18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 ARALIK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER Polis muhabirlerinin yerleşkelere alınmaması talimatı verildi. Basın örgütleri sert tepki gösterdi 7 Emniyet’ten basına yasak Dün sabah saatlerinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasına giden gazeteciler polis tarafından geri çevrildi. (Fotoğraf: DHA) ANKARA / İSTANBUL (Cumhuriyet) Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından çok sayıda polis müdürünün değiştirildiği Emniyet Genel Müdürlüğü’nde sıra polis muhabirlerine geldi. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar, illere gönderdiği yazıda, polis muhabirlerinin Emniyet’e alınmaması ve buradaki basın odalarının kapatılması talimatını verdi. Karar basın örgütleri tarafından “Basın özgürlüğüne açıkça müdahale ve sansür” olarak değerlendirildi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kararı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü (İEM) Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü, emniyette görev yapan gazetecilere email yoluyla yaptığı bildirimde, Vatan ve Gayrettepe’deki emniyet yerleşkelerinde görev yapan gazetecilerin şube giriş kartlarını iade etmeleri istendi. İEM tarafından gönderilen yazıda, “Türkiye genelinde yapılan uygulama çerçevesinde 22.12.2013 tarihi itibarıyla basın mensupları emniyet müdürlüğü hizmet binalarına giriş yapamayacaklardır. Herhangi bir gelişme veya basın açıklaması olduğu takdirde basın mensupları davet edilecektir” şeklinde açıklama yapıldı. Yasak kararına tepki gösteren Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu yaptığı açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Alınan bu karar gazetecilerin halkın gerçekleri öğrenme ve bilgilenme hakkını engelleyen vahim bir karardır. Gazetecilere ‘bilgi almayacaksın, halka duyurmayacaksın’ direktifi verilmektedir. İktidar ‘hangi bilgiyi verirsem onu duyuracaksın, araştırıp bilgi alma hakkın yok’ demektedir. Demokrasinin varolduğu herhangi bir ülkede böyle bir uygulamanın olabileceği düşünülemez. Sonuç itibarıyla bu karar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda temel hak ve özgürlükler içinde değerlendirilebilecek vatandaşın bilgi edinme hakkının sakatlanması anlamına gelmektedir. Basın özgürlüğüne açıkça müdahale ve sansürdür. Yasalar çerçevesinde görev yapan ve vatandaşın güvenliğini sağlamakla yükümlü bir kurum olan emniyetin bu anayasal hakkı görmezden gelmesi beklenemez. Bu idari işlemin geri alınmasını ve en kısa sürede yanlıştan dönülmesini istiyoruz.” Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) uygulamayı “sansür” olarak nitelendirdi ve “Gazetecileri susturamayacaksınız, gazeteciler susmayacak” dedi. ÇGD’den yapılan yazılı açıklamada, “Basın emekçilerinin hak mücadelesi bir gün size de lazım olur. Gazeteciler yolsuzlukları da, insanların hayatına pervasızca yapılan saldırıları da yazmaya devam edecek. Tutuklandıklarında, dövüldüklerinde, işsiz bırakıldıklarında yazmaya devam ettikleri gibi, kapılar yüzlerine kapandığında da yazmayı sürdürecekler. Gazetecilik, yolsuzluğun ya da paralel devletin safında olmayı reddederek, halkın yanında olmayı gerektiriyor. Umarız o pusula, size de doğru yolu gösterir. Gazetecileri susturamayacaksınız, gazeteciler susmayacak” ifadeleri kullanıldı. 112 skandalında görüntüler yayımlandı Necip Fazıl Bey’in Nutku... Bugün yedeksubay öğretmen Kubilay’ın ayaklanan dinciler tarafından şehit edilişinin 83’üncü yıldönümü. Büyük Atatürk’ün başlattığı Anadolu Aydınlanması’nı engellemeye, başarılı olurlarsa da geriye döndürmeye niyetlenenlerin acımasızlığı bilinmeyen bir şey değil. Ama Kurtuluş Savaşımızın yapılmadığını söyleyenler arasında Kubilay Olayı’nın da düzmece olduğunu iddiaya kalkışanlar var. Bu yıldönümünde de sözü yine Necip Fazıl Kısakürek’e verelim. Menemen Olayı’nın ardından 2 Ocak 1931’de Ankara’da Türk Ocağı Konferans Salonu’nda bir anma töreni düzenlenmiş. Konuşmacılar Milli Eğitim (Maarif) Müsteşarı Mehmet Emin Bey (Erişirgil), Erkek Lisesi Müdürü Midhat Bey, Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver), Behçet Kemal Bey (Çağlar) ve Necip Fazıl Bey (Kısakürek). Törendeki konuşmalar 5 Ocak 1931’de Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yayımlanmış. Necip Fazıl Bey de “Necip Fazıl Bey’in Nutku” başlığı altında verilen şu konuşmayı yapmış (Yerime sığabilecek başlangıç bölümünü alıntıladım. Çünkü uzun bir konuşma): HHH Karşımızda küçük bir hadise, büyük bir baş var. Dünya kuruldu kurulalı bu kadar küçük bir hadise, bu kadar büyük bir baş doğurmadı. Hadise küçüktür. Eğer kendisine nisbet ederseniz, hadise büyük ve müthiştir. Eğer Kubilay’ın kesik kafasına nisbet ederseniz, Menemen hükümet meydanının sahne olduğu hali ile hakkında bir hüküm vermek ve onun hudutlarını tayin etmek istiyorsak, elimize bir metre alıp facia meydanını ölçmeyelim. Dökülen kanın kaç litre olduğunu hesaplamayalım. Ne 31 Mart, ne Şeyh Sait isyanı, ne Ağrı hareketi mahiyet ve ruh olarak Menemen hadisesiyle boy ölçüşemez. Halbuki bunlarda daha çok kan aktı. Hıyanet daha geniş bir sahada ayaklandı... Boy ölçüşemez, zira bunlar irticaın basit, adi bir kalkışından kötü bir fırsatçılık hareketiyle bir tâlii dönüşünden başka bir şey değildir. Bu defa öyle olmuyor; meyus, bedbin, çürük, hamlesiz zannettiğiniz irtica bir hadisenin mikyas ve kitlesine sığdırmadığı kast ve gayzını (kinini) bir gencin kesilen başına sığdırabiliyor. Belki Ağrı dağında bir münevverin (aydının) kafasını hatta tenekesiyle kesen bir mürteci bulunmuştur. Bunun ne ehemmiyeti var. İki taraf boğuşurken bu boğuşmanın verdiği hayvani insiyaklarla böyle bir şey olursa, onun değeri ve mânâsı yoktur. Halbuki bu defa bir kaza (ilçe) merkezinin göbeğinde, hükümet konağının, hükümet otoritesinin telkin ettiği bir meydanın ortasında, müfrezesini bırakan, kolunu sallaya sallaya bir başına mürtecilerin üzerine yürüyen ve gençliği, hocalığı, askerliği bütün bir mefkureyi temsil eden bir genç, halkın, askerinin, bütün dünyanın gözü önünde evvela tabanca ile vuruluyor. Sonra kafası bıçakla kesiliyor. Ve sonra başı sicimle irtica mızrağına takılıyor. Buna ne diyorsun? Bunun manasını anlıyor musun? Mürteci, memleket gençliğine, memleket fikrine beslediği kastın, gayzın, kinin, mel’un hırsın derecesini Kubilay’ın başında açıkça soğukkanlılıkla irade ediyor. Kubilay’ın başı kesilmeseydi bu iradeyi bulamayacaktık; bu vak’ayı benzerlerinden ayıracaktık. Eğer Kubilay bir kahramansa bu farkı meydana çıkardığı içindir. Hem de hiç benzer bir vakanın zayıf şeraiti içinde çıkarabildiği içindir. Binaenaleyh mes’ul kimdir? Mes’ul Derviş Mehmet ve avenesi değildir. İrtica “Bahrimuhit”teki (okyanustaki) buz dağları gibi suyun yüzüne sivri bir uç çıkardı. Mes’ul bu uç değildir. Buz dağının heyeti mecmuasıdır. Bu ucu tepelemekle suyun yüzünde ondan hiçbir nişane bırakmamakla dağı kaldırmış olmayız. O dağı tuzla buz etmek lazım. Mesuller, suyun yüzüne çıkmayanlar, çıkan birkaç kişiye cemiyet hayatı içinde sinsi sinsi omuz verenlerdir. Mes’ul; kasketinin güneşliğini, kasketlikten çıksın diye arkasına getirendir. Mes’ul; elleri cübbesinin cebinde yüzümüze bakmaktan korkarak, niyeti meydana çıkmasın diye telaşlı telaşlı yürüyendir. HHH Yazıyı Farsça bir beytin Türkçesiyle bitirelim: İşte bu kadardır o hikâye Gerisi ise bitimsiz yalanlardır. HHH Kaynak: Osman Selim Kocahanoğlu / Divanı Harp Zabıtlarına Göre MENEMEN ve KUBİLAY OLAYI Cumhuriyet İdeolojisi ve Tarikatlar / Temel Yayınları, Kasım 2013, Ankara ‘Rüşvet dosyasını Başbakan’a verdim’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yolsuzluk soruşturmasının başlamasının ardından bakanlığa 100 bin lira rüşvet verdiğini belirten ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan’ın eniştesi Oktay Ferşat’ın gizlice çekilen video görüntüleri ortaya çıktı. Videoda Ferşat’ın kendi ağzından Sağlık Bakanlığı’na rüşvet verdiğine yönelik görüntüler yer alıyor. Videoda arkadaşlarıyla konuşan Ferşat’ın, “Açıklama yapacağım. Başbakana gönderdim. Şurda şurda aldığımı. Başbakan sana söylemedim mi? Senin bakanın benden rüşvet alıyor. Rüşvet alıyor niye müdahale etmedin. 2 aydır bu dosya senin elindeydi diye herkesi sıkıntıya sokarım. Kendimi aklarım, hükümeti düşürürüm. Rezil kepaze ederim. Sağlık Bakanlığı benden kahvaltıda 100 milyar rüşvet aldı. Altın bozdurdum. Saglık Bakanlığ’ına 100 milyar rüşvet verdim” dediği görülüyor. Ferşat, 100 bin liralık rüşveti de kendisinden alan kişinin bakanlığın 2 numaralı adamı Muhammet Mısır olduğunu iddia ediyor. Mısır ise bakanlığa açıktan atamayla memur olmuş, memurluktan çok kısa süre sonra müsteşar yardımcısı olmuştu. Mısır, bu iddiaların ardından istifa etmişti. Oktay Ferşat ise videoda “Bizi kullanıyorlar” diyerek Cemaat’e yükleniyor. Sağlık Bakanlığı’nın “cemaatin kontrolünde” olduğunu söyleyen Ferşat, Başbakan Erdoğan’a ilettiği rüşvet dosyası hakkında da danışmanı Yalçın Akdoğan’dan haber beklediğini belirtiyor. ‘Şüpheli’ hırsızlık Gazetemiz muhabirlerinden İlhan Taşcı’nın evine girilerek çalışma odasındaki dizüstü bilgisayarı alındı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhuriyet gazetesinin deneyimli muhabiri, gazeteciyazar İlhan Taşcı’nın evine dün gece hırsız girdi. Kapıyı hiç zorlamadan “profesyonelce” içeri giren kişi veya kişilerin, çalışma odasındaki dizüstü bilgisayarı alması dikkat çekti. Esrarengiz olay dün gece (cumartesi gecesi) yaşandı. İlhan Taşcı’nın Çankaya’da oturduğu evine gece yarısı giren hırsız ya da hırsızlar, kapıyı hiç zorlamadan açtı. Direkt olarak Taşcı’nın çalışma odasına giren şüpheliler, masada duran diz üstü bilgisayar ile fotoğraf makinesini alarak evden ayrıldı. Hırsızların, çekmeceleri karıştırmamaları, diğer odalara girmemeleri dikkat çekti. Taşcı, söz konusu bilgisayarı çakişilik özel bir ekip gelerek incelemelerde bulundu, olaya ilişkin bilgi aldı. Olaya ilişkin soruşturma sürüyor. İlhan Taşcı, olaya ilişkin şu açıklamayı yaptı: “İlk anda eve gelen ekipler gözle yaptıkları yüzeysel inceleme sonrası olayın ‘özelliği’ üzerine İlçe Emniyet Müdürü’nü bilgilendirdiler. Ardından olay yeri inceleme ekipleri parmak izi ve fotoğraflama yaptılar. Kapının hiç zorlanmadan içeriye girilebilmiş olması ve yalnızca çalışma odasının karıştırılması, istemeden de olsa insanın aklına her şeyi getiriyor. Dilerim bir an önce bilgisayara ulaşılır diyeceğim, ama ulaşılamayacağını da yaşanan örneklerden biliyoruz.” ‘Susturamayacaksınız’ lışmalarını yapmak için kullanıyordu. Olayın sabah fark edilmesi üzerine hemen polise haber verildi. Karakoldan gelen polisler, kısa bir bilgi aldıktan sonra Çankaya İlçe Emniyet Müdürü’nü bilgilendirdi. Daha sonra eve gelen olay yeri inceleme ekipleri, çalışma odasında ve bilgisayarın götürüldüğü masada parmak izi aldı. Olay yeri ekiplerinin ardından ise 4 Doğu Perinçek’in zaferi Sayın Güray Öz, Sayın Doğu Perinçek’in İsviçre’de 7 yıl önce büyük zorluklarla savaşarak verdiği mücadeleyi kazandığını öğrendim. Uzun yıllar sayısız Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bu Ermeni iddiasına kayıtsız kalmış ve hemen hiçbir mücadele gayreti göstermemişti. Sadece tek başına İsviçre mahkemelerine karşı mücadele eden Doğu Perinçek, Türkiye Cumhuriyeti’ne bu büyük bir zaferi hediye etmiştir. Bu kazanılan adli mücadele Türkiye’ye çok büyük rahatlık getirecek ve Ermeni soykırım iddialarının sonunu getiremese de Türkiye’nin haklılığının temelini oluşturacaktır. İsterdim ki uzun yıllardır okuduğum Cumhuriyet gazetesi bu haberi ana başlıkta versin. Ama yazık 12’nci sayfada alt köşede ufak bir yer ayrılmış. Bu duruma ne kadar üzüldüğümü belirtmek için size yazıyorum. Umarım en kısa zaman içinde ilk sayfanızda büyük ayrıntılı bir haber yazılır. Saygılarla. Prof. Dr. Selçuk Apak Okur Temsilcisi’nin notu: Eleştirinizi Yazı İşleri’ne ilettim. Size hak verdiler. Yolsuzluk soruşturmalarının yarattığı haber yoğunluğunun böyle bir aksaklığa yol açtığını belirttiler. Bildiğiniz gibi İsviçre’nin düşünce özgürlüğünü hiçe sayan bu kararı ile ilgili o günlerde Cumhuriyet konuyla yakından ilgilenmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği ve düşünce özgürlüğünü ilkesel olarak savunan bu önemli karar daha geniş bir yeri hak ediyordu. Yazı İşleri yetkilileri, bu konunun gündemlerinde kalmayı sürdüreceğini belirttiler. Dil yanlışları Cumhuriyet okurlarının bu köşede yoğun bir şekilde “dil yanlışları”na değinmeleri sevindirici. Son günlerde gözüme çarpan birkaç tanesine izninizle ben de değinmek istiyorum. a) 03 Aralık 2013’te “Satır Arası” köşesindeki ‘No womanNo cry’ çevirisi “Kadın yokAğlamak yok” biçiminde olmamalıydı. Aslında Bob Marley’in olan bu şarkı, onun ülkesi Jamaika’da kullanılan “Pigeon English” denilen ve gramere önem verilmeyen lehçede “Kadın! Ağlama!” anlamındadır. b) Gazetemiz Cumhuriyet’in sayfalarında en sık görülen ‘Türkçe hatası’ ise; doğrusu olan “Silivri’yi ziyaret” yerine, yanlışı olan “Silivri’ye ziyaret”; “Başbuğ’u ziyaret” yerine “Başbuğ’a ziyaret”; “Bakanlığı Mozart’lı protesto” yerine “Bakanlığa Mozartlı protesto” gibi haber başlıklarıdır. c) 11 Aralık Çarşamba günü gazetemizin “Analiz” başlıklı köşesinde Sevgili Balbay’ın salıverilmesi konusunda güzel bir yazı okuduk. Yazının bir yerinde “...ve her seferinde özgürlük hevesi kursağında kalmıştı” tümcesine takıldım! “Kursağında kalma” deyimi kötü kişilerin kötü hevesleri için, negatif anlamda kullanılır diye biliyorum. Yayımladığınız okuyucu mektuplarının sonundaki gönderenin adını “italik” yazarsanız daha hoş görünür. Saygılarımla. Yaman Tüzcet Yolsuzluk Soruşturmaları ve Medya Beklenen oldu ve bir süredir ne zaman patlar diye gün sayılan yolsuzluk operasyonu gerçekleşti. Hükümet yanlısı medya önce hazırda bekletilen “penguenleri” kullandı, daha sonra ise AKP’nin tutumuna paralel olarak saldırı yöntemine geçti. Bu saldırı kapsamında bu kapışmada Cemaati savunan Nazlı Ilıcak gibi yazarların işlerine son verilmesi de şaşırtıcı olmadı. Benzer bir operasyonun TRT’de gerçekleştiği biliniyor. Cemaat yanlısı medya ise bu olayla birlikte “demokrat” olmanın erdemini keşfetti. Her ne kadar yöntemler ve yürütücüler Ergenekon, Balyoz yöntemleri ve yürütücüleri ise de AKP’ye duyulan öfke, Cemaat çevrelerinin sureti haktan görünmeleri için bir fırsat yaratmış görünüyor. Gerçeği arayan medya ise olayın sansasyonel büyüsüne kapılmadığı sürece halkın gerçekleri öğrenmesi için elinden geleni yaptı. Şimdiki tablo böyledir. rkadaşımızı serbest bırakın Foto muhabiri arkadaşımız Bünyamin Aygün hâlâ Suriye’de şeriatçı çetelerin elinde. Bir an önce serbest bırakılmasını bekliyoruz. Dışişleri Bakanlığı’nın da elindeki tüm olanakları kullandığına inanmak istiyoruz. A Duyarlılığınız için teşekkürler Sayın Öz; Cumhuriyet gazetesinde çıkan haberlere ilişkin olarak, geçen hafta görüşlerimi içeren yazı göndermiştim. Yazımın bugünkü CUMHURİYET gazetesinde yayımlandığını gördüm. Ayrıca, konuyu okuyucularla paylaşmanız da kendinize güvenmenizden dolayı ciddi bir özgüvendir. İlginiz ve duyarlılığınız için de teşekkür ederim. Bizim gazetemize, yöneticilerine ve okurlarına böyle bir sorumluluk yakışır. Sevgi ve saygılarımla, başarı dileklerimle. Ferruh Çopuroğlu ‘Bitmeyen intikam’ uymadı Sevgili gazetem! 12.12.2013 tarihli sayıda birinci sayfadan “Bitmeyen intikam” başlığı ile maliyenin ÇYDD’ye saldırısını vermişsiniz. İntikam tanımı yanlış olmuyor mu, yani biz çocukluğumuzdan beri bildiğimiz anlamı ile intikam; kendine yapılmış bir kötülüğün cezasını vermek demektir. Oysa iktidarın kendinden olmayan her şeye ve herkese karşı yaptığı bu davranışları için; saldırı, iyi ve güzele tahammülsüzlük, yamyamlık, barbarlık,vahşet, kalleşlik, hilekârlık, düzenbazlık, riyakârlık vs. tanımları kullanmak daha doğru olmaz mı, ben kullanmanızı rica ediyorum!! Yoksa Cüneyt Arkın filmi seyretmiş her kişi gibi ben de intikam deyince etmişbulmuş anlıyorum! Saygılar. Adnan Pınar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle