18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 ARALIK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA PAZARTESİ SÖYLEŞİLERİ 9 SiyaSet bilimci Doç. Dr. yalman, aKP ve Gezi eylemlerini DeğerlenDirDi ‘Organik aydınlar AKP’ye misyon yükledi’ TÜREY KÖSE Başkentteki Yabancı Diplomatların Yolsuzluk Mesaisi Yılın bu son günlerinde başkentteki yabancı diplomatik temsilciliklerde çok sayıda yılbaşı kutlaması gerçekleşir. Siyasetçiler, diplomatlar ve gazetecilerin davetli olduğu bu yılki resepsiyonlarda sohbetlerin ana gündemi dört bakanın isminin karıştığı, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu. Yabancı diplomatlar, AKP ile Gülen Hareketi arasında sürmekte olan kavganın gelişimini yakından takip ediyor. Neredeyse her ayrıntıdan haberdarlar. olduğunda, Başbakan diğer konularda olduğu kadar rahat biçimde tabanını ve seçmenleri ikna edebilecek mi?” ANKARA Türk Sosyal Bilimler Derneği Başkanı, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Galip Yalman, “organik aydınların 12 Eylül düzeninden ülkenin kurtarılması için ‘normalleşme’ diyerek AKP’ye misyon biçtiğini” ifade ederken “sınıf temelli siyaset yerine, kimlik siyasetinin öne çıkarıldığını” vurguladı. Yalman, Gezi Direnişi sonrasında AKP’ye yönelik eleştirilerin artmasıyla ilgili olarak “AKP hiç değişmedi” görüşünü dile getirdi ve Gezi’nin sandığa yansıması için de “CHP’nin sorumluluk yüklenmesi gerektiğini” söyledi. Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından düzenlenen 13. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi geçen günlerde ODTÜ’de gerçekleşti. Siyaseti “merkezçevre” “askerisivil vesayet” “statüko”, “eskiyeni orta sınıf” gibi kavramlar üzerinden okumak yerine; gerçek bir demokratikleşme için “sınıf temelli siyaset” yollarının açılması gereği üzerinde duran Doç. Dr. Galip Yalman ile sohbet ettik. Sorularımız ve yanıtları şöyle: Şerif Mardin, 40 yıl önce “Merkezçevre ilişkileri: Türk siyasetinin anahtarı mı” diye sormuştu. AKP çevrede, merkezdeki Kemalist elitistler merkezi çevreye karşı koruyor gibi değerlendirmeler çok yaygındı. Sizin buna karşı olduğunuzu ve hatta “muhalif ama hegemonik” tezini savunduğunuzu biliyoruz. AKP’yi bu tez çerçevesinde nasıl okumalıyız? Türkiye’nin tarihsel gelişme sürecini, devlet merkezli ancak antidevletçi perspektiften değerlendiren, akademik yazında devlet geleneği diye de bilinen bir yaklaşımdan beslenen bir söylemin, 1980 sonrasında Türkiye kamuoyunda kazandığı konumu “muhalif ama hegemonik” olarak tanımlamıştım. Söylemin muhalif görünmesi topluma hükmeden, gücü kendinden menkul bir devlet imgesine karşı tavır almasından; hegemonik olması ise bu imgeyi gerçekliğin kendisi gibi gösterdiği ölçüde tartışma gündemini belirlemesinden kaynaklanmaktaydı. ‘CHP’nin sorumluluk yüklenmesi lazım’ Gezi Parkı eylemleri yerel seçimlerde sandığa nasıl yansıyacak? Kongrede Cem Tüzün, “Sandıktan Gezi çıkmalı” dedi. Bu, Gezi’de ortak paydayı paylaşanların bir araya gelmesi demek olur. Bir sol cephe çağrısı yapılıyor, onun dışında kalacağı çok belli olan başka sol kesimler var, HDP bir başka cephe. Bunların içinde beğenin beğenmeyin sandıkla ilişkisi itibarıyla muhalefet partisi rolünü oynar gözüken CHP var. CHP’nin kaç yamalı bohça olduğu ayrı bir konu, ama Gezi’nin lül düzeninden Türkiye’nin kurtarılması için AKP’ye misyon biçtiler. Türkiye’nin demokratikleşmesi, kendi tercih ettikleri deyimle siyasetin “normalleşmesi” için bunu zorunlu bir şey olarak gördüler. Liberalller bazılarını tenzih edelimTürkiye’nin “normalleşmesi” sürecinde kritik görev üstelenen organik aydınlar olarak çalıştılar. Sonra, belli konjonktürler değişti, kendi aralarında ayrıştılar, bir kısmı çalıştıkları gazetelerdeki köşelerinden oldular ya da TV’lerdeki tartışma programlarından dışlandılar. Bu süreçte muhalif ama hegemonik söylemin sözcülerinin kullandığı terimler yenilendi, “statükocular”, “laikçiler” vb. ifadeler kullanılmaya başlandı. Ya da eski ve yeni orta sınıfların mücadelesi konuşulmaya başlandı. Hafif müstehzi olarak ‘Bazı arkadaşlarımız sınıfı yeniden keşfetti’ demiştim. Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramı çok kullanıldı... Cumhurbaşkanı’nın sık kullandığı “herkesin yaşam biçimine saygı gösterileceği ifadesi” aslında onun olmadığının ifadesidir. AKP’nin insandığa yansıması denen şey için CHP’nin sorumluluk yüklenmesi lazım. CHP içinde bir taraftan Gezi’de yer alan muhalif kesimler var, ama bir taraftan da neoliberal çizgiyi sürdürmeye kararlı olduğu mesajını vermesini isteyenler var. Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye gitmesi normal, onu söylemiyorum. Ama CHP, kendisine Türkiye’de emeksermaye ilişkilerini, demokratikleşme mücadelesinin önemli bir unsuru haline getirme hedefi koymadığı sürece çok bir yere gidemez gibime geliyor. ternet sayfasında devletin hizmet için var olduğu, vatandaşlara tercihler dayatamayacağı vurgulanıyordu. Oysa, Başbakan’ın ağzından çok duyduk. Hoşa gitmeyen herhangi bir şeyin kötülenmesinin tipik ifadesi olarak “ideolojik” olduğu söylendi. Tekel direnişi sırasında da, Gezi’ye karşı da kullanıldı bu söylem. Başkalarının yaptığı ideolojik, yani dayatmadır, kendilerininki değildir! AKP aslında hiçbir şekilde değişmedi. Zaten otoriter bir devlet biçimi içinde yaşayan bir toplumsak, böyle bir rejimin kendi içinde otoriterleşmesinden söz edilebilir. de devlet biçimi değişebiliyor, otoriterleşebiliyor. Türkiye’de demokratikleşme lafının hep gündemde olmasının nedeni otoriter bir devlet biçimi çerçevesinde yaşıyor olmamız. Bir ara Malezya mı, İran mı olacağız diye saçma sapan tartışmalar vardı, bunlar aşıldı. Türkiye’ye özgü, Batı kapitalist sisteminden kopmadan, ama onun içinde güçlendiği ölçüde belli noktalarda pazarlık yapan bir iktidar söz konusu. Kendine göre bir sentez, bir model geliştirme çabası içinde: Neoliberal İslamcı ya da postseküler bir Türkiye modeli. Demokratikleşme derken; Kürt sorununu önemsemeden Türkiye’de siyaset yapmak mümkün değil. Mevcut iktidarın bütün bu çözüm, demokratikleşme, yeni bir paket derken Kürt siyasal hareketini minumumda olsa bile tatmin edecek bir değişim, dönüşüm gerçekleştirmeye niyeti olmadığını düşünüyorum. u kadarını beklemiyorduk Başbakan’ın içerideki bir sorunu ‘dış komplo’ olarak halka yansıtacağını tahmin eden yabancıları en çok şaşırtan konu ise ‘komplo’ tezinin ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’yi ‘istenmeyen adam’ ilan etme noktasına kadar vardırılmış olması. Aslında ABD Büyükelçisi’nin geçen hafta AB büyükelçileriyle buluşup hükümete karşı sözler söylediğine ilişkin iddialar cuma akşamı kulislere yayılmış ve büyükelçilik o akşam kendilerini arayan gazetecilere ortada böyle bir buluşma ve bahsi geçen sözler olmadığını ısrarla anlatmış. Buna karşın olmamış bir buluşma gazetelerin manşetine taşındı ve Erdoğan doğru olmadığı bilinen bu haberleri temel alarak Ricciardone’ye ‘istenmeyen adam’ ilan edilebileceği uyarısında bulundu. Ordu ve Giresun’daki konuşmalarında da ‘komplo’ tezlerini sürdüren Erdoğan büyükelçi konusuna ise bir daha hiç girmedi. B asıl yürütüldüğü daha önemli Bir AB ülkesinin diplomatının deyişiyle Batı’nın operasyona bakışının ana hatları şöyle: “Bizim için, yargılama sürecinin bağımsız ve tarafsız yürütülmesi dosyanın içindeki iddiaları kadar önemli. Hatta belki daha bile önemli diyebiliriz. Hükümetin soruşturma ve yargılama sürecinin her türlü dış etkiden uzak sürmesini sağlama gibi bir yükümlülüğü var. Ama bu beklentimize gölge düşüren adımlar görüyoruz. Operasyon başlar başlamaz polis şeflerinin görevden alınması, soruşturmaya yeni savcılar atanması gibi adımlar kafalarda şüphelere neden oluyor.” Hükümetin operasyonu örtme, karartma algısı yaratan bu adımları karşısında aynı içeride olduğu gibi dışarıda da “Başbakan’ın korkusu ne” sorusu gündeme geliyor. N ‘Besbelli ki bir çatışma var’ “Vesayet” kavramı da çok sık kullanıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2010 referandumuyla iktidar elindeki silahları daha da güçlendirdi, üstelik demokratikleşme adına. Sadece siyasi iktidara belli kurumları kendi isteği çerçevesinde daha fazla kullanma imkânı tanıdınız referandum sonucuna bağlı olarak. 2010’daki anayasa değişiklikleri ile yetinmeyerek hâlâ “hükümet olduk ama tam istediğimiz gibi iktidar olamadık; bizi engelleyen güçler var” anlamında bir muhalif söylem yeniden yeniden üretilmeye çabalanıyor. Benim “muhalif ama hegemonik” dediğim söylemin etkinliğini sürdürdüğünün güzel bir göstergesi de “vesayet” sözcüğünün Türkiye’deki siyasal tartışma gündeminin temel kavramlarından biri haline getirilmiş olmasıdır. Devletin sınıfsal çelişkilerden tamamen soyutlanabilen, siyasete hükmeden ancak siyaset dışına itilebilecek bir özne olarak algılanmasına yol açılmakta; devletin toplumsal ilişkilerin tarihsel süreçte aldığı özgül biçimlerden biri olduğunu, dolayısıyla toplumsal güç mücadelelerinden bağımsız olarak var olan bir olgu olmadığını kavrama olanağı ortadan kalkmaktadır. Cemaatiktidar kavgasını nasıl görüyorsunuz? Cemaat denen yapı, kendi İslami referansla tanımlıyor, bayağı örgütlü bir yapı olduğu yazılıyor, çiziliyor. İşadamı dernekleri var, okulları var, konfederasyonları var, ahtapotun kolları gibi. Tamamen izlenimsel söylüyorum; haliyle de korunması, geliştirilmesi gereken birtakım çıkarları var. Buna illa ki maddi diye bakmak doğru değil. Bürokrasi içindeki kadrolaşmaları falan da okuyoruz. Besbeli ki bir çatışma var, zaman zaman su yüzüne çıkıyor, zaman zaman uzlaşılıyor. u kavga Türkiye’ye yarar mı? AKP hükümetinin Ricciardone ile ilk karşı karşıya kalışı değil bu. Daha önce ABD Büyükelçisi’nin ‘tutuklu gazeteciler’ konusundaki eleştirileri sonrasında da Erdoğan ‘acemi elçi’ tepkisini göstermişti. Erdoğan’ın bu kez Ricciardone’yi “persona non grata” ilan etme noktasına gelişi önceki akşam katıldığımız bir yılbaşı kutlamasında da hararetle tartışıldı. Bir başka Avrupalı diplomatın ErdoğanRicciardone krizine bakışı şöyle oldu: “Anlaşılıyor ki Erdoğan, ABD Büyükelçisi ile mevcut ihtilafını iyice kişiselleştirmiş. Ancak Suriye’deki durum ortada. Cenevre’de ABD ve Rusya’nın başını çektiği barış görüşmeleri başlayacak. Türkiye Kıbrıs’ta, Ermenistan’da yeni açılımlar peşinde. Böyle bir ortamda Washington ile ABD Büyükelçisi’ni Ankara’dan gönderecek kadar büyük kavga içine girmek Türkiye’nin hangi çıkarına hizmet edecek anlayabilmiş değiliz.” Avrupa’da ‘Noel’ rehavetinin başladığı şu günlerde, Türkiye’de görevli diplomatlar ise tam tersine sıcak gelişmeleri izleyebilmek için ‘fazla mesai’ yapmak zorunda kalıyorlar! B omplo’ savunması şaşırtmadı Diplomatlar Başbakan’ın yaptığı tüm konuşmaları ya bozuk Türkçeleriyle ya da elçiliklerindeki tercümanlar aracılığıyla dinleyip, anında ülkelerine siyasi raporlar gönderiyorlar. Erdoğan’ın hafta sonu yaptığı açıklamalarda tıpkı Gezi protestolarında olduğu gibi son yolsuzluk operasyonunu da iç ve dış güç odaklarının hükümeti yıkma girişimi olarak görme taktiğini şöyle değerlendiriyorlar: “Gezi’de uyguladığı gerilim stratejisinden sonra bu kez de benzer bir taktiğe yöneleceğini biz tahmin ediyorduk. Sürpriz olmadı. Başbakan konuyu bir yolsuzluk olarak görüp gereğini yapmak yerine işi tamamen seçim kampanyasının bir malzemesine dökmüş gözüküyor.” Başbakan Erdoğan bugüne kadar ‘gerilim’ stratejisi izlediği her kampanyadan galip çıktı. Yılbaşı resepsiyonlarında yabancıların yanıt aradığı ortak soru şu: “Konu yolsuzluk ‘K AKP’ye misyon biçtiler Şerif Mardin hocanın merkezçevre metaforu ile tanımladığı, Türkiye’ye özgü, toplumun taleplerine duyarsız kalan ceberrut devlet modelini kullanarak, Türkiye’nin siyasal yapısı üzerine yapılan çeşitlemeler yaygınlaştı. 12 Eylül düzeninin 82 anayasasında belirginleşen genel çerçevesiyle sınıf temelli siyaset yapmak adeta anayasa dışına itilmişti. 90’lardan itibaren iki temel mücadele ekseni ortaya çıktı. Laiklikİslam, Kürt meselesi. Sınıf temelli siyasetler yerine, kimlik temelli mücadeleler öne çıkarıldı. Kendini solda tanımlayanlar da dahil liberal aydınlar, 12 Ey ‘Tartışmaya gerek bile görmüyorum’ AKP muhafazakâr demokrat bir parti mi, İslamcı mı, neoliberal mi, İslamcı faşist mi? AKP neoliberal bir parti. Ne kadar demokrat olduğunu hiç tartışmaya bile gerek görmüyorum. Sınıf temelli siyasetin Türkiye’nin siyaset gündeminin dışında tutulması 12 Eylül’ün devamlılığıdır. Başka ülke deneyimlerinin göstediği gibi darbe olmadan, rejim içi değişikliklerle Kubilay’In şehit eDilDiği olaylarIn yaşanDIğI Döneme ait fotoğraflar bir KitaPta toPlanDI İlk kez yayımlanan fotoğraflar İZMİR (AA) İzmir’in Menemen ilçesinde 23 Aralık 1930’da meydana gelen, yedek subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın da şehit edildiği olayların yaşandığı döneme ait fotoğraflar bir kitapta toplanarak ilk kez yayımlandı. Menemenli araştırmacıyazar Oktay Özengin, 1996 yılında kaleme almaya başladığı “Kubilay Olayı Tarihi 40 Gün” isimli kitabını tamamladığını, kitapta ilk defa yayımlanan 120 fotoğrafın bulunduğunu söyledi. Özengin, 1999 yılından bugüne kadar geçen sürede görsel olarak çok zengin bir fotoğraf arşivine sahip olduğunu belirterek söz konusu arşivde Kubilay’ın bugüne kadar hiç yayımlanmamış fotoğraflarının yanı sıra şehit edilen bekçilerin fotoğraflarının da bulunduğunu anlattı. Özengin, “Kubilay ailesinin geçmişi ve bugünü, Kubilay’ın doğumundan ölümüne kadar geçen hayat hikâyesi, olayın şahitleri, kayıp mezarlar, idamdan önceki ve sonraki anları anlatan bölümler ve özellikle idamları gerçekleştiren cellat Kara Ali’ye özel bir bölüm hazırladım” dedi. Kitapta dönemin Divanı Harp Komutanı Mustafa Muğlalı Paşa ile yargılamaları yapılan 102 tutuklu arasında geçen konuşmaların ilgi çekecek nitelikte olduğuna işaret eden Özengin, Kubilay’ın babasının ölüm şeklinin de kendisini çok şaşırttığını dile getirdi. Özengin, “Araştırmalarım sırasında Kubilay gibi babasının da boğazı kesilerek öldürüldüğünü tespit edince çok üzüldüm. Bir de asılanlar arasında bulunan Yahudi Jozef’in kız kardeşi Raşel’in Divanı Harp Komutanı Mustafa Muğlalı Paşa’ya yazdığı, kardeşinin affedilmesi hususundaki bir mektubu var. Bu mektup da beni çok üzmüştü” dedi. KUBİLAY ANILIYOR İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Devrim şehidi Mustafa Fehmi Kubilay ile bekçi Hasan ve Şevki Bey, katledilişlerinin 83. yıldönümünde anılıyor. Bugün gerçekleştirilecek törenler, “Demokrasi ve Laiklik Yürüyüşü” ile başlayacak. Yürüyüş için Menemen Tren Garı önünden saat 09.30’da hareket edilecek. İzmirliler, İZBAN aracılığıyla yürüyüşün başlangıç noktasına ulaşabilecek. Yıldıztepe’deki törenler saat 10.30’da başlayacak. Törenlerin ardından saat 13.00’te belediye kültür merkezinde “4. Kubilay’a Mektup Yarışması”nın ödül töreni gerçekleştirilecek. Ardından Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmacı olarak yer alacağı konferans yapılacak. Bekir Bozdağ yaşam hakkına sahip çıktı! ANKARA (Ankara Bürosu) Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Almanya’da bir Türk’ün polis tarafından öldürülmesine tepki gösterdi. Twitter hesabından “Hasta olduğu halde Emrah Kara’nın polis kurşunu sonucu ölmesi, açıkça yaşam hakkının ve hukukun, bizzat polis tarafından ihlalidir. Polisin, sadece elinde çekiç ve bıçak var diye hasta bir insanı vurarak öldürmesi, meşru müdafaa sayılmaz/ sayılamaz” mesajını atan Bozdağ’a sosyal medya üzerinden tepki yağdı. Bozdağ, “Twitter” hesabından yaptığı açıklamada, Almanya’nın Aşağı Saksonya Eyaleti’nde Emrah Kara adlı Türk yurttaşının öldürülmesinin “yaşam hakkının ve hukukun, bizzat polis tarafından ihlalidir” yazdı. Bozdağ’ın mesajı üzerine, Gezi Direnişi sırasında polis şiddeti sonucu yaşamını yitiren 6 kişi ve protesto eylemlerinde polisin sert müdahalesini örnek göstererek o dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “polisin destan yazdığını” açıkladığı yönündeki mesajı paylaşan katılımcılar, Bozdağ’ın tepkisizliğini anımsattı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle