine has koşul ve gereksinimlerine göre liderlerin uygulamaları da kendi yetenek ve anlayışlarına göre şekillenmiştir. Atatürk’te kurtuluştan kuruluşa ve toplumun aydınlık bir yapıya kavuşturulmasında yorulmaz bir dinamizm vardır. Hasta yatağından kalkıp Adana’ya yaptığı tren yolculuğu ve ardından Hatay halkının demokratik iradesi ile Türkiye Cumhuriyeti’ne katılması bugün daha da anlamlı hale gelmiştir. Kimi gözlemciler, Taksim Gezi Parkı’ndaki insan çeşitliliğinin Hatay’daki yapı ile benzerliğinden söz etmekte. Çeşitli kültürler, inançlar ve etnik kökenler ortak bir paydada birleşti, seküler ve demokrat bir iklim yarattı ve bu iklimde barış ve kardeşlik içinde bir arada var olmayı başardılar. Hatay’a yakın coğrafyada yaşayan yüz binlerin de böyle aydınlık bir yaşam için gönülleri ve yüzleri bize dönük olabilir. Tam da bu yüzden millimisak seslenişi önemlidir. Hemen, “Lozan”ın CHP için namus olduğunu anımsatmak isterim. Yine unutmamak gerekir ki, bu dünya düzeni içinde bulunduğumuz bölgede yaşamak ve yaşatmak, öncelikle sağlam bir demokrasi ve sonrasında güçlü ekonomi ve morali tam, donanımlı ve halk iradesine saygılı bir savunma gücü ile mümkündür. Bu nitelikleri taşıyan bir ordu hepimizin olmazsa olmazıdır. Siyaset tarihimizde dinamik siyasetin etkin uygulayıcılarından biri de Bülent Ecevit olmuştur. 70’li yıllarda İsmet İnönü’nün, “Partimiz ortanın solundadır” duruşu, söz konusu dinamik siyasetin önünü açan önemli bir etmendir. Ardılı Ecevit, demokrasiden, emekten, özgürlüklerden yana bir siyaset için CHP’nin altı temel ilkesinden “halkçığı” öne çıkarmış, kurultayca onaylanan programı hızla uygulamaya koymuştur. Bu program ve “Bu düzen değişmelidir”, “Su kullananın; toprak işleyenin”, “Ne ekip biçeceğine Türk halkı karar verir” gibi söylemler, başta gençler olmak üzere tüm halk kesimlerinde büyük bir heyecan yaratmıştı. Dik duruş ve dinamik siyaset tüm engel ve ambargolara rağmen Kıbrıs Barış Harekâtı ile taçlanmıştır. Uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan haklar kullanılarak bugünkü KKTC temelleri atılmıştır. Kıbrıs’ın ne kadar büyük bir stratejik önem arz ettiği bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Sonrasında halk desteğinin tavan yaptığı bir esnada içeriden ve dışarıdan zorlamalarla koalisyon hükümeti bozulmuş; kısır siyaset kurnazlıkları ve parti içindeki erken seçim talepleri, ne yazık ki Milliyetçi Cephe hükümetleriyle neticelenmiştir. Sonrasında yaşananlar herkesin malumu: 12 Eylül 1980 darbesi ve günümüze dek uzanan etkileri. 70’ler sonrası yaşanan siyasal ve toplumsal süreçte CHP, tamamen statik siyasetin içinde kalmış görünmektedir. Oysaki, gelişen olaylar ve özellikle iktidar uygulamaları dinamik bir siyaseti zorunlu kılmaktadır. CHP, içindeki eski yeni ayrımını derhal terk etmeli; ulusalcısı, sosyal demokratı, demokratik sosyalisti, özgürlükçü liberali; kısacası partinin tüm unsurlarını Gezi Parkı Direnişi’nin baş aktörü gençlerin eylemleri ve yürekli duruşları CHP’yi kendine getirmelidir. Aklın ve bilimin ışığında hızla harekete geçerek CHP’nin temel ilklerinden devrimcilik (inkılapçılık) öne alınarak dinamik bir siyaset derhal uygulamaya geçirilmelidir. Gezi Parkı ve Nefret Suçları Gezi Parkı Direnişi’nden sonra nefret söylemlerinde birdenbire bir artış oldu: Başbakan Erdoğan kendi kültürünün kodlarını kullanarak suçluyu buldu; “Faiz lobisi” dedi… Yurtdışındaki Yahudi örgütleri “Yahudileri kastediyor” diyerek bu söylemi protesto etti. Derken Yıldız Teknik Üniversitesi profesörlerinden Ahmet Atan, “Yahudi, Ermeni ve Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen soyunuzu araştırın” diye tweet attı. Güreşçi Rıza Kayaalp, “Ermenilere bıraktınız meydanı, Allah belanızı versin eylemci çapulcuları”, “Ermenistan halkı kutlama yapıyormuş taksimi işgal ettik türkiyeye rahatça hakaret edebiliyoruz diye” ve “Sizin yaptığınız eylemi s…… Vatan hayinleri” diye tweetler attı… Üstelik bu kişiye (ödül olarak?) Akdeniz Oyunları’nda Türk kafilesinin bayrağı taşıttırıldı. Bütün bunlara ek olarak, önemli bir kişiden, Başbakan Yardımcısı Prof. Beşir Atalay’dan şu sözler duyuldu: “…Yurtdışında yurtiçinde Türkiye’nin fazla büyümesinden hasetlik duyanlar var, kıskananlar var. Bunların hepsi bir araya geliyor. Bir yandan Yahudi diyasporası...” Yurtiçindeki ve dışındaki Yahudi cemaatleri ve örgütleri bu nefret söylemine karşı büyük bir tepki gösterdi. Bunu üzerine Atalay’ın Basın Müşavirliği bir açıklama yaparak haberi yalanladı… Ama Cihan Haber Ajansı, videoyu yayımladı; Atalay’ın bu sözleri söylediği açıkça görülüyordu! Böylece Atalay, nefret söylemine ilave olarak bir de güvenilirlik konusunda darbe yedi. HHH Neden böyle oldu, Gezi Parkı Direniş’i neden nefret suçlarını tetikledi? 1) İktidar olayı anlayamadı, küflü sloganlarla itibar kaybettirmeye çalıştı. 2) Erdoğan’ın, seçimlerde oy kaybını önlemek için güttüğü gerilim stratejisi, tepkileri keskinleştirdi. 3) “Faiz lobisi” söylemiyle, işaret fişeğini yine Erdoğan ateşledi. 4) AKP’nin kültürel kodları, nefret söylemini destekledi. 5) Kriz zamanlarında insanlar, sakladıkları gerçek düşüncelerini daha rahatlıkla açık ederler. 6) Sorunlar karşısında kendine bakmaktansa, başkalarını suçlamak her zaman daha kolaydır. 7) AKP’nin “İleri Demokrasi” anlayışı zaten böyle bir şey; sadece kriz zamanlarında gerçek yüzünü gösteriyor! HHH Dilerim nefret söylemleri ve cadı avı, daha da tırmanmaz!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle