28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 NİSAN 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yerindelik ANAYASA Mahkemesi’nin sayın başkanı, kurumun yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada, yakın geçmişin bazı davalarında yasaların denetimine ilişkin olarak “yerindelik” tartışmasına girilmesini doğru bulmadığını ve iptal iddialarında ya da mahkeme kararlarında bu kavrama dayanmanın anayasaya uygunluk denetimini zayıflattığını söyledi. Daha doğrusu, bir radyo yayınının kulakta bıraktığı sözlerden öyle bir izlenim veya anlam süzülüyordu. Her neyse, sözü gelmişken, hukukta sık sık kusur ya da ayıp sayılan şu yerindelik tartışmasını biraz deşmek yararlı olabilir. özcük, galiba ilk kez Fransızcadaki “opportünite”nin çevirisi olarak dilimize sokuldu, iyi de oldu: Bir işin, kararın ya da davranışın bir amaca, değere veya maksada uygunluğu, o bakımdan “yersiz” değil, “yerinde” oluşu demek. Tartışması da, bir kararın bu bakımlardan tartışılması ya da davranışın maksada uygunluğu demek. İnsanları duraksamaya sürükleyen yanı ise aynı sözcük ailesinden olan ve hiç çevrilmeden olduğu gibi bizim dilimize girip girdiği yeri pisleten “oportünist, oportünizm” sözcükleri. Zaten eskiden “idare hukuku” denen alanda bir yönetim kararının maksada, amaca uygunluğunu ölçerek geçerliğini kararlaştırırken amaca aykırılığı ispatlanan bir karar, bir siyasal çizgi, o çizgiyi bütün çıplaklığı, acımasızlığı, gaddarlığıyla ortaya koyan bir işlem çizgi, en kutsal haklara ters düşen ve en başta sağlıkla eğitimi ticarete dönüştüren, binalarını bile satıp yanlış amaçlara akıtan, parasızları o pazarların dışında tutan yönetim kararlarını tartışmak ve yerindesizliğini ortaya koymak tam yerindelik değil midir? Düşünce Özgürlüğü Şampiyonları, Neredesiniz?.. Birkaç yıl önce Türk Ceza Kanunu’nun, Türklüğe hakaret ile ilgili maddesi büyük patırtılar sonucu kaldırılmıştı. “Türklük” de her ne kadar somut bir olgudan soyutlaştırılmışsa da sonuçta bir kavramdır ve soyutluklara hakaret mümkün değildir. O zamanlar düşünce özgürlüğü havarisi kesilen pek sayın kişiler şimdi nerededirler?.. S T Erendiz ATASÜ mu barışını bozmaya elverişli olması halinde, beş yıldan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır...” Şunu kabul etmeliyiz, “aşağılama” (hakaret) denen “fiil” (edim), somut şahıslara ya da hükmi şahsiyetlere yönelmişse bir fiildir; yoksa sadece sözdür! Soyutlamalardan ibaret olan kavramlara hakaret mümkün müdür? Matematiğe hakaret edilebilir mi, güzellik kavramına hakaret edilebilir mi, doğaya sözle hakaret edilebilir mi? Şimdi sayın uzman kişilere sormak isterim: Dini değerler ifadesi tam olarak ne demektir? Kölelik, Kuran’da bahsi geçen konulardandır ve köleliği yasaklayan bir ayet de yoktur. Acaba kölelik de mi dini değerlere dahildir? Nisa suresi, hep bildiğimiz gibi, erkeklere karılarını hangi koşullarda ve nasıl cezalandıracaklarını açıklamaktadır. Din bilginlerine ve anılan yasa maddesi uyarınca hüküm veren çok sayın yargıçlara sormak isterim: Acaba kadınlara uygulanan şiddet de dini değerlerimiz arasında mıdır? Fazıl Say’ın sözleri dolayısıyla halkın bir kesiminin kendini aşağılanmış saydığına nasıl hükmedilmektedir? Pek sayın mahkeme heyeti bu konuda halkımıza bir anket mi uygulamıştır? Halkın bir kesiminin dinle ilgili duygu, düşünce ve uygulamalarının, makam sahibi olan olmayan pek çok kişi tarafından hakaret boyutlarında hafife alındığı bilinen ve alıştığımız bir gerçekliktir. Bu kesim ağırlıklı olarak Alevilerdir ama sadece onlarla sınırlı değildir. Yakınlarda, yüksek bir bürokratın İzmir kentinde yaşayan Müslümanlarla ilgili sözleri basında yer almıştır; İzmirli Müslümanlar acaba incinmemişler midir? Daha hassas ve alıngan olanları kendilerini düpedüz hakarete uğramış saymamışlar mıdır? Yasa maddesi bu koşullarda da geçerli midir? Sonra, hangi hiyerarşiye göre, halkın bir kesiminin dini değerleri, aynı kesimlerin önemsedikleri diğer kavramlardan üste konmaktadır? Bu ayrımdaki hukuki ölçüt nedir? Halkın çeşitli kesimlerinin değerli bulduğu kavramların aşağılanması da toplumca alıştırıldığımız bir uygulama. Sayın Başbakan gerek Türk gerek Kürt milliyetçiliğini “ayağının altına aldığını” beyan ederken hem Türk hem Kürt milliyetçilerini ki geniş halk kesimleri oluşturdukları su götürmez bir gerçekliktir incitmemekte midir? Kimi siyasiler ve emirlerindeki bürokratlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin adını silmeye teşebbüs ettiklerinde, sadece Türk milliyetçilerini değil, tekmil ulusu rencide etmişler, kendisini bu ulusun üyesi olarak kabul eden milyonlarca yurttaşı incitmişlerdir. Görüldüğü üzere, mevcut koşullarda birilerini örselemeden kelam etmek mümkün gibi görülmemektedir! Peki ne yapmalı, herkesi mahkemeye mi vermeli? Hatırlarsanız, birkaç yıl önce Türk Ceza Kanunu’nun, Türklüğe hakaret ile ilgili maddesi büyük patırtılar sonucu kaldırılmıştı. “Türklük” de her ne kadar somut bir olgudan soyutlaştırılmışsa da sonuçta bir kavramdır ve soyutluklara hakaret mümkün değildir. O zamanlar düşünce özgürlüğü havarisi kesilen pek sayın kişiler şimdi nerededirler?.. Kendilerini göreve çağırıyorum. Aksi halde vaktiyle verdiklerini iddia ettikleri düşünce özgürlüğü mücadelesi avuçlarında kalp para gibi kalacaktır! Hiçbir yıkıcı eylem gerçekleştirmemiş, sadece düşünce beyan etmiş bireyi, incindiği varsayılan kitleler adına cezalandıran zihniyet, bireyi kitleye kurban etmeye her zaman hazır antidemokratik kültürümüzün (“istemezükçü” kalabalıklara padişah kellesi bile veren tarihimiz tanığımdır) maalesef linç ortamına kapı aralayan ve çağdaş hukukta yeri olmaması gereken bir kalıntısıdır. Değerli hukukçular size sesleniyorum! Lütfen bu yanlışın düzeltilmesi için çaba sarf edin. Özgürlük ve demokrasiden yana olduklarını savlayan sayın milletvekilleri, anayasa kör dövüşünde enerji yitirmekten vazgeçin ve diğer kamburlarımıza eğilin, lütfen! Lütfen Bizi Aptal Yerine Koymayın! Sözüm, (en azından bu yazıda) “Âkil adamlara” değil... Kamuoyunda “Böcek Komisyonu” olarak bilinen, yasal olmayan dinleme ve kayıtları araştırmak için TBMM’nin kurduğu komisyona... Daha doğrusu onun alt komisyonu olarak çalışan teknik komisyona. HHH Biliyorsunuz, CHP Genel Başkanı yasal olmayan bir biçimde çekilen ve yayınlanan kayıtlar sonucunda görevinden istifa etmişti... Tam seçim öncesi MHP’nin ağır topları olan milletvekilleri ve adaylar hakkında yayınlanan başka kayıtlar ve bunlar üzerinden yapılan şantaj bu partiye ağır bir darbe vurmuştu... Resmi dairelerde, belediye başkanlıklarında, hatta yüksek yargı organlarında dinleme rezaletleri ortaya çıkarıldı... Ve nihayet, olay Başbakan’ın ofisine kadar girdi. HHH Bütün bu skandalların sonunda, ne kayıt yapanlar ne de saptanması çok kolay olan, bu kayıtları yayınlayanlar bulunabildi! Bırakın uçan kuşları, sineklerin bile kanat çırpışlarını izleyen, saptayan ve kaydeden “istihbarat yetkililerimiz”, nedense elektronik izlerinin sürülmesi son derece kolay olan internet sitelerinin arkasında bile kimlerin olduğunu bulup ortaya çıkaramadı. HHH Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin böyle bir konuda bir araştırma komisyonu kurması doğru bir karardır elbette. Ama çok daha önce, iktidar çevrelerinin bu sorunu niçin çözüme kavuşturamadığı sorgulanmalıdır! Olayların niçin aydınlatılamadığını, artık avukatlığa başlamış olan bir eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı, “Bunlar istihbarat birimleriyle ilgili olduğu için” diye açıklamıştı. HHH Şimdi bana yukardaki “Bizi aptal yerine koymayın!” başlığını attıran haberi anımsayalım: Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu’nun kurduğu teknik alt komisyon, bir alışveriş merkezinde incelemeler yaparak teknik personelden kamera sistemlerine ilişkin bilgi almış ve buralardaki kameraların özel hayatın gizliliğini ihlâl edip etmediğine bakmış! Ellerine, akıllarına sağlık... Zaten Türkiye’deki yasadışı dinleme, kaydetme ve yayınlama olaylarındaki tek sorun alışveriş merkezlerindeki kameralardı! ürkiye’nin bugüne kadar yetiştirdiği nadir değerlerden biri olan Fazıl Say’ın sarf ettiği kimi sözler dolayısıyla yargılanıp hapis cezası alması, sadece kendisine değil, Türkiye’nin tüm kültür insanlarına verilmiş siyasal bir gözdağıdır. Yargılamayı ve kararı yadırgayan herkes, sanırım bu konuda fikir birliği içindedir. Bu dava ve karar ne basit bir olaydır ne de sadece güncel siyasetle ilgilidir; kanımca toplumumuzun sıra dışı bireye tavır alma konusundaki sosyopsikolojik alışkanlıklarına da dayanmaktadır. Ben burada, gözlerden kaçan bir hususu, böyle bir yargılamayı ve kararı mümkün kılan yasa maddesindeki, eskilerin değimiyle “muğlak” ve “müphem” ifadeleri tartışmaya açmak istiyorum. Umalım ki, yasa maddelerini eleştirmek de suç sayılmasın! Şimdi neredeler? Ulus rencide edildi CK’nin sorunlu maddesi Özellikle ceza yasalarının metinsel ifadelerinin açık ve berrak olması herhalde aklın ve vicdanın gereği sayılmalıdır. Türk Ceza Kanunu’nun 216/3. maddesi, sanırım öz olarak da ifade olarak da sorunludur: “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin ka T Türkiye Barışı, Ortadoğu Savaşı Dr. Hasan Vasfi ALTAY S ağcısı, solcusu, liberali, yobazı barışla yatıp barışla kalkıyoruz. Gazetecilerin, aydınların ve AKP karşıtı askerlerin tutuklandığı ileri demokrasi şimdi Türklerle Kürtleri sulh edecek. En çok da muhafazakâr kesimin sesi çıkıyor. Oysa barış sol bir kavramdır. Her ağza yakışmaz. Yakın tarihimizde, toplumdaki tüm etnik motifleri kucaklayan tek siyasi akım, yetmişli yılların Türkiye sosyalizmi olmuştur. Nitekim Devrimci Doğu Kültür Ocakları da bu sınıfsal mücadelenin içinde tohumlanmıştı. 12 Mart ve 12 Eylül faşizmi solu ezdiği için Kürt sorunu da kabarmış ve uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Kürtler artık Büyük Ortadoğu Projesi’nin temel aktörlerindendir. ABD işmarıyla AKP iktidarının dillendirdiği barış projesinin çok önemli bir maluliyeti bulunmakta. Yazar ve akademisyen İsmail Beşikçi’nin dediği gibi, bu projede AKP ve PKK’nin beklentileri farklıdır. PKK ve Öcalan’ın Kuzey Irak ve Suriye Kürtlerini de kapsayan bir otonomi siyaseti var. Gerek BDP, gerekse Kandil her ortamda eşitlik kavramına vurgu yapıyor. Bu eşitlikten kastedilen federasyondur. Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu ise epey bir zamandır Ortadoğu bölgesinde yeni bir Osmanlı politikası gütmektedirler. Yeni Osmanlı’nın önemli aşamalarından birisi de Türk tipi başkanlık sistemi. Hal böyle olunca gayet masumane dillendirilen barış projesinin zemininde bir kaptıkaçtı oyunu göze çarpmaktadır. (Özerkliği al, başkanlığı ver). Ortadoğu’da mezhepçilik ekseninde politika üreten ılımlı İslam TürkKürt barışını Sünni İslam birliği temelinde kurgulamakta, Abdullah Öcalan da AKP’nin dinsel söylemlerini taktik manada sahiplenmektedir. (Diyarbakır açıklaması). Bu bağlamda Irak’ın resmen bölünmesi ve Suriye rejiminin yıkılması gerekiyor. Komşularımızda kan ve gözyaşı artarken Ortadoğu Kürtleri federasyon temelinde Türkiye (Yeni Osmanlı) bünyesinde toplana cak. Barış diyaloğunda eksik olan dürüstlüktür. Her iki taraf da birbirini iyi tanımakta, ama süreçten beklentileri nedeniyle çelişkileri sumen altı etmektedir. Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da muhafazakâr ve yer yer gerici popülasyonların varlığı yadsınamaz. Ancak PKK seküler bir yapılanma olup AKP ile aynı hedefe hiçbir zaman odaklanmayacaktır. Geleceğe dönük farklı argümanları olan iki hareketin (AKP ve PKK) kalıcı bir işbirliği oluşturması akla yatkın değildir. Oysa, toplumsal barışın temelinde demokrasinin olması gerekir. Demokrasi ise kabaca özgürlük ve çoğulculuk demektir. Türkiye’nin açmazlarının sınıfsal bir temeli var. Doğu’da ezilenler aşiret liderleri değil emekçi Kürtlerdir. Dışa bağımlı kapitalist sistemde iyi niyetli de olsa Kürtçe kanal açmak, Kürt enstitüsü kurmak Kürt emekçi sınıfına merhem olmayacak. Kuvvetler ayrılığını ekarte edecek bir başkanlık sistemini arzulayan Başbakan’dan Olof Palme veya Willy Brandt tipi bir liderlik veya siyaset anlayışını kimse beklemiyor. Gündemdeki TürkKürt barışı Türkiye halkının değil ABD’nin projesidir. Dolayısıyla eksiktir, özürlüdür ve hedefi itibarıyla (BOP) sapkındır. Zaten bu kirli savaş da Türk ve Kürt emekçilerinin savaşı değildir. Kürt hareketi ile AKP’nin yeni Osmanlı vizyonu bir zaman sonra çatışmaya mahkumdur. Öte yanda, terör örgütü ile barış yapmanın olmazsa olmazı aftır. Örgüt militanlarının affedilmesi ancak bir genel af kapsamında mümkün olabilir. Ufukta, Ergenekon ve Balyoz tutuklularına müebbet hapis gözüktüğüne göre kamuoyunda genel af konusu zımni bir pazarlık olarak gündeme gelecektir. Ne güzel değil mi? Hiçbir Amerikan projesi ayrıntıları atlamıyor. İç savaşı kirli olan bir ülkenin barışı da kirli olmak zorunda mı? Türkiye’nin gerçek demokratları ve dürüst aydınları Ortadoğu halklarının kanıyla beslenecek bir sahte barışı istemiyor. Bu ülkenin insanlarını emekten yana politikalar bir arada tutabilir. Kürt Musa Anter ile Türk Nâzım Hikmet’in derdi ortaktır. Bu dert gerici ve işbirlikçi burjuvazidir. Dolayısıyla Kürt sorununu Türk ve Kürt gericiliği değil, Türk ve Kürt solu sahiplenmelidir. Evrensel düzlemde doğrular tekildir. Gerisi sapkınlığı ve nafile eylemleri barındırır. Mesele ılımlı İslamı aşıyor. Kalıcı barış sol siyaseti, sosyalist felsefeyi beklemekte. Yani büyük insanlığı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle