24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 NİSAN 2013 CUMARTESİ 8 GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada CHP’ye destek vermeyi başlıca görev bildiler. Ne çare CHP, iktidarı sarsacak temel öğeler, öneriler içeren siyasal bir kimlik sergileyemedi, sergileyemiyor... Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yakındığı, “belli medya gruplarına” karşı, CHP’nin gerçekten iktidar seçeneği olmasını, ilk seçimlerde AKP’yi en azından bugünlere kadar aldığı yüksek oylardan yoksun bırakacak bir konuma erişmesini... ... Oy tabanında yerinde sayan parti yerine, güçlü bir parti olmasını içtenlikle düşleyen, bekleyen yazarlar da bugüne dek umduklarını bulamadılar... Akşam’a verdiği demeçte Kılıçdaroğlu; “Belli medya gruplarına bakacak olsaydık CHP çoktan darmadağın olmuştu” diyor. Kılıçdaroğlu, dün sabah belli medya grupları dışındaki kimi gazetelerde, örneğin Milliyet’teki şu manşeti okumuştur herhalde: “Çözüm süreci CHP’yi sarstı” diyor ve ikinci manşet başlıkta üç olay sıralıyor. Manşetin hemen yanı başında, son biriki yıldır AKP yandaşlığına soyunan ve bu davranışıyla RTE’nin akil adamlar listesinde yer alan Prof. Fuat Keyman’ın köşe yazısı şu başlıkla yer alıyor: “Yeni CHP Bitiyor”. CHP’deki son gelişmeleri “belli medya grubundan” Star gazetesi, adeta bayram davulları çalan bir başlıkla yansıtıyor: “CHP çözümden kaçtıkça çözülüyor” diyor. İktidarın bakanları, hele parti sözcüsü basına verdiği demeçte siyasal terbiyeyi aşarak CHP’ye acıdığını söylüyor. Görünen köy kılavuz istemiyor elbet; böylece CHP ile ilgili yeni bir eleştiri kampanyasını yandaş olsun olmasın yazarlar çizerler değil, bizzat CHP’nin “yeni” yönetim kadroları kaynaklık etmiş oluyor... ??? Partinin, bu hallere düşmesine yönetimdeki partililer neden oluyor. Çözülmeye yol açtığı iddia edilen olaylara neden olanlar, Kılıçdaroğlu’nun kamuoyunda adı sanı bilinmeyenleri alıp milletvekilliği bahşettiği insanlar... Cumhuriyet koleksiyonları tanıktır: Deniz Baykal’ın disket tertibiyle genel başkanlıktan uzaklaştırılmasından sonra... Büyük tantanalarla ve “yeni” sıfatıyla takdim edilen partide iktidara gelen yeni kadronun ve genel başkanın başarılı olacağına inanmadığımı seçildikleri günden bugüne dek yazdım Güncel’de... Kılıçdaroğlu başlangıçta stratejik bir hata yaptı: Başka inançların peşinde kadrolaşma hevesinde olan kimilerini bünyeye almakla yetinmedi; bunlarla yenileşmeye koyuldu, üst düzeyde görevlere getirdi... CHP’nin gereksindiği, önüne konulan “yeni” sıfatı değildi. Partinin geleneksel inançlarına, kurallarına koşut yenileşmeydi gereksinilen. O da 6 Ok’u günün koşullarına göre yeniden; örneğin laikliği, örneğin milliyetçiliği, hatta devletçiliği değişen dünya koşullarına göre yorumlamaktı. Kılıçdaroğlu ise yenileşmeyi yönetim kadrolarına güncel tartışmalara yatkın gördüğü kişileri getirmekte gördü. ??? Geçen yıllara ve güncel olaylara şöyle bir bakalım. Son biriki hatta üç yıldır medyada partiyi, geleneksel kural ve koşullarına aykırı davranışlarıyla CHP’yi manşetlere çıkaran iki isim göze çarpıyor. PKK’lilerin avukatlığını, çağrılı gittiği ABD’de Kürt sorununa yandaş bir tavır sergileyen konuşmalar yapan, üstelik ABD’deki açık istihbarat yapan bir şirketle ilişkisi olduğu kod adıyla açıklanan Sezgin Tanrıkulu ile Kılıçdaroğlu’nun “Tunceli’de yazıp söylediklerini gel Meclis çatısı altında söyle” diye milletvekili seçtirdiği, Cumhuriyetin kazanımlarını inkâr eden, aşırı Kürt milliyetçisi avukat Hüseyin Aygün! CHP’de manşetlere konu olan sorun, Tanrıkulu ekibinden genel başkan yardımcısı Gülseren Onanç, parti genel başkanının çözüm sürecine katılmayı iktidardan beklenen kimi koşullara bağlayan politikasına, parti tabanının yüzde 65’inin süreci desteklediğini söyleyerek karşı bir tutum sergiledi... Şayet Kılıçdaroğlu, genel başkan yardımcısı sıfatıyla genel başkanın yanında ve arkasında olması gereken Onanç Hanım’dan istifasını isterken, “Benim söylediklerimin demeçlerinde aksini söylüyorsun” dediyse, kuşkusuz haklı. Üstelik Onanç’ın istifası partide aykırı sesli grupların kavgası, hatta barış getirecek çözüm sürecine karşı olanların kavgası diye ele alınıyor da... ... Bu yüzdeyi nasıl saptadığı, genel başkanın çizdiği parti politikalarına aykırı yüzde 65 iddiasının tabanda yapılan bir ankete mi dayandığını muhterem gazetelerimizden hiçbiri Onanç’a sormuyor. Bayan Onanç, bal gibi zaten inkâr da etmiyor açıklamalarında Sezgin Tanrıkulu’nun; parti politikalarına aykırı Kürt ve terör sorununa bakış açılarını CHP’nin temel politikasına dönüştürme çaba ve girişimlerine katılan, tam destek veren bir profil çiziyor. ??? “Sen bu akılla gidersen askere/ belki alırsın tezkere” diye halk arasında yeri geldiğinde söylenen bir özdeyişi ana muhalefete uygularsak... … “Bu akıllılarla gidersen seçimlere, öyle bir tezkere alırsın ki” demek gerekiyor. HABERLER Dağdaki oğluna kazak ve fotoğrafını göndermek isteyince ceza aldı GÜNDEM MUSTAFA BALBAY Adalet bu mu? KOCAELİ (Cumhuriyet) Gebze ilçesine bağlı Pelitli köyünde yaşayan 77 yaşındaki Nazife Babayiğit, terör örgütü PKK’nin dağ kadrosuna katılan oğluna kazak ve vesikalık fotoğrafını göndermek isteyince “Terör örgütüne yardım ve yataklık etmek” suçundan 12 gün cezaevinde yattı daha sonra serbest bırakılan yaşlı kadın 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezası ev hapsine çevrilen Babayiğit 3 aydır elektronik kelepçe ile yaşıyor, bahçeye bile çıkamıyor. Çatışmalı süreç nedeniyle göç ederek Gebze’ye yerleşen ve uzun yıllardır burada yaşayan Babayiğit ailesinin çocuklarından Metin Babayiğit, iddiaya göre terör örgütü PKK’nin dağ kadrosuna katıldı ve kendisinden bir ? Baştarafı 1. Sayfada seyrediyor. Yargılamanın ikinci yılına girerken, 2010’da, mahkemenin uygulamalarına bakıp şu benzetmeyi yapmıştım: İstanbul’dan Ankara’ya gidiyorsunuz. 2 saat sonra bir tabela gördünüz; Ankara 200 km. Yolu yarıladık deyip gaza basıyorsunuz, bir tabela daha; Ankara 250 km. Zira dava görüldükçe uzamaya başlamıştı. İddialar çok geniş ve belirsiz tutulduğu için adı geçen her dosya mahkemeye getirtiliyordu. O günlerdeki genişlemeye bakınca, ceza davalarını iyi bilen hukukçular da dahil olmak üzere pek çok kişi, Silivri yargılamalarının 1520 yıldan önce bitirilemeyeceğini söylüyordu. İçlerinde, “Bu dava benim hukukçu olmak isteyen toruna miras kalır” diyenler de vardı. ??? Son bir yıldır dava akordeona döndü. Bir açılıyor, bir kapanıyor. 2012 başında 4 sanıklı Şile kazıları davasının birleştirilme istemi, “mevcut dosyanın katettiği aşama göz önünde tutularak, yargılamanın uzamaması için” reddedilmesi düşünülürken birden karar değişikliği oldu. 2012 ilkbaharında Şile yetmedi, birinci dava, internet andıcı, ıslak imza derken toplam 22 iddianame birleştirildi. 2012 başındaki hıza bakıp, “bu yaz karar hedefleniyor olmalı” diye düşünürken, 2012 ortasındaki birleştirmelere bakıp, “anlaşılan işi uzatmaya karar verdiler” yorumunu yaptık. 2012 sonunda ise seyir yine değişti. 13 Aralık’ta mütalaanın açıklanması beklentisiyle başlayan yeni süreç, 18 Mart’ta 2271 sayfalık esas hakkında mütalaayı ortaya çıkardı. Savcılar mütalaayı 120 milyon sayfalık ek klasörlerin, 10 bin sayfayı aşkın iddianamelerin devamı olarak hazırladıklarını duyurdular. Aslında şunu söylemeleri gerekirdi: “Biz delil değeri taşımayan dokümanları ayıkladık. Lehte delillerle aleyhte delilleri de ayırdık. Buna göre sanıklarla ilgili değerlendirmelerimizi de yeniledik. Son durum bu mütalaadır.” Bunun yerine şunu söylediler: “Hiçbir delili tartışmıyoruz. Tümünü var ve geçerli olarak sayıyoruz. Mütalaa bütün bunların özetidir.” Özet dedikleri, 2271 sayfa. Mahkeme heyeti bunların üstüne 15 Nisan Pazartesi günü savunma hakkını müebbetlikler için avukatıyla birlikte toplam 2 saat, diğerleri için 1 saat olmak üzere sınırladı. Heyet yıllardır, hakkında yeni bir tanık çıkan ya da bilgibelge gelen sanık bunun üzerine konuşmak isteyince genellikle söz vermiyor, şöyle diyordu: “Son savunmanızı yaparken uzun uzun bunları anlatırsınız.” 15 Nisan’da sürenin az olduğuna ilişkin şikâyet gelince verilen karşılık şu oldu: “Bugüne kadar yeterince konuştunuz, biz de bir kanaat edindik.” ??? Gelinen noktanın özeti şudur: Karar verilmiş, açıklamak için zemin oluşturuluyor. Yukarıda belli bir zaman dizini içinde aktardığımız süreçte yaşanan hukuksuzlukların, usul hatalarının sayısı dört haneli rakamları buldu. Şu değerlendirmelerin yıllardır süren yargılamalardan süzülmüş gerçekler olarak algılanmasını dilerim: Silivri’de Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları uygulanmıyor. Mevcut yasalar yürürlükteymiş görüntüsü altında bambaşka bir rejimin yasalarıyla yargı yürütülüyor. Hukuk devleti yargı eliyle çökertildi. Bunca usul hatası bilinçsizse yapılmış olamaz. Bu gidişe onay vermeyen hâkim ve savcılar acımasızca tasfiye edildi. Gelinen noktayı net olarak masaya yatırmak, yapılması gerekenlerin de netleşmesini sağlar. Bu süreçte en önemli gerçek, davaların toplum gözünde inandırıcılığını yitirmesidir. O nedenle Silivri üzerinden topluma verilmek istenen korku tersine dönmüştür. Dava toplum gözünde aklanmıştır. Verilen hükmün, hükmü yoktur. EN BÜYÜK HASRETİ DIŞARI ÇIKMAK Babayiğit’in oğlu Kasım Babayiğit “Evde kimse yok. En önemlisi gelini gardiyan gibi başında durmak zorunda. Kapıdan dış mekâna çıkamıyor. En büyük hasreti dışarıya çıkmak. Annemin tavukları var, tüm bunlardan yoksun kaldı” dedi. Gelini Aysel Babayiğit de “Odun almak için dahi olsa evden çıktığımda içimde bir burukluk oluyor. Önceleri misafir geldiğinde beraber bahçede otururduk, şimdi sürekli bu evin içindeyiz. Bazen ‘Neden bunlar oldu?’ diye isyan ediyor” dedi. ‘Ne hukuka ne vicdana sığar’ rum’da yakalandı. Ardından Nazife Babayiğit gözaltına alındı ve hakkında “Terör örgütüne yardım ve yataklık etmek” iddiasıyla dava açıldı ve ceza aldı. daha haber alınamadı. 2007 yılında Pelitli köyü yakınlarında inşaatlarda çalışmaya gelen 2 genç ile tesadüfen tanışan Nazife Babayiğit, oğlu Metin’den söz etti. Metin’i tanıdıklarını, PKK’nin Iğdır civarındaki dağ kadrosunda olduğunu söyleyen 2 kişi, o bölgeye gittiklerinde oğlunu görebileceklerini öne sürdü. Bunun üzerine Nazife Babayiğit, “Bu fotoğrafımı ona verin. Sağ olduğumu söyleyin” diyerek kendi fotoğrafıyla birlikte bir miktar erzak ve ördüğü kazağı verdi. Ancak bu gençler Erzu Bağımsız İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, yaşlı kadını evinde ziyaret etti. Tüzel, “Oğlundan iyi bir haber alma dileği ile hareket eden annenin dileği, ‘örgüte yardım ve yataklık’ olarak cezalandırılıyor. Geçenlerde Meclis’ten geçen 4. yargı paketi, öncelikle bu durumda olan ceza almış insanlarımızın durumunu kurtarmalı. Bu olay bir insanlık ayıbıdır. Ne vicdanlara, ne de hukuka sığar” dedi. ÇUKURCA’DAKİ MAYIN PATLAMASI 7 şehit için 6 yıl 8 ay ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hakkâri’nin Çukurca ilçesi kırsalında teröristlere karşı döşediği mayının, operasyona giden birliğin geçişi sırasında patlaması sonucu 7 askerin ölümüne neden olmaktan yargılanan Tuğgeneral Zeki Es, 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Es’e bunun dışında verilen 6 ay 20 günlük ceza ise ertelendi. Şehit Deniz Demirci’nin annesi Raziye Demirci, karara tepki gösterirken “7 can gitti. TSK’nin yargısı bu mudur?” dedi. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde görülen davanın dün karar duruşması yapıldı. Karar nedeniyle şehit yakınları, gazeteciler ve izleyicilerin çanta ve pet şişe gibi eşyalarla salona girişleri yasaklandı. Duruşma salonunda sanıkların oturduğu yer ile Raziye Demirci ve babası Halil Demirci’nin oturduğu bölüm arasında 5 asker durdu. Salonda toplam iki yüzbaşı, bir astsubay ve 7 asker güvenlik için hazır bekletildi. Mahkeme Başkanı Hâkim Albay Mehmet Yüzbaşıoğlu, daha sonra kararı okudu. Buna göre Zeki Es, “bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüyle, iki kişinin yaralanmasına neden olmak” suçunu işlemekten 8 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sanığın “sabıkasız oluşu” ve yargılama sürecindeki “olumlu davranışlarını” dikkate alan mahkeme, cezayı 6 yıl 8 aya indirdi. Es’e, “asta suç yapmak için emir vermek”ten de 6 ay 20 gün hapis cezası verildi. Ancak bu ceza ertelendi. Es, gerçeğe aykırı rapor hazırlamak suçundan ise beraat etti. Uzman Çavuş Fatih Taylan Çeker ise emre itaatsizlikte ısrar suçundan 3 ay 10 gün hapse mahkum oldu. Bu ceza da ertelendi. Gürbüz Kaya ve diğer sanıklar ise tüm suçlardan beraat etti. Duruşma salonundan çıkan şehit Deniz Demirci’nin annesi Raziye Demirci, karara tepki göstererek “7 tane can gitti. Kuzum gitti. Ama 7 yıl vermişler. Ben dört sene bu davayla uğraştım. Herkes elini vicdanına koysun. İbrahim Tatlıses’i vurana bile 35 yıl hapis verdiler. TSK’nin yargısı bu mudur?” dedi. Baba Halil Demirci ise AİHM’e başvuracaklarını kaydetti. Askeri mahkemeden başka kapıdan çıkartılan Zeki Es ise kararı “Hayırlı olsun. Biz savunmamızı yaptık. Ne diyebilirim ki? Temyize başvuracağız” şeklinde değerlendirdi. Mahkeme, savcının talebine karşın Zeki Es’in rütbelerinin sökülmesi ve ordudan atılmasına ilişkin bir karar vermedi. Yürüyerek gittiler Mamak’ta oturan HalilRaziye Demirci çifti, evlerine gitmek için yürüyerek Kızılay’daki Ege Mahallesi durağına gitti. Burada simitçiden 1 lira ödedikleri 4 simit alan şehit Deniz’in anne ve babası, durakta uzun kuyruğa girerek yarım saat otobüs bekledi. Gelen otobüse binen çift, sessizce evlerine döndü. İÜ ÖĞRENCİLERİ ÜNİVERSİTELERİNE SALDIRANLARI AÇIKLADILAR ‘Maskeliler kollanıyor’ ALİ AÇAR Mayına basan çoban ağır yaralı DİYARBAKIR Cumhuriyet) Hakkâri’nin Ördekli köyü yakınlarında dün sabah koyunlarını otlatan 50 yaşındaki 8 çocuk babası çoban Cemil Yiğit mayına bastı. Ağır yaralanan Yiğit, askeri helikopter ile devlet hastanesine kaldırıldı. Sağ ayağı bileğinden kopan Yiğit, tedavi altına alındı. Yiğit’in yakınlarından Naif Kahraman, “Köyün çevresinde mayınların olduğunu defalarca yetkililere söyledik, dinleyen olmadı. Burası gece gündüz gezdiğimiz, halka açık bir alan” dedi. İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğrencileri, son dönemde artan dinci saldırıların arkasında Hizbullah, İBDAC ve Hizbut Tahrir gibi radikal grupların yer aldığını, bunların Fatih Çarşamba bölgesinde örgütlendiğini belirttiler. İÜ öğrencileri, Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde Hizbullah ve PKK’li öğrenciler arasında başlayan ve İÜ’ye de sıçrayan olayların içyüzünü Cumhuriyet’e anlattılar. Basında İÜ’deki olayların da Hizbullah ve PKK arasında yaşanan çatışma gibi gösterildiğini belirten İÜ Tarih Bölümü öğrencisi ve TKP’li Baransel Ağca, “Sol görüşlü dediğimiz öğrenciler TKP, Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti gibi öğrenci derneklerinden oluşuyor. Olayları PKK ve Hizbullah gibi göstererek saldırının içyüzü gizleniyor” dedi. Saldırıyı yapanların birçoğunun öğrenci olmadığını, maskeli saldırganlardan birkaçının İÜ’de okuduğunu anlatan Ağca,“Üniversitemizde saldırıyı gerçekleşti İÜ öğrencileri gericiliğe karşı mücadelelerinin süreceğini ve ortak tavır alacaklarını söyledi. ren gruplar arasında radikal dinci Hizbullah, İBDAC, Hizbut Tahrir ve Müslüman Kardeşler’le siyasi bağı olan gruplar var. Bunların birçok siyasi görüşte birleştiğini biliyoruz. Özgür Suriye Ordusu ve Hizbullah’ın yaptıklarını sahiplenen açıklamalar yapıyorlar. Birçoğu da bizim okulda okumuyor. Dicle’de yaşanan olayların ardından da ‘biz de varız’ demek için bu tür provokatif saldırılar gerçekleştiriyorlar” dedi. Saldırganların tek tip kıyafet, aynı tür şapka ve kolluk taktığını kaydeden Baransel Ağca, “Radikal İslamcı grupların uyguladığı bütün teknikleri kullanıyorlar. Fatih Çarşamba’da kümelenmiş evleri var. Normal bir üniversitelinin çok bilmediği, aşina olmadığı kavga teknikleri ve yakın dövüş biliyorlar. Bunların belli bir merkezden yönlendirildiğini ve kollandığını biliyoruz” dedi. Geçen salı günü okula giren polisler tarafından gözaltına alındığını kaydeden Ağca, “Polis ifade tutanağında ‘Afiş asarak Müslüman Gençlik adlı grubun tahrik edilmesi sonucu olaylar başladı’ deniliyor. Bu gruplar birileri tarafından özel olarak kollanıyor” dedi. Öğrenci Kolektifleri’nden Utku Çaybaş da öğrencilerin Dicle’de yaşanan olayları kınayan afişler astıktan sonra saldırı ile karşılaştıklarını söyledi. Saldırıyı gerçekleştiren kişilerin siyasi iktidar ve polisten destek aldığını öne süren Çaybaş, “AKP üniversitelerde sıkıştıkça bu tür radikal gruplar onlara taşeronluk yapıyor. Bizler okula özel güvenlik görevlilerinin didik didik araması ile girerken, bu grupların okul içine sopa ve demir çubuklarla ellerini kollarını sallayarak girmesinin arkasında özel güvenlik ve polisin göz yumması yatıyor”dedi. Gençlik Muhalefeti’nden Mustafa Kömüş ise, “Geçen hafta cuma günü saldıran yüzleri maskeli olanların büyük çoğunluğu öğrenci değildi. Derslere girmiyorlar açık bir şekilde provokasyon amaçlı kantin ve toplanma yerlerinde bekliyorlar. Üniversitelerde AKP’ye karşı oluşan direnişi kırmak için radikal gruplar kullanılıyor” dedi. TKP, 1 Mayıs’ta Kadıköy’de ? İSTANBUL/İZMİR (Cumhuriyet) İçişleri Bakanı Muammer Güler, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde Taksim’de kutlama yapılıp yapılmayacağına ilişkin, “Türkİş’in bir talebi var, DİSK’in bir talebi olduğunu da gazetelerden öğrendik. Bugünlerde İstanbul Valimizle görüşecekler” dedi. Türkİş ve DİSK 1 Mayıs’ı başta Taksim olmak üzere tüm illerde alanlarda kitlesel katılımla kutlayacaklarını belirtirken TKP ise kutlama için Kadıköy’ü adres gösterdi. Sarıgül: Kazanmak önemli ? İstanbul Haber Servisi Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kulübü tarafından düzenlenen “Yerel Yönetimlerde Başarılı İsimler” konferansının konuğu Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, İstanbul Belediye Başkanlığı adaylığına yönelik “Aday olmak önemli değil. Kazanmak önemli. İstanbul’da mutlaka demokratik bir birliktelik oluşturmak lazım” dedi. Başkanın maaşına haciz ? BALIKESİR (Cumhuriyet) Balıkesir’de eski itfaiye müdürü ve sendikacı Rahmi Göçer’i, bir yerel gazetedeki köşe yazısı nedeniyle dövdüğü gerekçesiyle 3 ay 22 gün hapis ve 15 bin lira para cezasına çarptırılan MHP’li Belediye Başkanı İsmail Ok’un maaşına haciz geldi. Balıkesir 3. İcra Müdürlüğü, alacaklı Rahmi Göçer’in avukatı Mehmet Birol Şahin’in başvurusu üzerine, Ok’un maaşının 1/4’ünün haczine karar verdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle