23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MAYIS 2013 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Korkulacak Kadar Azalmadık Henüz Sevmeye Bakın Sevmeye u Umut kırıcı ve kuşku yaratıcı bir yığın edilgenlik içinde yaşanmakta olduğu bir gerçektir. Ama, umarsızlığa düşülmesi lüksüne hiç sahip değiliz. Sayısı bir miktar azalmış gibi gözükse de ülkenin ve toplumun güzel insanlarının dayanışmalı bir zindelik içinde ve dimdik durma zamanıdır. Böylece biline. Erhan KARAESMEN yımız azalıyor ama bu yazının başlığının da işaret ettiği gibi henüz kuşkulara yol açacak düzeyde değil. Hâlâ, epeyce bir miktar, ayakta gibiyiz. Günümüzdeki tepetaklak ve bodoslama gidişin duyarlı insanları rahatsız etmemesi ve karamsarlığa yönlendirmemesi elbette olanaksız. Bu kötümserlik unsurları bizim Cumhuriyet dünyamız yazarları ve okurlarının yakından bildiği ve “Akil” falan olmayan normal insanların duyarlılık ortamında kendiliğinden ortaya dökülen aykırılıklardır. Kısaca hatırlayalım. orta boy kentler civarında siteler türemektedir. İlkel bir vahşeti yansıtırcasına birbirinden çirkin konut, işyeri ve alışveriş merkezi yapıları ortaya çıkmaktadır. Kentlerin yeni sakinleri de tüketime teslim edilmiş bir son dönem siyasal iktidarının da büyük gayretiyle toplumun arayışları içinde önde gelen bir otomobil sahipliği duygusu hızla ve hırsla ortalıkta dolaşmaktadır. Kentsel sağlık ve ulaşım altyapıları giderek yetersiz kalmaktadır. Bu arada ülkedeki okul sayısı yakınlarda inşa edilen toplam cami sayısının gerisinde kalsa da bir artış düzeni göstermektedir. Düz okuma bilen insan sayısı artarken okuryazar tanımındaki algılaması yüksekçe yurttaş sayısı hem toplamda hem de oransal olarak hızla azalmaktadır. Bunların yanı sıra toplum ve devlet yönetimi yetersizliğinden ve basiretsizliğinden kaynaklanan dış politika dengesizlikleri ve aykırılıkları da üstüne tüy dikmektedir. ganları da bu duruma, sabah akşam alkış tutmaktadır. Ancak, toplam ulusal gelirin dağılımındaki adaletsizlik ve büyük dengesizlik, bu görüntüsel canlılığın köklerini çok tartışmalı hale getirmektedir. Ekonominin kamu bacağını ilgilendiren parçalarındaki denetimsizlik ve yandaş kesimlerin çıkarlarını kollama gayretinin yarattığı kaçaklar ekonomik gelişmenin sağlığı yolunda elbette insanların kafalarını karıştırıcı belirsizlikler yaratmaktadır. Yandaş medya yalakalığı dış politikadaki basiretsizliğin ve kişiliksizliğin örtülmesine de yardımcı olmaktadır. Cumhuriyet ruhunun ve idealinin en güçlü dayanağını oluşturan ulusal bağımsızlık ilkesinden gittikçe uzaklaşılmakta olduğu derin üzüntüyle izlenmektedir. Bunun yanı sıra kamu hizmetlerinde yetkin ve uzman olmanın yerine yandaş olmanın belirlediği yeni tayin kuralları yaygınlaşmaktadır. Bu yandaşlık ayrımcılığı etnik kaynak ve inanç dünyası farklılığı yaratacak biçimde huzursuzluk yaratan önemli bir unsur olarak kendini göstermektedir. Adına “çözüm” denen yapay ve kandırıcı düzenlemelerle toplumsal dengeleşmenin vicdani ve akılcı bir yolunun bulunabilmesi zor gözükmektedir. Son birkaç aylık dönemde, bu alanda, yaratılmış belirsizlikler ve kuşku verici saydamsızlıklar geleceğe dönük iyimserlikleri besleme şansını iyice azaltmaktadır. O dünyadaki yurtsever güzel insanların sayısının azaldığını onlara düşündürtebilmektedir. Ama, yukarıda da dile getirildiği gibi, durum ilk bakışta gözüktüğü kadar umarsız değildir. Çok gerilerde kalmadı. O güzel insanların dünyasına umut ışıkları serpiştiren bir Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) olayı yaşandı. Birilerinin deyişiyle birkaç çapulcunun başlattığı ama sonrasında öğrencisi, öğreticisi ve çalışanlarıyla birlikte on bine yakın insanın bir araya gelerek yaşanmış ve siyasal iktidarca kamuoyuna çok çarpıtılarak yansıtılmış bir sosyal oluşuma sahip çıkma ve karşı tarafların vicdansızlık tavrına protesto olarak bir toplu ses verme gayretleri çok anlamlıydı. ODTÜ gibi çok seçkin bir kurumda yaratılmış bulunan bu yüksek sesli protesto davranışının bile ülkedeki güzel insanlar sayısının çok azalmadığını gösteren bir sosyopolitik oluşum olarak hatırlanmasında yarar vardır. Bu satırların yazarının uzun yıllar hocalık, değişik dönemlerdeki akademik yöneticilik deneyimleriyle yakından tanıdığı ve duygusal yoğunlukla bağlı olduğu bu kurumun böyle umut verici bir davranış sergileme mekânı oluşturması toplumsal ölçekte özel anlam taşımıştır. Siyasal yöneticileri çok rahatsız ettiği için, kontrollerindeki medya tarafından çok çabuk geçiştirilen ince zekâ ürünü bir espriyle ifade edilmiş bir protesto sloganı da hatırlanmalıdır: “ODTÜ’ye 3500 polisle değil 500 puanla girilir.” ODTÜ dahil bilim, teknik ve tıp alanlarında eğitsel toplum hizmeti veren üstün kurumlarla küçük didişme ortamları yaratılmasını tahrik etmek yerine, onların bu ülkedeki varlığından gurur ve kıvanç duyulması gerektiği açıktır. Umut kırıcı ve kuşku yaratıcı bir yığın edilgenlik içinde yaşanmakta olduğu bir gerçektir. Ama, umarsızlığa düşülmesi lüksüne hiç sahip değiliz. Sayısı bir miktar azalmış gibi gözükse de ülkenin ve toplumun güzel insanlarının dayanışmalı bir zindelik içinde ve dimdik durma zamanıdır. Böylece biline. “Bir çiçek demeti gönderiyorum size Kendi elimle derdim bu çiçekleri Yarına kadar hepsi döküleceklerdi Biri çıkıp akşamdan onu dermese” Öyle mi? Her şeyi birilerinin önceden çıkıp yazması ya da söylemesi mi gerek? Fransız şairi Pierre de Ronsard’dan Orhan Veli’nin çevirisiyle başka bir dünyaya gitmek... İnsan hep bekler. İnsan ömrü beklemekle geçer diyenler çok haklı. Bekle bir gün olur, bir gün biter! Ama gün geçer hiçbir şey değişmez... Zaman zaman ağlamak yetmez; bağırmak, çağırmak boştur. O an olmuştur her şey, biten bitmiştir. Şiire dönelim... “Bize, güzel bir ders olmalı bu hadise İstediğiniz kadar güzel olun şimdi Kaybedeceksiniz elbet bu güzelliği Bu çiçekler gibi solacaksınız siz de” Ders almak insanlara düşer. Ders vermek de. Ayrı şeylerdir almak ve vermek. Bazen alırsınız hiçbir şey vermezsiniz. O apayrı bir durum, ama en çok yaşanan budur, almak ama vermemek. Yaşam boyu yaşanan bir gerçek. “Zaman geçiyor sultanım geçiyor zaman Zaman değil geçen en güzel çağı ömrün O büyük dalga bizi de alacak bir gün” Bizi de, seni de unutmayacak... Güzellikleri sevmeye, ilkyazın mutlu günlerinde ömür sürmeye. Hep bir gün, bir gün!.. Ronsard, bu dünyanın tadını ya da sıkıntısını yaşamış. Dizelerle her şeyi anlatmış... Biz de onun bize verdiği güzel duygularla yaşamaya çalışıyoruz. “Göçüp gittiğimiz gün bu dünyadan Unutulur sevdiğiniz, sevildiğiniz Sevmeye bakın geçmeden güzelliğiniz” Sevmektir yaşamın anlamı! Tek anlamı budur! Sevmek sevilmek, en doğrusu sevebilmek! En zor olan o... Vakifbank Araba Kampanyasi ilan Bundan daha kötüsünün olamayacağı karamsar düşüncelerine, bu toprakların vicdanlı, namuslu yurtsever insanları zaman zaman kapılmışlardır. Son kırk küsur yıl boyunca ve özellikle son on yıl içinde ülkenin ve toplumun geleceğini kuşatan edilgenlik ve olumsuzluk havası iyice yoğunluk kazanmıştır. Aklı başında insanlar, gittikçe daha sık “Ne oluyoruz, hangi derin vadilerden hangi uçurumlara yuvarlanıyoruz?” endişelerini dile getirir olmuşlardır. Günümüz iktidarının, usta bir beceriyle neredeyse tam kontrol altına aldığı yazılı ve görsel iletişim ortamında ise bilindiği gibi, her şey yolundadır ve her şey tozpembedir. Ancak, sayıları çok kalabalık olmasa da temsil ettikleri bilgili, bilinçli ve yurtsever tavır dolayısıyla hâlâ ağırlığı olan bir toplum kesiminin kuşkular içinde yaşadığı açıkça gözlenmektedir. Özlemlerine ve vicdanlarının çağrılarına cevap verebilecek basın yayın organlarının bulunmayışı, bu kesimin dertleşme beklentisini yoğunlaştırmakta ve hareket alanını daraltmaktadır. Hatta bu güzel insanlar “Melali anlamayan, duyarsız ve kişisel çıkarcı insanlar gittikçe çoğalıyor ve bizim sayımız gittikçe azalıyor mu?” endişesi6stX30cm02CON.pdf 1 07.05.2013 10:45 ne kapılır olmaktadır. Evet, sa ‘Kalıcı Barış’ mı Dediniz!? Melih Aşık 8 Mayıs Çarşamba günü Milliyet’te, 49’u muvazzaf asker, toplam 357 sanığın yargılandığı İzmir’deki “Fuhuş ve Askeri Casusluk” davasını izleyenlerden Nurettin Demir’in anlattıklarını şöyle naklediyordu: “Müebbet hapis istemiyle yargılanan Albay Coşkun Başbuğ, savcıların iddianamesine göre örgütün 2. adamı, koordinatörü, eylemlerin planlayıcısı vs. Bütün bunları da büyük ölçüde bilgisayarıyla yapmış. Ancak duruşmada Coşkun Başbuğ’un bilgisayarı olmadığı ortaya çıktı... İddianamede sanıklardan birinin, örgütsel faaliyet çerçevesinde bir bayanla bir kafede buluştuğu iddia ediliyordu. Sanık, buluştuğu kişinin eşi olduğunu söyleyip bunu ispat edince savcıların yüzlerini görmeliydiniz. Evinde sözüm ona örgütsel CD bulunan kız, savcı kararı olmadan yapılan aramada sadece mutfağa girildiğini, siyah poşet içinde CD bulunduktan sonra polislerin başka hiçbir odada arama yapmayıp çekip gittiğini anlattı...” HHH Aynı gün Mehmet Tezkan da, bir yıldır tutuklu olarak iddianame bekleyen 28 Şubat sanığı e. Albay Alican Türk’ün özgürlük hâkimine yazdığı mektuptan bölümler aktarmış: “Birçok belgeyi ilk defa gördüğümü söylememe rağmen gösterilen listedeki telefon numarasının bana ait olmadığını, BÇG giriş kartı diye bir kartımın olmadığını bütün ifadelerimde söylememe rağmen, BÇG’ye hiç gitmediğimi sürekli vurgulamama rağmen tahliye talebi dilekçelerime verdiğiniz kararlarda ‘şüphelinin de kabul ettiği’ diye başlayan cümlelerinizi okuduğumda şoke oldum. Neyi kabul etmişim.” HHH Ozan Yayman’ın aşağıdaki haberi de 10 Mayıs tarihli Cumhuriyet’ten: “…İzmir merkezli gizli belge ve bilgi bulundurma davasının iddianamesinde, koordinatör olarak gösterilen 11 kişiden biri olan Deniz Yüzbaşı Engin Karatekin, suçun oluştuğu savlanan 2 yıllık süreçte, sadece 61 gün karada kaldığını, bunun dışında sürekli ‘Giresun’ gemisiyle TSK adına okyanuslarda dolaştığını söyledi... Daha önce gazetelerde çıkan bazı haberler üzerine askeri savcı Mustafa Yusuf Kök’ün, hakkında soruşturma başlattığını da söyleyerek ‘Askeri Savcı Mustafa Yusuf Kök de şu an benim yargılandığım dava kapsamında sanık ve tutuklu. Bu nasıl bir örgüttür ki örgüt üyeleri birbiri hakkında soruşturma açabiliyor? Savcının yanı sıra yargılandığım mahkemenin başkanı ve üye hâkimi de şu an örgüt üyesi iddiasıyla sanık durumunda. Tek başına bu durum bile örgüt yöneticisi olduğum iddialarını çürütmeye yeter’ dedi.” HHH Ve şimdi soralım: Bütün Türkiye Silivri mi oldu?.. Hani adalet?.. Hani demokrasi?.. Duyamıyorum: “Kalıcı barış” mı dediniz!?. Köyler kentlere inmekte Ülke nüfusundaki kontrolsüz hareketlilik ve sosyal iktidarlarca, özellikle son dönemlerde yoğun biçimde körüklenmiş oynaşmalar epeyce bir edilgenliğin ve aykırılığın kaynağında yer almaktadır. Demografik yapı ve toplumsal alışkanlıklar süratle ve kökleri sarsılarak yerinden oynamaktadır, köyler kentlere inmektedir; kentler kendi içinde sıkışmakta, çevrelere alabildiğine düzensiz ve disiplinsiz bir taşmayla doğanın bahşettiği dengeleri yok etmektedirler. Yeşilliklerin ve ağaçların yerine binalar gelmektedir. Bir zamanların sızılı ve dikenli oluşumu gözüyle bakılan gecekondular azalırken büyük ve Yeni tayin kuralları Yandaş kesimler kollanıyor Bunlarla birlikte, net ve saydam olmayan bir uluslararası desteğin de sağlamış olduğu bir garip ekonomik hareketlilik gözlenmektedir. Siyasal iktidarın mutlak kontrolündeki yazılı ve görsel yayın or Y
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle