25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 ARALIK 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gezi Sonrası ve Dijital Aktivizm Kontrolsüz Güç İLK kez karşılaştığımız bir durum değil bu. İster durum diye renksiz bir sözcükle anlatın, ister bela, parazit, felaket, ur, kanser gibi olumsuzun olumsuzu bir terim kullanın, ne derseniz yetmez bunu doğru tanımlamaya: Bozuk düzenin içinden çıkan, batağının çirkefiyle beslenmiş, güçlenmiş, kabının dışına taşmış, etrafını egemenliği altına almaya ve kendisine benzetip hükmetmeye kararlı bir afet. slında bir cemaatten söz etmekteyiz. Başlangıçta dinsel, tarikat biçiminde bir tomurcuklanmaya başlayıp bir mahalleyi, semti, kasabayı, kenti, hatta bölgeyi pençesine alan, oradaki beyinleri etkileyen, yarı inanç, yarı safsatayla doldurup çok uzaklardaki merkezlerle, tapınabilecek büyüklerle temasa geçirerek çok geniş toplulukların zerrelerinden biri durumuna dönüştürüp böylece büyüyen gücün neferlerinden biri yapan bir topluluk örgütlenmesi. Ama bir yandan “uhrevi” denen alanlarda gezinirken bir yandan da fani dünyanın nimetlerini ihmal etmeyen, büyük yatırımlara katılmakla başlayıp uçsuz bucaksız alanlarda ihaleler kapan, bu dünya kadar maneviyatla dolu başka dünyalardaki yerlerini de peyleyen insanların dünyası. ütün bunları Kemalist bir cumhuriyetin ve laik bir hukuk düzeninin çerçevesine sığdırmanın ne denli zor bir iş olduğunu belirtmeye gerek var mı? Böyle bir takışmayı çağdaş devletteki sorunlar arasına sokma çabasının ister istemez çok çelişki yaratacağı kesindi. İktidarı elinde tutan siyasal kadronun, bütün becerisine ve içindeki bazı elemanların asla yadsınamayacak keskin zekâsına karşın, bu çelişkiyi yenmekte hayli sıkıntı çektiği açıkça görülüyor. Dünyanın en zor bölgelerinden birinde Türkiye gibi sorunlarla dolu bir ülkeyi yönetmek zorunda olan politikacıların bir de bu tarz çelişkilerle uğraşmak durumunda kalmış olması büyük talihsizliktir. ma “kendi düşen ağlamaz” demişler. Hem geri kalmışlığı henüz tam yenememiş bir ülkeyi kalkındırmaya soyunmak, hem de taşra cemaatçiliğiyle devlet yönetmeye kalkışmak olacak iş miydi? Kolay kontrol edilemez bir gücü kendi elinizle yarattıktan sonra böyle bir akıbetle karşılaşacağınız belli değil miydi? Kontrolsüz gücün güç olmadığını bilmeliydiniz. Sandık ve siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazıdırlar ama demokrasiyi sadece bunlarla sınırlı görmek yüzyıl öncesinin anlayışıdır. Çağdaş ve katılımcı demokrasinin temelinde sivil toplum örgütlenmeleri vardır. Bakılması gereken yukarılardan bir kurtarıcı değil, önce aynadır, sonra da göz hizamızda olanlardır, kamuoyudur. Prof. Dr. OSMAN COŞKUNOĞLU M A B ayıs sonunda Gezi Parkı’nda hiçbir siyasi veya ideolojik odağın güdümünde olmadan başlayıp çığ gibi büyüyerek, sadece ülke çapında değil, küresel boyutlarda yankılar uyandıran Gezi hareketi tarihe geçti. “Beni çoğunluk seçti, ne dersem odur” dayatması karşısında birikmiş demokratik ve özgürlükçü tepkinin, bir merkezden yönetilmeden kendiliğinden ve bu kadar güçlü bir şekilde ortaya çıkması, muhteşem bir halk hareketi olarak, sadece Türkiye değil, dünya tarihine geçti. Şu anda önümüzdeki soru şudur: 1020 yıl sonra bakınca, Gezi hareketi tarihte yerini nasıl almış olacak? Hükümetin dayatmalarına karşı müthiş bir direniş olayı, parlak bir nokta olarak mı? Yoksa özgürlük ve çağdaş demokrasi yolunda önemli bir değişim çizgisinin başlangıç noktası olarak mı? Yanıtlar, Gezi ruhunun nasıl devam edeceğine bağlı. Önce, iki genel yanlış düşünceye dikkat çekmek isterim. Birincisi, internetin, sosyal ağların, cep telefonlarının, kısacası iletişim teknolojilerinin yarattığı gücün büyüsüne kapılmak. İletişim teknolojilerinin, siyasi ve ekonomik güç odakları karşısında, bireyin, özellikle bu teknolojileri en iyi kullanan genç bireyin gücünü müthiş arttırdığı doğrudur. Nitekim, Gezi hareketi kısa bir sürede dünyanın öbür ucunda, Brezilya’daki protestolarda bile yankılandıysa bu sosyal ağlar sayesindedir. Twitter kurucusu Jack Dorsey’den Madonna’ya kadar milyonlarca takipçisi olanlar Gezi’yi destekleyen mesajlar attıktan sonra, dünya bu harekete kayıtsız kalabilir miydi? Küresel dikkat, hayranlık ve destekleri çekmenin ötesinde, direniş hareketlerinde geniş kitleleri hızlı bir şekilde örgütleyebilme aracı olarak da internet ve sosyal ağlar en önemli araç olmuştur. Başbakan Erdoğan’ın bu harekete tepkilerindeki gelişme çok öğretici. Önceleri, vizyonu ve birikimi sınırlı birisi olarak karşısındaki bu şaşırtıcı güçteki direnişi “faiz lobileri” gibi birtakım küresel güç odaklarının komplosu sandı. Sonra, birileri kendisine internet ve sosyal ağların gücünden söz etmiş olmalı ki, Başbakan’ın gazabı yön değiştirdi ve sosyal ağları “en büyük baş belası” ilan etti. Daha da sonra yine birileri Başbakan’a “Siz merak etmeyin, biz interneti ve sosyal ağları manipüle edebiliriz” demiş olmalı ki, Erdoğan “Sosyal ağlarda bugünlerde güzel şeyler oluyor” demeye başladı. Otokratik yönetimlerin de internetin müthiş gücünü kullanabileceğini, Evgeny Morozov çok yankı uyandıran ve ödül kazanan “The Net Delusion” (“Ağ Aldatmacası”) başlıklı 2011 kitabında göstermişti. Kitap, otokratik yönetimlerin aşikâr diktatörce yasaklamalar yerine, özgür gibi gösterdikleri interneti hem çeşitli meşru görünen bahanelerle sınırlayıp hem de manipüle edebileceklerini de gösteriyor. Bu kitap ve benzer araştırmalar, özellikle gençlerin elinde internetin doğal ve karşı konulamaz bir demokrasi, özgürlük ve değişim aracı olacağı hayallerinin üstüne gerçeğin soğuk duşunu tutmuştur. Nitekim, AKP bir yandan sosyal ağları manipüle etmek için 6 bin kişilik maaşlı bir ekip kurarken diğer yandan hükümet, “siber polis” diyebileceğimiz “Siber Olaylara Müdahale Ekipleri”nin kuruluşunu “Faiz lobileri” 11 Kasım tarihli Resmi Gazete’de yayımladı. Dolayısıyla, bir süre önce “en büyük baş belası” olarak nitelediği sosyal ağlar, Başbakan’ın gözüne artık “güzel” görünmeye başladı. AKP hükümetini hazırlıksız yakalayan Gezi hareketinde önemli bir rol oynayan internet ve sosyal ağlar bilinçli kullanılırsa bireyin elinde güçlü bir kaldıraçtır ama bunları sihirli bir değnek sanmak yapılabilecek birinci yanlıştır. İkinci yapılabilecek yanlış ise yukarılara bakmaktır; yani, lider ve siyasi parti arayışları ile tepelerde yeni oluşum umutlarıdır. Sandık ve siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazıdırlar ama demokrasiyi sadece bunlarla sınırlı görmek yüzyıl öncesinin anlayışıdır. Çağdaş ve katılımcı demokrasinin temelinde sivil toplum örgütlenmeleri vardır. Bakılması gereken yukarılardan bir kurtarıcı değil, önce aynadır, sonra da göz hizamızda olanlardır, kamuoyudur. Kurulduğundan bir buçuk yıl sonra, AKP havadan düşmedi iktidar koltuğuna. On yıllardır toplumsal tabanda, her türlü güçlüğe karşın yılmadan ve sürekli olarak oya işler gibi kamuoyu oluşturan cemaatlerin, tarikatların çalışmalarının sandığa yansımasının sonucudur. Osman Ulagay’a Gezi Direnişi’nin yazdırdığı kitabın başlığı bir gerçeği yansıtıyor: “Türkiye Eskisi Gibi Olmayacak.” Gezi hareketindeki siyasetten uzak gençlerin hayallerini gerçekleştirmek için önlerinde zorlu ve uzun soluklu bir yol olduğunu belirttikten sonra, kendilerine sormaları gereken bazı soruları sıralamış Ulagay (s. 133). Bunlardan bence en önemlisi, gençlerin hayalini kurduğu özgür, demokratik ve adil bir düzene geçiş için toplumsal destek nasıl sağlanabilir sorusudur. Aslında, bence bunun yanıtını, “İslami hareketin” başarısının nasıl gerçekleştiğini anlattığı (s. 135136) paragrafta veriyor Ulagay: Toplum içinde uzun soluklu bir çalışmayla kamuoyu oluşturarak. Kamuoyu oluşturmada üç kavramın iyi anlaşılıp uygulanabilmesi gerekir: “Mesele odaklı” ve “yumuşak güç” sahibi bir “dijital aktivizm.” Her biri ayrı birer yazı gerektirecek bu üç kavramı burada sadece tanımlayıp Gezi direnişinin kahramanlarından, gençlerden ayrıntılarını geliştirip içlerini doldurmalarını dileyebilirim. “Mesele odaklı” olmayı, şu veya bu siyasi partiye taraf veya karşı olmadan, somut konularda toplumsal bilginin ve algının doğru oluşmasını sağlamak olarak tanımlayabilirim. Örneğin, çocuklarımızın interneti güvenli kullanması için devletin ne olduğunu bilmediğimiz filtreler uygulaması yerine, gerekli eğitim programlarının okullarda hem çocuklara hem de velilere verilmesini savunmak. Toplumda oluşmuş yanlış normlara dikkat çekmek. “Yumuşak güç” bir görüşü dayatmadan, sadece ne kadar yararlı ve güzel olabildiğini göstererek benimsenmesini sağlayabilmektir. Ne kadar aykırı gelirse gelsin, farklı görüşleri yargılamadan, aşağılamadan, çatışmadan, ötekileştirmeden yaklaşmak ve empati duygusuyla ihtiyaçları anlayıp daha iyiyi sunabilmektir. Olumluyu göstermek, olumsuzu yermekten daha etkindir. Örneğin, hükümetin interneti kontrol etmesine çatmak yerine, özgür internetin önem ve yararına inandırmak. Mesele odaklı ve yumuşak güçle topluma erişebilmek ve kamuoyu yaratmak için sistematik ve sürekli bir “dijital aktivizm” örgütlenmesi gerekli. Kutuplaşmayı destekleyen “çapulcular buraya” tür siteler değil, her sosyal ağda toplumun gündelik ilgi alanlarına hitap eden, güncel konularda farkındalık yaratan, medya ve iktidarın algı manipülasyonlarını deşifre edip etkisiz kılacak bilgiler sunan siteler kurmak gerekir. Mesele odaklı konularda, “bulanık sınırlardaki” yurttaşlarla, yani körü körüne bir görüşe angaje olmamış yurttaşlarla internet üzerinden ilişki kurarak onlara dokunabilmek, onları seçimden seçime oy vermekle sınırlayan bugünkü sistemin ötesine taşıyarak, katılımcı ve etkin yurttaşları yaratabilmek… Gezi hareketinin tarihe, parlak da olsa sadece bir nokta olarak değil, önemli bir değişimin ilk noktası olarak geçebilmesi sivil dijital aktivizmin başarısına bağlı. Balbay’a Özgürlük Ama Seçimlere Gölge Silivri mahkemelerindeki hukuksuzluk ya da hukuksuzluğun sadece bir sonucu, Balbay ve Haberal kararıyla, AİHM’e gitmeye gerek kalmadan, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından çözüldü. Bu karardan birkaç gün önce de Yüksek Seçim Kurulu (YSK), yerel seçimlerde belediye başkanlıklarına aday olacak bakanların istifasına gerek olmadığını bildirdi. Biri adalet duygusunu tatmin eden, öteki adalet duygusunu zedeleyen iki karar hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıktı. HHH Bayların balı, balların bayı Mustafa Balbay, belki de siz bu satırları okurken tahliye edilmiş olacak... Ama Balbay’ın artık “dondurmayı bile üfleyerek yediğini” unutmayalım: Belki de Silivri mahkemesi hukuksuzlukta direnerek çeşitli gerekçelerle tahliyeyi erteleyecek... Ama her ne olursa olsun artık Silivri davaları konusundaki hukuki hesaplaşma, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yüksek mahkemelerde başlamıştır... Mutlaka arkası da gelecektir! Balbay’ın özgürlüğünü şimdiden kutluyorum... Türkiye’deki siyasete büyük katkılar yapacağına inanıyorum! HHH Yüksek Seçim Kurulu’nun kararı ise bütün vicdanları rahatsız etmiştir: O denli rahatsız etmiştir ki, AKP cephesinde bile aday olan bakanların istifa etmesi gerektiği konuşulmaktadır... Hatta kamuoyu, Başbakan Erdoğan’ın sürpriz bir kararla, aday olan bakanları seçimden önce değiştireceği gibi bir beklenti içine girmiştir. Dilerim Başbakan, böyle bir adımla, Yüksek Seçim Kurulu’nun seçimlerdeki adalet anlayışına vurduğu bu büyük darbeyi telafi eder... YSK’nin kararı daha şimdiden seçimlerin adaletine, tarafsızlığına ve şeffaflığına gölge düşürmüştür! Bu konuya ilerde daha etraflıca değineceğim; şimdilik seçmen listelerini İçişleri Bakanlığı’nın düzenlediğini, seçim sonuçlarının ise Adalet Bakanlığı’nın sitesinde ilan edildiğini anımsatmakla yetiniyorum. Elbette her iki konuda da son onay mercii Yüksek Seçim Kurulu’dur ama... Gerek seçmen sayısındaki garip dalgalanmalar, gerekse seçim sonuçlarının sandık bazında mutlak rakamlar olarak ilan edilmeyişi, her iki konuda da ciddi kuşkuların oluşmasına yol açmıştır... Yüksek Seçim Kurulu bir an önce bu konulardaki kuşkuları da gidermek zorundadır! Gücün büyüsü Ne yapmalı?.. A
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle