18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 MAYIS 2013 ÇARŞAMBA [email protected] 14 KÜLTÜR 8. ULUSLARARASI İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİ’NDE 15 ÜLKEDEN 54 FİLM GÖSTERİLECEK 44 yolcu 36 saat 1 aile Aris Nalcı’nın ‘Avtobus’ belgeseli 8. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde AYŞEGÜL ÖZBEK ‘155 Satılık Adam’ ‘Sınırda yaşamak, umuda sarılmak’ Kültür Servisi 8. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali 29 Mayıs tarihleri arasında izleyicilerle buluşuyor. İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da eşzamanlı olarak gerçekleşecek festivalde bu yıl “Sınırda Yaşamak” teması ile 15 farklı ülkeden toplam 54 film gösterilecek. Festivalin değişmez illüstrasyonu Karagöz ve Şarlo bu yıl “Sınırda Yaşamak” temasıyla mitolojide tanrılar tarafından cezalandırılan ve bu cezaya direnen ilk insan Sisyphos’a gönderme yaparak Ortadoğu’daki savaşın, Ortadoğu’daki önemli aktörlerinden Kürtlerin sürecinin, açlık ve yoksulluğun sınırlarında umudu ve emeği ile ayakta kalmaya çalışanların öykülerini beyazperdeye taşıyor. Yarın Şişli Kent Sineması’nda yapılacak açılış gecesini oyuncu Mert Fırat sunacak. Bajar grubunun müzikleri ile eşlik edeceği gecede her yıl olduğu gibi bir set işçisine plaket verilecek. 8. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’daki gösterimlerden sonra, ilerleyen günlerde birçok kenti kapsayan ve yıl boyu sürecek uzun bir yolculuğa çıkacak. Gösterimler yine ücretsiz olacak. Türkiye ve dünyanın dört bir yanından, emekçilerin yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmayı ve ülkemizde işçi filmi üretimini özendirmeyi amaçlayan festival, SineSen (DİSK), Dev Sağlıkİş (DİSK), Birleşik Metalİş (DİSK), Havaİş (TÜRKİŞ), Petrolİş (TÜRKİŞ), Tez Koopİş (TÜRKİŞ), SES (KESK), Türk Tabipleri Birliği, Halkevleri ve Sendika. Org. tarafından düzenleniyor. Festivalin bu yılki uluslararası konukları “Raksı Hak” (Toprağın Raksı) filminin İranlı yönetmeni Ebu Fazl Celili ve u Yarın akşam Şişli Kent Sineması’nda Ken Loach’un “45’lerin Ruhu” filmiyle açılacak olan festivalin ana teması ‘Sınırda Yaşamak’. Festival bu yıl İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da eşzamanlı olarak gerçekleştirilecek. “155 SOLD” (155 Satılık Adam) filminin Yunan yönetmeni Yorgos Panteleakis. Celili, Ankara ve İstanbul’da, Panteleakis ise İstanbul’da özel gösterim ve söyleşilerde izleyicilerle buluşacak. Festivalde 21’i uluslararası, 33’ü de Türkiye’den olmak üzere toplam 54 uzun ve kısa kurmaca, belgesel film de gösterime girecek. Bu yıl festivalin açılış filmi “45’lerin Ruhu”. Filmin yönetmeni, ünlü İngiliz yönetmeni Ken Loach. Ünlü yönetmenin festival izleyicilerine bir de sürprizi olacak. Locarno Film Festivali büyük ödülü Gümüş Leopar’ı alan İranlı yönetmen Celili’nin “Raksı Hak”, Panteleakis’in yönetmenliğini yaptığı, Yunan hükümetinin küresel krizi bahane eden görüşlerine karşı halkın sokakları kuşatan isyanını anlatan “155 SOLD”, Nâzım Hikmet’in Japon Balıkçısı şiirindeki öyküyü sinemaya aktaran ve Türkiye’de ilk kez gösterile cek olan “Japon Balıkçısı”, Anadolu’nun bir köyünde, ağalık ve feodaliteye başkaldırının anlatıldığı, Kadir İnanır, Melike Zobu ve Erol Taş’ın rol aldığı ve yasaklı filmler listesinde uzun yıllar yer alan “İsyan”, yönetmenliğini Başar Sabuncu’nun yaptığı ve Şener Şen’in başrolünde oynadığı “Zengin Mutfağı”, Fransız sinemacı Robert Guédiguian’ın işten atılan bir sendika temsilcisinin sınıf bilinci, yoksulluk ve suç arasındaki gelgitlerini anlatan filmi “Klimanjaro’nun Karları”, Çin işçi bölgesi Şenzen’de cep telefonu üreten bir fabrikada yoğun ve zor şartlarda çalışan genç işçilerin yaşama tutunma çabalarını anlatan “Çin İşçilerinin Düşleri”, Venezüella’daki mücadeleye gönül verenlere adanan “Mücadeleden Portreler” festivalin öne çıkan kısa ve uzun metrajlı filmleri… Türkiye’deki Ermeni işçileri anlatan “Avtobus”, “Vardiya 1248” ve “Şişecam Direnişine Bakmak”, BismilSinan köylülerinin, el konulmuş toprakları geri almak için ağalara karşı verdikleri mücadeleyi anlatan “İpekçi Günlükleri”, Tonya’da sütçülük yaparak hayatlarını sürdüren kadınların fabrikaya karşı ayakta kalma çabasını anlatan “Keyvan” ise festivalde gösterime girecek belgesellerden bazıları. Festival filmleri İstanbul’da Fransız Kültür Merkezi, Yeşilçam Sineması, İstanbul Halkevi, Kazım Koyuncu Kültür Merkezi, Kadıköy Halkevi, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde; Ankara’da Kızılırmak ve Büyülü Fener sinemalarında; İzmir’de İzmir Sanat Merkezi, Fransız Kültür Merkezi, Konak Halkevi’nde; Diyarbakır’da ise Sümerpark Sosyal Yaşam Merkezi, Cegerxwin Gençlik, Kültür ve Sanat Merkezi Sinema Salonu, Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği Avrupa Sineması, Tüm BelSen Diyarbakır Şubesi, Diyarbakır Evi, Sülüklü Han’da gösterilecek. (www.iff.org.tr) İşçi Filmleri Festivali programında yer alan “Avtobus” belgeseli diplomatik ilişkilerin olmadığı iki ülke arasındaki bir otobüs yolculuğuna odaklanıyor. Sınırı kapalı iki ülke Türkiye ve Ermenistan. İki yakın halk, iki uzak komşu... Her çarşamba Aksaray Emniyet Otogarı’ndan kalkan otobüsler yüzlerce yolcuyu Ermenistan’a taşıyor. Ekonomik nedenlerle Türkiye’ye Gürcistan üzerinden göç ederek çalışmak zorunda kalan kaçak göçmen işçilerin durumunu ortaya koyan filmin yönetmen ve yapımcısı Aris Nalcı, “Tamamen doğaçlama bir yolculuk oldu, hiçbir yolcuyu daha önceden tanımıyorduk. Biz de onlarla yolcu olduk. Onlarla yedik, kâğıt oynadık, fal baktık, votka içtik. Yol öyle geçti. Metinde de dediğim gibi 44 yolcu, 36 saat, 1 aile. Başka şekilde gidemez kimse o kadar yolu” diyor. Projenin başlangıcı, yapım sürecinden söz edebilir misiniz? Projeyi 2011’de düşünmeye başladık. TürkiyeErmenistan arasında daha sık gidip gelmeye başladığım 200510 yılları arasında tek şirketin düzenlediği ve oldukça pahalı olan uçuşlar (ki bazen 700 doları bulabiliyordu) nedeniyle uzun da olsa ucuz olduğundan otobüsle seyahat etmeye başladım. Birkaç gidiş gelişten sonra gerçekten de nasıl zor bir yolculuk olduğunu görüp bunun belgelenmesi gerektiğinden bahsettim Erhan’a (Arık). İkimiz daha önce birlikte işler yapmıştık ve o da fikri beğenince karar verdik. Yanımızda Prodüksyon Yardımcımız Daniel ile birlikte 36 saat gittik ve geldik. Tam da Türkiye Ermenistan sürecinin konuşulduğu, protokollerin imzalanmasının ardından enerjinin bir inip bir çıktığı zamanlardı. Başbakan Ermenileri sınır dışı etmekten bahsediyordu mesela. Tam o sırada tüm bu iki ülke arasında sivil alanda oluşturulmak istenen ilişkide eksik olanın gerçeklik olduğunu göstermek istedik. Biz ne yaparsak yapalım o sınır kapalı kaldıkça u Belgesel, sınırı kapalı iki ülke, Türkiye ile Ermenistan arasındaki bir otobüs yolculuğuna odaklanıyor. Aris Nalcı, ‘İki yakın halk, iki uzak komşu’ diye niteliyor bu durumu. bu insanlar bu eziyeti çekmek zorunda kalıyorlardı. Ancak onu da eğlenceli hale getirmeyi başarıyor tabii insan. ‘İki yakın halk, iki uzak komşu’ demişsiniz tanıtım metninde. Sizin çekim sürecindeki gözlemleriniz nelerdi? Ben Türkiyeli bir Ermeniyim. Bu anlamda hem Türklerin hem de Ermenilerin hem dilini hem de zihnindekileri anlayabiliyorum. Ermenistanlıların Türkiye ile ilgili bir önyargısı olduğunu zannedenler bu insanların neden Türkiye’ye geldiğini anlamayabilirler. Zira öyle bir önyargı yok. 21. yüzyıldayız. Sadece insanlar sınırlardan geçemiyor. İnekler, yılanlar her canlı geçiyor, bir en akıllı bizler geçemiyoruz. Sonuç olarak o sınır orada gerçek bir şey olarak kapalı duruyor. Ve bu insanlar gelip gidiyorlar. Burada evleniyor bazıları. Yolcular açısından tek problem aradaki geçiş ülkesi Gürcistan. Biz Gürcistan sayesinde tüm bu yolculuğun gerçekleşebildiğini bilsek de arada iki taraftan da vergi alan, iki tarafın vatandaşından da yararlanan ve onlara “bizim sayemizde konuşuyorsunuz” diye azar çeken üçüncü ülkeler. Ama buna izin verdiği için de Türkiye sorumlu. Türkiye’ye gelen Ermenistanlılar ne gibi işlerde çalışıyor? Çoğu hizmet sektöründe çalışıyor. Yaz aylarında Antalya’da eğlence sektöründe şarkıcılık, müzisyenlik yapanlar var. İstanbul’da, Trabzon’da ve Ankara’da bakıcılık yapanlar var. Büyük bir çoğunluğu da İstanbul’da evde yaşlı bakımında çalışıyor. Çoğu Ermenistanlı hemşire bu işle uğraşıyor. Çünkü oradan çok daha fazla kazanabiliyor. Böyle bir hikâye filmimizde de var. (4 Mayıs 15.15’te Yeşilçam Sineması’nda) u Aydan Çelik, sol dünyanın grafik işlerinin eskisi kadar parlak olmadığı kanısında. Festival afişlerinde Karagöz ile Şarlo’yu yan yana getiren Çelik, “Yeni şeyler söylemek lazım” diyor. ASLI ULUŞAHİN Aydan Çelik’i anlatmanın en iyi yolu ürettiklerinden örnekler vermek. Başlangıcından bugüne İşçi Filmleri Festivali’nin afişlerini tasarlıyor. Birikim, Toplumsal Tarih gibi birçok derginin, kitabın kapağında çizimleri yer alıyor. Dumanı üzerinde bisiklet kitabı “Bi Tur Versene”yle ülkeyi geziyor. En tanınan işi ise hiç kuşkusuz geçen yıl İstanbul Tasarım Bienali’nde sergilenen “İnşaat ya Resulullah”. Bu çalışmayla günümüz Türkiyesi’nin esaslı bir karikatürünü yaratan Aydan Çelik ile İşçi Filmleri Festivali vesilesiyle sohbet ettik. Çelik, “Neden Şarlo ve Karagöz” metninde, “İkisi de hakikattir, hayal perdesinden. İkisi de çomaktır düzenin tekerine, eyvallahları yoktur otoriteye. İkisi de gerçekçidir, imkânsızı isteyen. İkisi de umuttur, sol memenin altındaki cevahirden” diyordu. Yine de sorayım: Festival afişlerinde Şarlo ve Karagöz nasıl yan yana geldi? Şarlo benim bildiğim en güzel işçi filmi “Modern Zamanlar”ın başkarakteri. Şarlo’yu herkes sever, tebessüm eder. Bizim de morale ihtiyacımız var. Karagöz ise bildiğimiz amele, en geleneksel işçi formatı. “Neden Şarlo ve Karagöz” diye bir ‘Yeni şeyler söylemeli’ manifesto da yazdım festival başlarken. Hatta bu yılki “Sınırda Yaşamak” metninde o manifestodan alıntılar var. Her yıl temaya göre yeni bir çizim yapıyorsunuz. Bu yıl Karagöz, Sisifos misali, barış simgesini yukarı taşımaya çalışıyor, Şarlo da onu kameraya çekiyor. İyi bir buluş. Ama sanki biraz da umutsuz. Sisifos benim sevdiğim bir imgedir. Sisifos hikâyesi hüzünlü tabii. Öğrenilmiş bir çaresizliği içeriyor. Ama Marx’ın “Fransa’da İç Savaş”ta yazdığı “Göğü fethetmeye çıktılar” sözünü çok severim. Devrimci romantizm denilen şeye çok denk düşer. Evet, gök fethedilmez ama göğü fethetmeye çıkmaktır bu. Burada da Sisifos umutsuzluk bağlamı içinde değil, umutsuzluğa karşı bir şey gibi geliyor ba İşçi Filmleri Festivali’nin afiş tasarımlarını gerçekleştiren Aydan Çelik na. Siyasetin gerçekliğini bir yana koyuyorum, aktörlerden ziyade hepimizin temennisi barış. Etrafımız 1 Mayıs afişleriyle dolu. Siz nasıl buluyorsunuz sol cephenin yarattığı ürünleri? Ne yazık ki sol, sosyalist, eleştirel dünyanın grafik işleri eskisi kadar parlak değil. “Afişe Çıkmak” sergisini görmüşsündür. Çıta nasıl yüksek değil mi? Çünkü o dönemin en parlak insanları o dünyaya aitler. Memlekette bugün de halen fikir dünyasının önde gelen insanları, o dünyanın içindeydi, oradan çıktı. Şimdi maalesef böyle bir durum yok. Örneğin, Fikir Kulüpleri Federasyonu yeniden kuruldu ve logosu için bir yarışma vardı. Oradaki işlere bakarken ben de aynı şeyi düşündüm; hep geçmişin simgeleri, fikirleri. Bir parti 1 Mayıs afişi için yarışma açtı, jürideydim. Serdik afişleri. İki problem vardı orada da. Bizzat çalışmanın kendisi kutsallaştırılıyor. Oysa, kapitalist ahlakın dayattığı çalışma, Marx’ın damadı Paul Lafargue’nün dediği gibi mutlaka kurtulunması gereken bir şey. O anlamda çalışmayı yüceltmeyi doğru bulmuyorum. İkincisi, tamam hâlâ kol emeği var, çocuk emeği sömürüsü var, insanlar hâlâ açlık sınırında çalıştırılıyor. Ama diğer taraftan hızlı yaşlanan ve perişan olan çok arkadaşım var beyaz yakalı dünyada. Yine İngiliz anahtarı olsun, tulumlar olsun, ama örneğin bir tane de bilgisayar mouse’u olmalı. Çünkü bilgisayar mouse’u da emek simgesi, mücadele enstrümanıdır artık. Gelişmek lazım, yeni şeyler söylemek lazım. ‘1 MAYIS 1977İŞÇİ BAYRAMI NEDEN VE NASIL KANA BULANDI?’ Farklı açılardan 1 Mayıs Kültür Servisi 1 Mayıs 1977’de, DİSK’in düzenlediği, Taksim’de saldırıya uğrayan işçi bayramı kutlamaları Korhan Atay’ın kaleminden raflardaki yerini aldı. Metis Yayınları’nda çıkan “1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı?” başlıklı kitap, o gün Taksim’de olan bitene ışık tutmaya çalışan, olayların öncesi ve sonrasında Türkiye’de yaşananlara değinen belgesel niteliğindeki söyleşilerden oluşuyor. Korhan Atay, kitapta, olayların bizzat tanığı olan, farklı siyasi görüşlerden 13 kişiyle görüştü: Ahmet Sami Belek, Bingöl Erdumlu, Dinçer Doğu, Doğan Ülgen, Feyyaz Kurşuncu, Gün Zileli, Kâmil Arslantürk, Leman Fırtına, Mahir Sayın, Mehmet Karaca, Murat Belge, Murat Tokmak ve Osman Cavit İyigün. Büyük çoğunluğu o sırada içinde yer aldıkları sendika, grup ve siyasi hareketlerin etkili isimleriydi. Kitap okuyucuyu, 1 Mayıs 1977’nin farklı perspektiflere söz hakkı tanıyarak çizilmiş çok boyutlu tablosuyla yüz yüze getirmeyi amaçlıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle