28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 NİSAN 2013 PAZARTESİ 6 DİZİ Toplam 17 kişiden oluşan 5 aile, Kanarya’da zemin kattaki daireyi, aylık 350 liraya kiralamış. İki odalı dairenin her uygun noktası, araya perde gerilerek küçük odacıklara dönüştürülmüş. Evde kullanabilecekleri bir mutfak ve banyonun bulunuyor olmasını büyük bir şans olarak görüyorlar. İktidarın Başını Ne Yiyecek3 Selanik’ten selamlarımla başlayayım, ama Selanik yazmayacağım, iktidarın ekonomik açmazına devam: Bir ülkeyi ev, apartman, gökdelen şantiyelerine dönüştürerek “köşeyi” dönmüş bir ülke var mı dünyada! Biri bana bunu anlatsın! İleri teknolojiye geçememiş, yüksek teknoloji, tasarım, ArGe’yi imalat sanayi ve bütün diğer üretim alanlarına hâkim kılamamış bir ülkede, 2023’te “25 bin dolar milli gelir ve 10. büyük ekonomi” ancak politikacıiktidar palavrası olarak kalmaya mahkumdur. Yazın bunu bir kenara! RTE’gillerin ana sloganı şudur: “Durmak yok: İnşaata devam!” İnşaatçılar da dolduruşa gelmiş, “ülkeyi ancak inşaat yaparak biz kurtarırız” gibi zırvalıkları üstlerine almış durumdalar. Ev, ofis satarak yabancıya, döviz getirecekler, Türkiye borçlarını ve verdiği dış açıkları kapatacak! O getireceğiniz üç beş döviz Tayyipgillerin dişlerinin kovuklarına yetmez! Ayrıca iktidar “inşaatçı” politikasıyla, örneğin İstanbul’ın kuzeydeki hayat damarı ormanlarını ve içme suyu beslenme kaynaklarını yok ediyor, bunun yol açacağı büyük sorunların üstesinden ileride Türkiye nasıl gelecek, bilinmez. Küresel sıcaklığın Türkiye’yi kurak bölgeler arasına soktuğunu düşünecek olursak, RTE’nin yaptığı özellikle İstanbul’da iklim değişikliğini hızlandırmak olacaktır. Adamlar geleceğe büyük sorunlar devrediyorlar! Umarım İstanbul’un kuzeyi, bu iktidar gider de, mahvolmaktan kurtulur... Ayrıca İstanbul’un yıkılıp yeniden yapılmaya çalışıldığı bu dönemde, iktidar inşaatçılara enerji tasarrufunda “sıfır tolerans”lı binalar/yapılar standartını da dayatmadı! Bir yandan da yeni yapılarda fazla enerji kullanımına devam! RTE döneminin (örnek ve milyarder) işadamı tipinin de inşaatçılar olduğunu anımsayalım! ??? Dönelim sanayinin ve ekonominin yapısına... Sanayinin azgelişmiş ve düşük teknolojik üretim yapısını ele veren iki göstergeye dikkat çekeceğim: Birincisi, gayri safi yurtiçi hasıla içinde, araştırmageliştirmeye harcadığınız toplam miktarın oranı. Aşağıdaki tabloda üç ülke ile kıyaslamalı olarak yüzdeleri görüyoruz. Türkiye’nin ArGe harcaması yüzde 0.87. Bu 2012’de 0.89 olmuştur. Bu iktidarın hedefi önce yüzde 2 idi, 11 yıldır yüzde 1’e bile ulaşamadıkça, yüzde 3’e çıkardılar! Yok mu arttıran! İşin farkında olan2008 lardan biri Ekonomi % Bakanı Zafer Çağla1.08 yan. Hatta Sanayi Bi Brezilya 1.47 lim ve Teknoloji Ba Çin 3.36 kanı Nihat Ergün... Kore Ama iktidar takmış Türkiye kafaya yerli otomobi 2010 0.87 li! Çağlayan’ın, yerli markaotomobil yapımı dayatmasını akılcı bulmayan Mustafa Koç’u televizyonlarda azarlaması, (bir tehdittir aynı zamanda!), kendini bilmez bir iktidar gücünün insana ne ayıplar yaptırabileceğinin örneği olarak tarihe geçti! “Yerli oto yapıla!” emriyle bu iş olmaz. Yayarsınız 10 yıla bu hedefi, önce burada üretil(e)meyen motor vb ne varsa, bunların tasarımı ve üretimi için bir politikalar dizisi saptarsınız... Hatta, patronlar yanaşmıyor mu, devleti akılcı bir şekilde üretimin içine sokarsınız. Beş yılda işi bitirsiniz, sonra “gelin ortak markaya” dersiniz... Veya işadamları+devlet gibi konsorsiyumla bu işe soyunursunuz. Yok, adamlar serbest piyasacı ve liberal ya, bu işe soyunmayacaklar! Ama onların derdinin daha çok “işte yerli marka oto da yaptık” reklamında ve halkın oylarında olduğunu unutmayın! Öyle olmasaydı, yerli otoya gelinceye kadar devletin yapacağı neler var neler! Mesela ithal ettiğimiz kimya ürünleri, yarı mamül ve hammaddeler... 10 mu desem 20 milyar dolar mı.. Petkim nal topluyor. Petkim’i sattılar Türkiye’de olmayan bazı ürünlerin üretimi koşullarıyla... Minik minik yeni yatırımları yok değil. “İki yüz üç yüz milyon dolar tasarruf edeceğiz” diyorlar yeni yatırımlarıyla. Oysa bizim 5 10 20 milyar dolarlık tasarruflara ihtiyacımız var, eğer koşacaksak! ??? Çağlayan, örneğin kimya sektöründeki bu üretim açığını ele alsın hele! 5 yıl içinde 5 milyar dolarlık bir üretimi burada nasıl gerçekleştireceğinin, plan ve programını yapsın. Dayasın planın arkasına devletin ArGe desteğini! Hem yeni, modern büyük iş alanları yaratsın hem de 5 milyar dolarlık ithalat tasarrufu ve cari açık azlığı! Sağa sola sataşacağınıza görevinizi yapın beyler! Nihat Ergün de “Acaba ArGe harcamamız neden yüzde 1’e bile ulaşamıyor” derdinden kurtulur! Makamının da hakkını hukukunu verir! Tabii, kimya sektöründe nasıl ithal edici değil de üretici oluruz, ayrı bir konudur, bir örnek fikir olarak ileri sürülmüştür. Bütün sektörler için bu söz konusudur. Böyle bir anlayışın adı ulusal bilim, teknoloji, yenilikçi ve ArGe politikalarıdır. Adında ve işin içinde, ulusallık, devlet, aklın güdümü, ülke çıkarına büyük kıskançlık, ulusalcılık olduğu için tüyleri diken diken oluyor mudur bakanlarımızın bilemem! Ama baktıkları, üstlendikleri, yapmaları gereken işin tanımı budur da, ondan söylüyorum. (Bunu bilmez olurlar mı?!) ??? Neyse, ülke sanayisi, ekonomisinin içinde bulunduğu zayıflığı ortaya koyan bir başka göstergeyi de anımsatarak yazıyı tamamlayalım. Aşağıda, ülkelerin Avrupa, ABD ve Japonya’da aynı zamanda tescil ettirdikleri patentlerin sayılarını görüyorsunuz (CBT, 1358). Bu, sanayinin, ülke ve insan aklının nitelikli dışavurumu ve yarattığı ekonomik değer anlamına geliyor aynı zamanda! Bu ve benzerleri yoksa, mama yok kardeşim! Yarın bir yazı daha 2009 gelecek... O da da Brezilya 58 mardan. “Bu İktidarın Çin 667 Başını Ne Yiyecek” 161 konusunu tartışırken, Hindistan 1.959 aslında ekonomi me Kore 24 selesini geride bırakan Türkiye büyük gelişmeler içindeyiz, bu bağlamda, siyaseti ele alacağız. Ama şu teknobilimekonomi konusunu bir bitirelim. Savaştan kaçıp Türkiye’ye göç eden Suriyeli sığınmacılara kimse sahip çıkmıyor Mekânlar ve insanlar değişse de, koşullar değişmiyor MELTEM YILMAZ Suriye’deki savaştan, Türkiye’deki kamplardan kaçarak İstanbul’a göç eden sığınmacılarla yaptığımız görüşmelere, Eminönü’nün ardından Küçükçekmece ile devam ediyoruz. İstanbul’da yoğun olarak yaşadıkları bir başka bölge de burası. Mekânlar ve insanlar değişse de, koşullar değişmiyor. Bir kısmı Suriye’de kaldığı için şimdilik 17 kişiden oluşan 5 aile, Kanarya’da zemin katta, izbe, gizli bir el tarafından sokağın sonuna süpürülmüş gibi duran bir daireyi, aylık 350 liraya kiralamış. İki odalı ve bol rutubetli dairenin her uygun noktası, araya perde gerilerek küçük odacıklara ayrılmış. Evde kullanabilecekleri bir mutfak ve banyonun bulunmasını büyük bir şans olarak görüyorlar. Bir haftadır bu evde yaşayan insanların yiyecekleri, eşyaları ve sobaları komşuları tarafından sağlanmış. Öncesindeyse, ilk üç gece kendileri de, çocukları da beton zeminde uyumak zorunda kalmış. Parkta, kömürlükte, pansiyonda, dükkânlarda barınmaya çalışan Suriyeli sığınmacılar, günlüğü 1520 lira karşılığında duvar boyacılığı, temizlikçilik yapıyor; yetmiyor, çocuklarını dilenmeye gönderiyor. Kocası Suriye’de kalan kadınlarsa, son çare olarak fuhuşa yöneliyor. PARKLARDA YAŞIYORLAR Son olarak Yenibosna’ya gidiyoruz. Şu ana kadar gördüklerimiz arasında belki de en çaresiz bekleyiş kendini burada gösteriyor. Kalacak yeri olmayan Suriyeli sığınmacılar, Yenibosna’da parklarda yaşıyor. Yeni ve büyük bir caminin hemen yanındaki park, Suriyeli sığınmacıların evi, çocuklarının ise oyun mekânı haline gelmiş. Oraya vardığımızda duvara yaslanmış halde duran üç adam, fotoğraf makinemizin flaşı patlayana kadar uzaklara dalmış düşünüyordu. Yanlarına gidip selam veriyoruz, neyi beklediklerini soruyoruz. Adının Haliloğlu olduğunu söyleyen, bıyıklı ve her şeye rağmen güler yüzlü, 40 yaşlarında bir adam, anlatmaya başlıyor: “İstanbul’a geleli bir ay oldu ama şimdi kalacak yerimiz yok. İlk üç hafta bir akrabamızda kaldık ama o da bizi sonunda kapı dışarı etti. O da haklı, bir eve 25 kişi sığamıyorduk. Son bir haftadır gündüzleri parkta duruyoruz. Esnaftan bazıları bize yemek veriyor. Geceleri de boş bir dükkânda kalıyoruz. Ama dükkân sahibi daha ne kadar izin verir bilmiyoruz. Bu şekilde geçici çözümler bizi mutsuz ediyor, kalıcı bir iş ve yer istiyoruz. Çocuklarımız sabahtan akşama kadar parkta oynuyor, tuvaletlerini sokakta yapıyor, pislik içinde yaşıyorlar.” ‘Dilencilik yapamayız yalnızca iş istiyoruz’ Ebunevruz ailesi, çatışmalardan önce Suriye’de tekstil sektöründe cüzdan ustası olarak çalışıyormuş. Orada evleri, arabaları ve altınları varmış. Bugünse geriye hiçbir şey kalmamış. Aile reisi Mahmut, “Çocuklarımızı kurtarabilmek için Türkiye’ye kaçak giriş yaptık. Önce Islahiye’de bir akrabamızın yanında kaldık. O da, uçak biletimizi alıp bizi İstanbul’a gönderdi. Burada tek istediğimiz para kazanmak için bir iş” diyor. “Kamplarda kalamazdık, kalan tanıdıklarımızın başlarına hep kötü şeyler geldi. Biz de bu yüzden İstanbul’a geldik ama burada da çok zor durumdayız. Çevre halkının yardımıyla ayaktayız, onlar olmasa ne yaparız bilmiyoruz. Bizimle birlikte gelen bir sürü Suriyeli İstanbul’da dilencilik yapıyor ya da çocuklarına yaptırıyor. Biz dilencilik yapacak insanlar değiliz, yalnızca iş istiyoruz.” Kimlikleri ve pasaportları yok Çaylarımızı içerken bir süre daha sohbet ediyoruz. Anlattıklarından çıkan sonuç, Türkiye’nin, 2 yıl önce kapılarını açtığı Suriyeli sığınmacılara bugün hiçbir şekilde sahip çıkmadığı. Büyükşehirlerde yaşayanlara gıda, giyecek, barınma yardımında bulunulmadığı gibi, çalışmaları için uygun ortam da sağlanmıyor. Kolaylıkla oturma izni verilse de hiçbirine çalışma izni verilmiyor. Türkçe bilmeyen, kimliği ya da pasaportları dahi olmayan bu insanlar, karşılarına çıkan art niyetli kişiler tarafından kolaylıkla sömürülüyor. Erkekler duvar boyacılığı, hamallık, inşaat işçiliği gibi işlerde, kadınlarsa ev temizliğinde, günde yalnızca 1520 lira karşılığı çalıştırılıyor. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de hiçbir yetkili merci tarafından kayıt altına alınmıyor olması ise devletin sorumluluktan kaçması olarak yorumlanıyor. ‘Bizi buraya bunun için mi çağırdılar?’ Haliloğlu, Türkçe bilmediği için iş de bulamadıklarını söylüyor. Dilencilik, bu bölgenin de gerçeği haline gelmiş. Haliloğlu ve arkadaşları, çevrelerindeki Suriyeli sığınmacı kadınların fuhuş yapmak zorunda kaldığını anlatıyor. Bu kadınların en fazla İstanbul Aksaray ve Hatay’daki pavyonlarda çalıştığını, bu durumun her geçen gün daha da yaygınlaştığını söylüyorlar: “Yapacak başka bir şeyleri yok. Dil yok, iş yok, para yok. Kocaları Suriye’de kalmış gelemiyor. Onlar da çocuklarının ve kendilerinin karnını doyurmak için mecburen fuhuş yapıyor.” En azından mahalle muhtarına bu durumla ilgili bilgi vererek, yardım isteyip istemediklerini sorduğumuzda, kimliklerinin bile olmadığını hatırlatıyorlar. İşin belki de en tuhaf kısmı, geleceğe dair hiçbir fikirlerinin olmaması. Gelecekte ne yapmak istedikleri, onlarda karşılığı olmayan bir soru. Bu sırada genç bir sığınmacı kadın yanımıza gelip bize yaşadığı evi göstermek istediğini söylüyor. Hep birlikte yürüyoruz, birkaç dakika sonra bir apartmanın bodrum katındayız. Kömürlükmüş, kendilerine 500 Eskiden kömürlük deposu olarak kullanılan eşyasız, örümcek ağları kol gezen bu yere 500 lira depozitoyla, 300 lira kira vererek yaşamaya çalışan Suriyeli sığınmacılar “Bizi bunun için mi çağırdılar” diye soruyor. İlaç alamıyor, hastane kapısından geri çevriliyorlar Evde bir eklem hastası, bir de şeker hastası var. 60 yaşlarında, eklem hastası olan adam, özellikle akşamları ağrıdan duramadığını söylüyor. 50 yaşlarında, şeker hastası olan kadınsa bize ilaç kutularını gösteriyor. Hepsinin içi boş, yenilerini alacak parasıysa yok. Her ikisinin de durumu iyi değil, gittikleri hastane kapısından da geri çevrilmişler... Bu evde yalnızca yetişkinler değil, çocuklar da hastalıkla boğuşuyor. Mahmut, ikisi bronşit olan çocuklarına acilen ilaç gerektiğini söylüyor. Kendilerine herhangi bir belge verilmediği için her geçen gün ciddileşen durumları karşısında ne yapacağını bilmediğini anlatıyor. Tüm bunlar konuşulurken, sobanın üstündeki patatesler, evin akşam yemeği olarak hazırlanmak üzere pişmeye devam ediyor. Patateslerin yanı başında duran 20’li yaşlarda bir kadın, kocasından haftalardır haber alamadığı için gözü yaşlı bir bekleyiş içinde. İki çocuğuyla, bilmediği bir yerde yaşamanın ona zor geldiği her halinden belli. lira depozitoyla, 300 liraya kiraya verilmiş. 30 kişi bir arada yaşadıkları, eşyasız yerde, örümcek ağları kol geziyor. Daha fazla söze gerek olmadığı artık herkes tarafından anlaşılmış durumda. Kadın, pislik içindeki zemini, duvarları, tavanı gösterip “Bizi bunun için mi çağırdılar” diye soruyor. Sayıları 1 milyonu bulacak Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz GöçDer Başkanı İlyas Erdem, haziran itibarıyla Türkiye’deki sığınmacı sayısının 1 milyonu bulacağına dikkat çekerek, şu an Türkiye’deki sığınmacıların herhangi bir kontrolden geçmediğini, yüzde 80’inin kaçak olduğunu, bu durumun devletin bilinçli politikası olduğunu söylüyor. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yüzde 75’inin kadın ve çocuklardan oluştuğuna dikkat çeken Erdem, bu kişilerin özellikle dilencilik ve fuhuş işlerine doğru çekildiğini, bu durumun zamanla çok tehlikeli bir hal alacağını belirterek şöyle devam ediyor: “Diğer yandan çocukların büyük çoğunda gribal enfeksiyon mevcut. Yazın gelmesiyle birlikte salgın hastalıklar, ölümler olacaktır. Devlet bir an önce sorumluluk almazsa bu insanlar göz göre göre ölecek ya da en iyi ihtimalle sürünecek.” Kamplarda şiddet, taciz, tecavüz Öte yandan, kamplarda da durum farklı değil. GöçDer ile Eşit Hak lar İçin İzleme Derneği’nin ortaklaşa hazırladığı ve geçen ay tamamlanan “Göz Ardı Edilenler” raporuna göre giderek artan sığınmacı sayısı, kampların kapasitelerinin yetersizliğini ortaya çıkarıyor. Rapora göre Hıristiyanlar, Kürtler, Romanlar ve Çerkezler gibi farklı etnik kökene veya dini inanca sahip Suriyeli sığınmacılar, kamplarda ayrımcılığa uğruyor. Rapor, kamp ortamının kadın ve kız çocuklarının cinsel istismar, taciz, tecavüz ve şiddet olaylarına uğramasının giderek arttığını da ortaya koyuyor. BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle