13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 MART 2013 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Elekdağ’dan Başbakan’a Mektup Rahatsızlık CHP’li Yenimahalle Belediyesi’nde CHP’den istifa etmişlerin, CHP’li Belediye Meclis üyelerinin karşı çıkışlarına rağmen Melih Gökçek ile kol kola yürüttükleri yüksek rant yaratma ve dağıtma işlerini gündeme getirmemiz birilerini çok rahatsız etmişe benziyor. Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar’ın çevresindekilere aktardığına göre, gazetemizin bizi artık “susturması” gerekiyormuş. Çünkü ilan veriyormuş. İlan verince de biliyorsunuz, gazeteyi yazarları ile birlikte satın almış oluyorsunuz! Geçen hafta telefonumuz çaldı. CHP’den istifa etmesine karşın Yenimahalle Belediye Başkan Yardımcılığı’nı sürdürmesine göz yumulan Şenol Balaban’ın “dava arkadaşı” olduğunu söyleyen bir kişi, ev adresimizi de bildiğini (demek ki, derin araştırma yapmışlar) dile getirdikten sonra “Başka işiniz gücünüz kalmadı mı ki, Şenol Balaban ile ilgili yazılar yazıyorsunuz. Halbuki o, belediyede çok güzel işler yapıyor” dedi ve ekledi: “Benim ekmeğim yoktu yiyecek, şimdi cipe biniyorum. Kötü bir şey mi bu?” Ne diyelim, Allah arttırsın... Eski CHP milletvekili, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, “Biz her türlü milliyetçiliği ayağımızın altına alan bir iktidarız” sözleri üzerine Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup gönderdi. Bu sözlerin “Cumhuriyet’in temelindeki Milli Mücadele’yi, millet olarak varolma şuurunu ve kuruluş felsefesini etkilediği”nin altını çizip uyarılarda bulundu: “Açıklamanız, iki açıdan çok talihsiz yorumlara yol açan bir yaklaşımı yansıtıyor. Birincisi, ‘her türlü milliyetçilik’ ifadesi, Kurtuluş Savaşı’nda şahlanarak Anadolu’yu düşmandan arındıran Türk milliyetçiliğini de kapsıyor. Atatürk, Milli Mücadelede hedef olarak şu parolayı ortaya atmıştı: ‘Hâkimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek… Ve Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasını sağlamak.’ Zatıâlinize soruyorum: Milliyetçilik duygusu ile millet olarak var olma ve yaşama azmi Kurtuluş Savaşımızda bir şuur ve iman halinde yaşamasaydı, bugün hür, haysiyetli ve şerefli bir millet olarak ayakta kalabilir miydik? Anadolu düşman kuvvetlerinden arındırılabilir ve Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi? İkincisi, ‘Türk milleti’, asla ve kat’a bir kavmin, ırkın veya etnik grubun adı değildir. Türk milletinin en veciz tanımı Atatürk’ün şu ifadesinde yer almıştır: ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.’ Bir gönül bağı olan Atatürk milliyetçiliği, diğer milliyetçi akımların sizi rahatsız eden sakatlıklarından arındırılmıştır. Şöyle ki: Atatürk milliyetçiliği, ırkçılık, Turancılık karşıtıdır, kafatasçılığı reddeder, özgürlükçü ve eşitlikçidir, demokrasiyi hedefler, dünya ile barışıktır, başka milletleri ne hakir ne de kendinden üstün görür. En önemlisi de Atatürk milliyetçiliği, Türk halkını, tüm toplum bireylerini dil, kültür ve tarih bilinci temelinde ‘Türk Milleti’ ve ‘Türklük’ şemsiyesi altında birleştiren bir toplumsal yapıdır. Sayın Başbakan, siz bu milliyetçiliği ‘ayak altına almaya’ kalkarsanız, o zaman, Türkiye halkını milli kimlikten ve aidiyet duygusundan yoksun bırakır, bölünmüş, ufalanmış, dejenere bir kitleye dönüştürürsünüz. Türkiye’yi, Türk milletinin var olmadığı bir noktaya getirirseniz, Türkiye Yugoslavya’ya döner, parçalanır. Affınıza mağruren belirteyim ki, görüşünüzde ısrar etmeniz, ceremesini kıyamete kadar çekeceğiniz vahim bir hata olacaktır.” Mektup yeterince açık... yazmak, araştırmalar yapmak da... Yalnızca solcu ve yurtsever olmak yetmiyor. Yalnızca dürüstlüğü ilke edinmek de... Yalnızca yaşamını halka adamak yetmiyor. Yalnızca evrensel düşünebilmek de... Biliyor musunuz, sonsuzluğa uğurladığımız Dr. Ata Soyer, bunların hepsini becerebilmişti. Nasipse Barış Olur İnşallah Bizim oğlan ilkokulda iken masal ödevi yapıyoruz, La Fontaine’den tilkili kargalı olan masalı seçtik. 17’nci yüzyıldan bu yana tilkinin kurnazlığı, karganın ise alıklığı temsil ettiği o ünlü peynirli masal! İnternette bulduk masalı, ama bu kez farklı bir yoruma tosladık. Bizim açtığımız sitede deniyor ki: “Efendim o peynir o karganın nasibi değilmiş!” Peynir nasibi olsaymış, karga aptal da olsa ağzından düşürmezmiş! O peynir karganın değil, tilkinin nasibiymiş! Anlatın şimdi kolaysa çocuğa “nasip” ne demek! (Bu arada “Nasipse” diye bir de evlilik sitesi var, onu atlamayalım.) Nasip denince, anlamında kader, kısmet, fal, baht ve elbette Allah’ın izni var: Sen ne yaparsan yap fark etmez, akıl ve zekâ da yetmez, sonunda iş olacağına varır! HHH Nasipse silahlar susacak ve barış içinde yaşayacağız. Nasipse PKK sınır dışına çıkacak. (Peki ama Kandil ne olacak? Orası sınırın dışı değil miydi? Ne yersiz ve zamansız bir soru bu! Sorma bunu, Kandil’i susturmak nasipse, o da olur inşallah.) HHH Din referanslı “winwin” bir tasarım mı? Deneyimli gazeteci Çiğdem Toker’in Diyarbakır’dan geçtiği Nevruz yazısının başlığı buydu. Öcalan’ın Nevruz mesajında “iki” halkın ortak dinine yaptığı atfın altını çizmek gerekir. Bu konuşma metninde dine yapılan göndermeler, yılbaşından bu yana yürütülen görüşmelerin hangi zemine oturtulduğu konusunda bizleri fikir sahibi kıldı. Toker’in sözlerinden alıntıyla; “Bir yanıyla ‘winwin’ diyebileceğimiz bir siyasi mühendislik tasarımıyla karşı karşıyayız”. Ayşe Sayın’ın dün Cumhuriyet’teki Diyarbakır kaynaklı haberinde altını çizdiği “İslam Bayrağı Vurgusu”na bakalım şimdi de. Ne diyordu Öcalan: “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır...” Nasipse İslam bayrağı altında toplanacağız! Zaten Türk bayrağını unutun... (İyi de sevgili karga, bundan 40 ve 30 küsur yıl önce askeri darbe ile işbaşına geçenler de aynı tasarımı yapmaya kalkışmadılar mı? 12 Mart 1971 muhtıracıları Süleyman Demirel’e karşı yurtdışından Necmettin Erbakan’ı getirmedi mi? 12 Eylül 1980 askeri yönetimi de solcuları ezerken şeriatçılara yolu açmadı mı? Kenan Paşa “Din en büyük yapıştırıcıdır” diye üzerine atlamadı mı? Peki ne oldu? Dindar Kürtler üzerinden barış mı sağlandı?) HHH Bu satırların yazarı, bu ülkenin gençlerinin, kadınlarının samimi barış isteğini yüreğinde hissediyor. Ancak iş, din referanslı barış tasarımlarını alkışlamaya gelince, elleri uyuşuyor. Çünkü beyler, sizin bu eski ve geri kafalarınızla evet, peyniri tilkiler yer! Sonra da sizler oturup, “Nasibimiz buymuş” diye teselli bulursunuz! Topluca Üşütme “Koskoca” diye anılan yazarlar dinliyoruz televizyonlarda, yazılar okuyoruz ününe ün katmış gazetecilerden... Öcalan’ın İmralı’dan aktardıklarını anlatıyorlar ballandıra ballandıra. Yorumlar yapıyorlar, sanırsınız Zeus Olimpos’tan iniyor: İmralı’daki bir barışsevermiş, bir akıllıymış ki sormayın gitsin. Ortadoğu onun önderliği sayesinde yeniden şekilleniyormuş, adeta barış adası oluyormuş filan... Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, hepimizin aklına fikrine sağlık! Kafayı üşüten çok çünkü... Yurttaşlarını ömür boyu hapislerde çürüten iktidar, gücünün ömür boyu süreceğini mi sanıyor? Tayyip İnsanlar inim inim inlerken Recep çu ktup “me ki lı’da İmra Erdoğan başkanlık, Ömür Boyu önder” de eşbaşkanlık mı bekliyor? Diyarbakır’da önceki gün “tam bağımlı, piyasasever, etnikçi, cemaatçi ılımlı İslam kuruluşu ilan edilmedi mi? nun ” federasyonu .. Hey millet, uyanın da balığa çıkalım. Ata Soyer Yalnızca iyi insan olmak yetmiyor. Yalnızca çalışkan olmak da... Yalnızca mesleğini iyi yapmak yetmiyor. Yalnızca kitaplar Nevruz SADIK ÇELİK layık görülen müebbet… Yeni bir basın özgürlüksüzlüğü vakasıyla daha karşı karşıyayız. Hasan Cemal’in, Başbakan Erdoğan’ın basına verilen İmralı tutanakları için medyaya verip veriştirmesini eleştirmesinden sonra olaylar gelişti. İddialara göre, Başbakan’ın, gazetenin patronuna telefon ettiği, aşırı tepki verdiği ve patronun bu tepkinin arkasından Hasan Cemal’in yazısını yayımlatmaması, bir başka deyişle onun nazik bir biçimde gazeteden kovulması olayı vuku buldu. Bir ülkedeki basın mensupları yazıları ya da yayınları yüzünden siyasi iktidarların öfkesine mazhar olmaktan çekinerek, kendilerini, onlarla iyi geçinmek üzere birtakım kararlar almak zorunda hissediyorlarsa o basın kuruluşlarında yalnızca sözde basın özgürlüğünün varlığından ve o ülkede ancak sözde demokrasiden bahsedilebilir. İktidarlar kendilerini eleştiren basın organlarından elbette ki pek hazzetmezler; bu en az, bireysel ilişkilerimizde davranışlarımızı, görüşlerimizi eleştiren insanlardan hoşlanmamamız kadar insani bir durumdur. Ancak hükümetmedya arasında beliren bu hazzetmeme durumu muhalif seslerin o veya bu şekilde susturulmasıyla, işinden olmasıyla sonuçlanıyorsa o noktada yanlış giden bir şeylerden söz edilebilir. Bir ülkede herhangi bir basın görevlisinin susturulması karşısında herkesten önce o mesleğin tüm mensuplarının isyan seslerini yükseltmesi şarttır. Bu noktada fikirsel ayrılıklar bir kenara bırakılmalıdır. Kendisine dokunmayan yılana öte git dememek o yılanın er ya da geç kendi kapısında belirme ihtimalini görememektendir. Haksızlıklar karşısında elimizi kaldırmak için sıranın bize gelmesini beklememeliyiz. Sonuçta fikrine, zikrine katılalım ya da katılmayalım bu ülkede bir Hasan Cemal’in yazamayacak olması kabul edilebilir değildir. Geçmişteki bireysel duruşu ve görüşleri nedeniyle bugün Hasan Cemal’in ya da diğerlerinin haklarına, özgürlüklerine sahip çıkmamak, onları “eden bulur” zihniyetine hapsetmek ise en başta kendimize zarar vermek olacaktır. Dün ve bugün Türkiye’de çok sayıda gazetecinin aynı yollardan geçmiş ve geçiyor olması ise basın ve ifade özgürlüğü konusunda içeriye ve dışarıya karşı kendimizi aklamamızın güç olduğunun göstergelerinden yalnızca bir tanesidir. [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Milyonu aşkın insan, rengârenk kıyafetleriyle barış ateşini yakmak üzere Diyarbakır’da toplandı. Diyarbakır tarihinin belki de en kalabalık ve en anlamlı kutlamasını yaşadı. Ve beklenen çağrı geldi: silahların susması, silahlı güçlerin sınır ötesine çıkması ve silahlı mücadelenin sona erip demokratik siyasi sürecin başlaması. Asıl mücadele, asıl değişim de işte zaten bu siyasi süreç sırasında yaşanacak. On binlerce insanın ölmesinden, yüz binlerce yaşamın kararmasından sonra da olsa, silahların susup, gözyaşının dinip fikirlerin konuştuğu günleri görebilme ihtimaline yaklaştığımızın telaffuz edilmesi bile umut çiçeklerinin yeşermesine sebep oluyor. Silahların susması nasıl ve ne zaman gerçekleşecek, talepler ne ölçüde karşılanacak, tavizlerin sınırı ne olacak… Bunlar ise çözüm yolunun belirsizlikleri olarak karşımızda duruyor. Hasan Cemal ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Ağırlaştırılmış mütalaa Ergenekon savcısının mütalaası sonunda açıklandı. Ömrünün büyük kısmını terörle mücadeleye veren eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan, Fatih Hilmioğlu da dahil çok sayıda kişi için müebbet istendi. İstenilen ağır cezalar büyük şaşkınlıklara sebebiyet vermedi; zira bunlar ilk günden beri dile getiriliyor, tahmin ediliyordu. Gelinen mütalaa noktasında Başbuğ’un örgüt üyesi olmadığı kabul ediliyor. Peki, o zaman hakkındaki müebbet isteminin gerekçesinde ne var? “Cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”. Yani işlenmemiş bir suç ve bunun için istenilen müebbet hapis. Suç işlenmiş olsaydı müebbet yerine istenilen ceza ne olacaktı, insan düşünmeden edemiyor ve düşünürken ürperiyor doğrusu. Herhangi bir örgütü olmadan bir adamın tek başına hükümeti nasıl devireceği, nasıl darbe yapacağı ise herhalde çok sayıda şehir efsanesine konu olabilecek bir gizeme sahip. Amaç gerçekten bir örgütün suçlu üyelerini ortaya çıkarmak mıydı; yoksa suçlu olduğu önyargısıyla birtakım muhalif isimleri bir araya getirip onlardan bir örgüt yaratmak mıydı… Bir yandan barışı getireceği inancıyla terör örgütüyle müzakerelere girişen devlet, diğer yandan terör örgütüyle verdiği mücadelelerle geçen bir ömre BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ekono 1 mik durgun 2 luk. 2/ Telli çalgılarda 3 telleri yük 4 sekçe tutan 5 tahta köprü6 cük... Sütun başlıklarının 7 üstünde yer 8 alan tabla. 9 3/ Müzikte, geceden 1 2 3 4 5 6 7 8 9 esinlenen ya da 1 E S K İ M O A K geceyi çağrıştıran 2 S P O R B A B A beste. 4/ Kimse, 3 V kişi... Habeş soy 4 K O C A B A Ş İ R A D E U R A lusu. 5/ İçinde katı bir madde erimiş 5 M B E K A R E T A N S A bulunan sıvı... 6 O B A A Ş U R A S “Suya düşeni 7 R E S S AM yakmaz” (Kara 8 A B caoğlan). 6/ Bir 9 K A V A T A M E alay işareti... Telefon sözü. 7/ Çimentonun kum ya da çakılla karıştırılmasıyla elde edilen yapı gereci... İskambilde bir kâğıt. 8/ Çemberin çevresinin çapına oranını gösteren sayı... Sarı renkli verimli balçık. 9/ Japonya’da bir kent... Doğru, gerçek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlı mimarlığında renkli camlarla yapılan pencere... İtalya’da bir ova. 2/ Hayat arkadaşı... Tuluat tiyatrolarında Doğu giysileriyle yapılan dans. 3/ Geminin içinde en alt bölüm. 4/ Yankı... “ adreslere benzer ölüm” (Behçet Aysan). 5/ Ağır bir yükü kaldırmak için kullanılan aygıt. 6/ Irmak, çay gibi suların, içinde aktıkları yer... Hollanda’nın plaka imi. 7/ Kısa namlulu bir top... Orhan Asena’nın bir oyunu. 8/ Bir meyve... Görünüşe göre olacağı sanılan. 9/ Datça Yarımadası’nda ünlü bir antik kent.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle