18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 NİSAN 2013 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 ‘Önce Ekmekler Bozuldu’dan ‘Batık Bir Gemi’ye, Oktay Akbal’ın 90. yaşına merhaba İstanbul, aşk, o ânlar ATİLLA BİRKİYE Yazsonu bir kıyı kasabasında geçmişe bakan, sıkıntılı ama bir o kadar da yüreğinde umut goncası taşıyan bir yazarın “yaşlılık güncesi” diyebileceğimiz Oktay Akbal’ın son romanı “Batık Bir Gemi”de şöyle bir cümle var: “Her öyküde bir yaşam vardır, benim özyaşamım.” Akbal’ın hikâyeleri, çok genç yaşında yayımlanmış; o hikâyeler kendi yaşadıkları. Ama yazınsal metne, dönüşerek girmiş doğal olarak. Hemen hemen onun yazarlığının bütünlüğü böyle. Yani “kurmaca” metinlerinde, hikâyelerinde, romanlarında böyle. Romanlarına daha çok novella demek gerekir belki de. Hatta bizde birkaç örnek saymazsak Akbal bu “tür”ün en önemli temsilcisidir, diyebiliriz. Öte yandan asıl özelliği ise kendi yaşamını yazmak; yazmak ama nasıl yazmak. Yine “Batık Bir Gemi”den: “Ama tüm öyküler, romanlar kurmaca değil mi? Kişi kendi yaşantısını bile noktası noktasına yazamaz. İlle de işin içine gerçekdışı bir şeyler katar. Anı dediklerimiz bile yarı yarıya kurmacadır, düşlediklerimizdir. Ama düşlerimiz de yaşamımız değil mi?” 1940’larda, henüz doğallığını koruyan İstanbul’da, bir yanı öksüz, bir yanı dünyanın bütün dertlerini taşıyan o gencin hayalgerçek evreninden çıkar ilk hikâyeler. Sokaklarda, caddelerde sigarasını yakmış dolaşan, başında kendisini daha büyük göstersin diye taktığı kocaman bir şapka; işte o genç. Bazen bir sinema salonunda, arkada küçük bir locada, yanında genç bir kız, tüm utangaçlığıyla el ele, bazen bir arkadaşıyla bir şarapçıda savaşın tedirginliği masada; işte o ânlar. Garip, yoksul insanlar kendi öykücükleriyle de girer yaşamdan sayfalar gibi… Bazen de yalnız bir Boğaz iskelesi, bir kahve, bir berber aynası, boş bir park kanepesi, bir tren, büyük hayalleri besleyen bir Bizans definesi… Tüm bunlar o hikâyelerin içindedir. Akbal’ın edebiyatımızdaki en büyük özelliği kuşkusuz yukarıda kısaca değindiğim, kendi yaşamöyküsünden yola çıkmaktır. Kendi yaşamını yazmıştır, “Önce Ekmekler Bozuldu”dan “Hücrede Karmen”e kadar. Gerçek, kurmacanın içindedir. Bazen de yazarın hayalleri, ki gerçeğin içindeki kurmacadır bu, hikâyelerine, romanlarına girmiştir. Kuşkusuz bu yönüyle Akbal edebiyatımızın benzersiz bir yazarıdır; başka bir örneği yoktur! Bu onun yazar olarak edebiyata bakışıyla ilgili bir özelliktir; yazınsal özelliğine gelince, lirizm ağır basar. Uçuşan metinlerdir Akbal’ınki. Kısa cümlelerle, yoğun duygu akışı vardır. Olgunluk dönemindeki hikâyelerinde de geçmişe bakış vardır; çocukluğundan izlerle, büyükbaba, baba, kardeşler, tabii ki anne ve bıçkın arkadaşlar figürüyle karşılaşırız. Tüm bunlar İstanbul sahneleriyle anlatılır. Özellikle de Fatih; ama o eski Fatih. Sonra Babıâli girer, Sirkeci girer; Boğaz vardır, Kadıköyü vardır, dönemin şehiriçi yolculuk u “Ama tüm öyküler, romanlar kurmaca değil mi? Kişi kendi yaşantısını bile noktası noktasına yazamaz. İlle de işin içine gerçekdışı bir şeyler katar. Anı dediklerimiz bile yarı yarıya kurmacadır, düşlediklerimizdir. Ama düşlerimiz de yaşamımız değil mi?” simgesi tramvaylar ve trenler, vapurlar… Akbal’ın en önemli temalarından biri de aşk’tır. Dolayısıyla aşkın durumlarıdır ki buna aşksızlık da dahildir. Kadın artık, anlatınınkurmacanın bir figüründen çok başat öznesidir, çoğu metninde. Parmak uçlarından kayarcasına kaçan aşkın burkuluğunu yaşayan ya da bazı kırılganlıklardan dolayı bir türlü bir araya gelememenin burukluğunu yaşayan o sigaralı gencin şiiridir onca Akbal hikâyesi. Ama bu genç hep olgundur; belki yaşamın, çocukken ona yüklediği sorumluluklardandır. Belki değişen İstanbul’dandır, belki o güzel kızların, kadınların İstanbul sokaklarında, rüzgârın savurduğu kısa eteklerinden dir. Hep de aşk’ın peşindedir; yıllar ve kitaplar boyunca. Demek ki bu erken olgunluğun yanı sıra içindeki o delikanlı hiç küsmemiştir hayata. Peki ıssız bir iskelede, boş bir kanepede, yalnız bir kıyı kasabasında, tek başına yudumlanan kadehlerle kurulan “hayal”e, yani izi sürülen “aşk”a ne olmuştur? “Batık Bir Gemi”den ödünç alarak Ok tay Akbal’ın 90. yaşına merhaba: “… Uçak iki saat sonra. Akşamüstü İstanbul’dayım. Sana bir telefon etsem mi? Gelirsin havaalanına biliyorum. İyisi mi hiç aramamak. Birden karşına çıkmak. Umulmadık bir anda. Capcanlı. Ölüm korkusunu yenmiş. Yaşama bağlanmış, yaşam saydığım sana…” Kavafis’in büstü Yeniköy’de Kültür Servisi Çağdaş Yunan şiirinin önemli temsilcilerinden, İstanbul kökenli bir ailenin üyesi Konstantinos Kavafis’in, heykeltıraş Aspasia Papadoperaki tarafından yapılan ve Yeniköy Panagia Rum Kilisesi’nin bahçesinde konumlandırılan büstü törenle açıldı. Törenden önce katılımcılar, Kavafis adına düzenlenen ayine katıldı. Konuşmaların sonrasında şairin şiirleri Rumca, Türkçe, Arapça ve Fran sızca olarak okundu. Açılışın son bölümünde ise törene katılanlara, Kavafis’in konuklarına ikram etmekten hoşlandığı leblebi ve zeytin sunuldu. Ölümünün 40. yılında bir panel düzenlenecek, ‘tefrika romanları’ yayımlanacak Kemal Tahir anılıyor Kültür Servisi Türk edebiyatının en özgün ve özellikle 1960’lı, 1970’li yıllarda, yakın ve uzak geçmişimize yaklaşımıyla en çok tartışılan romancılarından Kemal Tahir, ölümünün 40. yılında anılıyor. Yarın saat 15.00’te Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde Kemal Tahir için bir anma toplantısı düzenlenecek. Kemal Tahir’in yaşamının konu edildiği bir belgeselin gösterileceği anma gününde, yazarın yapıtları ve düşüncelerinin ele alınacağı bir panel yapılacak. Panele konuşmacı olarak Özcan Ünlü, Prof. Dr. Ertan Eğribel, Doç. Dr. Ufuk Özcan ve Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar Aslan katılacak. Öte yandan, Kemal Tahir’in “Göl İnsanları”, “Sağırdere”, “Esir Şehrin İnsanları”, “Rahmet Yolları Kesti”, “Yorgun Savaşçı”, “Bozkırdaki Çekirdek”, “Devlet Ana”, “Esir Şehrin Mahpusu”, “Kurt Kanunu”, “Yol Ayrımı” gibi yapıtlarını yayımlamış olan İthaki Yayınları, ölümünün 40. yılında, yazarın 19471951 yılları arasında Karikatür, Son Saat, Vatan gibi süreli yayınlarda tefrika edilen romanlarını ilk kez bir toplu basımla okurlarıyla buluşturuyor. Özgür Günay tarafından derlenen romanlar, 2 cilt halinde sunuluyor. “Biz Böyle Delikanlılar Değildik” adlı birinci ciltte “Yedek Sevgili”, “Sevmek Hakkı”, “Camı Kıran Çocuk”, “Sevenlerin Zaferi”, “Zoraki Nişanlı”, “Bir Nedim Divanı’nın Esrarı” adlı romanlar yer alıyor. İthaki Yayınları yöneticileri, Kemal Tahir’in edebi romanlarıyla, para kazanma amacıyla yazdığı serüven romanları u Yarın Kemal Tahir için Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde bir belgesel gösterilecek ve bir panel düzenlenecek. Kemal Tahir’in tüm yapıtlarını yayımlayan İthaki Yayınları ise yazarın 60 yıl önceki tefrika romanlarını da yayımlayacak. arasında bir köprü niteliği taşıyan “tefrika romanları”nın 60 yıl sonra, usta bir yazarın, ustalık basamaklarını örneklediğini, yazarın tip ve karakter yaratmadaki hünerinin ilk örneklerini “Biz Böyle Delikanlılar Değildik” adlı kitapta bulmanın mümkün olduğunu belirtiyorlar. Köşeye sıkışmış insanın varoluşunu anlatan romanlar, cezaevi yönetimince ve yayın organları tarafından yer yer sansüre uğramış, bu nedenle de zaman zaman Kemal Tahir’in bu duruma tepki göstermesine neden olmuştu. Oğuz Atay, Kemal Tahir için şunları söylemişti: “Bütün sanatlar gibi roman sanatı da bir gelenek üzerine kurulur. Bu gelenek yalnız roman geleneği değildir; toplumun kültür geleneğini yaratan bütün davranışların tarihidir. Sanıyorum Kemal Tahir Türk tarihine eğilirken zengin kültür geleneğimizden esaslı bir biçimde yararlanmanın gereğini duyan ilk romancımızdır… Belki de bunu gerçek anlamıyla kavrayan tek romancımızdı.” ‘Her mahallede bir koro...’ EGEMEN BERKÖZ A Cappella Oda Korosu Caddebostan Kültür Merkezi’ndeydi Önceki akşam CKM’de izlediğim Kadıköy Belediyesi “A Cappella” Oda Ko rosu konseri çoksesli müziğin, birlikte müzik yapmanın güzelliğinin bir örneği olarak belleğimde yerini aldı. Özellikle de koro şefi Özcan Sönmez’in koro için düzenlediği, Necdet Koyutürk’ün unutulmaz “Papatya”sıyla. Gerçekten de Sofya Müzik Akademisi’nden yetişen ve şimdi Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan Sönmez’in 4 yıl önce kurduğu ve o günden bu yana yönettiği koro, CKM’nin A Salonu’nu dolduran müzikseverlere güzel ve keyifli bir müzik akşamı yaşattı. Mezzosoprano Ezgi Saydam’ın solist olarak katıldığı ve Özcan Sönmez’in bestelediği, Nâzım Hikmet’in “Yolculuk” şiirinin dünya ilkseslendirisini yaptığı konserde koro da Özcan Sönmez’in piyanosu eşliğinde ve eşliksiz olarak Rönesans döneminden halk türkülerimize uzanan geniş bir yelpazede yapıtlar sundu. İlk bölümde Palestrina, Schu u Konser sona ererken 50’lerde ‘her mahallede bir milyoner’ yerine ‘her mahallede bir koro’ diye yola çıkılsaymış ne güzel olurmuş diye düşünüyordum. bert, Pergolesi ve Dvorak’ ın birer yapıtı ile “Villancico Mexicano” adlı Meksika halk ilahisini ve bir Amerikan Zenci ilahisini dinledik. İkinci bölüm, Ezgi Saydam’ın Özcan Sönmez’in piyanosu eşliğinde söylediği Gluck’un “Orfeo ve Euridice” operasından Orfeo’nun “Che faro senza Euridice” aryası, Brahms’ın “Çingene Şarkıları” albümünden “Hochgetürmte Rimaflüt”ü ve Nâzım’ın “Yolculuk” şiiriyle başladı. Saydam’la Sönmez’in birlikte söyledikleri Bosna halk şarkısı “Kad ya podjoh na Bentbasu”nun ardından koro yine Sönmez’in koro için düzenlediği “Tepeler” ve “Zilli de maşa” adlı Rumeli türküleri ile “Deniz ve Mehtap” ve “Papatya”yı seslendirdi. Konser, Ezgi Saydam’la Özcan Sönmez’in alkışlara teşekkür olarak bir kez daha söyledikleri Bosna halk şarkısıyla sona ererken ben 50’lerde demokrasiye geçerken “her mahallede bir milyoner” yerine “her mahallede bir koro” ereğiyle yola çıksaymışız ne güzel olurmuş diye düşünüyordum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle