14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 TEMMUZ 2013 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA HABERLER 5 Çünkü halk bir avuç pirinç, zeytin, nohuda teslim olmayacak artık! Din sarmalında politika da AKP’yi kurtaramayacak! Başbakan halkı kredi kartıyla soyan bankacılık sistemine ilk kez karşı çıkıyor. Neden acaba? Halk siyasete doğru yürüyor, güçlü bir muhalefet arayışı içine giriyor. Bunun öncülüğünü üniversiteli gençler yapıyor, ağır bedeller ödemelerine karşılık. Ellerinde topu, tüfeği yok o gençlerin! Banka soymuyorlar! Holding patronlarının çocuklarını kaçırıp fidye istemiyorlar. O yüzden örgüt yaftalamasıyla yüzlerce genci, evlerine, kaldıkları yurtlara şafak operasyonları yaparak gözaltına alıyorlar. Şu anda Türkiye genelinde 400’ün üzerinde gözaltı var... Suçları nedir bu gençlerin? Gezi Parkı eylemlerine katılmak! HHH Bu ülkede cehalete, gericiliğe, faşizme karşı çıkmak bildim bileli suç öğesi olmuştur. Dinci faşizmin sarmalındayız şimdi... Hiç kimse iç güçler, dış güçler masalıyla uyutamaz artık halkı... Halk bilinçlendi! Sandığa gitmeyenler bu kez gidecek! Evrensel değerler, hukukun üstünlüğü, adalette eşitlik, çevre eylemleri daha örgütlü biçimde yapılacak. Bizim liberaller, bizim varsıllar, holding patronları taşıma suyla ekonominin dönmeyeceğini gördüler. Doğrudur, AKP iktidarı varsılı daha varsıl, yoksulu daha yoksul yaptı... Ezilenler de uyandı, zengin olanlar da... Sormaya başladılar: “Nereye gidiyoruz?” Hani siz daha önce “halk devrimi” diyordunuz, AKP’nin 11 yıllık iktidarına... Size karşı çıkanları “darbeci, Kemalist, solcu, sosyalist” diye hedef alıyordunuz. Bakın size de Gezi Parkı Direnişi’ni desteklediğiniz için “darbeci” diye saldırıyorlar. Bakıyorum çok üzülüyorsunuz. Obama da Merkel de çok üzgün! Halk uyanıyor halk, masal dinlemiyor! Sandığı bekliyor! Gaz fişeğiyle başından vurulan ve günlerdir hastanede uyutulan A.T’nin ailesi, oğullarının yeniden hayata dönmesini, en sevdiği türküleri söylemesini ve top peşinde koşmasını bekliyor Oğul can oğul... IŞIL ÖZGENTÜRK Her zaman dolu olan Taksim İlkyardım Hastanesi’nin sedyeler üstünde yatan acil hastalarının yanından geçerek, yoğun bakım ünitesine giriyorum. Ünitenin koridorunda, yaklaşık on kişi, genç yaşlı yüzlerinde geniş bir gülümseme birbirlerine sarılıyorlar. Bugün müjdeli bir haber var: 8 Temmuz günü, Gezi Parkı’nın açıldığı ve ardından şak diye kapandığı gün, Taksim Meydanı’nda başından fişekle vurulan ve 8 gündür uyutulan A. T., ayaklarını ve ellerini oynatarak yaşama dair ilk işaretlerini vermiş. Annesi Öznur Hanım, onun ellerini ayaklarını oynattığını görünce sevincinden ağlamaya başlamış, dışarıda bekleyen teyzeler, dostları, arkadaşları günlerden beri ilk kez gülümsemişler, işte ben tam o sırada gelmişim. Dar ve havasız koridordaki sevinç beni de sarıyor, tamam A. doktorlar tarafından yeniden uyutulsa da, yaşam ağır basacak gibi. Evet, annesinin dediği gibi, A. yeniden hayata döndüğünde, en sevdiği türküleri yeniden söyleyecek, yeniden top peşinde koşacak ve yeniden bu ülkenin parkları, ağaçları için kalabalıklara karışacak. Anne Öznur karar vermiş, oğlu ayağa kalkana dek, hiçbir söyleşiye yanıt vermeyecek ve asla ama asla fotoğraf çektirmeyecek. İlk çektirdiği fotoğrafta, mutlaka ama mutlaka A. da olsun istiyor. Bu isteğe saygı duymamak olanaksız, onlara geçmiş olsun diyerek koridordan ayrılırken gözüme, koridorun bir yanında toplanmış yataklar, battaniyeler gözüme ilişiyor. Anne Öznur, “Günlerdir burada yatıyoruz” diyor, “öyle ki, buradan bir an uzaklaşsam, A.’ya bir şey olacakmış gibi geliyor, onu bir saniye bile yalnız bırakamam.” Aileye öneriler gelmiş, daha iyi şartlardaki bir özel hastaneye çıkmaları olanaklı ama onlar doktorlarından çok hoşnutlar çünkü doktorlar A.’yi oğulları kabul etmişler, her an her dakika A.’nın başucunda bekliyorlarmış. A. doktorların en kutsal emaneti olup çıkmış. O sırada yanımıza Figen Hanım geliyor, “A. için gerekli ilaçları bulduk” diyor, “ecza deposu olan bir arkadaş işe el koydu.” Figen Hanım, A.’nın ilk vurulduğu gün Taksim İlkyardım’a gelmiş, “Elimden gelen bir şeyler mutlaka vardır” diye, o günden sonra da aileden biri olup çıkmış. Kendisi Şişli’de oturuyor, grafiker ve tabii 78 kuşağından. Figen Hanım, ben ve Öznur Hanım biraz hava almak için hastanenin küçük bahçesine çıkıyoruz. Bir köşede otururken iki tane gencecik kız yanımıza yaklaşıyor. A.’nin durumunu öğrenmek istiyorlar ve duydukları, sevinç çığlıkları atmalarına neden oluyor. Bahçedeki hasta yakınları onların çığlıklarına alkışlayarak eşlik ediyor. A. herkesin emaneti. Halk Uyandı İki Gözüm! Halka tepeden bakıyorlardı onlar... Bir avuç pirince, nohuda, zeytine oylarını satın alacaklarını düşünüyorlardı. Liberallerin desteğinde bir anda demokrat olmuşlardı... Darbe korkusu, ekonomik darboğaz işlerine yaradı... Siyasetin açmazı, Erbakan Hoca’nın partisinin kapanması, kopuş süreci, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi nedeniyle desteği, 2002 yılında yüzde 35 oyla iktidara taşımıştı AKP’yi... Meclis’e AKP ve CHP girmişti... Demirel Güniz Sokağı’na, Çiller yalısına çekilmiş, Mesut Yılmaz siyasete ara vermişti. 12 Eylül’ün silindir gibi ezip geçtiği sosyalistler, devrimciler, komünistler darmadağın olmuştu. Ecevit, yavaş yavaş sona yaklaşıyordu... Bir demokrasi ve AB rüzgârı esiyordu Türkiye’de... Halk hoşnuttu! Ülkeyi yönetenlerin tek amacı vardı: “Orduyu siyasetten çekmek!” 11 yıllık AKP sürecini uzun uzun anlatmaya gerek yok! Seçkincilik numaralarını, şunu bunu anlatmaya da... AKP’nin karşısında doğru dürüst bir muhalefetin olmaması en önemli öğeydi. Bildiklerini okudular, darbelerin önünü kestiler... Askeri vesayet ortadan kalkınca, kendi ajandalarını açtılar... HHH Darbelerle iç içe yaşayan, gözaltıları, işkenceleri, zindanları bilen bir kuşak yaşlanmıştı artık. Yaşamımız boyunca hep darbelere karşı çıkmış, ağır faturalar ödemiştik. Askeri vesayete de karşıydık, sivil vesayete de... Şunu öğrenmiştik biz: “Muhalif olmayan insan demokrasi mücadelesi yapamaz!” AKP’ye destek verenler, yere göğe sığdıramayanlar ne diyorlardı biriki yıl önce: “AKP seçkinlerin yanında değil, sömürülen halkın yanında...” Şimdi AKP’yi eleştiriyorlar, yerden yere vuruyorlar... Öğretmenleri her gün arıyor A.T’nin babası Mehmet Bey’le konuşurken telefonu sürekli çalıyor, yurdun her yerinden ona ulaşıp A.’nın sağlığını soruyorlar, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını öğrenmek istiyorlar. Mehmet Bey’i en çok A.’nın Ticaret Lisesi’ndeki öğretmenlerinden gelen telefonlar etkilemiş. “Her gün arıyorlar, onlara minnettarız.” Belli ki A. öğretmenlerinin de emaneti. ‘Oğlumu vuran fişek benim paramla alındı’ nne ve Figen Hanım içeri giriyorlar ben çıkışa yöneliyorum, birden televizyon kameralarını görüyorum. Çok genç bir adam müthiş sakin kameralara konuşuyor, az önce A.’nın fotoğrafını görmüştüm, bu genç adam A.’nın babası, hemen yanına gidiyorum. Mehmet Bey, ilk günden beri söylediği sözleri yeniden yineliyor. “Ben, kendimi katil gibi hissediyorum. Çünkü çocuğumun başına gelen biber gazı fişeği benim paramla alındı. Benim vergilerimle alındı ve çocuğuma karşı kullanıldı, kendimi sorumlu hissediyorum, vergilerimizin nerelere harcandığını sormadık! Hep birlikte derin bir uykudaydık ama oğlum A. yaşı küçük henüz on altı ama o bir bireydi. Soru soran, doğrulara ulaşmak isteyen bir bireydi.” A Biz konuşurken yan sırada orta yaşlı bir adam söze giriyor, Kamil Bey, oğlu üçüncü kattan düşmüş Mehmet’le aynı gün hastaneye getirmişler. Kamil Bey, “O genç kadınlar birer kahramandılar” diyor, “Hangi kadınlar” diye soruyorum. “A.’nin yanına polisi sokmayan kadınlar, polisler A.’nin alındığı odaya girmeye çalıştılar, ifade alacaklarmış, dört beş genç kız onları odaya sokmadılar, cop yediler, küfür işittiler ama polisleri odaya sokmadılar. Öyle kahramanca korudular arkadaşlarını.” A. arkadaşlarının da emaneti, o şimdi bütün Türkiye’nin emaneti. A. bir an önce uyan ve ilk işin Gezi’de top koşturmak olsun. Futbol oynamayı severmişsin, annen kulağına fısıldadı, hadi kalk… Tutuklanan bayrak satıcısı Ali Sarıçiçek 11 gün sonra ‘7 kişilik örgütüne’ kavuştu 2 pantolonlu terörist! Sarıçiçek ailesi bir binanın tek odalı bodrum katında yaşam savaşı veriyor. ÖZGÜR ULUSOY ÖZLEM GÜVEMLİ Taksim’de 6 Temmuz’daki Gezi Parkı eylemi sırasında gözaltına alınıp tutuklanan bayrak satıcısı Ali Sarıçiçek 11 gün sonra eşi Merhamet Sarıçiçek’in deyimiyle “7 kişilik örgütüne” kavuştu. Türkiye’deki adalet sisteminin tamamen çöktüğünü düşünen Sarıçiçek, eylemlerde de mitinglerde de bayrak satmaya devam edeceğini söylüyor. “Benim ekmek param bayrakçılık” diyen Sarıçiçek’in eşi Merhamet Sarıçiçek de “Suçlamaları duyunca ‘benim kocam neymiş’ dedim. Sadece iki pantolonu olan örgüt lideri benim kocam. Eve gelseler bulacakları şey biri plastik mermi ile lekelenmiş iki pantolon” diyor. Kuştepe’de bir binanın tek odalı bodrum katında yaşayan Sarıçiçek ailesi geçimini bayrak satarak sağlıyor. En küçüğü 6 aylık en büyüğü 17 yaşında olan oğullarının hiçbiri maddi sıkıntılar nedeniyle okula gidememiş. Oğlu ile birlikte bayrak satan Sarıçiçek’in neredeyse bütün ailesi ve yaşadığı mahalle aynı işi yapıyor. Şişli Belediyesi’ne 3 kere iş başvurusu yapan Sarıçiçek sabıkalı olduğu için sigortalı ve düzenli bir iş bulamıyor. Sarıçiçek artık düzenli bir işi olmasını en azında küçük çocuklarının okula göndermeyi istiyor. Sarıçiçek Kazlıçeşme’de AKP mitinginde, Başbakan’ın Gezi olayları sırasında yurtdışından İstanbul’a dönüşündeki konvoylu karşılamada da bayrak sattığını belirtiyor. Sarıçiçek, “Ben Galatasaraylıyım ama maçlarda Kadıköy’e gidip Fenerbahçe bayrağı da satıyorum. Ekmeğin takımı yok. Gidip hırsızlık mı yapayım?” diyor. Polisten Ali Can’a ilaçlı suyla işkence 6 Temmuz günü, yoğun gaz saldırısından kaçtığı handa gözaltına alındıktan sonra, mahkeme kâtibini bile şaşırtan bir sebeple tutuklanan Ali Can Sünnetçioğlu’nun yaşadıklarının bir bölümünü halası Şebnem’den dinleyip okurlara aktarmıştım. Öykünün tamamını önceki akşam serbest kalan Ali Can’dan dinlemek üzere, dün Kadıköy’e Nâzım Kültür’e gittim. “Girmemiz de sürpriz oldu, çıkmamız da sürpriz oldu” diyen Ali Can, hukuksuz bir şekilde gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan, önceki gün Metris’ten çıkmasıyla son bulan “Matrix’ten çıkış” öyküsünü Cumhuriyet’e anlattı. Polisin müdahalesinin ardından Galatasaray’a çıkarak TKP binasının bulunduğu Rumeli Han’a gittiklerini, parti binasında yüzlerce kişinin olduğunu, 34 saat boyunca kimsenin ayrılamadığını söyleyen Ali Can, gözaltına alınışı sırasında polisin uyguladığı şiddeti şöyle anlatıyor: “Sokağın ortasında insanları dövüyordu polisler, biz 34 saat çıkmadık. Parti binasının girişine gaz atmaya başladılar, indik aşağıya, kapıları kapattık, sürgüledik, açık yerleri bezlerle kapattık. Beklemeye koyulduk. Kimse eylem yapmıyordu, polisin istediği buydu zaten, insanlar evlerine gitmek için bekliyordu. Saat 22 sularında binayı kuşattılar, Ağa Camisi yanında bir kapı var, bir de arkada kapı var. Güven timleri ve çevik kuşattı, koç başlarıyla kapılara yüklendiler, içeriye spreyle gaz sıkıyorlardı. Kapılar demir ama dayanacak gibi değil, koç başlarıyla kırdılar kapıları. İnsanlar korku içinde kaçışmaya başladı, herkese saldırıyorlardı, korkuyla bulduğumuz ilk merdivenden çıktık, 20 kişi kadardık, polis peşimizden geldedi. Niye daha iyi diye düşündüm, dış mihrak yalanına malzeme bulmak için mi acaba. Serseri bir polis vardı, tam bir ayı, biz otobüsteyken ‘Hayrola Takaşi, Tayyip Japonya’daki ağaçları da mı kesti, neden geldi buraya’ diye sordu.” Nezarethane için “işkencenin apayrı bir boyutu” diyor Ali Can. Nezarette bir gün kalmaktansa bir ay cezaevinde yatmaya, yediği dayağın iki mislini yemeye razı olduğunu anlatıyor: “Tamamen psikolojik bir işkence. Girdiğimiz gibi baştan aşağıya soyuyorlar, aşağılarcasına bir arama, ne aradıklarını bilmiyorum. Zaten nezarathane yerin altında, havasız, yüzlerce gözaltı var, nefes alınmıyor. Günde iki defa su veriyorlardı kahvaltıda ve akşam yemeğinde. Diyelim hastaneye rapor almaya gittik akşam yemeğini kaçırdık, o zaman hiç su vermiyorlardı. 10 metrekarelik hücrede 14 kişi kalıyorduk biz. Bir İtalyan gazeteci vardı bizim koğuşta. İşkencenin sadece fiziksel olmadığını görmüş olduk.” ‘Hırsızlık mı yapayım’ ‘Çocuğum korkudan bayrakları saklamış’ S arıçiçek gözaltına alınırken TOMA’lar harekete geçmeden önce polise “Ortalık karışmadan gideyim” demiş ama bırakmamışlar. Polisten bir de dayak yedikten sonra bir ara sokağa gidip ortalığın sakinleşmesini beklemiş. “Otururken arkadan polisin ‘bayrakçıyı da alın’ sesini duydum. Yere yatırıp ters kelepçe taktılar” diyor. Ne kendisinin ne de gözaltına alınan diğer kişilerin tutuklanacağını hiç düşünmediğini söyleyen Ali Sarıçiçek, “Taksim’deki eylemlerle ilgili millet galeyana geliyor diye düşünüyordum. Ama içeri girince haklı olduklarını düşündüm” diyor. Ali Sarıçiçek’in 19 yıllık eşi Merhamet Sarıçiçek de 11 günün kâbus gibi geçtiğini belirterek “Ali’ye hiç üzülmedim ki o içerde bir canı var. Benim burada 5 çocuğum var. Komşuların yardımı ile ayakta durduk” diye konuşuyor. Yaptığı açıklamalar nedeniyle kendisine “birileri mi yönlendirdi” diye sorulmasına da tepki gösteren Sarıçiçek şunları söylüyor: “Niye birileri yönlendirsin? Ben hayat okulunu okudum. Açlığı da yoksulluğu da gördük. 11 gün benim psikolojim bozuldu. Gece yatıyorum, sabah kalkıyorum ekmek diyorum, süt diyorum. Çocuklar ‘anne sen uyurken süt sayıklıyorsun’ diyordu. Oğlum korkudan evdeki bayrakları yatakların altına saklamış. 2 gün sonra bulduk.” di, kameralar filan yoktu, orada polis ve biz vardık, dakikalarca dayak yedik. En çok dövülen bendim galiba 20 kişi arasında, en son beni aldılar, yerlerde sürüklediler, küfürler ettiler, hiç durmadan, cop, tekme, yumruk, başıma tekme yedim, bize, ailemize küfrediyorlardı. Kolumdan tutup merdivenlerden sürüklediler. İlaçlı TOMA suyu var ya pet şişlere doldurmuşlar, onlardan başımdan aşağıya döküp tekrar dövdüler. Ne olduğunu bilmiyorum ama cildim yandı, o gün gözaltına alınırkenki Twitter’a düşen fotoğrafta ıslağım ya o yüzden.” Polisin sicil numarasını aklına yazmış Ali Can, kendisini döven polislerden birinin sicil numarasını aklına yazmış, eline kalem kâğıt geçene kadar da unutmamak için günlerce tekrarlamış. Ali Can cezaevinde yaşadığı bir olayı da şöyle aktarıyor: “Metris’te kuraldır, sabah 8, akşam 8 sayım yapılıyor. İnfaz memurları gelip kapıyı açıyor, selamünaleyküm, diyor, koğuş aleykümselam diye cevap veriyor, sayım yapıyor Allah kurtarsın diyor, koğuş da amin diye yanıt veriyor. Birçok koğuşta, aleykümselam yerine her yer Taksim, her yer direniş sloganı atılıyordı. Önce biz ordayız diye sandım ama eylem boyunca Metris Cezaevi’ndeki adli suçlular koğuşlardan bu sloganı atmışlar.” ‘Tayyip Japonya’daki ağaçları da mı kesti” Ali Can, cezaevinde yaşadıklarını yazmaya başladığı not defterinden bir şeylere bakıyor ve kendileriyle birlikte gözaltına alınan bir Japon’un gördüğü muameleyi de anlatıyor: “Yüzümüz dönük duvara, bir polis memuru amirine seslendi, ‘Amirim bir yabancı turist var bunların arasında’ diye seslendi, amir ‘Al al onu da al, daha iyi’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle