25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 HAZİRAN 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Söz Milletin Ben de oralarda olmalıydım. İstanbul’da Taksim’de ya da Ankara’da Ulus’ta... Daha önce böyle meydanlarda toplanan halkın yaşattığı büyük gösterileri de gördüm. Ama şu haziranın ilk günkü başkaldırılarını düşte bile görmedim. İnanılır gibi değil Taksim’deki kalabalık; adım atacak yer kalmamış. Hepsinde aynı ses, aynı bilinç, aynı özlem. “Hükümet istifa, hükümet istifa...” Tayyip Bey bu başkaldırılara ne diyecek diye bekledim. Akşama kadar konuşmadı. Ne diyecekti ki? Görevinden kendi isteğiyle ayrılması mı? Geçin efendim, olacak şey değil. Bir kez gelmiş, partisi çoğunluğu elde etmiş, on yıldır TC Başbakanı. Giderek daha da yükselecek, Çankaya’ya çıkıp oturacak. Sabahtan geceye kadar TV’nin başındaydım. Hâlâ da öyleyim. Birkaç TV, olayları yakından gösteriyor, geriye kalanlar ise havadan sudan idare edip zaman öldürüyor. Gide gide bu hale mi geldik? İçler acısı, yürek sızlatıcı bir ülke oluvermişiz. On yılın sonunda halkımız artık yeter demiş. Bağırarak, koşarak, çırpınarak... Anlayan var mı? Tayyip Bey ve arkadaşları çekilip gitmiş(!), akıllarından bile geçirmezler derim ben. Kolay mı bir değişiklik, yeni bir seçim? Her şey seçimle mi? Sen yüzde 45 aldın, ben daha az. Milletin yarısı bir yanda, öteki yarısı karşı yanda. Bu gerçeği gözden kaçırmamalı... Görevini demokrasi koşullarına göre yerine getirmeli. Ama on yıldır iktidarda olan bir topluluk ipin ucunu bırakmayacağa benzer. Bir on yıl daha mı? O zaman sen ülkenin ne hale geleceğini göreceksin, neyse ben görmeyeceğim... Uygar bir ülkede olsak işbaşındaki başbakanın çaresizlikle kendiliğinden görevi bırakacağını görürdün. Çok örneği var. Halkın güvenini yitirmiş olmak, bunu da yüz binlerce kişinin oluşturduğu gösterilerle duyurmak, uyandırmak, “artık yeter, söz milletindir” gibi eski bir sloganı bugün de yeniden yaşatmak kaçınılmaz olmuşsa... 1 Haziran’da tüm Türkiye’de; her ilde, her ilçede, her yerde “istifa et” çığlıkları yeri göğü inletmeye başlamışsa yolun sonu gelmiş demektir. Bütün bunlara karşın iktidarda direnmek çok ters sonuçlar doğurur. Gidersin, yine gelirsin. Demokrasinin kuralıdır. İnanmıyorsan, ne işin var ülkeyi yönetmeye heveslenmekte. Hazirandaki yüz binlerce yurttaşın özlemine, umuduna yanıt vermek kaçınılmazdır. Bundan kaçan kurtulur sanmayın. u Yaşananlar, tarihin tekerrür etmekte olduğunu dolayısıyla ders alınmadığını göstermektedir. Gidişat bellidir ve şu veya bu ismin değil, Türkiye’yi on yılda bugüne getiren “zihniyet”in gideceği anlaşılmaktadır. Gereken de budur. Gidişin demokrasi içinde olması artık tek beklentidir. Süha UMAR / Büyükelçi (E) Haklı çıkmak hoş bir duy şarılı(!) dış politika” ile Türk gudur. Olumsuzda haklı çık ulusunun neredeyse yarısının mak ise insanı üzer. yoksulluk sınırında yaşamaOlacakları görebilmek ra sına, buna karşılık daha düne hatlatıcıdır. Olumsuzluğu gö kadar üç kuruş maaş alan kirüp kimseye anlatamamak ise şilerin ülke yönetimine gelip insanı kahreder. birkaç yılda Karun kadar zenOlacaklar, ulusun, ülkenin gin olmalarına yol açan, ülkegeleceğini tehlikeye sokacak nin varlıklarını satmaya, tüm sa durum vahimdir. doğal, tarihi, arkeolojik, külOlanlar artık saklanabilir, te türel değerlerini talan etmevil götürür olmaktan çıkmış ye dayalı, “başarılı(!) ekoken hâlâ “âlemi kör, herke nomi” masallarını yutmadısi sersem sanmak”, akıl tu ğını, onaylamadığıtulmasının da ötesinde, insan nı göstermiştir. zekâsına hakarettir. Bununla da yetinİnsanın ise çok zeki oldu memiş, Tanrı ile inğunu, “bilgisiz, ilgisiz, umur san arasında kalmasamaz” diye nitelenen “Türk sı gereken dinin, bir gençliği”, tüm dünyaya kanıt yönetim biçimi olalamıştır. Birilerinin yine cini rak dayatılmasına tepesine çıkacak ama bu genç “dur” demiş, kimlik, Cumhuriyeti kendilerine senin gözüne sokemanet eden Atatürk’ün ile madığı, ancak hiçri görüşünü, dünyayı kavra bir zaman inancını ma yeteneğini de bir kez da yitirmediği dinini, ha doğrulamıştır. dininin tüm değerUzun söze gerek yoktur. lerini, sembolleriTürk ulusu, ülkesine, Cum ni, bunları kişisel çıhuriyete, laik ve çağdaş yaşam karları için kullanan biçimine, demokrasiye sahip kişilerin elinden alçıkmıştır. Kişisel çıkarları ül mıştır. kenin ve ulusun üstünde tutan Yaşananlar, tariiç ve dış pazarlıkları; ülkeyi hin tekerrür etmekbölecek “açılım”ları; Cum te olduğunu dolayıhuriyetin 90 yıllık birikimini sıyla ders alınmayok edebilecek savaş hevesle dığını göstermekrini; ancak “karabasan” ola tedir. Gidişat bellirak nitelendirilebilecek, “ba dir ve şu veya bu is Gelecek İçin Endişeliyim min değil, Türkiye’yi on yılda bugüne getiren “zihniyet”in gideceği anlaşılmaktadır. Gereken de budur. Gidişin demokrasi içinde olması artık tek beklentidir. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı dahil tüm AKP’li yöneticilere bir görev düşmektedir: Gelişmeleri doğru değerlendirip istifa dahil, gereğini gecikmeden yaptırmak, yapmak, değişimin demokratik yoldan gerçekleşmesine ortam hazırlamak. Bu yapılmazsa, ülkenin ve Cumhuriyetin, “emniyet supabı” olan ve geçmişte bu görevi gereği gibi yerine getiren yargı, basın, silahlı kuvvetler ve bürokrasi gibi kurumlar son on yılda çökertildiği için en istenmeyen değişim yöntemi devreye girebilir ve bunun ulusa ve ülkeye bedeli ağır olur. Bu açıdan baktığımızda, Başbakan’ın söylemi ve yönetim anlayışı umutsuzdur. Başbakan vekili iken Bülent Arınç’ın, doğrularla ilgisi olmayan, “kendileri de yıllarca yaşam biçimlerine müdahale edilmiş bir grubun üyesi olarak” ifadesi, hâlâ kendini haklı gösterme çabasıdır. Hükümetin ülkeyi bugüne getiren, başta yasama olmak üzere tüm eylemlerine koşulsuz onay veren Sayın Cumhurbaşkanı’nın hiçbir zaman eyleme dönüşmeyen, yaptıklarıyla çelişen çevre günü mesajı dahil, “ulusu avutmayı”,“tepkileri yatıştırmayı” ve “rakibine karşı puan kazanmayı” amaçlayan açıklamaları, ancak gerçeği görmek istemeyenleri yanıltabilir. Bütün bunların özeti, Sayın Davutoğlu’nun bir köşe yazarı için söylediği, “o bizim düşmanımız” sözünde ifadesini bulan, AKP’nin, “bizden olmayan düşmanımızdır” zihniyeti umut verici değildir. Gelecekte haklı çıkmaktan endişe ediyorum. Taksim: AKP’nin Vebali Genel olarak teşhisi koyduk: Taksim Gezi Parkı Direnişi, insanlığın içine girdiği yeni bir dönemin, ‘Bilişim Devrimi’ döneminin Türkiye’ye yansıması, bu devrimin insan hakları ve özgürlükler bağlamındaki patlamasıdır... Tarihe, bakarsak ve diyalektik düşünürsek neler olacağını kestirebiliriz dedik: Bastille ile Berlin Duvarı sonrası, Fransız Devrimi ile Küreselleşme süreçleri, karşıtlıkların gelgit tahterevallisini gösteren örneklerdir. HHH Peki Türkiye’de somut olarak neler olacak? Taksim Gezi Parkı Direnişi şu veya bu biçimde karşı tepkileri davet edecek, AKP iktidarı önemli girişimlerde bulunacaktır! Bu girişimler iki yönde olabilir, iki sonuç verebilir: 1) Akıllı demokratikleşme ile Türkiye düze çıkar. Akıl, mantık, demokrasi, uluslararası konjonktür, “barış süreci” ve “AB süreci” açılarından beklenen budur... Ama, Başbakan Erdoğan’ın bugünkü tutum ve davranışlarına göre bu olasılık şimdilik biraz düşük görünüyor: Teşhisleri, olayı tam kavrayamadığını, kullandığı dil ise tepkisel bir otoriterliği yansıtıyor. 2) Tepkisel otoriterleşme ile, bir süre için geri gidiş yaşanır! Aynen Fransız Devrimi’nden sonra krallığın restorasyonundaki veya Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Küresel terör ve karşı askeri harekâtlardaki gibi, bir ters tepme, bir geriye gidiş görüntüsü oluşabilir. Twitter kullananların bile gözaltına alınma olayına, terör örgütü ve hükümeti devirme suçlamalarına, eli sopalı sivil polislere ve Başbakan Erdoğan’ın “uluslararası güçler”, “faiz lobisi” gibi beyanlarına ve tehditlerine bakılırsa bu olasılık şimdilik daha yüksek görünüyor. Bu geri tepme, Türkiye’deki demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin, en azından bir süre için, daha da geri gitmesine bile yol açabilir... Ama bu durumu kalıcı sanmak yanıltıcı olur: Çünkü aynen Endüstri Devrimi’nde olduğu gibi, Bilişim Devrimi de artık hükmünü icra etmektedir... Nasıl monarşiler Endüstri Devrimi’nden sonra (bir süre için geri gelmiş gibi görünmelerine karşın) yıkıldıysa, otoriter rejimler de, Bilişim Devrimi’nden sonra (bir süre direnseler de) çözülecektir! Türkiye de, dünya ile birlikte, yeni bir insanlık aşamasına, yeni bir döneme girmiştir: Diktatörlüklerin yıkıldığı, buyurgan, otoriter devletin çözüldüğü bir döneme... Bunu, uzun vadede kimse önleyemeyecektir... Çünkü tarihin hükmüdür bu. Taksim’deki çocukların bize anımsattığı gerçek işte budur ve bundan sonra yaşanacaklar da bu çizgide olacaktır... Bu sürecin ne denli sancılı ve maliyetli olacağının vebali ise AKP iktidarınındır! Fotoğraf: Uğur Demir ‘Millet’ Getirir, ‘Millet’ Götürür Sevgi ÖZEL Sayın Başbakan’ın son günlerde söylediği sözlerden yanlış olmayanı ayıklamaya çabalıyoruz; Başbakan, “Bizi millet getirdi, millet götürür” dedi; ara sıra da olsa “biz” dedi. “Eyvallah!” Doğru söze ne denir? Peki, sokaklara akın edenler kim; uzaylı mı? Gençler, kadınlar, sanatçılar, bilim insanları, işçiler; HALK… Binlerce insan günlerdir sokakta yatıp kalkıyor. Binlerce değil de Sayın Başbakan’ın dediği gibi, “üç beş çapulcu” bile olsa, onlar kim? Onları yok saymak, “Yüzde elliyi içerde zor tutuyoruz” demek doğru mu; ussal olmadığı belli de siyasal, bilimsel, insancıl bir yaklaşım mı? İnsanlar, yılların birikimiyle sokağa fırladı. Sokaktaki gençlerle kadınların belirlediği resim çok ilginç. İlkin gençlere bakalım… Hiçbir zaman gençlerden umudu kesmemiş biriyim; bu nedenle gençleri apolitik, duyarsız, dünyadan habersiz, bencil, cep telefonu ve bilgisayar “manyağı” diye adlandıranlarla tartıştığım çok olmuştur. Gençler, bu kemikleşmiş görünen yargıyı tuzla buz ettiler. Adı üstünde onlar genç; ne verdiysek onu alıyorduk; çarpık eğitim sistemi, derinleşen sınıf farkı, her eve giren yoksulluk; üstüne üstlük inanç ve köken farkı baskısı karşısında nasıl biçimlenecek, özgürce düşünmeyi, düşüncesini özgürce dillendirmeyi nasıl başaracaktı bu çocuklar? Gençlerin son günlerdeki şahlanışına şaşıranlara, ders kitabı diye “bedava” sunulan akıl, bilim, sanat dışı savlarla, yalanlarla dolu basılı kâğıtlara göz atmalarını öneririz. Binlerce çocuğun ve gencin bulunduğu okullara onon beş bilgisayar koymak, bir bölüğünün eline içi ders kitaplarından beter, “hamaset ve din” baskılı aydınlığı değil, öte dünyaya ve geçmişe özlemi körükleyen “tablet”ler tutuşturmak mı çağdaş eğitim? Çocuk ve gençlere yapılan en büyük kötülük “4+4+4”lük dayatma değil mi? O güzelim kızlar, oğlanlar şimdi ceplerini, bilgisayarlarını, tabletlerini direniş için kullanıyor ve teker teker avlanıyorlar. Sayın Başbakan’a soruyoruz; siz değil misiniz “eli bilgisayarlı genç” isteyen; işte gençler bilgisayarlı tüm olanakları özgürlük ve barış için, hak aramak için kullanıyorlar. Aralarında yanlış yapanlar olsa bile, onlara “çapulcu, vandal, marjinal… vb.” demek yerine, “aferin!” gerekmez mi? Çünkü uygulayımbilimin anlam ve olanaklarını, kendini halktan üstün görenlere öğretmek için kullanıyorlar. Gençler ve ana babaları, siyasetçiyi “getirip götüren”ler; yani “millet”in ta kendisi değil mi? Kadınlar da Cumhuriyet tarihinin en büyük eylemi içindeler; çünkü kaç çocuk doğuracaklarına, daha evliliğin ilk saatinde başkası karar verir oldu. Varsıl düğünlerinde “En az üç çocuk yapın” dendikçe (paşa konaklarını kapatanlar isterse 13 çocuk yapabilir), bizim basın, TV’lerle gazetelere dana dişi gibi başlık atma yarışına girdi; genç işsizin, asgari ücretlinin, ezilen sınıfların bir çocuğa bile sıcak aşla yatak veremediği görmezden geldi. Doğurmak isteyip istemediğine, kürtaja, sezaryene başbakanların karıştığı bir ülkede kadınlar bir öğün sofra kuramaz, et kaynatamaz olmadı mı? Yükseköğrenimlisinden okumaz yazmaz olanına dek kadınlar sokakta; belki bazısı kendini bekleyen tehlikenin ayrımında. Oysa “4+4+4”lük ucubenin ilk hedefi onlar; doğum izninin uzatılması bir oyun; evde okumayı, çalışmayı dayatan sözde “toplumsal projeler”le toplumsal yaşamdan uzaklaştırılıyorlar. Ancak iktidar olmak isteyen her parti, kadınların “oy”una da gereksiniyor. Kadınlara bu hakkı veren kim; on yıldır kötülenen Atatürk! Hak arayan kadın kimin kızı, kimin eşi, onlar “millet” değil mi? Atatürk, Cumhuriyeti gençlere “emanet” ederken, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verirken, geleceği düşünmüş; çevresindeki devrimleri kabullenmiş gibi görünen döneklerin ve ardıllarının neler yapabileceğini öngörmüştü. Tarih “millet”ini yani ulusunu, doğru tanıyan Atatürk’ü bir kez daha doğruladı. Sayın Başbakan’ın ve yakın çevresinin de dersini alacağı tek kaynak devrim tarihimizdir; çok gecikmiş olsa da yanlıştan dönmek için örnek alacağı tek kişi de Atatürk’tür! Sokaklar, gençler ve kadınlar için hiçbir partinin örgütleyemeyeceği kadar gerçek ve dürüst “siyaset okulu” oldu; 90 yıllık birikim, itildiği bilinçaltından çıktı. Gençler, kadınlar ve erkekler; yani “millet”in özü, verdiği izni almak istiyor. Sayın Başbakan’ın “Benim bakanım, benim valim…” tekelciliğinin “benim ulusum” olarak çoğullaşmasını bekliyor! Sokak okulları, “ben”i, “biz”e dönüştürme dersi veriyor! Selam olsun hepsine! “Hamaset ve din” “Siyaset okulu”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle