18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 NİSAN 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Gülçin Çaylıgil: Emek, barış, özgürlük savunucusu “Siyasi davaların simge ismi Gülçin Çaylıgil, 88 yaşında kalbine yenildi.” Haber böyle yansıdı tek tük gazeteye ve ajanslara... Haberi aldığım anda ilk aklıma gelen şu oldu: Bu haberde bir yanlışlık var: Benim bildiğim Gülçin Çaylıgil, kalbine yenik düşmemiştir. O mücadeleci kalp, o sevdalı kalp, o inatçı, azimli kalp, o sevgi dolu, aşk dolu kalp, bugüne dek hiç ama hiç yılmayan kalp yenik düşmemiştir. Olsa olsa günümüzde yaşadığımız hukuksuzluğa, adaletin yok edilmesine, ayaklar altında çiğnenmesine daha çok dayanamamıştır. Gülçin Çaylıgil’in yaşamı, Türkiye’nin son 60 yıllık siyasi tarihini izlemek için harika bir yöntem... O, sol düşünceye yakın tüm aydın ve yazarların avukatı. Emeği savunanların avukatı. Barışı savunanların avukatı. Düşünce özgürlüğünü savunanların avukatı. 12 Mart döneminde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının İstanbul’daki davaları, Aydınlık davası, Madanoğlu Davası, TKP davası; 12 Eylül döneminde TİKP davası, DİSK davası, Aydınlar Dilekçesi davası, THKPC davası, Devrimci Sol davası... Yiğit bir nefer Hiç ‘işsiz’ kalmadı Orhan Kemal, Adnan Benk, Yaşar Kemal, Can Yücel, Vedat Günyol, Mehmet Fuat, İlhan Selçuk’tan Uğur Mumcu’ya nice Cumhuriyet yazarının, Çetin Altan, Server Tanilli, Demir Özlü, Yalçın Küçük’ün, Ahmet Altan’ın ve daha nicelerinin savunucu. Zaten kendi söylemişti bir söyleşisinde “Ben hiç işsiz kalmadım” diye. Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü yok sayıldığında (ne zaman sayılmadı ki!) Gülçin Çaylıgil’e iş düşüyordu. (Yanlış anlamayın bu “iş” karşılığında çoğu kez nakit değil, sadece dostluk alırdı! Hayatı boyunca kirada oturdu, varlığı, evi, arabası vb. olamadı ama milyonlarca gence örnek oldu, okul oldu. Onurlu bir yaşamı oldu. Mesleğinin eşsiz bir simgesi oldu.) Benim Gülçin Çaylıgil’le yolum, 70’li yıllarda ortak tutkumuz edebiyat ve tiyatro aracılığıyla kesişti, 12 Eylül faşist darbesi sonrasındaki duruşmalarla gelişti. Karınca çalışkanlığıyla birbirinden önemli siyasi davalarla boğuşurken hiçbir oyunu kaçırmamaya çalışır, sergilere gider, edebiyatı ya Gülen gözleri kından izlerdi. Her bir araya gelişte, son okuduğu kitabı, izlediği oyunu tartışmaktan geri durmazdı. O zaman onun gözlerine bakmaya doyamazdım. Çün kü Gülçin Çaylıgil gözleriyle gülerdi. Zeki, ironik, mizaha açık, cıvıl cıvıl bakışlarıyla, tiyatronun, kitabın, serginin tadını çıkardığına tanıklık ederdim. Ve aynı bakışları, örneğin Barış davasında izlediğim kadının, o az ama öz, hedefi 12’den vuran savunması sırasında da görmek beni hiç şaşırtmazdı. Çünkü onun için hepsi birdi, bütündü. İçerisiyle dışarısı, yaşamı ve mesleği bütündü. Bilgesu Erenus’un Gülçin Çaylıgil’i anlatan harika bir kitabı var: “Böyle Bir Dünya” (Adam Yayınları). Orada savunduğu her insanı, yakını, arkadaşı gibi gördüğünü belirttikten sonra şöyle der: “Her cezaevi ziyaretinden sonra, bir utanç duymuşumdur yürümekten. Ben yürüyorum, o içeride, ben soluk alıyorum, denize bakıyorum, o içeride, derim. Rüyalarımda sık sık hapishanede görürüm kendimi. Demir parmaklıkla arkasında ben varmışım gibi hissederim, öyle bir kâbus işte, ‘yo, ben dışarıdayım’ diye uyansam da kâbus sürer, çünkü bu kez de dışarıda olmanın utancıdır yaşanan!” (S.298) Günümüzde bırakın bu utancı duyan, bu utancı anlayabilecek insan bile çok az... Genç avukatlara “İsyankâr olun, muhalif olun. Kuzu kuzu oturmayın” diyen, gözleri gülen, gözleriyle gülen Gülçin Çaylıgil’i bu ülkenin emek, barış ve özgürlük sevdalıları hiç ama hiç unutmayacak. Ailesine, yakınlarına, sevenlerine ve meslektaşımız Arda Uskan’a sabır diliyorum. Kentsel Yıkım Projeleri… “Kentsel dönüşüm projesi” diye bir şey olmaz. Hele tarihsel mirasların taşıyıcısı olan eski kentler için, hiç olmaz. “Bütünüyle başkalaşma” anlamına gelen “dönüşüm”, bu tür kentler için “yıkım” sözcüğü ile eşanlamlıdır. Dönüştürülen, yani bütünüyle başkalaştırılan kent, artık tarihselkültürel kimliğini yitirmiş, eski hali bağlamında yıkıma uğramış bir toplu yaşama mekânıdır. İstanbul’un bütün tarihsel ve kültürel kimlikleri açısından bugün sürüklendiği, temposu gittikçe artan yıkımın bugünkü siyasi iktidar ile başladığını söylemek, vahim bir bilgisizlikten kaynaklanan büyük bir haksızlık olur. Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet eksenleri üzerinde yükselen İstanbul, on yıllardır, yani çok uzun bir zamandan bu yana kimlik yitimine uğramaktadır. Bu kenti, doğası ve oluşma koşulları gereği, Batı’nın kentleşme kavramının epey dışında kaldığını göz önünde tutmaksızın çağdaşlaşma ve restore etme çabalarının neredeyse tümü, sonuçta amaçlanan olumlu değişikliklerin bir dönüşüm sürecinin eşiğine gelmesiyle noktalanmıştır. Geçmiş ile bugün arasındaki tek fark, bu eşiğin çoktan aşılmış olmasıdır. Ülkemizde, ticaret kökenli olmasından yola çıkılarak, “burjuvazi” diye adlandırılan, gerçekte ise büyüğü ve küçüğü ile Batı’daki burjuva sınıfının bilgi birikimi ve kültürü ile hiçbir bağı bulunmayan, yani o birikimden ve kültürden bütünüyle nasipsiz, parasal anlamda önüne çıkan her fırsatı sömürmekten başka bir şey düşünmeyen “paralı” kesim, İstanbul’a daha en baştan eşsiz bir rant cenneti gözüyle bakmıştır. Bugün söz konusu “cennet”, o kesim için artık gerçekleşmek üzeredir. KadıköyKöprü arasında yapılacak yirmi dakikalık bir vapur yolculuğu, iş dünyasının her biri İstanbul gibi tarih mirası ile yüklü bir kente karşı işlenmiş ayrı bir cinayet yerine geçen gökdelenleri aracılığıyla tarihten kalmış bütün siluetlerin nasıl yıkıldığını görmek için yeterlidir. Bu yıkım, 2002 yılında başlamadı. 2002’den bu yana değişen tek şey, bu ülkede aslında toplumbilimsel anlamda bir toplumsallaşmayı değil fakat köklü bir cemaatleşmeyi öngören bir siyasi iktidarın bu hedefine erişebilmek için gözü kara bir sermayeye bir kentin tarihi ve kültürü adına verdiği ödünleri giderek arttırması oldu. Gelecekte, çoğunlukla uzun bir sürece yayılan bu yıkımlara karşı bu kentte yaşayan ve buralı olmakla gurur (!) duyan “aydın”ların ne gibi eylemler ve tavırlar geliştirdiklerini araştıranlar, o kesimin kendini çok erken belli eden nedenler karşısında neredeyse hep sessiz kaldıkları, bunun yerine ancak süreçlerin sonuçları ortaya çıktığında kıyamet kopardıkları gibi çok tuhaf bir olgu ile karşılaşacaklar. Oysa bu türden geç kalmış kıyametler, onlardan çok önce tarih ve kültür miraslarının düşmanları tarafından gerçekleştirilmiş kıyametler karşısında her zaman etkisiz kalmaya yargılıdır! Kültür Servisi Louvre Müzesi’nin 200 kadar çalışanı, son dönemde artan yankesicilik ve saldırı olaylarını protesto ederek işi bıraktıklarını açıkladı. Açıklamada, küçük yaştaki hırsızların müzeye ücretsiz girişten faydalanarak, ziyaretçilerin ve çalışanların özel eşyalarını çaldıkları belirtildi. Ayrıca yankesicilik ve hırsızlık yapan çocukların zaman zaman fiziksel saldırılara da başvurduğu belirtilerek, bu durum karşısında çaresiz kalındığı kaydedildi. Louvre Müzesi çalışanları iş bıraktı Necatigil Ödülü Oya Uysal’ın Kültür Servisi 13 Aralık leyiş özellikleriyle ilgi çeken şiir1979 tarihinde yitirdiğimiz şair leri nedeniyle bu yılki Behçet NeBehçet Necatigil’in anısına 1980 catigil Şiir Ödülü oyçokluğu ile yılından bu yana ailesi tarafından Oya Uysal’ın ‘Uzak Olan Sendin’ düzenlenen Necatigil Şiir Ödüadlı kitabına verilmiştir.” lü, bu yıl “Uzak 2013 yılı Seçiciler kurulunda Cevat Olan Sendin” adÇapan, Refik Durlı kitabı için oyu 2013 Behçet Necatigil baş, Turgay Fişekçokluğuyla Oya Şiir Ödülü, ‘Uzak Olan çi, Doğan Hızlan, Uysal’a verildi. Sendin’ adlı yapıtıyla Oya Önceki gün DoMehmet Taner, Uysal’ın oldu. Ödül töreni 16 Tahsin Yücel ve aiğan Hızlan’ın başkanlığında topNisan’da Kabataş Lisesi’nde. lenin temsilcisi olalanan seçiciler kurak Ayşe Sarısayın rulu ödüle ilişkin yer alıyordu. Behçet Necatigil Şiir Ödülü töşu açıklamayı yaptı: “Günümüz insanının yalnızlığını ve yabancı reni 16 Nisan 2013 Salı günü salaşma duygusunu başarıyla yan at 18.00’de Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı’nın katkılarıyla sıtan, insanın özel sorunlarıyla evrensel sorunları arasında bağ vakfın Ortaköy/Feriye tesislerinlar kurarak işleyen, melodik söy de yapılacak. Fotoğraf: AYŞEGÜL ÖZBEK ARTER perdesini ‘Emek’e açtı nu büyük bir bellek kaybı olarak görüyoruz. Bu duruma tüm sanatseverler gibi biz de tepkiliyiz. Dayanışmamızın bir işareti olarak Emek’i sembolik anlamda da olsa ARTER’in perdesine taşıdık” dedi. Öte yandan, PEN Türkiye Merkezi de Emek Sineması eylemcilerine uygulanan şiddeti yazılı bir açıklamayla kınadı. Açıklamada, “Bir ülkenin simgeleşmiş kültürel değerlerinin korunması amacıyla yürüyüş yapan vatandaşlara karşı güvenlik güçleri demokratik bir devlette yeri olmayan bir şiddet uygulamıştır. Bu şiddetin karar verenleri başta olmak üzere tüm sorumlularını kınıyoruz” denildi. Kültür Servisi İstiklal Caddesi üzerinde bulunan sanat kurumu ARTER, Emek Sineması dayanışmasına destek vermek için önceki gece vitrininde bir değişikliğe gitti. ARTER, İstiklal Caddesi’ne bakan vitrinine, Emek Sineması’nın indirilen tabelasındaki karakterlerle “emek” yazılı bir kırmızı sinema perdesi astı. ARTER konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Emek’in yitiriliyor oluşu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle