16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 HAZİRAN 2013 PAZAR 2 HABERLER Şaşıran Pusula Bülent TANLA 22. Dönem Milletvekili Geçmişten Ders Almak Mustafa Kemal Atatürk’ün temel ilkelerini savunmak için yıllardır çalışanlardan biriyim. Demokrasinin bütün kurallarıyla yurdumuzda yerleşmesi için yazmadığım kalmadı. Daha Menderes’in iktidarında başladık gerçekleri söylemeye, iktidarları doğru yola çağırmaya. Menderes dönemi geçti gitti. Ama sonu çok acıklı olarak bitti. Adnan Menderes asıldı. Hak etmiş miydi, değil miydi tartışın durun. Ama adam asmak diye bir uygulamanın ne kadar insanlık dışı olduğunu unutmayın. İstemedim, bir dikta yönetimi kurmaya kalkışan ve yıllarca bu tutumunu sürdüren Adnan Bey’in böyle korkunç bir sonuçla karşılaşmasını. İdam haksız, yanlış, insanlık dışı bir şeydir. Neyse ki yasalarımızdan kaldırdık. Yerine gelen “müebbet hapislik”le yetinmek... Tek adam olarak yönetimi elinde tutmaya kalkmak her zaman kötü sonuçlar veriyor. Dünyada pek çok örnek vardır. Adolf Hitler on yıl tek adam olmuştu. Mussolini daha uzun süre. Sonları ne oldu? Öldürülmek, cesedi yerlerde sürünmek. Tehlikelidir, yanlıştır. Politikada bir yere gelmişsin. Seçimle ya da zorbalıkla. Sağlam tut kendini, yetin bu kadarla. Ama bir daha seçilmezsem ne yaparım, en iyisi seçim meçim olmadan ben tepede kalayım dersen, iş kötü bir yola gider. Örnekleri saymakla bitmez. Niye bir kez daha anımsatıyorum bütün bunları. Bilmeyen, duymayan yok biliyorum, ama yinelemek gerekiyor. Son günlerde Başbakan Erdoğan’da bir heves belirdi. Tek adam, ama başkan olmak... Öyle geçersiz bir başkanlık değil, sağlam, güvenli, uzun bir iktidar... Açıkça söyledi de bunu geçenlerde. Görev bir bütün olmalı, o da bir başkanın elinde bulunmalı. Olanak olursa bu düşünceyi yaşama geçirmeye elbet kalkışacaktır. Gidiş o gidiş. Bir türlü demokrasiye alışamıyoruz. O geliyor, derken o gidip bu geliyor. Hep aynı dar kafa, hep aynı inatçı direniş, iyiye güzele, doğruya, halkın yararına karşı eylemlerle bu güzel yurdu bir kez daha perişan etmeye... Hep yazıyorum. Yaşlı bir gazeteci, bir yazar niye bu gidiş iyi değil diyor. İktidarı elinde tutanları akıl yoluna çağırıyor. Anlarlarsa kendileri için iyi olur. Öncekiler gibi, bunlar da geçmişten ders almazlarsa, sonlarını kendi elleriyle hazırlamış olurlar. Ne demeli, kendileri bilir. S on yıllarda ‘bilgi toplumu’ , ‘bilgi çağı’, ‘bilgi teknolojileri’ kavramları hayatımızın birer parçası haline geldi. Bu dili daha fazla kullanır ve duyar olduk. Düşünür, yazar ve çizerler, siyasetçiler devamlı olarak insanlık tarihinin en büyük dönüşümünün içinden geçtiğimizi iddia ediyor. Yaşadığımız dönüşümü kavramak ve geleceğe hazırlanmak için ihtiyaç duyacağımız en önemli kavramın ‘bilgi’ olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Sebebine gelince; bilgi, doğru karar vermek için zaruri bir ihtiyaç gibi gereklidir. Her karar çeşitli bilgiler neticesinde ortaya çıkmayı gerektirir. Doğru, gerçek ve daha çok bilgiye sahip olanlar daha doğru, daha güvenilir karar verebiliyor, dolayısıyla onların başarılı olması da kaçınılmaz olmaktadır. Bilgiyi tarif ederken kullanılabilecek en büyük ölçüt, onun karar verme sürecindeki rolü kadar ne kadar doğru ve gerçek olduğudur. Basit sayılabilecek kararlarımızı alırken bile birçok bilgiye ihtiyaç duyduğumuzu göz ardı etmediğimizden, her kararın bilgi gerektirdiğini bilgi ihtiyacı olmayan hiçbir karar olmadığını anlamalıyız. Kısaca, eksiksiz, doğru, gerçek bilgi doğru karar almamızı sağlar. Bilgi ile demokrasi arasında da paralellik kurmak mümkündür. Bugünki siyaseti ve bazı çarpıklıkları anlayabilmek için ünlü şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir görüşünden yola çıkmamız hem sanat hem de son yıllarda izlenen siyaseti açıklamak açısından da doğru olacaktır. Dağlarca’nın sanat anlayışını şu cümlesi özetler: ‘Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir. ’ Kamuoyu anketlerinin son zamanlarda yol gösterici yönlerinden ziyade karar vericiler ve ka muoyunu etkilemek için kullanıldığına şahit olmaktayız. Yöneticiler işine geldikleri bilgileri açıklamakta, işine gelmeyen bilgileri kamuoyuna açıklamamaktadır. Kamuoyu anketlerinin topluma açıklanması ve medyada yayımlanması uluslararası araştırmacıların (ESOMAR) ilkelerine bağlanmıştır. Bu ilkeler Araştırmacılar Derneği tarafından yayımlanmakta ve duyurulmaktadır. Türk toplumunun, halkının özelliklerini doğru ve iyi bilmek gerekir. Türk halkı kavga etmeyi sevmez ama kavga seyretmesini sever. Sosyolojik olarak İmralı sürecini bu bilgi çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Ayrıca konunun gündemde kalabilmesi etkili olabilmesi, konunun süratle çözümlenmesi için anlaşılabilir bir yol haritasının da Türk kamuoyuna açıklanması gerekirdi. Batılılar özellikle Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere tüm dünyanın gözü kulağı Türkiye’dedir. Türkiye ve bu konu hakkında yanlıgerçek her türlü bilgiye de sahipler. Ancak bizi yönetenler ve kamuoyu ise bu bilgilerden yoksundurlar. Özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bazı konularda doğru bilgilendirilmiyor. Güvenilir ve doğru bilgiye ulaştırılması bizzat çevresindekiler tarafından zorlaştırılıyor. Bazen bir kelime insanı hiç beklenmedik bir ruh durumuna, içinde kök salmış bir ahlak düzenine, bir manevi evrene sürüklemeye itebilmektedir. Bu kelimelerden biri ‘inşallah’tır. Konuşma dilinde bir öneriyi, bir çağrıyı kabul etme anlamında kullanılıyorsa da vazgeçme, isteksizlik, ihmal, sözünden dönme durumlarında kelimenin asıl anlamına başvurulmakta, söz verilmediği için işin Tanrı’ya bırakıldığı ileri sürülmekte suçlu kendisini aklamaktadır. (*) Demokrasi ile medya, medya (*)Türk Hümanizmi, Prof. Dr. Suat Sinanoğlu, Türk Tarih Kurumu daki izlenme oranlarıyla medya sahipliğinin güvenilir ve doğru bilgi arasındaki ilişkisi tam ve doğru yöndedir. Örnek olarak İngiltere, İtalya, Fransa gibi ülkelerde devlet televizyonlarının izlenme oranları yüzde 2530’lar seviyesindeyken Türkiye, Amerika, Arjantin gibi ülkelerde bu oran yüzde 18 arasında kalmaktadır. Bu durum bilgi kirliliği, bilgi kırılması ve asimetrik bilgi ile kamuoyunun karşı karşıya kalmasına neden (gerekçe) olmaktadır. Medyada yer alan farklı bilgilerin kamuoyuna hızla iletilmesi karşısında toplum kendi farklılıklarını daha da yüksek ve sert bir biçimde dile getirmekte, kamplaşmakta, gerginleşmekte farklı bilgilerle yaşam biçimini şekillendiren toplulukları, zümreleri düşman olarak değerlendirmektedir. Bugün Türkiye’de yaşayan 76 milyon vatandaşımızın içinde yaşadığı toplumun tarihkültürünü gerektiği gibi tüketememesinin yine halkımızın (her bir ferdin) ortalama eğitim yılının üç yıl dört ay gibi çok düşük seviyelerde bulunması hangi bilginin doğruluğuyanlışlığı konusunda ciddi kafa karışıklıklarına ve çelişkilere neden olmaktadır. Bu durum vatandaşlarımızı zorlamakta ve güç durumda bırakmaktadır. Dünyada önemsenerek doğru ve güvenilir bilgiye 2001 yılında Nobel ödülü verilmesine karşılık, halkımızın bulunduğu konumlardan dolayı her duyduğunun, okuduğunun veya söyleneni doğru bilgi sanan veya sanarak davranan toplumu yönetmek gerçekten hem çok zor hem de çok kolay bir iştir. Ama hükümete ve en yetkili durumdaki kişilere doğru ve güvenilir bilgilere ulaşmak, bütün iç ve dış baskılar karşısında doğru kararlar almak toplumda uzlaştırıcı, farklılıkları bir bütün içinde çağdaşlaşmaya götüren, yumuşak, germeyen demokratik bir davranış içinde olması gerekmektedir. 31 Mayıs Cuma 2013 Taksim Meydanı: Bu Neyin Fotoğrafı? Bugün canım yazı yazmak istemiyor… İçerdeki ve dışardaki okurlarımın beni anlayışla karşılayacaklarına inanıyorum! Yazı yerine medyatava’dan aldığım bir Taksim fotoğrafını ve fotoğraf altı yazısı olarak da Tayfun Talipoğlu’nun bir tweet’ini paylaşmak istiyorum. Fotoğrafın adını siz koyun artık! Gazla yıldıramayacağını anlayan polis, kapsülü zarar versin diye kafalara nişan alarak atıyor gaz bombasını. 4. Köprüye Hayır! İstanbul tıkandı ve yaşanmaz hale geldi. İstanbul’un büyük sorunu, kontrolsüz, plansız, anormal büyümesidir. Çözüm; nüfus, yerleşme ve ulaşım konularının bütüncül planlama anlayışıyla ele alınıp çözülmesine bağlıdır. Doğan HASOL geçen sürede Sayın Erdoğan’ın görüşleri değişmiş. Köprüler tuzağı etkisi nedeniyle, 3. köprü girişimi gündemden hiç düşmemişti. 2005’te İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Karayolları Genel Müdürlüğü’nce getirilen, boğaza 3. köprü teklifini onayladı. Öneriye göre, “İstanbul Boğazı Raylı Sistemli 3. Karayolu Geçişi” projesinde köprünün ArnavutköyVaniköy arasında yapılması öngörülüyordu. Ne var ki güzergâhı konusunda net bir bilgi verilmiyordu. Buna karşın, öneri AKP’li üyelerin oylarıyla kabul edildi. Arnavutköylüler köprüye karşı çıkarak kararı sürekli protesto ettiler, gündemde tuttular, direndiler. Belediye Başkanı Kadir Topbaş, belediye meclisinin o kararını sonradan nedense veto ederek Meclis’e geri gönderdi. Topbaş bu kez, Başbakan’ın, köprünün daha kuzeye, Karadeniz’e doğru bir yere yapılmasına yönelik görüşlerinin Meclisçe dikkate alınacağını belirtiyordu. 3. köprü önceki planlarda olmadığı gibi İstanbul için hazırlanıp 2009’da onaylanmış olan 1:100.000’lik Çevre Düzeni Planı’nda da bulunmuyordu. O planın hazırlanmasında görev alanlar, İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu (İMP) uzmanları ve danışmanları, anılan köprünün gereksizliği ve yaratabileceği zararlar konusunda görüş birliğine varmışlardı. Ayrıca ilgili 3 No’lu Koruma Kurulu daha 1994 yılında Garipçe ve Poyrazköy’ü “sit” ilan etmiş ve köprü için o güzergâhı reddetmişti. Tartışmalar sürerken Başbakan’ın, yöreyi helikopterle gezerek köprünün yerini belirlemeye çalıştığını medyadan öğrendik. Evet, şimdi 3. köprü yapılıyor. Yeni havalimanı ile birlikte şehrin kuzeye doğru tümüyle yayılmasına neden olacağı kaygıları çok yaygın. Kaygılar yetkililerce göz ardı ediliyor. Önümüzdeki süreçte yüzbinlerce ağaç kesilecek, su havzaları yok olurken ekolojik dengeler bozulacak; İstanbul, o yörelerdeki yeni yerleşmelerle daha da azmanlaşacak. Dahası, yeni köprü İstanbul’un ulaşım çilesini azaltmayacak. İstanbul tıkandı ve yaşanmaz hale geldi. İstanbul’un büyük sorunu, kontrolsüz, plansız anormal büyümesidir. Çözüm; nüfus, yerleşme ve ulaşım konularının bütüncül planlama anlayışıyla ele alınıp çözülmesine bağlıdır. Bu da ancak, politik kararların ötesinde, ciddi bilimsel yaklaşımlarla olabilir. “4. köprüye hayır!” demeye başlamanın tam zamanıdır. “D aha üçüncüsü ortada yok, dördüncüsü nereden çıktı?” dediğinizi duyar gibiyim. 3. boğaz köprüsünün temeli 29 Mayıs günü atıldı. Bu gidişle, ömrümüz yeterse dördüncüsünün tartışıldığını, onaylandığını ve yapıldığını da göreceğiz. Bu nedenle 4., hatta 5. köprülere şimdiden karşı çıkmak gerekiyor. Artık, öteden beri söylediğimiz köprüler tuzağına düşmüş bulunuyoruz. Yine söyleyelim: Köprüler doğurgandır. Yapılan köprü ileriye dönük bir tehlikeyi de beraberinde getirir; geçişleri teşvik ederek kendisini izleyecek başka köprülerin yapımını zorunlu kılar. İstanbul Boğazı’nda bugün yaşanan durum budur. Öte yandan, “köprü” yalnızca bir köprüden ibaret değildir; bir sistemin yalnızca bir bölümüdür. Bağlantı yolları, çevre yolları köprünün tamamlayıcılarıdır. Üstelik, yapılmış olan ilk iki köprünün yalnızca lastik tekerlekli araçlara, hatta özellikle otomobillere göre düzenlenmiş olması o köprülerin geçiş verimliliğini de azaltmıştır. 2. köprünün yalnızca transit trafik için yapılacağı söylenmişti. Bu yolun İstanbul’un dışından transit geçen kıtalararası bir yol olacağı düşünülmüştü. Oysa çok geçmeden çevresinde gelişen yoğun yapılaşmayla, ağırlıklı olarak özel otolara hizmet veren bir şehir içi yolu haline geliverdi. Köprülere dayalı ve otomobile yönelik ulaşım çözümleri İstanbul’un her iki yakasındaki yerleşim dengelerini kökünden sarstı. Şehir yanlış ve başıboş şekilde kuzeye doğru yayıldı. 3. köprü konusu 2. köprünün 1988’de açılmasından kısa bir süre sonra gündeme gelmişti. Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde yeni bir köprüye karşı olduğu, hatta “3. köprü İstanbul için cinayettir” dediği biliniyor. İstanbul Şehir Gazetesi’ndeki 20 Mart 1995 günlü haberi aktaralım: Başkan Erdoğan, Başbakan Tansu Çiller’in Japonya gezisi dönüşünde kendisine 3. boğaziçi köprüsü için müjde verdiğini söylemiş, “3. köprü İstanbul için cinayettir. Kuzey bölgemizde kalan yeşil alanların imara açılarak katledilmesinden başka bir şey değildir. İnşallah bu cinayet bitmeden hükümet değişir” demiş. Şimdi Çiller’in yerinde Erdoğan var. O dönemde Çiller’in önerisine tepki gösteren Erdoğan’ın girişimiyle bu kez 3. köprünün temeli büyük coşku ve gösterişli törenlerle atıldı. İki yıl içinde bitirileceği söylenen köprü, İstanbul’un iyice kuzeyinde Garipçe ile Poyrazköy arasında yer alıyor. Demek ki
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle