24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 NİSAN 2013 PAZARTESİ 8 ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2012 İnsan Hakları Raporu’nun Türkiye’ye ilişkin bölümleri dün gazetemizin manşetindeydi. Raporda ifade özgürlüğünden uzun tutuklamalara, tutuklu milletvekillerinden internet yasaklarına kadar birçok alanda Türkiye’nin eksiklerine işaret ediliyor. Önceki yılların raporlarını okumayanlar için oldukça ağır ifadeler içeren bir metin. Ancak ABD yönetiminin geçen yıl yayımladığı raporla kıyaslandığında ilginç bir tablo ile karşı karşıyayız. Geçen yıl mayıs ayında açıklanan 2011 İnsan Hakları Raporu’nun Türkiye bölümünde şu tespite yer verilmişti: “Gazetecilerin, yazarların, Kürt aydınları ve aktivistlerin tutuklanması ve soruşturmaya uğraması ve bunlara ek olarak siyasi liderler tarafından yapılan suçlayıcı konuşmalar ifade özgürlüğü üzerinde ‘caydırıcı bir etki (chilling effect)’ yaratıyor.” Ceza kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nun basın ve internet özgürlüğünü kısıtlayıcı birden fazla madde içerdiği; hâlâ çok sayıda gazetecinin tutuklu olduğu; gazeteciler, akademisyenler ve yazarlara göre otosansürün yaygın olduğu; başbakan da dahil olmak üzere siyasi liderlerin kendilerini eleştirenlere karşı hakaret davaları açtığı gibi hususlar geçen yıl olduğu gibi bu yılki raporda da vurgulanıyor. Ancak yukarıda yer alan ‘caydırıcı etki’ paragrafı bu kez çıkarılmış! ??? Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün durumunu tarif etmek için kullanılan ‘caydırıcı etki’ kavramı aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarından geliyor. Türkiye bağlamında bunu ilk kullanan ise ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan çok önce Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland oldu. Jagland, 2729 Nisan HABERLER kavramı, Avrupa Konseyi ve ABD Dışişleri Bakanlığı raporlarına girdikten sonra, Türkiye hakkında son dönem yazılan neredeyse tüm basın özgürlüğü raporlarında hükümet aleyhinde kullanılan standart eleştiri kalıbı haline dönüştü. ??? Başbakan Erdoğan’ın avukatlarının gazetecilere açtıkları davalarla açıkça övündükleri bir dönemde, bu rapordan ‘caydırıcı etki’ paragrafının çıkarılması düşündürücüdür. Rapordaki bu değişiklik, ABD yönetimindeki görev değişikliğiyle paralel gerçekleşmiş gözüküyor. Geçen yılki raporun yazarı Hillary Clinton’dan boşalan ABD Dışişleri Bakanlığı koltuğunda şubat ayından bu yana John Kerry oturuyor. Dolayısıyla bu yılki rapor onun imzasını taşıyor. Kerry, son dönemde İsrail ile Türkiye arasındaki özür krizinin çözümünde ve Erdoğan ile Irak Başbakanı Maliki arasındaki buzların eritilmesinde hep ön planda yer alan isim. Öyle anlaşılıyor ki ilişkilerdeki düzelmenin etkisi öncelikle İnsan Hakları Raporu’nda kendisini göstermiş... GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY Bayram YARIN “23 Nisan”. Çocuk olsaydık, “neşe doluyor insan” deyip şarkıya başlardık. Öyle olmayınca, “günün anlamını ve önemini” düşünüp şerefine bir vatandaş yazısı yazmaktan başka bir başka seçenek olamaz. Kaldı ki, “anlam” deyince böyle bir tarihten daha anlamlısı da bulunamaz. 29 Ekim mi? Cumhuriyet de elbet anlamlı ve önemlidir ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması bir başka; hem padişahlık yüzyılları sonrasında cumhuriyetçi demokrasinin habercisidir bu tarih hem de işgalden kurtuluşun müjdecisi. Ulusal egemenlik bir yandan ulus iradesine dayandırılacak, aynı kavram dışa karşı uluslararası bağımsızlıkla da ilişkilendirilecektir. Böylece, iç ve dış devlet bütünlüğü tek bir adımla sağlanmış ve birbirinden koparılamaz duruma getirilmiştir. nlamı büyük ve derin köklere iniyor. Sıradan bir adım değil bu; çünkü o tarihten bugünlere uzun bir dönem yaşandığı halde, ülke iradesine göre yönetiliyor görünse de dış bağlantılar dolayısıyla “kayıtsız şartsız ulusundur” denilemeyecek durumda olan bir yığın devlet var yeryüzünde. Bir bakıma, evrensel değerlerin ve özellikle insan haklarının korunması amacıyla bağımsız ülkelerin üye olduğu devlet birliklerinin kurallarıyla ya da uluslararası antlaşmalarla egemenlikleri sınırlanmış devletlerin sayısı gitgide artıyor. Ama bu sınırlamalar söz konusu devletin kendi serbest ve demokratik kararıyla kondukça ulusal egemenlik dışına çıkılmamış sayılır. Hatta birçok durumda, bu tür “olumlu” sayılabilecek sınırlamaların ulusal egemenliği perçinlediği, daha güzel, yararlı biçime soktuğu ve “şıklaştırdığı” bile söylenebilir. eter ki, yalan söylenmemiş olsun. Bazen dolaylı yollardan ya da resmen üstü örtülerek kabul edilmiş, gizli hesaplara ve niyetlere bağlanmış devletler arası egemenlik devirleri ve satışları bile olabilir. İhanetten, vatan hainliğinden başka adı olamaz o durumların. Sonuç: Büyük kurtarıcının ve Cumhuriyet Meclislerinin 23 Nisan’ı aynı zamanda Çocuk Bayramı ilan etmiş olması, herhalde haince satışları çocuk saflığıyla benimseme ve o vesileyle bayram edilip etekler zil çalsın diye kararlaştırılmamıştır. ABD Raporundan Silinen Hükümet Eleştirisi 2011 tarihleri arasında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrasında yazdığı Temmuz 2011 tarihli ‘Türkiye ve İfade Özgürlüğü’ raporunda ilk kez bu kavramla bizleri tanıştırdı. Jagland, iki yıl sonra, geçen şubat ayında Türkiye’ye yaptığı ziyarette aynı konuyu vurgulamaktan çekinmeyerek “Siyasetçilerin gazetecilere karşı açtıkları ceza ya da hakaret davaları ifade özgürlüğü ve medya üzerinde caydırıcı etki yaratabilir. Bu konuda harekete geçilmesi aşikârdır” diye konuştu. AİHM’nin ihlal kararlarında da sıkça rastlanan ‘caydırıcı etki’ A ‘ADALETE SİYASİ BASKI’ DA ARTIK YOK! Kerry’nin imzasını taşıyan İnsan Hakları Raporu’nda hükümetin lehine ‘ikinci yumuşatma’ ise adalet mekanizmasının işleyişine yönelik eksikliklerin vurgulandığı bölümde yapılmış. Geçen yılki raporda adalete etkin erişimi zorlaştıran üç unsur arasında ‘siyasi baskı’ da sıralanmıştı. ABD yönetimi bu yılki raporda da geçen yılki gibi “Terörizm ve devlete yönelik diğer tehditlere karşı geniş kapsamlı kanunlar’ ile ‘ilgili davalarda yargılama sürecindeki şeffaflık eksikliğinin’, adalete erişimi belirgin bir şekilde kısıtladığını” belirtirken geçen yıl eleştirilen diğer etken olan ‘siyasi baskı’yı bu kez görmezden gelmiş. Bununla birlikte, adli sistemin siyasileştiği ve aşırı yüklenmeye maruz kaldığı; yetkililerin keyfi tutuklamaları, tutuklama kararı çıkmaksızın uzun ve belirsiz sürelerle gözaltıları ve uzun süren davaları sürdürdüğü; savunmanın kanıtlara ulaşmasının kısıtlandığı; hâkim ve savcılar arasındaki yakın bağlantıların uygunsuzluk ve taraflılık görünümü verdiği; savcı ve hâkimlere verilen geniş yetkinin ceza yasalarının tutarsız ve belirsiz uygulamalarına sebep olduğu gibi geçen yılki eleştiriler bu yıl da yerini korumuş. Y Ergenekon davasında savunma hakkının gasp edildiğine dikkat çekildi: Hukuk hiçe sayıldı İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasına bir hafta aranın ardından bugün Silivri’de devam edilecek. CHP Milletvekili ve gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, CHP Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un aralarında bulunduğu 66 kişinin tutuklu bulunduğu davada, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalara verilen 1 ve 2 saatlik süreye avukatlar ve sanıkların itirazlarını bugün de sürdürmesi bekleniyor. Haberal’ın avukatı Dilek Helvacı, mahkemenin yaklaşık 121 milyon sayfaya ulaşan 23 iddianameden oluşan dava dosyasıyla ilgili sanıklara 1 ve 2 saatlik süre vermesini “Bu, savunma hakkının açıkça kısıtlanması demektir” şeklinde değerlendirdi. Helvacı, “Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki (CMK) ve anayasanın 90. maddesi uyarınca ülkemizin uymakla yükümlü olduğu başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki emredici düzenlemelere aykırı olarak savunma hakkını kısıtlayan pek çok hukuk dışı karara imza atmıştır” dedi. Mahkemenin, bundan sonra esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmayanların “susma hakkı”nı kullanmış sayılacağına ilişkin kararını da eleştiren Helvacı şu açıklamayı yaptı: “Bu davada sanıklar ve avukatları susmak değil, tam tersine ‘yeterli sürede savunma yapmak’ için adeta haykırıyordur. Silivri’ye özgü, farklı bir ceza yargılaması yapıldığından dolayı, yargılamanın bundan sonraki süreci ile ilgili biz avukatların da söyleyeceği ya da öngörebileceği bir durum söz konusu değildir.” Fotoğraf: SİBEL BAHÇETEPE ÇHD OLAĞAN KURULU Apaydın uğurlandı Eski başbakanlardan Adnan Menderes’in yanı sıra ifade özgürlüğü davalarında savunma görevi üstlenen Burhan Asri Apaydın (89) dün Teşvikiye Camisi’nde öğle zamanının ardından kılınan cenaze namazı sonrası Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Duayen avukat Apaydın, Kadıköy’deki evinde cumartesi günü sabaha karşı yaşamını yitirmişti. Teşvikiye Camisi’ndeki törende Burhan Apaydın’ın eşi Beyhan Apaydın, yeğeni Hüseyin Apaydın, manevi oğulları Recep Bozkurt, Altan Sadıç ile kardeşi Orhan Apaydın’ın torunları taziyeleri kabul etti. Törene İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, gazetemiz imtiyaz sahibi Orhan Erinç, eski İstanbul Valisi Kutlu Aktaş, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Fuat Kara, sanatçı Tarık Akan, Zafer Algöz, Cansel Elçin ile çok sayıda kişi katıldı. “Onu unutmak mümkün değil, kendisini çok arayacağım” diyen eşi, “Bütün davalar onun için çok önemliydi. Adnan Menderes idam edildiğinde cezaevinde oluşu ve o son savunmasını yapmaması hep içinde kalmıştı” diye konuştu. Hüsamettin Cindoruk da “Vatansever, soğukkanlı, büyük bir ustaydı” dedi. Orhan Erinç ise “Burhan Apaydın denildiğinde Orhan Apaydın’ı da anmak gerekiyor. Çünkü ikisi de Türk adalet sisteminde görev yapmış çok önemli avukatlardı” diye konuştu. Doç. Dr. Ümit Kocasakal da, “İstanbul Barosu onun yaptıklarını ve katkılarını unutmayacaktır” dedi. Sanatçı Tarık Akan da özetle şunları dile getirdi: “Burhan ve Orhan Apaydın, soyadlarına uygun iki aydın hukuk adamıdır. En önemli kararlarımı onlar sayesinde aldım.” Tanay yeniden yönetime seçildi İstanbul Haber Servisi Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi (ÇHD) 11. olağan genel kurulunda seçimlere tek liste olarak giren DHKPC davası tutuklusu Taylan Tanay ve arkadaşları yeniden yönetime seçildi. ÇHD 11. olağan genel kurulu, dün Karaköy’deki TMMOB Büyükkent Şubesi’nde yapıldı. Genel kurul ÇHD Genel Başkan Yardımcısı Münip Ermiş’in konuşmasıyla başladı. Ermiş, ÇHD’nin yapılan tüm saldırılardan daha güçlü çıktığını söyledi. ÇHD Genel Sekreteri Hüseyin Aslan da avukatların tutuklanmasındaki amacın, ezilenleri, yoksulları avukatsız bırakmak olduğunu belirtti. Genel kurula katılan CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur ise “Bu operasyonu ‘kimsesizlerin kimsesi’ olan avukatlara düzenlediler. Biz Türkiye’de duruşma duruşma gezerek hukuksuzlukları görüyoruz” dedi. Konuşmaların ardından avukat Ali Şafak, DHKPC tutukluları ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay’ın mektuplarını okudu. Kozaağaçlı, mektubunda, “Açıktan yapılmış bütün meydan okumaları, düello çağrılarını, savaş ilanlarını kabul edin. Karanlıktaki pusulardan onları ezerek geçeceğiz” dedi. Tanay ise mektubunda şu ifadeleri kullandı: “Özel yetkili mahkemelerden ısmarladığınız kararlarla gecenin bir yarısında helikopter eşliğinde düşman ülke üslerine girer gibi dernek merkezlerimizi, bürolarımızı basabilirsiniz. Üyelerimizi gözaltına alıp tutuklayabilirsiniz. Ancak mücadelemizi asla bitiremezsiniz.” Susma hakkı Cumhuriyet gazetesine bomba atılması. 18 Mart Pazartesi günü açıklanan esas hakkındaki mütalaa da bu doğrultuda. Bunun dışındaki iddiaların hemen tümü tartışmalı delillere dayandırılıyor. 5 yıldır sürmekte olan davaya müdahil olarak sadece Danıştay’ın avukatı katılıyor. Müdahil avukat 11 Nisan Perşembe günü önemli bir itirazda bulundu. Danıştay cinayetinde daha önce Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılmış olan yargılama sonunda verilen hükmün geçerliliğini koruduğunu, halen devam etmekte olan yargılamada da bunun dikkate alınması gerektiğini vurguladı. Mütalaadaki Danıştay olayı sanıklarından Osman Yıldırım, Süleyman Esen, Salih Kunter’le ilgili istemlere katılmadığını açıkladı. Onların da olayın failleri olarak yargılanmasını istedi. ??? İlk bakışta sıradan bir müdahil avukat itirazı gibi görünen bu dilekçe, davanın esasına ilişkin ciddi bir dönemeç oluşturuyor. Önce Danıştay cinayetinin Ankara’daki yargılamasını anımsatalım. Cumhuriyet gazetesine 5, 10 ve 11 Mayıs 2006’da el bombası atıldı. 17 Mayıs 2006’da da Danıştay 2. Dairesi’ne silahlı saldırı düzenlendi. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin yaşamını yitirdi. Başkan Mustafa Birden, üyeler Ayfer Özdemir, Ayla Gönenç, tetkik hâkimi Ahmet Çobanoğlu yaralandı. Failler Alparslan Arslan ve beraberindekiler yakalandı. Yargılama 13 Şubat 2008’de tamamlandı. Alparslan Arslan ağırlaştırılmış müebbet, Osman Yıldırım müebbet, öteki sanıklar da müebbetten 10 yıla kadar değişen hapis cezalarına çarptırıldılar. Bu süreçte Ergenekon soruşturması başlamıştı. Danıştay cinayetiyle bu soruşturmayı birleştirmeyi sağlayacak herhangi bir delil yoktu. O dönem Sincan Cezaevi’nde kalan Osman Yıldırım ile birkaç kez görüşen Ergenekon savcıları pek çok ifade değişikliğinin ardından bu bağlantıyı “kurdular”. Devamında Danıştay davası Ergenekon kapsamına alındı. Ancak Silivri yargılamalarında da Osman Yıldırım’ın değiştirdiği ifadeleri güçlendiren bir unsur ortaya çıkmadı. Şöyle bir “çözüm” bulundu: Davanın bir sanığı aynı anda hem gizli hem açık tanık yapıldı. Mütalaanın 1168 ve 1169. sayfalarını okuyanlar ne demek istediğimizi çok iyi anlayacaktır. Her ikisinin de aynı kişi olduğu mahkeme zabıtlarına da geçen gizli ve açık tanığın verdiği ifade için mütalaada şu değerlendirme yer alıyor: “Birbirinden habersiz olarak ifadeleri alınan, gerek ifadelerin tarihi gerekse soruşturma evrakındaki kısıtlama kararına göre birbirlerinin ifadelerini öğrenmeleri mümkün görünmeyen her iki tanığın ... geçmişe dayanan bağlantısı bulunduğunu gösterdiği açıktır.” Defalarca okuyup yanlış anlamış olabileceğimi düşündüm. Değildi. Savcıların mütalaasına göre her ikisi de aynı kişi olan gizli ve açık tanık birbirinden habersiz ifade vermiş, birbirini doğrulamıştı. Sadece bu örnek bile yargılamanın ruhunu anlatmaya yeter. ??? Yeniden altını çizmek gerekirse Danıştay cinayeti Ergenekon davasının en önemli halkasını oluşturuyor. Bu davada yargılananların hemen tümü hâlâ varlığı ispatlanamamış olan Ergekenon adlı terör örgütünün üyesi veya yöneticisi olmakla, mesleki faaliyetleri dahil her şeyi bu örgüt adına gerçekleştirmekle suçlanıyor. Başka bir deyişle Danıştay cinayeti davanın tüm sanıklarını ilgilendiriyor. Ben de bu bağlamda Danıştay cinayetinin yanı sıra Cumhuriyet gazetesine de el bombası atmış örgütün üyesi olmakla suçlanıyorum. Danıştay’ın müdahil avukatının bu çarpık tabloya yaptığı itiraz, gerçeğin ortaya çıkması bakımından büyük önem taşıyor. Mademki bu dava asrın davası, gazetecileri, hukukçuları, tüm duyarlı insanları gerçeği aramada üzerine düşeni yapmaya çağırıyorum. Heeeeeey, Silivri’de bir hukuk cinayeti var, duyuyor musunuz? Fotoğraf: MELTEM YILMAZ MEB’in ders kitapları inceleme birimini kapatması tartışmalara neden oldu Daha tartışılır hale gelecekler SİNAN TARTANOĞLU KCK ‘basın’ davasına devam edilecek ? İstanbul Haber Servisi KCK operasyonları kapsamında gazete ve ajanslara yapılan operasyonlar sonucu İstanbul’da açılan KCK Basın davasına bugün Silivri’de devam edilecek. İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nce görülen, 26’sı tutuklu 46 gazete çalışanının yargılandığı davanın bugünkü duruşmasında ek iddianamelerin okunmasının tamamlanması bekleniyor. Mahkeme, Kürtçe tercüman taleplerini, iddianamelerin okunmasının tamamlanmaması nedeniyle reddetmişti. Özgür Gündem Gazetesi yönetiminden yapılan açıklamada, 26 gazetecinin 1 yılı aşkın süredir tutuklu olduğuna dikkat çekilerek tutuklu gazetecilere destek için bugünkü duruşmanın izlenmesi çağrısında bulunuldu. ANKARA Ders kitaplarını inceleme birimini kapatarak panel sistemine geçen ve kurul olarak kitap inceleme işine son veren Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan kitap inceleme işinde görevlendirilmek üzere öğretmen talep etti. Bakanlık 196 öğretmeni geçici olarak görevlendirdi. Eğitim Sen Basın Sekreteri Tuğrul Culfa, “Henüz incelenmemiş yaklaşık 170 kitabı değerlendirmek için çok Ders kitapları kime emanet? Eğitim Sen Basın Yayın Sekreteri Tuğrul Culfa şunları söyledi: “Bu liste, ders kitaplarını eğitim öğretim açısından incelemeye yeterli övdükleri panel sisteminden vazgeçtiler. Kitapların bireysel olarak incelenmesini isteyen MEB, 170 kitabı kurul halinde inceletecek” dedi. Panel sistemine göre kitaplar komisyon olarak değil, bireysel olarak incelenecek ve olmayan, yeteri kadar uzmanlaşmamış öğretmenlerden oluşuyor. Bu kişilerin inceleyeceği kitaplar zaten tartışmalı durumdaki ders kitaplarını daha da sorgulanır hale getirecek.” üzere personel istedi. Bakanlık da 37’si açık öğretim ortaokulları ve liselerinden olmak üzere Ankara’nın çeşitli okullarında görevli 196 öğretmeni, 2 aylık geçici görevlendirmeyle Talim ve Terbiye Kurulu emrine verdi. karara bağlanacaktı. Eğitim Sen’den edinilen bilgiye göre, komisyon olarak kitap inceleme işine son veren Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, 26 Şubat tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı’ndan kitap inceleme işinde görevlendirmek
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle