18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 ARALIK 2013 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Yaşam hakkı ihlalleri, ifade özgürlüğü kısıtlamaları, otoriter uygulamalar Türkiye’nin kaderi haline getirildi İnsan hakları mı? Beşiktaş’taki Gezi direnişçileri polisin saldırısı sonucu Dolmabahçe’deki Bezmi Âlem Valide Sultan Camisi’ne sığınmış, gönüllü doktorlar burada yaralı yurttaşlara sağlık hizmeti sunmak zorunda kalmıştı. İçki içildi ve zarar verildi iddialarının bizzat cami müezzini tarafından yalanlanmasına karşılık savcılık şimdi, camiye sığınanların da, onları tedavi etmeye çalışanların da cezalandırılmasını istiyor. Mandela (19182013) Nelson Mandela, 95 yaşında öldü. O gün, CNN, BBC, CNBC, TV5, DW, hatta El Cezire televizyonlarında öbür haberler adeta anlamlarından bir şeyler yitirdiler. Mandela’nın ölüm haberi her yeri kapladı. Mandela’yı herkes “biliyor”, o yılmaz bir özgürlük savaşçısı. On yıllarca hapiste yattı, Güney Afrika halkını ırkçı rejimden kurtararak özgürleştirdi… Peki neden bunları izlerken huzursuzlanıyorum? Dünyanın neredeyse tüm liderlerinin, kanaat önderlerinin tek bir konuda, aynı duyguları paylaşarak anlaşmış olması olanaklı mı? Bush’tan Cameron’a (Mandela’nın idamını istemiş zamanında), milyarder işadamlarına, Guantanamo’nun üzerinde oturan, insansız uçaklarla sivillerin ölüm fermanlarını imzalayan Obama’ya, en gerici gazetelerden sosyal demokrat yazarlara kadar neredeyse herkesi kapsayan bu “bütünsel” görüntü sakın bir şeyleri gizliyor olmasın? Ben benzer bir duygu selinin Prenses Diana öldüğü zaman da yaşandığını anımsıyorum. Sonra aklıma Stjepan G. Mestrovic’in, Postemotional Society (1997) (Duyguötesi Toplum) başlıklı kitabı geliyor (kitap şu anda yanımda olmadığından başka yazarların özetlerinden, alıntılarından yararlanacağım). “Postemotional” kavramı, “duygu sonrası” gibi anlaşılıyor, ama Mestrovic kitabında, duyguların sona erdiği bir toplumdan değil, duyguların kişiye özgün, içeriye ait bir güç olmaktan, hem “kişinin kendisi”, hem de başkaları tarafından manipüle edilmeye yatkın, metalaştırılmış, yarı entelektüel bir güce dönüşmesinden söz ediyor. Bu toplumda kitleler hangi olay karşısında hangi duyguları nasıl sergilemeleri gerektiğini medyadan, birbirlerinden öğrenirler. Duygular artık öznelotantik değil, birer toplumsal yapıntıdırlar. Mestrovic’in geliştirdiği bu savlardan sonra ulaştığı sonuç gerçekten çok karamsardır: Bu uygarlık, yaşandığı biçimiyle otantik değil, “imal edilmiş”, sahte/uydurma/taklit bir uygarlıktır. Bu uygarlığın toplumunda, duygu ile eylem arasındaki bağ koparılmış, özgünlük yok olmuş (Badiou’nun aşkın santimantal erotik pazarlıklara indirgendiğine ilişkin gözlemi geliyor aklıma), kitlesel manipülasyon güçlenerek öne çıkmıştır. Eşdüzey/ görevdeş (peer) gruplar, medya ve kültür endüstrisi toplumsal kontrol kurumları olarak devletin yerini almaya başlamıştır. Ekonomik kriz, neoliberalizmin metalaştırma, yalnızlaştırma, piyasanın eline terk etme telaşıyla parçaladığı “toplumu” daha da dağıtıyor, bireyini umutsuzluğa sürüklüyor. Bu koşullarda bireyin duygularının, kitlesel duygu selinin, egemen sınıflara, devlete karşı yükselmemesi için yakından denetlenmesi giderek daha çok önem kazanıyor. Toplumun parçalandığı, bireyin yalnızlaştığı umutsuzluk içinde etrafına bakındığı bir “dünyada”, gerçek değil sahte dayanışma, sahte bir ortaklık, aynı kadere ait olma duygularının kitlesel düzeyde imal edilmesi, devletin, kapitalist sınıfların politikalarına endekslenmesi gerekiyor. Yıllar önce Prenses Diana, bir dönem çocuk resimleri üzerinden Suriye’ye yardım kampanyaları (artık unutuldu) şimdi de Mandela... Simgesel Mandela’nın insan olarak özverili, becerikli, özgüveni yüksek, ırkçı rejimi ortadan kaldırma davasına sadık biri olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Gerçek Mandela’nın davasıysa Güney Afrika’da siyahlara ayrımcılık uygulamayan bir kapitalizm, siyah bir kapitalist egemen sınıf yaratmaktı. Mandela’nın başkan olduktan sonraki dostlarına bakınca karşımıza çok sayıda beyaz, milyarder karakterin çıkması da rastlantı ya da kaderin bir cilvesi değil. Mandela, devrimin eşiğine gelmiş isyan halinde, yoksul bir siyah nüfusu beyazlarla uzlaşmaya, mülkiyeti ve kapitalizmi hedef almadan rejimin değişmesini kabul etmeye başarıyla ikna etti. Güney Afrika IMF programlarını uygulayan, küresel maden şirketlerinin imtiyazlarını korumaya devam eden, uluslararası sermaye için güvenli bir ülkeye dönüştü. İşte uluslararası kültür endüstrisi, bir uzlaşmayı başardığı, devrimi önlediği için bugün onu bu yaygınlıkla anıyor, kitleleri onun bu özelliklerine hayranlık duymaya, bu Mandela’ya yas tutmaya yönlendiriyor. Dürüst bir insan olarak Mandela asla kapitalizme karşı olduğunu iddia etmedi, hatta ilk yaptığı konuşmalardan birinde işçilere, bir taraftan kemerleri sıkmaları gerektiğini anlatırken diğer taraftan mücadele etmezlerse haklarını alamayacaklarını söylemeyi ihmal etmedi. Irkçı rejimin yıkılmasıysa, Güney Afrika işçi sınıfının, yoksullarının yaşam koşullarının düzelmesine yol açmadı. Gezi eylemleri için açılmış en çok sanıklı davanın iddianamesi tamamlandı Camiye sığınmak suç! Havuz problemini mahkeme çözdü: Beraat MURAT İNCEOĞLU Gezi eylemleri sırasında gözaltına alınan ve haklarında iddianame hazırlanan 23 kişi hakkında mahkeme duruşma yapmaya gerek görmeden beraat kararı verdi. 23 kişi hakkında hazırlanan ilk iddianamede zanlıların üzerinde bulunan deniz gözlüğü, gaz maskesi gibi eşyalar suç unsuru olarak gösteriliyordu. İddianameyi inceleyen İstanbul 50. Asliye Ceza Mahkemesi, “Maske, baret, deniz gözlüğü, motorcu kaskı, flama, sirke, solüsyon, sargı bezi silah değildir. Bazı şüphelilerin atılı suçu silahla işlediğine dair delillerin ne olduğu iddianamede yer almamaktadır” diyerek iddianameyi iade etti. Cumhuriyet savcısı ise mahkemenin “deniz gözlüğü ve gaz maskesi vb. eşyalar silah değildir” görüşüne “Şüphelilerin deniz gözlüğü ve gaz maskeleri ile Taksim’de bulunan bir havuza yüzmek amacıyla gelmedikleri, amaçlarının olay çıkarıp güvenlik kuvvetleriyle çatışmaya girme amacı taşıdığı dosyanın içindekiler ile yapılan eylemlerden bellidir” diyerek yanıt verdi. İddianamenin tekrar mahkemeye gönderilmesinin ardından dosyayı inceleyen mahkeme sanıklar ile duruşma yapılmasına gerek duymadan tüm sanıkların beraatına karar verdi. İstanbul Haber Servisi Gezi eylemleri sırasında aralarında Dolmabahçe’deki Bezmi Âlem Valide Sultan Camisi’ne sığınanların da yer aldığı 255 şüpheli hakkında iddianame hazırlandı. 6 Aralık’ta tamamlanan iddianamede 255 şüphelinin, “özel kıyafetleri usulsüz kullanma”, “ibadethaneyi kirletmek suretiyle zarar verme”, kamu malına zarar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu’na muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme, kamu görevlilerine görevinden dolayı hakaret, kamu görevini usulsüz üstlenme gibi suçlardan cezalandırılmaları istendi. Bu, Gezi eylemleri kapsamında şimdiye kadar hazırlanan en çok sanıklı dava oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan yapılan açıklamada, iddianamenin İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderildiği kaydedilirken 10 kişi hakkında ise yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği belirtildi. 249 kişinin şikâyeti üzerine benzer suçlamalardan sayıları ve kimlikleri tam olarak bilinmeyen kişiler hakkında soruşturmaya devam edildiği aktarıldı. 308 kişi hakkında dava Başsavcılık, Gezi eylemleriyle ilgili İstanbul’da bugüne kadar 40 iddianame ile 308 kişi hakkında dava açıldığını, 36 ayrı soruşturmanın da hâlâ devam ettiğini kaydetti. Açıklamada, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında da 6 ayrı soruşturmanın sürdüğü, bu soruşturmaların kısmen daha önce başladığı ve Gezi olayları ile beraber başka fiilleri de kapsadığı ifadelerine yer verildi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Siyasi parti temsilcileri, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla yayımladıkları mesajlarda, Türkiye’de insanların her alanda otoriter ve baskıcı uygulamalarla karşı karşıya kaldığını ifade etti. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ve Ankara Milletvekili Levent Gök, İnsan Hakları Günü dolayısıyla Türkiye’deki durumu ortaya koyan bir rapor hazırladı. Raporda, özetle şu bilgiler verildi: Yaşam hakkı ihlal edildi: 2013 yılında hastalık veya “intihar” sonucu cezaevlerinde en az 25 kişi yaşamını yitirdi. Yargısız infaz sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı ise en az 33’tür. AKP iktidarı boyunca yargısız infaz/rasgele ateş veya dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürülenlerin toplam sayısı 456’dır. Bu yıl da faili meçhul cinayetlerde 7 kişi yaşamını yitirdi. Anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yapılan müdahalelerin doğrudan veya dolaylı sonucu olarak bu yıl 9 kişi hayatını kaybetmiştir. Seken kurşundan 71 kişi öldü: Sınır hattında yaşanan patlamalar veya Suriye’deki çatışmalardan seken kurşunlar neticesinde bu yıl 71 kişi hayatını kay betti, 219 kişi de yaralandı. İfade özgürlüğü kısıtlandı: Kasım sonu itibarıyla 115 kişi çeşitli maddelerden toplam 200 yıl 6 ay 17 gün hapis cezası, 50 kişi 145 bin 374 lira para cezası almıştır. 3’ü gazete/dergi olmak üzere 13 yayın toplatılmıştır. 35 bin internet sitesi hâlâ yasaklıdır. Gösteri özgürlüğü rafta: AKP iktidarı toplantı ve gösteri özgürlüğünü tamamen rafa kaldırmıştır! Artık en küçük bir basın açıklaması etkinliği de kolluk güçlerinin sert müdahalesiyle engelleniyor. 2013 yılında eylemlere müdahaleler sonucu gözaltına alınan 6 bin 447 kişiden 217’si tutuklanmıştır. Toplantı ve gösterilere müdahaleler sonucu doğrudan veya dolaylı olarak ölenler 9’dur. 3 bin 97 kişi ise yaralanmıştır. 52 kişi 184 yıl 6 ay 12 gün hapis cezası alırken, 28 kişi de 85 bin 318 TL adli veya idari para cezası almıştır. 53 etkinlik ise yasaklanmıştır. Cezaevlerinde 526 ağır hasta: AKP iktidara geldiğinde 59 bin 429 olan tutuklu/hükümlü sayısı Ekim 2013 tarihi itibarıyla 140 bin 716’dır. Halen 526 tutukluhükümlünün ciddi sağlık sorunları bulunmakta ve bunlar içinde kendi kişisel bakımını dahi sağlayamayacak durumda olanlar vardır. ‘Postemotional’ toplum Çocuklara gözdağı Cezai sorumluluğu bulunmayan 61 çocuk hakkında kamu malına zarar verdikleri gerekçesiyle dava açılıyor İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Çanakkale, Antalya ve Adana’da toplam 61 çocuk hakkında, Gezi Direnişi’nde kamu malına zarar verdikleri gerekçesiyle soruşturma başlatıldı ya da dava açıldı. Çanakkale’de Gezi Parkı gösterileri sırasında yola sprey boyayla “Hükümet istifa”, “Faşizme ölüm”, “F..k the police” yazdığı iddia edilen ilkokul öğrencisi B.T.İ’ye, “Suçun anlam ve sonuçlarını algılayabilecek psikososyal olgunluğa erişmemiştir” yönündeki psikolog görüşüne rağmen ve yasalara göre cezai sorumluluğu bulunmadığı halde, “kamu malına zarar” suçundan dava açıldı. Savcı, çocuğa iki yıla kadar hapis cezası verilmesini aksi halde koruma kararıyla yuvaya alınmasını talep etti. 27 Kasım’da ilk duruşması yapılan davaya, 21 Ocak’ta devam edilecek. Savcılığın B.T.İ’yle ilgili istemine tepki gösteren Eğitim Sen Çanakkale Şube Başkanı Talat Koç, ilkokul öğrencisinin hedef haline getirilerek suçlu ilan edilmek istendiğini vurguladı. Koç, “Bu davranışla gençlere gözdağı verilmek istenmektedir. Çocukların özgür düşüncelerinin gelişmesi için çabalaması gerekenler onları susturmaya çalışmaktadır” dedi. Antalya ve Adana Gezi Parkı protestolarının Antalya bölümüyle ilgili Antalya Cumhuriy et Savcısı Ahmet Diler, tarafından hazırlanan ve 170 kişi hakkında açılan davanın 157 sayfalık iddianamesinde, 170 sanığın yanı sıra “şüpheliler” kısmında toplam 45 çocuk yer aldı. Bu çocukların dosyası ana davadan ayrılarak çocuk mahkemesine gönderildi. Adana’da da savcının hazırladığı iddianamede, 15 çocuğun adı yer aldı. Bunların dosyaları da ayrılarak çocuk mahkemesine yönlendirildi. 10 Aralık’ta da polis ve TOMA engeli İstanbul Haber Servisi Birçok alanda hak ihlalinin yapıldığı Türkiye’de, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde de Taksim’de düşünceyi ifade özgürlüğüne yasak vardı. İnsan hakları ihlallerine dikkat çekmek amacıyla dün İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) üyeleri Taksim Gezi Parkı’nda basın açıklaması yapmak istedi. Grubun önü Taksim Meydanı girişinde, valiliğin izni olmadığı gerekçesiyle çevik kuvvet ve TOMA araçları tarafından kesildi. Bunun üzerine gruptakiler “Taksim’de yasaklara son”,“İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Keyfi yönetim istemiyoruz” sloganları atarak kararı protesto etti. Burada gazetecilere açıklama yapan THİV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “65 yıldır insan hakları konusunda açıklamalar yapıyoruz, bugün de önümüz devletin güvenlik güçleri tarafından kesildi. 1980 baskı rejiminin aynısını bugün burada yaşıyoruz. Hepiniz bir gün insan hakkı ihlali ile karşılaşabilirsiniz. O zaman sizin de bize ihtiyacınız olacak” dedi. Simgesel ‘Mandela’ neydi? ‘Zorunlu rotasyon sürgündür’ Elleriniz sonsuza kadar ayrılmasın ... Bu umut özgür olmanın kapısı; Mutlu günlere insanca aralık. Bu sevinç mutlu günlerin ışığı; Vurur üstümüze usulca ürkek. ANKARA (ANKA) Eğitim İş Genel Başkanı Veli Demir, öğretmenlere uygulanacak “zorunlu rotasyon” uygulamasının kavimler göçünden sonraki kargaşa ve mağduriyeti oluşturacağını vurgulayarak, “Böyle bir rotasyon öğretmenlerimizi emekliliğe ve istifaya zorlamak demektir” dedi. Demir yaptığı açıklamada, Milli Eğitim Bakanlığı’nın aldığı her karar ile eğitim sistemini kökten değiştirdiğini ve eğitim çalışanlarının yılların birikimiyle elde ettiği özlük haklarını gasp ettiğine dikkat çekti. Gel yurdumun insanı görün artık, Özgürlüğün kapısında dal gibi; Ardında gökyüzü kardeşçe mavi! (Oktay Rifat Horozcu) 4 yıl 278 gün sonra aramıza hoş geldin Mustafa Balbay İnş. Müh. Şükrü GENÇ Sarıyer Belediye Başkanı Atatürk heykelini değerini bilene vereceğiz KÜTAHYA (Cumhuriyet) Ünlü şair Ahmed Arif’in heykeltıraş olan oğlu Filinta Önal, Kütahya’nın Dumlupınar Hükümet Konağı önünde dikilen Atatürk heykelini, masrafları belediye ve kaymakamlığın ödememesi üzerine geri aldı. Önal, “Bu heykeli emeğe saygısı ve değerini bilecek bir yere vereceğiz” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle