10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 MART 2013 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 İmralı mağazası yeniden açılmalı! Apo’ya daimi ikametgâh olmadan önceki yıllarda, İmralı Adası, Adalet Bakanlığı bürokratlarıyla yüksek yargının yazları tatil yaptığı bir kamp yeriydi. Adada 4050 kişilik bir de butik açık cezaevi vardı. Buradaki şanslı mahpuslar yazları tatilci Adalet ve yargı mensuplarına aşçı, garson, bahçıvan olarak hizmet ederlerdi. Diğer mevsimlerde de çeşitli meslekler, el becerileri öğretilir ve küçük ölçekte organik tarım yaparlardı. Onların ürettikleri eşyalar ve ürünler de İstanbul Mısır Çarşısı’nın Sirkeci yönündeki çıkışına yakın sol tarafta “İmralı” adlı mağazada satılırdı. O mağaza uzunca bir süre önce el değiştirdi... Ama, bu mağaza Vakıflar üzerinden hâlâ İmralı’ya tahsisli. Bu mağaza yeniden İmralı adıyla hizmete sokulmalıdır. Apo’nın 14 yılda okuduğu 2 bin küsur kitap... Uygun görürse son tutanaklar... Ve “Yeni Türkiye Projesi” ile ilgili maketler “Yeni İmralı Mağazası”nda sergilenmelidir. Benimki naçiz bir öneri. Maksat, süreçte bir tutam da baharat bizden olsun! Sanki National Geografic TV’si adına doğa dizisi çekiliyor. İmralı aşağı, İmralı yukarı. İmralı bir ada.. Ama.. “Adam”ı unutturmak için “ada” öne çıkartılıyor. “Barışın dili” bunu gerektiriyor. PKK/BDP’nin İmralı demesi çok doğal. Çünkü “adam” yerine “mekânı” öne çıkarmak demek.. Statü vermek, yüceltmek demek. Ama ne hikmetse Tayyip Bey de İmralı deyip duruyor.. Çankaya Cumhurbaşkanı’nı... Beyaz Saray ABD Başkanı... Pensylvania Fethullah Gülen.. Kandil ise Karayılan demek. Mekânlar üzerinden kişiler bir anlamda kutsanmış oluyor.. Ne hikmetse Tayyip Bey de “İmralı” diyor. Özetle.. Yeni Türkiye’nin “Kurucu Eş Başkanları” terminolojide anlaşmış durumda. Aslında niyet olarak “Barışın dili” çözüldü bile.. Ama yine de iyimser olalım... Dil akrobasisi ve sözcük cambazlığıyla dümen çevrilmediğini varsayalım. Sürecin Dümeni... Barışın Dumanı... Medyanın İmanı HHH Ama ada söz konusu olunca, dümen kaçınılmaz... Süreç de, terör de dümensiz olmaz! Mesele gerçekte dümenin ne ve dümenin kimde olduğu!! Tarih gösteriyor ki bu coğrafyada kimin dümende olduğu, ancak iş işten geçtikten sonra ortaya çıkıyor. rinden.. Paris’teki PKK’li 3 kadın cinayetine.. Şimdi de “İmralı tutanakları”nın faili kim?.. Aslında faili meçhul olan tüm bu olaylar birbirine bağlı. Salı ve cuma günleri bu köşede naçizane yineliyoruz: “Süreç uzun ince bir yol!” AB ve Kıbrıs gibi.. Uzadıkça uzayacak, ama inceldiği yerden de kopmayacak... Çünkü dümeni elinde tutanlar bunu istemiyor.. İncelsin incelsin ama kopmasın istiyorlar. Sahi dümende kim var? Apo bile bilemiyor. Bilse kendisine “ihanet odağı” olarak.. Amerika’dan “derin Avrupa”ya Fethullah Gülen’den NATO’ya çoktan seçmeli bir sürü isim sayar mıydı? Tayyip Bey’in durumu daha da vahim.. O dümen Türk medyasında sanıyor. Dönüp dolaşıp hâlâ yanına çekemediği basını suçlaması bundan! Dedik ya.. Uzun ince yoldayız. Bir de bazı gazeteler/gazeteciler olmasa! Süreç ve Suskunluk! Bir “süreçtir” gidiyor. “Barış süreci...” “Yeni anayasa süreci...” “Aman süreç bozulmasın, kesintiye uğramasın...” Süreci baltalamakla suçlananlar, sözüm ona barış karşıtı. Barışı, kan dökülmemesini, demokrasiyi kim istemez. Dün Habur ve Oslo süreçlerini eleştirenlere yapıldığı gibi, bugün İmralı görüşmeleri nedeniyle kaygı ve kuşkuları dillendirenlere, karşı duranlara aba altından sopa gösteriliyor... Hangi süreç, neyin süreci bu? Ulusal varlığı ve bütünlüğü sarsacak gelişmeler karşısında tepki göstermenin, eleştirmenin neresi barış karşıtlığı? Başbakan, İmralı tutanaklarının yayımlanmasına bile tahammül edemiyor, basına verip veriştiriyor. Kılıçdaroğlu’nun “konuş” çağrısına, “Biz bu konuyla ilgili konuşmayacağız” yanıtını veriyor. AKP’li yöneticilerin, milletvekili ve bakanların “konuşması” neden yasak?.. HHH Suskunluk neden? Gizlenen, üstü örtülen ne? Halktan, toplumdan ne saklanıyor? O tutanakların salt İmralı’daki buluşmaya ilişkin olduğunu, önceden hazırlanmadığını kim söyleyebilir? İşin özüne bakılmıyor, tutanakları kimin sızdırdığı tartışılıyor. AKP mi, BDP mi, MİT mi? Yok gazetecilik başarısıydı, değildi! Kurgulanmış bir metin miydi, istihbarat operasyonu muydu? İşin aslı önemli oysa... Ulusal varlığı ortadan kaldırma niyetleri, yeni anayasa, terör örgütü liderinin başkanlık sistemine onayı... Küresel güçlerin çıkarlarını korumaya yönelik pazarlıklar... Bu arada Kandil havadan bombalanıyor bir kez daha. Toplumun gazı mı alınıyor? HHH Başka bir suskunluk daha dikkat çekiyor bu arada. Yunanistan Başbakanı Samaras’ın dünkü ziyaretindeki “suskunluk...” İstanbul’a gelmeden önce To Vima gazetesine verdiği demeçte, Ege’de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge konusunda, “Yapılması gerekenleri planlı ve metotlu bir şekilde yapacağız” diyen Samaras’ın dünkü basın toplantısında aynı konuyla ilgili suskunluğu... “Münhasır ekonomik bölge konusunda ilanda bulunacağınızı açıklamıştınız, görüşmelerde gündeme geldi mi” sorusunu, “Burada detay verecek bir zaman olduğunu sanmıyorum” diye yanıtlamakla yetindi Samaras. Bu arada uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları olduğu vurgusunu yaptı. Peki Erdoğan ne dedi? Münhasır bölge konusunda müşterek çalışmalar yapılacakmış, kazan kazan politikaları doğrultusunda Doğu Akdeniz’de atılacak adımları konuşmuşlar! Sanki Samaras, kıta sahanlığı konusunda BM’ye başvuracaklarını açıklamamış gibi. Sanki Yunan Başbakanı’nın, “Türkiye bu bölgelerde petrol ve doğalgaz araştırması yapamaz” dediğini unutmuş gibi... 2010 yılı temmuz ayında Meis Adası açıklarında bir ay boyunca sismik araştırma yapan Piri Reis’e, Dışişleri Bakanlığı tarafından çalışmanın tamamlanması için bir aylık ek süre verilmediğini anımsadım bu arada. İşe bakın ki Yunan basınına göre dönemin Başbakanı Papandreu, resmi olmayan bir başvuru yaparak, Piri Reis’in çalışmasının sona erdirilmesini rica etmiş ve Türkiye bunu kabul etmişti... Suriye’ye şahin kesilenler Yunanistan’la “kazan kazan” oynuyor, nasılsa! Barışın Küçük Dili Kendisine açıkça “Apo” denilsin istiyor.. “Barışın dili” bunu gerektiriyor. Haklı... Soyadı ne yazık ki çok netameli! Hele önüne bir de “Sayın” konulunca, sürecin psikolojik enfarktüs geçirmesi kaçınılmaz. Hiç değilse “işi bitirinceye dek” Öcalan’ı askıya almak gerek. “Bana Apo deyin” de bunun iması! Apo’da, Anadolu’nun canları Memo, Haso, Hüso’ların sıcaklığı var. Öcalan da en azından Erdoğan kadar iyi bir iletişim ustası. Aslında Recep Tayyip Erdoğan da kendisine “Reco” dedirtmelidir. Ya da kentsel dönüşüme uğramış bir ismi de yeğleyebilir: “Erdo!” Bu arada Apo’ya nasıl Abdullah Bey demiyorsak.. Başbakan’a da Tayyip Bey demekten kaçınmalıyız, Yoksa, süreçteki protokol dengesi bozulur. Bir de aracı/müzakereci Hakan Fidan var. Ona da “Fido” diyebiliriz. “Fido” için de halk nezdinde sempati derlemek gerekiyor. “Apo” ile “Reco” adına Türkiye için asıl “racon” kesecek olan o. “Adrese teslim Apo”yu kucağında bulan merhum Ecevit dümeni ve dümenin de kimde olduğunu tam anlayamadan hayata gözlerini yumdu. Tayyip Bey’e Allah uzun ömürler versin. CHP’den, MHP’ye... MİT’ten BDP’ye… Hatta belli etmeseler de Apo’dan Erdoğan’a... Herkesin kafasında tek soru var: Dümende kim var?.. Oslo tutanak sızıntısından.. Uludere bombardımanına… Afyon cephaneliği şehitle ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Böbrek Satanlar Haklarını Arayan Robotlara Karşı! Bu yazıda sakın zannetmeyin ki her iki ülkenin gündem farkları veya benzerlikleri üstüne uzun analizler yapacağım. Zaten bizim ülkenin gündeminin hızı, saatte 54.000 kilometre ile Rusya’da yere çakılan meteoru bile solda bırakabildiği için, her iki ülke arasında kıyaslama yapıp haksız rekabetten bir dizi eleştiri toplamaya gerek yok. Hiç aşırı güncel olmaya çalışmadan önce hızla içinden bildiğiniz Türkiye gündeminden bazı hatırlatmalar yapalım: 28 Şubat 1997’de MGK’de alınan ve Başbakan, bakanlar ve Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmiş, imzalanmış kararlar hakkında “Darbe yapıldı”(!) şablonuyla acele bir dava yürütülüp, “bağımsız yargı”mız sayesinde her gün komutanlar tutuklanıyor, yeni cadı avlarına girişiliyor. Komik başka insanlar da, şaşkın bakışlarla seyretmekle yetiniyorlar bu durumu. Bir gazetecinin ortaya attığı “postmodern darbe” şeklindeki eksantrik uydurma yorum, aradan 16 yıl geçtikten sonra birden postmodern takısını kaybedip yargı önünde asli bir duruma terfi ediyor ve hükümetimizin üyeleri de hemen bu analize tesadüfe bakın ki aynen katılıyorlar! MEB, Edip Cansever’in şiirine getirdiği bira sansürünü, TAPDK Yasası’na dayandırarak bu çılgın girişimi aklıyor ve bu eylemi “tüketici bilinci oluşturmaya yönelik çalışmalar” kapsamına alıveriyor. Hükümetin AİHM’nin Türkiye aleyhindeki ihlal kararları doğrultusunda hazırladığı ihlal paketine kadın soyadı özgürlüğü sağlayacak düzenlemeyi getirmemesi tepki topluyor. Geçim sıkıntısının had safhaya ulaştığı ülkemizde açlık böbrek sattırırken, bu bahtsız kişilerin sayısı artık organ bağışçılarını geçiyor. THY’nin hosteslere yönelik komik kıyafetleri ile ilgili haber, dünya medyasının turunu atma şerefine nail olarak, birçok uçuş hattındaki alkol yasağı haberiyle bütünleşiyor. “İmralı” ile “diplomatik veya sistematik” görüşmelere kimlerin hangi sıfatlarla katılacağı enine boyuna tartışılıyor. Bu örnekleri çoğaltmaya gerek yok, hepsini ezbere biliyorsunuz. Fransa’da organ nakilleri konusu açıldığında, onların uzman profesörleri, bizde görüldüğü gibi mesela Normandiya’da 5 yıldır tutuklu olmadıkları için, gerekli ameliyatlar yapılabiliyor ve organ sayısını artırmak amacıyla da “kontrollü” kalp durmalarında kullanılabilir organ sayısını hızla artırabilmek için yeni çalışmalar yapıyorlar. Böbrek satışı pazarı pek yok! Amerika’da doktorların körlere görme imkânı getirebilecek yapay retina uğraşını başarıyla uygulamaya koymaları, Fransa’da da heyecan yaratıyor. Göze yerleştirilen elektrotlarla hastaya takılan gözlük ve kamera birleşip mucizeyi gerçekleştiriyor. Bu sistemin adı “Argus II”. Bu arada Türkiye’de haklarını arayan, grev yapan onurlu işçilerimiz, polis şiddeti altında her meydanda cop, tazyikli su, biberli gazla boğuşurken, Amerika’da yaşanan bir olay, işçi hakları yuvası Fransa’da ilgi çeken bir gündem maddesi haline geliyor: MIT Üniversitesi’nden Kate Darling, sosyal robotlar için bir hukuki koruma çıkarmayı öneriyor. Darling bunun aynen “hayvanları koruma yasası” gibi önemli bir çıkış olacağını vurguluyor ve bu arada önemli hedeflerden birinin de insana verilecek zararların da bu kötü örnekler yok edilerek ortadan kaldırılabileceğine güveniyor. Bu arada Grenoble Üniversitesi’nden iki ekip, yıllar önce Kemik isimli romanımın bence 11 Eylül’den bile daha önemli öngörüsü olan “Bilgisayar çipi ve beyin hücresini birleştirme” çabasına doğru önemli bir adım atıyorlar: Canlı hücrelerin bazı parçaları, minyatür elektrik iletkenleri yerine kullanılabiliyor. 10 Şubat’ta NatureMaterials dergisinde yayımlanan metin, cansız “silicium” maddesi ile, canlı hücre evliliğine açılan yolu anlatıyor! Ve ne iştir ki, hâlâ Fransa’da birileri bunun üzerine rahiplere koşup “Sizce dinimiz açısından sakınca var mıdır” diye sormayı akıl edemiyorlar! Tabii Fransa gündeminde daha normal ya da alaturka tanımlamasına uygun tartışmalar da var. Fransız entelektüellerinin elinde patlayan “Arap Baharı”nın yalan rüzgârı ile yüzleşmek, hesaplaşmak, Mısır ve Tunus’ta şeriatçıların beklenmedik çıkışları veya aldıkları varsayılan başarıların yanı sıra Tunuslu muhalif lider Chokri Belaid’in katlinin getirdiği şaşkınlık, homoseksüel evlilik aleyhine toplanan 700.000 imzanın Ekonomik, Sosyal ve Çevresel Konsey’e sunulması, Hollande hükümetinin giderek artan şikâyetlere karşı ekonomi alanında çaresiz kalması ve homurdanmaların yüksek sesle duyulmaya başlanması... Ben, papatya toplar gibi örnekler hatırlatıp, ilginç buketin yorumunu size bıraktım! HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Osman 1 lı mutfağına 2 özgü, çamsakızlı muhal 3 lebi. 2/ Argo 4 da, uzun süre 5 cinsel ilişki6 den uzak kaldığından 7 aşırı istek 8 li kimse... 9 Japon lirik dramı. 3/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Romatizma ağ 1 K E R E M P E K rısı... Güç, der 2 I L I C A S A L man. 4/ Gümüş 3 H E L A R A elementinin sim 4 N D U T A P S İ S gesi... Deniz giyL A V İ sisi. 5/ İskambil 5 I L I M A S de bir kâğıt... Bir 6 R U M E L İ 7 A D S A K A İ nota... BahçeleA S İ L L A Z rin yeşillendiril 8 mesinde kullanı 9 U Ğ U R F O RM lan bitki. 6/ Palamut, torik gibi balıklardan dilim dilim kesilerek yapılan salamura. 7/ Çin’in para birimi... Afrika’nın güney ucundaki burnun adı. 8/ Mana... Orhan Hançerlioğlu’nun bir romanı. 9/ Bir renk... Bir oda ya da mekâna açılan, duvar ya da çitlerle çevrili girinti. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Gaziantep yöresine özgü, bir tür su muhallebisi. 2/ Oyunda cezalı çocuk... Buhar banyosu. 3/ Çocuğun eğitim ve öğretimiyle ilgili erkek bakıcı... Bir dilden başka bir dile olduğu gibi çevrilen deyim.. 4/ Azerbaycan’ın plaka imi... Narçiçeği renginde bir süs taşı. 5/ Kekeme ya da dilsiz kimse... Rütbesiz asker... Anadolu halklarının en eski ana tanrıçası. 6/ Yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam... Tavlada “iki” sayısı. 7/ Mısır unuyla yapılan yağlı bir yemek. 8/ Nâzım Hikmet’in bir oyunu... Uluslararası Çalışma Örgütü’nün simgesi. 9/ Motorlu taşıt yapımını konu alan sanayi dalı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle