16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 HAZİRAN 2013 SALI 8 HABERLER Sosyologsiyasetçi Prof. Dr. Sencer Ayata, Gezi Parkı direnişini yorumladı: Cem Yılmaz çocukları İKİNCİ HALKA: KOZMOPOLİT KENTLİLER ‘İKTİDAR, İSTANBULLUYU TANIMIYOR’ Şimdi eylemci çekirdek kendi başına kalsaydı, daha çok sokakta gençlik eylemi olarak kalabilirdi. İktidarı bu ölçüde rahatsız eden bir toplumsal protesto hareketi düzeyine ulaşamayabilirdi. O nedenle ayrıca üzerinde durmamak yanlış olur. Bu ikinci halka sayısal olarak çok daha büyük. Onlar da çok biber gazı yedi, ama hep en önde değillerdi. Genç ve eğitimli bir kesim. Kozmopolit kentliler diyebiliriz. Şöyle tanımlayacağım: Sadece İstanbul’u yaşayan değil, İstanbul’la yaşayan bir kesim. İstanbul her yönüyle onlar için başlı başına bir ilgi alanı. Filmlerde, dizilerde, romanlarda, belgesellerde hep İstanbul’u izliyorlar. İstanbul’da büyük bir kültür endüstrisi var. Kozmopolit kentliler kültürü en çok tüketen kesim. Bienallere, müzik, film festivallerine gidiyorlar. İstanbul’un tarihi mirası ile olduğu kadar, doğası ile ilgililer. Tüm farklılıkları ile İstanbul toplumunu merak edip tanımaya çalışıyorlar. Evlerinde Ara Güler resimleri var. En çok da İstanbul’un sokak kültürünü seviyorlar. İstanbul’un metalaşması, kamu alanlarının yok edilmesi, betonlaşma, çevre tahribatı konularında çok ama çok duyarlılar. Ama Emek Sineması, ama sokakta masa yasaklaması. Ama yeşilin doğranması, ama su havzalarının yok edilmesi. Bu kültür sermayesi, entelektüel birikimi ve profesyonel bilgisi çok yüksek olan kozmopolit kentlileri rahatsız ediyor. Yeni orta sınıfın en yaratıcı kesimi İstanbul’un hiç arzu etmedikleri yönde şekillendirilmesine, bir azar bir öfke ile hayatlarının düzenlenmesine karşı çıkmak için meydanları hiç boş bırakmadılar. Aynı toplum kesimleri Ankara’da da, İzmir’de de meydanları doldurdu. İktidar, İstanbul’u çok iyi tanıdığı iddiasında. Ama bu İstanbul’u İstanbul yapan kesimi tanımıyor. İktidar çevrelerinin İstanbul’u tanımak diye en iyi bildiği nereden, ne kadar kazanacakları. Düşman Ne garip değil mi, Türkiye’yi silah zoruyla koca bir kışlaya çevirmeye çalışan 12 Eylül rejiminin ardından, sivil olduğunu iddia eden Tayyip Erdoğan diktası da İstanbul’un ortasına kışla dikmek inadıyla polislerini, milislerini sivil halkın üstüne saldırtıyor. Tabii ki, askeri diktanın rejimi 12 Eylül kışlasıyla, sivil diktanın rejiminin kışlası arasında bir fark olacak. O da ikincinin sivil kışla olmasıdır. Sivil kışla da nasıl olurmuş diye sormayın, olduğunda göreceksiniz. Sivil kışla, askeri amaçlarla kullanılmayacak, otel veya AVM de olacak olsa, oraya kondurulma yöntemi aynıdır: Kışla kafasıyla dayatma. Askeri vesayeti tasfiye ediyorum deyip ve askeri vesayete rahmet okutan sivil diktayı yerine ikame eden, sivil darbenin sivil diktasının simgesinin ve inadının da bir kışla olması, 12 Eylül darbesinin iki farklı aşaması, askeri ve sivil dönemi arasında bir zihniyet farkı olmadığının çarpıcı kanıtı. Kışla kafası, dünyayı ikiye ayırır; dostlar ve düşmanlar. Kışla kafasının kaçınılmaz sonucu olarak, kendisinden yana olmayan, yanında saf tutmayan herkes düşmandır. Kışla kafasının onsuz olmazı düşmandır. Düşman kavramı olmasa kışla kafasının gerekçesi kalmaz. Onun varlığı düşmanın da varlığıyla kaimdir ancak. HHH Türkiye’de bugün hayatta olan insanların çoğunluğu, 12 Eylül’ü neyin ne olduğunu idrak edecek yaşın altındayken yaşadılar ya da hiç yaşamadılar. Ama nasıl bir dönemdi 12 Eylül diye soracak olursanız yanıt çok basitti: Dünyanın ve ülkenin bizler, onlar, yani dostlar ve düşmanlar diye kesin bir çizgiyle ikiye ayrıldığı bir dönemdi. Bugün egemen kılınmaya çalışılan zihniyete ne kadar benziyor değil mi? İki diktanın da ortak paydasıdır düşman rejimi. 12 Eylül askeri döneminin egemeni Evren, her yerde düşman görürdü, karizmasını düşman ile besleyip güçlendirirdi. Bugünün egemeni Tayyip Bey aynı yöntemi benimsiyor. Her ikisinin politikasının ortak paydasıdır “düşman”, tıpkı diğer diktalar gibi. Diktalar düşmana muhtaçtırlar, herkesi düşman görür, yoksa düşman yaratırlar. Orada diktatörün istemediği, kabul etmediği şeyleri yapanların hepsi düşmandır. Tartışan düşmandır. Özgürlük isteyen düşmandır. Diktatörün istediğinden başka çözüm öneren düşmandır. Tereddüde düşen düşmandır. Ve düşmanın mutlaka ezilmesi, yok edilmesi gerekir. HHH Düşman ile uzlaşma olmaz, düşman ile bir arada yaşanamaz. Düşman yenilmeli, düşman kahredilmelidir. Her yerde düşman görmek diktatörün sultası altında boyun eğmişlerin saflarını sıklaştırmak için çok elverişli bir yöntemdir. O zaman tereddüde düşülmez. Çünkü düşman vardır, tereddütten yararlanır. Soru sorulmaz, çünkü “acaba” demek düşmanlıktır. Tartışılmaz, karşı çıkılmaz, çünkü tartışma ve itiraz düşmanı güçlendirir. Dediğim gibi, düşman diktaların en kıymetli onsuz olmazıdır. Ama “düşman” ile demokrasi olmaz. Çünkü demokrasi uzlaşma, tartışma, özgürlük rejimidir. “Düşman” demokrasinin tek düşmanıdır. Çünkü girdiği yerde, tereddüdü, soruyu, düşünmeyi, itirazı, özgürlüğü ve uzlaşmayı yok eder. Tayyip Erdoğan siyasi yaşamı boyunca, hep bir düşman ya da şeytan yaratmıştır. Bu tutumundan hiç vazgeçmez. Düşman yaratır ve gücünü “düşman”dan alır. Onun için Tayyip Bey ile ne demokrasi olur ne de “barış”. Bunların çoğunun keskin ideolojik görüşleri olmayabilir. Ama siyasi görüşleri var. Bir otoriter yönetimi protesto etmek için oradalar. Örgütlü ve örgütsüz eylemci gençler sonunda toplumun bir kesiminin gözünde, “kahraman” oldular. Çünkü kimsenin yapamadığını yaptılar. Korkuyu yendiler. Bu gençler genellikle çocuk merkezli ailelerin çocukları. Kendi odalarındaki TV’yi seyretmiş, kendi bilgisayarlarında oynamışlar. Eylemleri de bir eğlenceye, adeta bilgisayar oyununa çevirmediler mi? Örneğin, biber gazını geriye gönderdiklerinde hep birlikte “Oleyy!” çekmeleri gibi. Tam bir zekâ, formasyon, kıvraklık ve çeviklik gösterisi. Yaratıcı ve muzipler. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve sosyolog Prof. Dr. Sencer Ayata’ya göre, Gezi Parkı eylemleri “yeni orta sınıf”ın demokrasi hareketi. Ayata, henüz birkaç hafta öncesine kadar “odasından çıkmamak, bilgisayar başından kalkmamakla” eleştirilen çoğu 1990 doğumlu gençlerin isyanının altında, “yaşam tarzıma dokunma, değerlerimi aşağılama” tavrının yattığı görüşünde. Eylemlerin “çekirdek” grubu olan bu gençlerin profilini, “Teknolojiyle dünyaya bağlanıyorlar. Üretken ve yaratıcılar. Saldırı silahları yok, pasifistler... Mizah ile büyümüşler. Ekşi Sözlük, Zaytung, Cem Yılmaz çocukları... Kanımca Ayşe Arman’ın, Gülse Birsel’in isyanına da kulak verdiler” diye özetliyor. Eylemlerde gençliği tamamlayanlar ise “kozmopolit kent” kültüründen yetişenler ile çoğu CHP tabanından olan, mahallelerde “tencere/tava” çalanlar. Prof. Ayata, bu kesimlerin desteği olmasaydı, Gezi Parkı eylemlerinin bir “sokak gençlik hareketi” olarak kalacağına vurgu yapıyor. Erdoğan’ın eylemcileri “çapulcu” sıfatına layık görmesini ise Fransız Devrimi’nde isyan eden orta sınıfa karşı “baldırı çıplaklar” tanımını kullanan “kral ve kralcılar”ın tavrıyla özdeşleştiriyor. Gezi Parkı eylemlerini “siyasetçi” gözlüğünden çok, “sosyolog kimliği” ile irdeleyen Prof. Dr. Sencer Ayata, Gezi Parkı direnişini Cumhuriyet için yorumladı: Önce bir konunun altını çizelim. Yapılan değerlendirmeler hareketin türdeş olmayan çoklu, çoğulcu yapısını doğru saptıyor. Hareket çok renkli, çok bileşenli. En önemlisi hem kadın hem erkek. Farklı kuşaklar ve farklı toplum kesimleri var. Ama ağırlıkla genç ve orta sınıf. Üzerinde durulan kesim Gezi direnişinin merkezinde yer alanlar. Biber gazı ile sürekli yüz yüze gelen ve hareketin lokomotifi olan en genç çekirdek. Böyle olmakla birlikte tüm dünyada senelerce konuşulacak ve incelenecek olan bir kent protesto hareketini daha geniş bir çerçeve içerisinde ele almak gerekir. Kanımca bu pek yapılmıyor. Hareket özellikle İstanbul’da ve diğer büyük kentlerde lokomotif rolü oynayan gençlere ek olarak aynı derecede önemli iki halkayı daha içeriyor. Ön planda yer alan eylemci çekirdeğin arkasında ve çevresinde, onları destekleyen, meydanları hiç terk etmeyen daha büyük bir kalabalık vardı. Sadece İstanbul’da değil, Ankara ve İzmir’de de. Üçüncü bir halka ise tüm Türkiye’de milyonların katıldığı semt veya mahalle hareketleri. Protestonun çekirdeğini oluşturan gençleri siyaset dışı gibi gösteren yorumlar var. Bu çok yanlış. Bir kere Taksim Platformu önceden oluşmuş. Bunun içerisinde siyasi partiler var, örgütlü sivil toplum kuruluşları var. Yani bir şekilde Taksim düzenlemeleri konusunda hesaplaşmaya hazır örgütlü gruplar var. Zaten onlar eylemi başlattılar. Onun için eylemlerin içinde siyaset yok demek, o gruplara olan büyük bir haksızlık. Bunlar, esas olarak sol gruplar. Çekirdek grubun bir başka unsuru var. Şimdi Türkiye ve medya, sürekli olarak o grubu tahlil ediyor. O ikinci grupta, öncesinde eylem deneyimi olmayan gençler var. Herkes onlara isim arıyor. Dijital kuşak, internet kuşağı, Y kuşağı. Bu gençler genellikle çocuk merkezli ailelerin çocukları. Biriki çocuklu aileler. Aile onlar doğmadan sürekli çocuk hakkında okumuş. Birey olarak yetiştirilmiş çocuklar. Kendi odalarındaki TV’yi seyretmiş, kendi bilgisayarlarında oynamışlar. Eylemleri de bir eğlenceye, adeta bilgisayar oyununa çevirmediler mi? Örneğin, biber gazını geriye gönderdiklerinde hep birlikte “Oleyy!” çekmeleri gibi. Tam bir zekâ, formasyon, kıvraklık ve çeviklik gösterisi. Hiç eyleme katılmamış bu gençler, daha örgütlü ve eylem deneyimi olan gençlerle çabuk empati kurdular. Eğitimliler, çok çabuk öğrendiler. Kendileri baskıdan çok çekmiş anne ve babalar onlar yetiştirirken iki şeye çok önem verdi. Eğitim ve özgürlük. Onlara kolay kolay hayır denmedi. Hayır denmeye alışık değiller. Bu yüzden de esir kampındaki bir mikrofondan sürekli talimat verir gibi konuşan seslere hiç alışamadılar. Sonunda da karşı çıktılar. Kuşak çatışması değil de kültür çatışması var. Batı dünyasındaki 68 hareketinde kuşak çatışması vardı. Ama bu gençler anne ve babalarına çok yakınlar. Siyasi olarak da öyle. Babaları gibi “Ben de oradaydım” demek istiyorlar. Çatıştıkları kendilerine dayatılan ataerkil, buyrukçu, muhafazakâr kültür ve siyaset. O kalıba girmeyeceklerini açıkça söylüyorlar. Yaşamlarına müdahaleye izin veremeyeceklerini söylüyorlar. Değerlerine, yaşam tarzlarına hakaret edenleri, aşağılayanları protesto ediyorlar. Bohemin isyanı Bu bohemin isyanıdır aynı zamanda. Şimdi bohem nedir? Yani bohem tabii ekstrem adıyla bütün kapitalizmin işte gösterişli, tüketimci, markacı özelliklerini, tersten sıfırlayarak reddeden insan. Burjuva çok mu giyiniyor, o pejmürde gezer; burjuva çok mu hayatına dikkat ediyor, burjuva çok mu paraya maddiyata önem veriyor, o hiç vermez. Yani tarih sahnesine püritenliğe ve burjuvaziye karşı zaten bohem başkaldırmıştı. Bohemlik burada yenilikçilik ve yaratıcılık olarak ifade edilebilir. İstanbul’da bir mimar, İtalyan bir mimar özel olarak stüdyo alıyor. İstanbul bu duruma geldi. Böyle bir yaşam tarzı İstanbul’da buluşurken, İstanbul’u istediğin gibi şekillendiremezsin. Sen toplumun, İstanbul’un katmanlarını tanımıyorsun. Tanısan bunu yapmazsın. İstanbul’u tanımak diye bildikleri bir tek şey var, “Nereden ne kazanırız”. Çok katmanlı bir protesto hareketi ‘BEYAZ YAKALILARIN ROLÜ’ Yeni orta sınıfın en pratik tanımı beyaz yakalılar. Yani bulundukları mesleki konuma, eğitimleri vasıtasıyla gelmiş olanlar. Gelirlerinin esas kaynağı ücret ve maaş olan kimseler. Yeni orta sınıf, bütün toplumlarda en hızlı büyüyen kesim. Kısacası Türkiye’nin vasıflı işgücü. Aynı toplum kesimleri içerisinde yer alıp AKP’ye oy veren ve AKP’yi destekleyen milyonlarca insan var. Yeni orta sınıf elbette protesto hareketlerinde tam bir blok olarak yer almadı. Ama büyük bir kesimi yer aldı. Hareketin profiline ilişkin sözlerimizi şöyle tamamlayalım. Yeni orta sınıf büyük bir demokrasi hareketine eylemcisiyle, öğrencisiyle, genciyle ve kadınıyla damgasını vurdu. ‘Y kuşağı mı?’ Tencere tavacılar: ‘Baldırı çıplaklardan CHP tabanı Yine üzerinde pek durulmayan üçüncü ve en büyük halka kritik günlerde miting meydanlarını dolduran ve mahallelerde her gece toplanıp gösteriler yapan halk oldu. Mitinglerin yüz binlere ulaşması yeni orta sınıfın yanı sıra başta işçiler olmak üzere farklı toplum kesimlerinin katılımıyla sağlandı. İşçi sendikaları sürece grevle destek verdi. CHP de mitingini iptal ederek köprü yürüyüşünden sonra birkaç yüz bini bulan taraftarı ile Gezi’nin açılmasından hemen önce Taksim’e geldi. CHP Genel Başkanı mitinge bir yurttaş olarak katıldığını söyledi. Türkiye’nin birçok kentinde ve çok sayıda mahallede gece yarılarına kadar gençler eğlendi, maç sonrası gibi araba kornaları çalındı, tencere ve tavalara vuruldu. En yaygın görüntü üstünde Atatürk resmi olan bayrakların sallanması. Bu üçüncü halkada ve özellikle mahalle hareketlerinde yer alanların üçte ikisi hatta bazı yerlerde dörtte üçü CHP seçmeni. Hareket yalnızca genç eylemcilerin siyasi kompozisyonu bakımından değil bütünü açısından da çok yönlü ve çok katmanlı. Bu bütünün tüm unsurlarını dikkate almazsak sağlıklı değerlendirmeler yapamayız. ‘ÇAPULCULARA’ ‘Hayır’ı bilmiyorlar’ Bunların çoğunun keskin ideolojik görüşleri olmayabilir. Ama siyasi görüşleri var. Protesto ettikleri ve kafalarında çok iyi tanımladıkları bir siyasi hedef var. Net olarak ifade ettikleri siyasi talepleri var. Bir otoriter yönetimi protesto etmek için oradalar. Örgütlü ve örgütsüz eylemci gençler sonunda toplumun bir kesiminin gözünde, “kahraman” oldular. Çünkü kimsenin yapamadığını yaptılar. Korkuyu yendiler. Başbakan ülkenin çok iyi eğitim görmüş bu kesimleri için “çapulcular” dedi. Fransız İhtilali sırasında başkaldıran orta sınıflar için kral ve eski rejim taraftarları da “baldırı çıplaklar (sans culotte)” demişti. Demek ki iktidar bu toplum kesimlerine “mutlak otorite” penceresinden bakıyor. Yıldırım: Sosyal medya sorgulanmalı SÜRECEK ‘Aşağılama, hakaret etme!’ n ANKARA (Cumhuriyet) Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Gezi Parkı’nda bulunanların internete erişim sıkıntısının aşırı yüklemeden kaynaklandığını belirterek “Orada sorgulanması gereken başka bir şey var. Acaba olaylarla ilgili sosyal medya ne kadar, hangi ölçüde düzgün kullanıldı? Bu sosyal medya olayları provoke etme ve yalan yanlış haberler yayarak insanları galeyana getirme konusunda bir erişmeye sebep oldu mu?” dedi. n ANKARA (Cumhuriyet Barosu) Tüketici Hakları Derneği Gezi Parkı eylemine destek vermek için düzenlenen gösterilerde biber gazı bombası kullanılmasıyla ilgili olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ankara Valisi Alaattin Yüksel ve Ankara Emniyet Müdürü Kadir Ay hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. THD’den suç duyurusu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle