16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 HAZİRAN 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 işler çığrından çıktı ve tüm Türkiye’yi kaplayan zincirleme bir tepki doğdu. HHH Hükümet yanlılarının Gezi Parkı ile ilgili sarıldığı bir başka söylem ise “Hükümetler meydanlarda, sokaklarda değil sandıkta değişir” yaklaşımı. Evet, doğrudur. Bize göre de öyle olmalıdır. Zaten Taksim’de toplananların hükümet değiştirmeye çalıştığını söylemek de o insanların tepkisini anlamamak ve hafife almak olur. Ama... Demokrasi de 45 yılda bir kurulan sandıktan ibaret, şekli bir şey değildir. Demokrasi bir kültürdür. Çoğulculuktur, karşılıklı saygıdır, ötekini dinlemektir ve hoşgörüdür. Türk halkı, gündelik hayatına, alışkanlıklarına, yaşam biçimine ve tercihlerine siyasi otoritenin her gün “din öncelikli” bir şekilde müdahale etmesinden rahatsızdır, öfkelidir. Peki ama bu rahatsızlığını ve öfkesini göstermek için ille de sandık beklemek zorunda mıdır? Sen kimseyi dinlemeden ağaçları sök, biz seyredelim! Tepkimizi göstermek için de gelecek seneki yerel seçimi bekleyelim. Bugün sökülen ağaçlar bir daha geri gelir mi? Alevileri rencide eden Yavuz adının değişmesini isteyenler 2015 seçimine kadar beklemek zorunda mı? İçki içip içmeme tercihimizi savunmak, kaç çocuğu hangi yöntemle doğuracağımızı belirlemek, çocuğumuzun okul yaşını belirlemek gibi konularda karşı karşıya kaldığımız dayatmalar için ille de Cumhurbaşkanlığı seçimini mi beklemeliyiz? HHH Evet, bu bir ağaç meselesidir. Ama sadece ağaç meselesi değildir. Taksim’de başlayıp sonra Türkiye’nin tüm meydanlarına ve hatta dünyanın birçok merkezine sıçrayan bu protestoda ayağa kalkanların mesajı bellidir. 5 gündür Başbakan’ın dayatmalarına, kendisinin de çok sevdiği Mehmet Akif’in şu dizeleriyle yanıt vermekteler aslında: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum!” Kapılar üzerlerine kapanmasın Çocuk mahkumlar tehlikede FİGEN ATALAY Cezaevlerinde, Mayıs 2013 tarihi itibarı ile yaklaşık iki bin çocuk kalıyor. Bunların 1400’ü tutuklu, 420’si hükümlü. Bu çocuklar tam şu anda neler yaşıyor hiçbirimiz bilmiyoruz! Belki bedenlerine vahşice saldırılıyor, belki onurları kırılıyor. Bunları belki ilerde öğreniriz, belki de hiç duymayız. Çünkü çoğunlukla tahliye olduktan sonra bile anlatamıyor, korkuyor, utanıyorlar. Kız çocukları, kadın cezaevlerinde, kadın cezaevi olmayan illerde, erkek cezaevlerinin bir bölümünde, kadınlarla aynı koğuşlarda kalıyor. Oysa onlar henüz çocuk. Yargı süreleri çok uzun, ortalama bir yıl sürüyor. Yargıtay aşaması kesin hüküm süresi ise ortalama 2 yıl. Bu durum, çocukların daha çok yıpranmasına neden oluyor. Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı (TCYOV) Yönetim Kurulu Başkanı Nevin Özgün, çocuk cezaevlerinin tamamen bağımsız ve uluslararası koşullara, çocuğa uygun yapılanmasının gerektiğini vurgulayarak “Çocuklar, ‘cezalandırıcı zihniyet’ten arınarak topluma kazandırma anlayışı ile barındırılmalı. ‘Bunlar artık işe yaramaz’ bakışı tehlikeli. Çocuğun daha fazla dışlanmasına neden oluyor” dedi. Tahliye sonrası için her çocuğa bireysel program sunulmasının gerektiğine dikkat çeken Özgün şunları söyledi: “Çocuk, maalesef kapının önünde kendi dünyası ile baş başa kalıyor. Suça sürüklendiği ortama geri dönüyor. Ülkemizde çocuğa öncelik veren sosyal ve ekonomik programlar, Meclis’te ele alınmıyor. Genellikle bir olay ortaya çıkınca gündeme geliyor. Çocuk cezaevlerinde, çocuğun hizmet alabileceği ve olmazsa olmaz durumundaki ‘sosyal servisdanışman’ sayısı çok yetersiz. ‘Kadro yok’ cevabı asla mazeret olamaz. Çocuk, tahliye sonrası için meslek kazanmalı, hatta işe yerleştirilmelidir.” İnfaz koruma memurlarının çocuklara davranışlarının çok önemli olduğunu belirten Özgün, “Çünkü en fazla yüz yüze oldukları kişiler. Çocuğa davranış bilinci için sürekli eğitim gerekiyor. Çocuklarla çalışmak için eğitim alan memurların yerleri değişmemeli. Tarihe baktığımızda ilk çocuk suçluluğu Ham ‘Tutuklama en son çare olmalı’ Maltepe Kapalı Çocuk Ceza İnfaz Kurumu’nda 12 hafta çocuklarla çalışan Prof. Dr. Esin Küntay, bu çocuklarla 12 hafta eğitim yaptık. Bu sayede onları çok daha yakından gördüm, hangi nedenlerle suça sürüklendiklerini anladım. İlk akla gelen “bir an evvel bunları tutuklayalım!” Böyle olmamalı, mahkeme devam ederken tutuklamaya gerek yok, denetimli serbestlik diye bir sistem var, bu yaygınlaştırılmalı. Aslolan, çocuklara yaptığı hareketin yanlış bir şey olduğunu kavratmak. Bu da uzmanlar aracılığıyla yapılacak bir şey. Kapalı tutmakla bir şey olmuyor. İçerde iyice bileniyorlar, alışkanlıklar keskinleşiyor. murabi döneminde gündeme gelmiş. O bile ‘ceza değil, nasıl kazanmalı’ diye kafa yormuş’’ diye konuştu. Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı, bu çocuklara yönelik olarak halen İstanbul Maltepe ve İzmir Şirinyer Eğitimevi’nde etkilikler yürütüyor. Her yıl sonu Adalet Bakanlığı’na gönderilen raporlarda koşullar anlatılıyor. Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Nevin Özgün’ün, TBMM İnsan hakları Araştırma Komisyonu Başkanlığı’na gönderdiği mektup şöyle: “Pozantı’da yaşananlardan sonra, Şakran ve Antalya L tipi cezaevleri ile ilgili kamuoyuna yansıyan, çocuk haklarına ve insanlık onuruna aykırılık taşıyan istismar ve işkence olaylarını esefle kınıyor, tüm sürecin takipçisi olduğumuzu bildirerek, Araştırma komisyonunuzun acil olarak Şakran, AntalBu çocuklar hep çok çocuklu ailelelerden. Göç faktörü var, ailenin ekonomik olanaksızlıkları var. Anne baba ilgisi yetersiz. Başıboş kalıyor, arkadaş grubuna takılıyorlar. Bu çocukların en çok yakındıkları ve üzüldükleri şey, bazılarının aileleri hiç ziyarete gelmiyor. 12 haftalık eğitim sonunda fikirleri değişti. Birileri gerçekten onlarla ilgilenir, farklı bir yol verirse, en azından bazıları değişecektir. Çağdaş çocuk adalet sistemi, çocuğu cezalandırmayı değil, eğitmeyi, yeni baştan sosyalleştirmeyi, yeniden toplumla bütünleşmesini sağlamayı öngörüyor. Bizde ceza hukuku sistemi uygulanıyor. ya ve diğer tüm çocuk cezaevlerinde inceleme ve araştırma yapmasını ve kamuoyuyla paylaşmasını, Araştırma sürecinde, çocukların damgalanmasını önleyecek, kişilik haklarına ve özel hayatlarına saygılı bir yaklaşım sergilenmesini, İnceleme, soruşturma ve ziyaretlerin Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) standartlarına uygun olarak yapılmasını, Vakfımız ve diğer sivil toplum örgütlerinin inceleme komisyonunda yer almasının sağlanmasını, Çocuk yargılamalarında cezalandırıcı bakış açısından sıyrılıp çocukların topluma kazandırılmaları, özgürlüğünden yoksun bırakılmalarının ise ancak yetişkinlerden ayrı olarak çocuklara özgülenmiş kurumlarda, en son çare olarak en kısa süreyle uygulanması yönünde çalışmalar yapılmasını talep ediyoruz.” Ceza değil eğitim Tahliye sonrası riskli ‘Acil inceleme istiyoruz’ İlk kez Hammurabi döneminde ÇHD, avukat yargılama ve tutuklamalarını mercek altına alarak sonuçları raporlaştırdı: Durum çok kaygı verici İLHAN TAŞCI ANKARA Çağdaş Hukukçular Derneği, avukatlar hakkındaki soruşturma ve davaları mercek altına yatırarak sonuçları raporlaştırdı. ÇHD’nin raporuna göre 176 avukat soruşturma ve kovuşturmaya uğradı. Terörle Mücadele Kanunu kapsamında 78 avukat hakkında dava açılırken, mesleki faaliyetleri nedeniyle 53 avukat tutuklandı. Raporda, yaşanan tablonun savunma açısından “vahim” olduğu vurgulandı. ÇHD’nin avukat yargılamalarına ilişkin raporunda, Türkiye’de son 10 yılda avukatlar hakkında açılan soruşturma ve yürütülen kovuşturmaların kaygı verici boyutlara ulaştığı saptaması yapıldı. Raporda, soruşturma ve davaların hedefindeki avukatların kimler olduğu şöyle anlatıldı: “Yok sayılan Kürtlerin, hakları gasp edilen u ÇHD’nin avukat yargılamalarına ilişkin raporunda, Türkiye’de son 10 yılda avukatlar hakkında açılan soruşturma ve yürütülen kovuşturmaların kaygı verici boyutlara ulaştığı saptaması yapıldı. Hedef oldular işçilerin, işkenceye uğrayan devrimcilerin, evlatlarını polis kurşunu ile kaybeden ailelerin, parasız eğitim talep eden öğrencilerin, şiddet mağduru kadınların, gecekondusu yıkılan yoksulların, doğası tahrip edilen köylülerin ve tüm ezilenlerin savunmanlığını gelenek haline getirerek üstlenenlerdir. Bu avukatlar, aynı zamanda Türkiye’de demokratik hak mücadelesi yürüten ve antidemokratik uygulamalara karşı çıkan ve bu temelden örgütlenen avukatlardır. Onlar avukatlık mesleğini sadece duruşma salonları ile sınırlamamış, müvekkillerinin haklarını her alanda ve yerde savunmuş, bu uğurda mücadele etmişlerdir. Verdikleri bu mücadele nedeniyle siyasal iktidarın, polisin ve yandaşlarının hedefi olmuşlardır.” Raporda, 2011 yılının kasım ayında dünyanın en büyük avukat operasyonunda 41 avukatın gözaltına alındığı, bunlardan 36’sının tutuklandığı belirlemesi yapıldı. 18 Ocak 2013 tarihinde Çağdaş Hukukçular Derneği’ne yapılan operasyon ile ÇHD’nin 16 yöneticisi ve üyesinin ev ve bürolarına baskın yapıldığı anımsatılan raporda, “Hukuksuz ve keyfi arama kararları ile kapılar kırılmış, meslektaşlarımızın evleri, büroları talan edilmiş, dosyalarına el konulmuştur” denildi. Bu operasyonda ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve İstan bul Şube Başkanı Taylan Tanay ile birlikte 9 üyenin tutuklandığı vurgulandı. KCK ana davası olarak bilinen ve Diyarbakır’da görülen davada da 103 avukat hakkında soruşturma başlatıldığı ve soruşturmaların halen sürdüğüne işaret edildi. Raporun sonuç bölümünde, tablonun savunma mesleği açısından oldukça vahim olduğuna işaret edilerek “Söz konusu operasyonlarda avukatların ifade ve örgütlenme özgürlüklerini güvence altına alan ulusal ve uluslararası mevzuat hükümleri çiğnenmiş, Türkiye devletinin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler belgesi olan Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipleri Havana Kurallarıihlal edilmiştir. Türkiye’de avukatlar bu denli baskıya maruz iken savunmanın özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir” değerlendirmesi yapıldı. Vahim bir tablo ‘‘ Cezaevlerinde yaklaşık iki bin çocuk kalıyor. Bunların 42’si kız. Yargı süreleri çok uzun. Tahliye sonrası çocuklar, kapının önünde kendi dünyası ile baş başa kalıyor, suça sürüklendikleri ortama geri dönüyorlar. ‘‘ Tahliye sonrası çocuklar, kendi dünyası ile baş başa kalıyor ‘Keyfimizin Kâhyası mısın?’ Gezi Parkı’yla ilgili yaşanan olaylarda Başbakan’ın haklı olduğu tek bir nokta var: Evet, bu olay sadece bir ağaç meselesi değildir. Tabii ki bir ağaç meselesidir. Ama “sadece” ağaç meselesi değildir. Gezi Parkı meselesi “ağacı kesip yerine AVM kondururum” meselesinin çok ötesinde, siyasi iktidarın bu ülkede “Taksim’e Topçu Kışlası yaparım”, “Çamlıca’ya en büyük camiyi dikerim”, “İçkiyi yasaklarım” ,“Kadınların doğurup doğurmayacağına, doğuracaksa bunun hangi yöntemle olacağına karışırım”, “Dini gerekçelerle çocukları yaşından önce okula başlatırım”, “Muhalif milletvekilini, gazeteciyi hapiste tutarım”, “Protestocu öğrenciyi coplatırım”, “Beğenmediğim yazarı attırırım”, “Üçüncü köprünün adını Yavuz koyarım” gibi nice dayatmasının tamamına yönelik toplumsal bir patlamayı içinde taşımaktadır. İnsanlar kültürel alışkanlıklarına, sosyal yaşam biçimlerine ve bireysel ve siyasi tercihlerine bu kadar sık ve bu kadar buyurgan biçimde karışılmasına, önce Taksim’de, ardından diğer kentlerde bir araya gelerek adeta Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetine “Keyfimin kâhyası mısın?” deme noktasına gelmiştir. HHH Kimse bu meseleyi yok “darbe çığırtkanlığı yapılıyor”, yok “27 Mayıs provası yapılıyor” şeklinde çarpıtmamalıdır. Taksim, Kuğulu Park, Gündoğdu Meydanı ve Türkiye’nin daha birçok yerinde ayağa kalkan insanlar örgütlü bir topluluk değildir. Tam tersine aşırı örgütsüzdürler. Hatta izleyebildiğimiz kadarıyla protestocular bir kurum ya da kuruluşun yönlendirmesi altına girmemeye de eylemleri boyunca çok büyük özen gösterdiler. Daha en başta, polisin birkaç çevreciye uyguladığı orantısız şiddete duydukları ortak tepkiydi onları bir araya getiren. Polis aynı şiddetle karşılık verince Kendileri başka ilde, kadroları Karabük’te u 2. Abdülhamit’e ‘onursal doktora’ verdi, kadroya aldığı profesörler başka kentlerde görev yapıyor İKLİM ÖNGEL ANKARA 2. Abdülhamit’e “onursal doktora” vererek gündeme gelen Karabük Üniversitesi (KBÜ) Rektörü Prof. Dr. Burhanettin Uysal’ın tıp fakültesine aldığı profesörlerin kente uğramadığı, tıp fakültesi öğrencilerinin ise altyapı yetersizliği nedeniyle Zonguldak’ta eğitimlerini sürdürdüğü belirtildi. ‘Etik olmayan bir şekilde profesör oldular’ Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, profesörlerin Karabük’te görevlendirilmesi gerektiğini belirterek “Karabük’te birçok kişi etik olmayan bir şekilde profesör oldu. Rektörün unvan dağıtmada sınır tanımadığı anlaşıldı” dedi. Karabük Üniversitesi Rektörü Burhanettin Uysal, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir sultana, “onursal doktora” unvanı vermiş ve bu unvan tepkiyle karşılanmıştı. Uysal tepkilere yönelik “Ülkemizde raylı sistemlere yönelik olarak çok fazla yatırım devam etmektedir. Türkiye’nin ilk ve tek demir çelik enstitüsü de KBÜ’de bulunmaktadır. Bizim tarihimizde 100 yıl öncesinde İstanbul Hicaz Demiryolu’nu gerçekleştirmiş olan Abdülhamit Han’ı tekrar yâd etmek ve o gün zor şartlarda yapılabilen yatırımların, bugün daha fazla yapılabileceğini ortaya koymak adına böyle bir çalışma yaptık” açıklamasını yapmıştı. Karabük Üniversitesi’nde tıp fakültesi açılmasına karşın öğrencilerin öğretim üyesi olma ması nedeniyle Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde eğitim gördükleri, fakülte kadrosuna alınan öğretim üyelerininse başka illerde çalıştıkları belirtildi. Bu arada üniversite, Karabük Devlet Hastanesi’nin tıp fakültesiyle birlikte kullanılması ve adının “Sağlık Bakanlığı Karabük Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi” olmasını içeren protokol imzaladı. Protokolün imzalanmasına karşın kadrosu KBÜ’de olan akademisyenlerin çoğu Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapıyor. TTB Genel Sekreteri İlhan, KBÜ Rektörü Uysal’ın ihtiyacı olmadığı ve kullanmayacağı halde 17 kişiyi profesör kadrosuyla aldığını kaydetti. İlhan, “Rektör, orada çalışmayacak kişiye neden kadro veriyor, protokolden sonra neden çağırıp çalıştırmıyor” diye sordu. Karabük’e hiç uğramadılar Onlarca kişinin Karabük Üniversitesi’nden “profesör” unvanı aldığını, ancak Karabük’e hiç uğramadığını söyleyen İlhan, “Rektörün yıllar önce yaşamını yitirmiş bir sultana da unvan vermesiyle, unvan dağıtmada sınır tanımadığını anladık” dedi. Karabüklülerin birçoğunun kendi üniversiteleri kullanılarak profesör olunduğundan habersiz olduğunu dile getiren İlhan, “Karabüklüler hastaneye gittiklerinde, ‘Profesörler nerede’ diye merak ederlerse, Ankara Dışkapı’ya bakmalılar” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle