18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 NİSAN 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Akil İnsanlar Komisyonu Hayalet Gemi İlkgençlik yıllarının heyecan romanları bazen onunla başlardı: Açık denizde dalgaların ve rüzgârın sürüklediği esrarengiz ve sessiz bir tekne. Telsize, düdüğe, işaretlere, seslenmelere yanıt vermiyor. Yaklaşıp yanaşarak güvertesine tırmanıldığında yine ıssızlık: Kaptanköşkü, makine dairesi, kamaralar, salonlar bomboş. Kimindir, neyin nesidir, nereden gelip nereye gider, bilinmez. İmralı süreci denen bilmeceden her söz açılışta hayalet gemiyi düşünmeden edemiyor insan. Süreci sürdürenler ulus mu? Yoksa etnik kimlikleriyle içten kozalar örüp uzun bir uykuya yatmak üzere hazırlık mı yapmaktalar? Kimileri “Türkiye Cumhuriyeti” adını geminin her yerinden silmeye kalkıştıklarına göre, kendi adlarını bile unutarak tarihin derinliklerinde kaybolup gidecekler mi? İşin tuhafı, üzerinde yaşadıkları toprağın adını başkaları bile Türkiye diye koydukları halde onlar ne yapsak da şu Türklükten kurtulabiliriz saçmalığıyla tarih sayfalarından silinmek peşindeler. Hayalet gemiyi bilinmez ufka doğru sürükleme girişimi böyle bir salaklığın ürünü olabilir. açmalıkları sıralamak bile üzücü oluyor. Birileri çıksın bu komediye son versin diye beklerken bir bakıyorsunuz birdenbire “çekilme talimatı” sorunu çıkıyor sahneye. Herkes biliyor ki, terör örgütü üyelerinin silah bırakıp sınırın öbür yanına geçmesi İmralı sürecinin temel unsurudur. Sınır bekçiliği işlevini üstlenmiş olan TSK yani Türk Silahlı Kuvvetleri, bu konuda açık ve yazılı talimat istiyor ki, operasyon yolunda gitmezse okkanın altına asker gitmesin. Ama sivil canipte belirsizlik hâlâ sürüyor. Başbakan “Günü gelsin, talimatı veririz” demekte. Sürecin bütün ayrıntıları ve sonuçlarıyla etraflıca düşünülmediği besbelli. Oysa, asker gibi halk da özellikle silah bırakmanın nasıl olacağını bilmek istiyor. erörü sona erdirip sağlam bir barış kurmak elbet önemli ve değerli bir hedeftir. Ama onu başaralım derken çok daha önemli ve değerli bir tarih armağanı olan bir Cumhuriyetin canına okumak asla kabul edilemez. Akil insanların aklı ile değil de kendi akıl ve vicdanı ile en doğru kararı vereceğine inanırken CHP’nin de terör örgütünü meşrulaştırma sürecine hiçbir koşulda payanda olmamasını diliyoruz. Prof. Dr. Necla ARAT U S zun süredir tartışılan ve PKK örgütü ile Başbakanlık’ın yaptığı pazarlıklarda bir ön koşul olduğunu herkesin bildiği “Akil İnsanlar Komisyonu” sonunda kuruldu. Başbakan, bu komisyonun işlevini “Toplumu bilgilendirme ve hazırlama, toplumsal algıyı oluşturup geliştirme” olarak tanımladı. Akil insanların “Toplumdaki yanlış algıyı düzeltme konusunda çalışabileceklerini, kendisinin de toplumun algısını yönlendirme konusunda onlardan yardım alabileceğini” söyledi. Ne var ki bu komisyonun hangi “yanlış algı”yı düzelteceği, toplumu nasıl bilgilendireceği ve de neye hazırlayacağı konusunu örtülü geçti. Ama Türk halkı, Başbakan’ın gerçekte AKP’nin PKK ve BDP ile ortaklaşa yürüttüğü sözde “yeni anayasa” yapma, rejimi değiştirme (başkanlık sistemine ve federatif yapıya geçme) amacının PKK’nin yıllardır akıttığı kanı durduracak bir “barış ve helalleşme”(!) iklimi yaratma söyleminin arkasına gizlenerek kendisine yutturulmaya çalışıldığını biliyor. Bu “yutturma” ya da “algı değiştirme” görevine atanan Akil İnsanlar Komisyonu ise bir tür “toplum mühendisliği” yaparak sözde “barış süreci”ne halkımızın desteğini sağlayacakmış. Benzer bir komisyonun Amerika Birleşik Devletleri’nde de Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında CREEL Komisyonu adı altında kurulmuş olduğunu anımsıyoruz. Bu komisyonun amacı o sıralarda savaşa karşı olan Amerikan halkının düşüncelerini (ya da algılarını) sinema ve basından yararlanarak ünlülerin de yardımıyla değiştirmekti. Yani, savaş karşıtı duyguları yönlendirip denetim altında tutma işlevini üstlenmişti. Nitekim yaptığı propaganda ile başlangıçta savaşa karşı olan Amerikan halkının Almanlardan nefret eden savaş çığırtkanlarına dönüşmelerini başardı. Daha sonraki yıllarda da ABD’de kitleler, hükümetlerinin (emperyalist amaçlar için değil de) “özgür dünya ideali” ve “demokrasi” adına savaştığına inandırıldılar. Tıpkı günümüzde Irak’a demokrasiyi götürmek için savaştıklarına inandırıldıkları gibi... Bizim Akil İnsanlar Komisyonu’na geri dönecek olursak, onların işi gerçekten çok zor. Çünkü son 30 yılda 10 bini aşkın güvenlik görevlisini, 20 binden fazla sivil vatandaşı öldüren PKK terör örgütünü ve lideri Öcalan’ın kanlı ellerini “barış süreci”nin arkasına sığınarak halkımıza unutturması; bir çeşit mucizeyi, “katillerden barış güvercinleri yaratması” bekleniyor. Türk halkının ABD’den esinlenen (ya da yönlendirilen) bu “beyin yıkama” operasyonunu benimsemesi, algısını değiştirmesi için yüreğini, vicdanını, belleğini yitirmesi, şehit analarının ve gazilerin isyanlarını duymamak üzere kulaklarını sağırlaştırması gerekiyor. Bu nedenle ABD’deki CREEL Komisyonu kadar başarılı olması olanaklı görünmemekte... Akil İnsanlar Komisyonu’nun yanı sıra şimdi PKK’ye hukuksal meşruiyet kazandırmak için TBMM’de bir komisyon oluşturulması da gündemde. Çünkü, Öcalan, Karayılan ve Cemil Bayık (ve kuşkusuz BDP) iktidara “sınır dışına geri çekilmek için” (silahları bırakmak için değil) “Meclis’te bir komisyon kurulup yasal zemin hazırlanmasını” buyuruyorlar. AKP iktidarı İmralı’daki caninin ve yardımcılarının isteklerine boyun eğiyor. “Kürt sorununu çözüyoruz. Barış sürecini başlattık. Anaların gözyaşlarını dindireceğiz” aldatmacası ile halkımıza dayatılan “İmralı Süreci”nin başarıya(!) ulaşması için PKK’ye ödün üzerine ödün veriyor. Nitekim, Başbakan önceleri “PKK ve Öcalan ile muhatap olanın yürütme (yani hükümet) olduğunu, Meclis’te böyle bir komisyonun kurulamayacağını” hem de birkaç kez dile getirmişti. Meclis Başkanı Cemil Çiçek de ısrarla “Meclis muhatap değildir” demişti. Ama şimdi “Süreci İzleme ve Değerlendirme” adı altında böyle bir komisyon, muhalefetin haklı itirazlarına karşın kurulmaktadır. Türk halkının bütün bu olanların bilincinde olduğuna ve akil insanların aklı ile değil de kendi akıl ve vicdanı ile en doğru kararı vereceğine inanırken CHP’nin de terör örgütünü meşrulaştırma sürecine hiçbir koşulda payanda olmamasını diliyoruz. Kimlikle Oynamak Kimseye Hayır Getirmez! İnanılmaz bir saçmalık ve aymazlıkla karşı karşıyayız: Türk olmak, “Türk’üm” demek, Türkiye Cumhuriyeti adını kullanmak neredeyse suç haline getirildi... Bağımsız ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e saldırmak da moda oldu! HHH Bu ülke, bu toplum, Kürtlere uygulanan inkârcılıktan çok çekti... Şimdi tam bu sorunu çözüme kavuşturmanın yollarını ararken başımıza bir de Türk ve Türkiye Cumhuriyeti inkârcılığı sorunu çıkarıyorlar... Sonunda Halil İnalcık gibi, dünyanın yaşayan, belki de gelmiş geçmiş en büyük Osmanlı tarihçisini ve İlber Ortaylı gibi hiçbir zaman ideolojik saplantıları olmamış gerçek bir tarih profesörünü, Mümtaz Soysal gibi demokratlığının bedelini hapislerde ödemiş bir anayasa profesörünü bile isyan ettirerek “300 Aydının Bildirisi” gibi bir metnin yayımlanmasına yol açtılar! HHH Konunun saçmalığı tarihsel, siyasal, toplumsal ve felsefi olarak dört ayrı eksende derhal görülebilir... 1) Tarım ve Endüstri Devrimleri gibi üretim devrimlerinin hiçbiri, yarattığı yeni ideoloji (zamanın ruhu, paradigma vb.) ile eski dönemin kimliklerini, ideolojisini silememiş, yok edememiştir. İçinde bulunduğumuz Bilişim Devrimi döneminin ideolojisi olan “Demokrasi ve insan haklarının” da, kendinden önceki, aile, aşiret, din, mezhep, ırk, milliyet gibi aidiyetlere dayalı kimlikleri silmesi, bunların ideolojik kaynaklarını yok etmesi beklenemez! 2) Bilişim Devrimi’nin başlangıcında, Sovyetler’in çöküşünden sonra başlayan Küreselleşme döneminde ortaya atılan “Ulus devlet bitti” tezi, artık bizzat bu tezi ortaya atanlar tarafından bile yanlışlanmış, terk edilmiş ve ulus devletlerin hem yaşayacakları hem de yaşamalarının gerekli olduğu kabul edilmiştir. 3) Toplum, etnik ve milliyetçi kimliğe dayalı bir sorunu çözmeye çalışırken bir başka kimliği bastırmaya ya da inkâr etmeye çalışamaz; çalışırsa sonuç alamaz. 4) Bütün kimlikler aynı derecede mukaddes ve eşittir. HHH Bütün bu gerçekler ortadayken sonuçsuz kalmaya, sadece tepki doğurmaya mahkum bu inkârcı girişimler hangi akla hizmet ediyor, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum! PKK’ye ödün veriliyor T O Bizlerin Gülçin’i, Gülçin Abla’sıydı... am 50 yıl, yani yarım asır geçmiş; sanırsın dün. Önce Devrimci Yayınlar Kooperatifi ve Sosyalist Kültür Derneği çalışmalarından tanışıklık. Sonra 1968 gençliğinin ve 1516 Haziran işçilerinin davalarında, 12 Mart sıkıyönetim mahkemelerinde savunma kürsüsünü paylaştık; hukuk savaşımı verdik. Birlikte çıktığımız son dava, genel sekreteri olduğum Türkiye Barış Komitesi Derneği’nin Enis COŞKUN davasıydı; ben sanık, o avukat. İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi Yürütme Kurulu üyeliği önerimi kabul ettiğinde, genç meslektaş adaylarımız adına ne çok sevinmiştim. Çünkü onlara, engin bir deney birikiminden, Avukat Gülçin Çaylıgil’den yararlanma olanağını kazandırmıştım. Yürütme kurulunda üç yıl birlikte olduk. Ayrılırken başkanlığı ona emanet etmenin huzuru içindeydim. Gülçin Çaylıgil deneyimli ve seçkin bir avukat olmanın ötesinde bir dava insanıydı. Sosyalist bir insan, gerçek bir barış ve insan hakları savunucusuydu. Dünya Barış Konseyi üyeliğine de kabul edilmişti. O yalnız bir meslektaş, yalnız bir sosyal mücadele T insanı değildi. O, tüm sıcaklığıyla ve içtenliğiyle bir can dost idi. Yaşamı boyunca hep savundu, hep dara düşenin yardımına koştu. Şimdi sorsak: Gitmek mi zor, kalmak mı? Ondan söz ederken şu dili geçmiş zaman kipini kullanmak bile ne denli zor ve acı verici! Bundan ki, onun kaybı tanıyanları, sevenleri ve dostları için derin bir yürek sızısıdır. Çünkü o, Gülçin’dir... Gülçin Abla’dır!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle