14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 TEMMUZ 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 Tarihin Uyarısı Yazın ortasındayız, mevsimlerden ceza mevsimidir. Sona, son aşamaya yaklaştığımızı gösteriyor. Bundan sonra daha sert bir üslup, yeni bir tırmanış göreceğimizden kuşku duymuyorum. İşin doğası gereğidir. Bilirsiniz şişede durduğu gibi durmaz, içtikçe içesi gelir âdemoğlunun. Seçim “sathı mailine”, eğik düzlemine giriyoruz. İktidar partisinin, oy kaybının daha da artmasını önlemek için elinden geleni yapacağını, yarar umduğu kimi politikaları gözden geçireceğini, milliyetçilik dozunu artıracağını, savaşçılığa, kahramanlık destanlarına daha fazla başvuracağını, sol gösterip bel altı çalışacağını tahmin etmek zor değil. Ama işlerin eskisi kadar kolay olmadığı da ortada. HHH Gezi Parkı direnişinin kimyayı bozduğu, üslupta eski günleri aratacak bir sertleşmeye yol açtığı da ortada. Yandaşlara “Daha aktif olun, tencere tava çalan komşularınızı şikâyet edin, çekinmeyin” demek başka türlü anlaşılabilir mi? 12 Eylül askeri darbesinden sonra Evren de yurttaşları bu türden bir muhbirliğe çağırmış, kimi yurttaşların bu nedenle başı derde girmiş, ama ihbarcılık da doğrusu çok rağbet görmemişti. Önemli değildir. Önemli olan seçimler yaklaşırken üslupta ve eylemde görülen sertleşmedir. Bu sertleşmeyi yalnızca son zamanlarda artan demokratik gösterilere, azalan desteğe, kamuoyu yoklamalarına yansıyan oylardaki düşüşe, özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçiminin çantada keklik olmaktan çıkmasına bağlamak gerçeği tam olarak anlatmayacaktır. Evet, bunlar can sıkıcı gelişmeler, ama asıl neden politikalardaki hataların bir bir ortaya çıkması, uluslararası reel politika ile açıkça çatışması, dışarıda gereken desteğin görülmemesi bir yana, atılan adımların açıkça eleştiriliyor olmasıdır. HHH Batı Avrupa ile işler iyi gitmiyor. Avrupa her zaman olduğu gibi insan hakları sorunlarını kendi politik gereksinimleri doğrultusunda değerlendirmeye, AB ile Türkiye’nin arasını belli bir çizgide tutmaya yarayacak yönde kullanmaya özen gösteriyor. Bu konuda sosyal demokrat ya da muhafazakâr politikalarda bir farklılık yoktur. ABD ise Ortadoğu politikalarında Türkiye’den tam uyum ya da isterseniz tam itaat diyelim, istemektedir. Suriye, Mısır, İran ve İsrail konularında başına buyrukluğa tahammülü yoktur ABD’nin. “Açılım” politikası ise feraset yoksunluğunun neredeyse açık bir göstergesi olmak üzeredir. Seçim yaklaştıkça artan milliyetçiliğe daha fazla başvurma gereksinimi ile açılım politikası birbiriyle çatışmakta, bu da ister istemez üslupta hırçınlığa yol açmaktadır. Suriye sınırında bir bölgenin adının PKK ile birlikte anılan PYD’nin denetimine geçmesi işleri iyice karıştırmış, açılım görüşmelerinde mutabakata varıldığı söylenen adımlar da sıkıntının üzerine tüy dikmiştir. Şimdi bu adımlar atılsa bir türlüdür, atılmasa bir türlü. HHH Ekonomide artık tutmayan “teğet hesabını” bir yana bırakalım, sıkıntı büyüktür. O zaman geriye ister istemez baskının dozunu artırmak, tarihin böyle durumlar için muktedirlerin önüne koyduğu “çarelere” başvurmak kalıyor. O nedenle cezalar mevsimindeyiz. O nedenle, ihbarcılığın teşviki gündemdedir. O nedenle baskı zirveye çıkmış, medya baskılanmış, yandaş olmayanın mesleğin gereklerini yerine getirmesini önlemek için yeni icatların peşine düşülmüştür. Peki bütün bunlar derde deva mıdır? Olmadığını, bunları muktedirin önüne koyan tarih yazıyor. Muktedirlere tarihin söylediği şudur: “Bunlar benim kitabımda var, ama sen bunlardan sakın diye anlatıyorum sana bunları, sakınmazsan ne olacağını da yazdım, sonra uyarmadı deme sakın bana.” Helal Medya Hazırlayan: 3 ALİ DENİZ USLU Yaşama da saygı yok Sabah gazetesinin eklerinde müzik yazıları yazıyordu Alper Bahçekapılı. Gazetenin yanlı haberciliğine karşı 6 saat durdu. ‘Susmak tek seçenek değil’ dedi ve istifa etti. ölüme de Özkan Güven NTV’de program editörüydü. Gezi Direnişi başladıktan sonra istifa etti Dilsiz hallerden rahatsız oldum l İnsanlar ölürken, gözlerini gaz bombası fişeğiyle kaybederken ve biber gazıyla gazlanırken ne kadar mutlu olunursa o kadar mutluyduk plazaların içinde. His aslında tam şu; biri uçurumun kenarında bir dal parçasına tutunuyor. Siz oradasınız ve onu çıkarıp oradan alabilirsiniz. Bunu yapmak yerine başınızı başka yöne çeviriyorsunuz ve kendi kendinize “Bugün de hava ne kadar güzel” diyorsunuz. Karşı taraf ölmese bile sizi unutacağını pek sanmıyorum. Gezi süresince tüm medya çalışanları gibi ben de rahatsız oldum bu dilsiz hallerden. Telekinezi yöntemiyle gerçekleri yayınlatamayacağımıza göre elimizden tek bir şey geliyordu, o da istifaydı. Şu aralar medya ortamında Gezi’ye destek veren insanlar işten atılıyor. Belki yüzlerce insan işsiz kalacak ama bir gün her şey değişecek; biz yine mesleğimizi yapar olacağız. Medyanın sonunun geldiğine inanmıyorum, geniş kitleler tarafından büyük hayal kırıklığı yaşandı ve az bir güven kalmıştı, o da yok oldu. Ancak bu durum klasik anlamda Türk medyasının sonunu getirmez. Birgün gazetesi için sosyal medyada olan kaygıları göz önüne alırsak hâlâ insanlar sokağı ve gerçeği verecek mecralar arıyor diyebiliriz. İnsanlar Twitter’a gazete ve televizyonlardan daha çok güveniyor şu an; ancak gelecekte sadece sosyal medya yeterli gelmeyecek bence ve bağımsız yayınlar ve televizyonlar karşımıza çıkacak. Çünkü her şey, bir ihtiyaçtan doğar. Sevim Gözay: Biat etmeyen herkesten kurtulmaya çalışıyorlar Bağımlı patronaj l Gezi’den önce Truman Show’du hayat esasen. Sansür, otosansür yine vardı ama dozu, şiddeti tam kestirilemiyordu. Magazin ve futbolla uyuşmuş halde yuvarlanıp gidiyordu medya ve kamuoyu. Gezi’den hemen önceki günleri hatırlayın; ekranda birbirine muz sallayarak futbol dersi veren izansız adamlar ve magazini saran bir siyahi bebek geyiği… Hal böyleyken Gezi, ufuk çizgisine toslama sahnesi oldu herkes için. O çarpma anı hem uyanış, hem de aynı anda, içine hapsolduğumuz yalan dünyanın keşfi oldu. O zamana kadar medya günü kurtarıyor, çarkı döndürüyordu. Ama Gezi gerçeğiyle, Türk medyasının dev bir yanılsama olduğu çıktı ortaya. Toplum haber alma ihtiyacı içindeyken haber kanalları haber yapamıyordu! Korkunç bir yüzleşme.. Medya medya diye pohpohlanan, pahalı bir dekordan başka şey değildi. Protestoları çığ gibi büyüten de bu acı yüzleşme oldu zaten. İşini kaybedenlerden olmama rağmen, tek tek kişilerden ziyade genel durumu önemsiyorum. Çünkü haber yoksunluğu demek, en temel demokratik hakkın yoksunluğu demek. Bunun asıl sebebi, bağımlı patronaj. Elini kaptırırsan kolunu kurtaramazsın. İktidar ve medya ilişkisindeki durum bu. Başbakan’ın gazetecilere, köşe yazarlarına karşı giderek artan baskıcı ve buyurgan tavırları da bunun ispatı zaten. Patronaj üzerindeki tahakkümden alıyor bu gücü Başbakan, bu açık. Tıpkı ekonomi gibi, medyanın da sahibi görüyor kendini. Çünkü patronların geleceği hükümetin elinde. Bağımsız medya demek, bağımsız patron demek. İktidara göbekten bağlı bir medyada, gazetecinin lafı mı olur? Kim gitsin kim gelsinlere, yayın müdürleri yerine hükümetin bakmasından doğal ne var şu ortamda? Akşam’ın durumu ise tam şenlik oldu(!) TMSF’nin el koyma zamanlaması Gezi’nin tam eşiğiydi. Haziranın son haftası ise operasyon start aldı. Kovulmalar ve istifalar peş peşe geldi, biliyorsunuz. İlk şutlananlardan oldum. Hiç de bir gerekçe gösterilmedi. Sadece kovuldum, o kadar. Biat etmeyen herkesten kurtulmaya bakıyorlar, benim anladığım bu. Yerini koruyan tüm medya mensuplarına direnç diliyorum. Alper Bahçekapılı Sabah gazetesi yazarlarındandı. “Dı” diyoruz çünkü gazetesinin önünde “Duram Adam Eylemi” yaptıktan sonra istifa etmişti. Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin başladığı günden bu yana yanlı haberler yapan gazetesinden rahatsızdı. l Medyanın sonu mu geldi? Söz konusu olan gerçek ve doğru haber almaksa geleneksel medyayı yönlendiren ana akım kuruluşlar hiçbir zaman bakılması gereken adresler değildi. Türkiye’deki birçok televizyon kanalının ve gazetenin devletin propaganda aracı gibi davrandığına ve halkı manipüle ettiğine zaten yıllardır şahit oluyorduk. Gezi eylemleri esnasında bu yaklaşımlar doruğa çıktı. Tek kaynaklı bir senaryo belki de hiç olmadığı kadar bariz şekilde medya kuruluşlarına dayatıldı.Yedi gazetenin aynı gün, aynı başlıkla çıkabiliyor olması bir tesadüf değil. Bu tip yaklaşımların sayısız örneği var. Maalesef geleneksel medya hâlâ çok geniş bir kitle üzerinde etkisini sürdürmeye devam ediyor. Sokaktaki insanla konuştuğunuzda bunun farkına varıyorsunuz. Gezi sürecini ve elbette Türkiye’deki birçok konuyu devletin basın bülteni minvalinde medyaya dağıttığı bilgiler üzerinden takip eden bir kitle mevcut. Ancak bugün ciddi bir fark var. Eskiden habere ulaşmanın alternatifi yoktu. Şimdiyse sosyal medyadaki herkes bir basın organının kılcal damarları gibi davranıyor. O damarlar, organlar bir araya gelip toptan bir vücuda, güce dönüşüyor. Bugün sadece Twitter hesabı olan bazı kişiler bile, 40 yıllık gazetelerden daha güvenilir kaynaklar olarak görülüyor. Nedeni çok açık; gündemdeki gerçekler bir yana, insanlar hayati şeyleri dahi sosyal medya üzerinden öğreniyor. TOMA’ların müdahale ettiği yeri, en yakındaki reviri gazetelerden öğrenemezsiniz. Doğru bilginin ölümcül değerde olduğu anlar var. Dolayısıyla bazıları için medya geleneksel anlamda rolünü sürdürse de, birçokları için de anlamını yitireli yıllar oluyor... l Medya terörize edildi. Zor bir karardı işi bırakmak, nasıl görüyorsun ortamı? Bir gazetecinin görüşünü ifade edemediği bir yerde bulunmaması gerektiğine inanıyorum. Trajik olan şu; bazı baskıları o kadar normalleştirmişiz ki, aklıselim her gazetecinin alabileceği “ben artık burada yazmıyorum” kararına dahi şaşkınlıkla bakıyoruz. Her gazeteci çıkıp da kurumundan ayrılmalı, yazmayı bırakmalı demiyorum. İnsanların farklı kaygıları olduğunu, bunların içinde ekonomik olanların ağır bastığının farkındayım. Medya patronlarının baskısıyla bırakın düşündüklerini yansıtmayı, tam aksi şekilde davranmak zorunda bırakılan gazetecilerin olduğu da hepimizin malumu. Bu süreci yönetenler gazetelerin, televizyonların muhabirleri, editörleri değil elbette. Ama insanların hayatı kendi ellerinde. İnandığınız bir şey varsa, o kurumların içindeyken de dışındayken de yapabileceğiniz şeyler var. Susmak tek seçenek değil. BOMBALI EYLEM HAZIRLIĞI İHBARI Ankara’da Suriye plakalı araç alarmı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara’da, “01 14 74” Suriye plakalı 2010 model beyaz renkli Hyundai marka bir otomobilin kentte terör eylemleri gerçekleştireceği ihbarı üzerine polis alarma geçti. Araç, Ankara’da panik yarattı. Suriye plakalı bomba yüklü bir aracın, Ankara’da olduğu istihbaratı üzerine kentte alarm verildi. Terör, istihbarat ve özel harekât polisi de kentte önlemler alırken araç plakası da sürekli anons edildi. İstihbarat ve terör birimleri Adana’da çalınan aracın hedefinin Ankara olduğu ve bombalı eylem gerçekleştireceğini rapor etti. “01 14 74” plakalı, 2010 model, beyaz renkli Hyundai Elentra markalı araç tüm birimlere acil koduyla iletildi. Aracın en son Ankara’da görüldüğü öne sürüldü. Terör, istihbarat ve trafik ekipleri güvenlik önlemlerini artırdı. Kent giriş çıkışlarında yapılan kontroller üst seviyeye çekildi. Yurttaşların yoğun olarak uğradığı meydanlar, AVM’ler ve camilerde de kontroller yapıldı. MİT ve Emniyet İstihbarat daha önce de Suriye’den bomba yüklü olarak hareket eden 3 aracın Türkiye’ye yönelik bir saldırı gerçekleştireceği istihbaratını paylaşmışlardı. “Acil” koduyla il emniyet müdürlükleri ve jandarma ekiplerine söz konusu istihbarat iletilmişti. Ancak tüm çalışmalara rağmen araçların izine rastlanamamıştı. Biz yıllarca bunu mu okumuşuz? l Hükümet her şeyi meşru kılabiliyor. Gezi Direnişi’ne katılan pek çok kişi bir şekilde cezalandırılıyor! Sadece Gezi Direnişi’ne katılan eylemcilerle ilgili dezenformasyon yapılmıyor. Gezi’den bağımsız olarak da tutukluluğuyla ilgili soru işaretleri olan birçok insan mevcut. Hükümet kendi arzusu, düşüncesi dışında davrananları cezalandırmaya eğilimli. Gezi’de bunun boyutu çok daha farklı yerlere ulaştı. Bayrak satan tutuklu, sopayla vuran serbest. Adalet algısını algılamak maalesef mümkün değil. Bu yüzden de insanlar haklı oldukları yerde dahi seslerini çıkarmaktan korkuyorlar. En temel eleştirileri, kaygıları dile getirirken dahi “acaba başıma bir şey gelir mi” diye düşünüyorsunuz. l Yandaş medya göze parmak değil göze her ne varsa sokuyor gibi, işlerin bu kadar çirkinleşebileceği aklına gelmiş miydi hiç? Dönüp geçmişe bakınca haber edinme hakkı açısından işlerin aslında her zaman çirkin olduğunun farkına varıyorsunuz. Gezi eylemlerinin ilk başladığı gün insanların en çok sorduğu sorulardan biri de şuydu: “Biz yıllarca Doğu’yu bu medyadan mı takip etmişiz?”. Gözümüzün önünde gerçekleşenlerin bu kadar çok çarpıtıldığı görünce, Doğu’daki köylerde olanların bizlere ne kadar gerçek dışı şekilde yansıtıldığını insanlar dahi iyi gördü. Son 10 yılda medyanın daha da bastırıldığı bariz. Gezi eylemleri örneğine baktığımızdaysa acı bir gerçeği görüyoruz. Onca yaralıya, ölüme rağmen birçok medya kuruluşu elini vicdanına koymadı. Her şeyi bir kenara bırakın, yaşamın da ölümün de kendisine saygı göstermedi. İşin en çirkin tarafı bu. BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle