17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 KASIM 2013 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Brüksel denince akla artık moda da geliyor Hermann Hesse ve Münih Y aşamında çok yol yürümüş. Yüz yaşına birkaç adım kalmış. Karaormanlar kasabası şirin Calw’a tepeden bakan, pencerelerinden yeşil yamaçların göründüğü iki katlı villasının salonunda oturmuş çaylarımızı içerken konumuz her ziyaretimde olduğu gibi yine akrabası Hermann Hesse. Calw doğumlu Hesse’nin annesi, yaşlı mı yaşlı kadının dedesi Friedrich Gundert’in kız kardeşi oluyor! Datça dinlencesinden döner dönmez Stuttgart’ın yarım saat ötesindeki Bad Liebenzell kaplıcalarının şifalı ılık sularına bıraktım kendimi. Tabii buralara gelince, tüm ömrünü yakındaki Calw’de geçirmiş olan yaşlı tanışa uğramadan, bir çayını içmeden, havadan sudan sohbet etmeden, sonsuz Hesse anılarını dinlemeden olmuyor. Bu kez konumuz döndü dolaştı genç Hesse’nin Münih maceralarına geldi. Daha doğrusu sözü açan ben oldum. Bundan birkaç ay önce bir Münih ziyareti sırasında Edebiyat Evi’ndeki “Hermann Hesse ve Münih” adlı sergiyi izlemiştim. Genç Hesse yüzyılın başında yerleşmiş olduğu Konstanz gölü kıyılarından sık sık Münih’e kaçarmış! O günlerde doğmuş olan çok yaşlı tanışın aklında ilerki yıllarda annesinden dinlemiş olduğu bazı şeyler kalmış. Kendinden dokuz yaş büyük eşi Mia ile oturduğu AHMET ARPAD Gaienhofen’deki bahçeli villayı aklına estiğinde terk edip kimi zaman sadece birkaç günlüğüne, kimi zaman ise birkaç haftalığına Münih’e kaçar, bu ilginç kentte bohem yaşamın kucağına atarmış kendini. 19041913 yılları arasında edebiyatçılar çevresinde geçirdiği hoşsohbet Münih “gün ve geceleri” Hermann Hesse’nin yaşamında önemli izler bırakmıştır. “Burada hoppa bir yaşam var... Ben Münih’i çağlaya çağlaya yaşıyorum” diyen genç yazar kısa sürede Ludwig Thoma’nın çevresine girer. Thomas Mann’la Münih’te tanışırlar. Az sonra Almanya’nın STUTTGART en önemli mizah dergisi “Simplicissimus”un kadrosuna alınır. Aradan birkaç yıl geçmeden de Thoma’yla birlikte liberal solcu “Maerz” adlı haftalık dergiyi çıkarmaya başlar. Hesse, “Ben Münih’le içli dışlı bir yaşam sürmüştüm” der 1918 yılında kaleme aldığı gençlik anılarında. “Konstanz gölünün yanlızlığına sırtımı dönmek istediğimde Münih benim için kaçabileceğim tek kentti. Dostlarla meyhanelerde geçirdiğim uzun akşamların, cana yakın hanımların ötesinde edebiyatçılar ve sanatçılar çevresi beni gittikçe daha sık Münih’e çekmeye başlamıştı.” Çevresindeki tanışlar genç edebiyatçıya özlediği değeri verirler. Münih yaşamı onun politize olmaya başladığı yıllardır. “Yirmi yedi yaşındaki genç Hesse’nin kendinden dokuz yaş büyük bir kadınla evlenmesinin nedenleri vardı” diye çok yaşlı tanış anlatıyor. “Bu nedenlerden en önemlisi, o yıllarda çok sevdiği annesini yitirmiş olmasıydı. Kendini yalnız hissediyordu.” Aralarındaki büyük yaş farkına karşın Mia ile ortak yanları çoktu. Her ikisi de müziği seviyor, büyük kent yerine doğanın ortasında bir yaşamı yeğliyordu. Tolstoy en sevdikleri yazardı. Ancak Hesse 1912’de yaptığı uzun Hindistan yolculuğundan değişmiş bir insan olarak döner. Münih’e artık eskisi kadar sık kaçmaz. Bir yıl sonra da eşi Mia ile Konstanz gölü kıyılarını terk eder. Bu arada birbirlerine yabancı olmaya başlayan çift Bern’e yerleşir. Odanın yüksek pencerelerinden görünen Karaormanlar’ın yamaçlarına batmaya hazırlanan güneşin güçsüz ışınları düşüyor. Meşeler, kayınlar sararmaya hazırlanıyor. Çok yaşlı kadına veda etmenin zamanı. Hava kararmadan Stuttgart’a dönmeli. Az sonra kocaman holde el sıkışırken duvarlardaki Hesse küçük tablolarına her ziyaretimde yaptığım gibi bir göz atmadan edemiyorum. Yaşamının son 43 yılını geçirdiği, kadının genç kızlığında sık sık ziyaret ettiği Montaglona’daki villanın pencerelerinden görünen İtalyan İsviçresi doğası... Hesse annesiyle ona hediye etmiş. “Kusura bakmayın, bu kez size piyano çalamadım” diyor. Sesinde bir özür var. “Az sonra dostlarım uğrayacak, her perşembe birlikte oda müziği yapıyoruz.” Pazartesi akşamları da Calw müzik okulunda başka bir orkestranın provasına katılıp keman çalıyor. Anımsıyorum, 2012’de Hesse’nin ölümünün 50. yılı anma töreninde Calw kilisesindeki konserde piyanonun başına geçmişti!.. www.ahmetarpad.de K ent merkezinde belli başlı binaların duvarlarının ünlü çizgi roman kahramanları ile süslendiği yaratıcı Brüksel, geçen hafta gerçekleşen moda parkurunda bu alandaki hünerlerini sergiledi. Brüksel’de viraneden dönüştürülen mekânlarda modanın nabzı son hızla attı. Ama önce isterseniz 2008 yılında bu sayfalarda yayımlanan bir yazımın viraneden Brüksel’de nasıl bir moda, çağdaş tasarım ve inovasyon merkezi yaratıldığı ile ilgili bölümüne göz atalım: “Hele bir Dansaert semti var ki tam bir başarı öyküsü. Daha önce Borsa binasının hemen karşısındaki Rue Antoine Dansaert Sokağı’ndaki PassaPorta yazarlar evine gitmiştim ama bu semtin Brüksel’de moda, çağdaş tasarım ve inovasyon merkezi olduğunu ıskalamışım. Belçikalı ve yabancı tasarımcılar 1520 yıl önce kuş uçmayan kentin bu semtini bir tür tasarım cennetine çevirmişler. 1984’te Rue Antoine Dansaert 74 Numara’daki ‘Stijl’ açılmış ilk olarak ve Belçika modasına damga vurmuş. Bu butikte Sophie D’Hoore, Xavier Delcour, Ann Demeulemeester ve Dries Van Noten gibi ünlü modacıların tasarımlarını bulmak mümkün. Şimdi aralarında Olivier Strelli, Christophe Coppens, Annemie Verbeke, Jean Paul Knott ve Martin Margiela gibi isimlerin de bulunduğu çok sayıda modacı ve tasarımcı var ve Brüksel modasının kalbi burada atıyor. Gelecek ‘Bruxellois’ moda ve tasarımının değişik stilleri için parlak. Brüksel tasarımları kaliteden ödün vermeden pratikliği ve inovasyonu mizahla birleştirmeleri ile ön plana çıkıyor. Giysiden dekoratif nesne veya mobilyaya, takılara kadar ne ararsanız var. Butiklerde kadın, erkek ve çocuk giysilerini bulmak mümkün. Rengârenk, çeşit çeşit en son kreasyonlardan seçim yapmak zor. Geleneksel kafeler, trendy restoranlar, sanat galerileri, moda butikleri ve tasarım atölyeleri semtin çehresini değiştirmiş.” Brüksel, 2427 Ekim arasında Brüksel Moda ve Tasarım Merkezi tarafından Dansaert semti odaklı olarak düzenlenen “13. Moda Parkuru” etkinliğinde yaratıcılığını sergiledi. Moda tasarımcıları, en son yapıtlarının sevenleriyle buluşmasının heyecanını yaşarken Belçika moda ülkesinin en güzellerini keşfetmek isteyenler 62 farklı adreste yaratıcılık dünyasına bir seyahata çıktı. Moda BRÜKSEL parkurunda tasarımlar, yeni koleksiyonlar, performanslar ve konserler, Elbise ve Dantel Müzesi’nde kokteyl vb. modayla ilgili aklınıza gelebilecek birçok faaliyet yer aldı. ERDİNÇ UTKU Bir moda partisi ile açılışı yapılan parkurun ilk etkinliğinde mücevher ve aksesuarların ağırlıkta olduğu mağazalar gezilebildi. Asıl parkur ise 25, 26 ve 27 Ekim’de Dansaert semtindeydi. Fotoğraf sanatçısı Ari Seth Cohen’in modern moda tasarımları ile fotoğrafladığı sevimli müthiş yaşlı kadınlar hafızalarda iz bırakıyor. Geçen haftalardan hafızamda iz bırakan yine yaratıcılıkla ilgili bir haberi sizle paylaşmak istiyorum: “Flaman milliyetçileri NVA partisinin başkanlığı yanında Anvers Belediye Başkanlığı görevini de sürdüren Bart De Wever’in başı, eski televizyoncu ve siyasi yorumcu Siegfried Bracke partinin genel çizgi ile çelişen açıklamaları ve kırdığı potlarla dertte. Hatta bu durum internette online bir oyunun tasarlanmasına da esin kaynağı oldu. Mizahi ‘De Ideale Wereld’ TV programı yayıncıları ilginç bir girişime imza attılar. ‘Brackman: The game’ adında online bir oyun tasarlayan yapımcılar oyunda Bart De Wever’ın yerine koydukları oyuncunun, yaptığı açıklamalarla NVA başkanı Bart De Wever’ı zor durumda bırakan Siegfried Bracke’nın açıklamalarının basına sızmasına engel olmasını istiyorlar. 5 açıklamanın basında yer alması halinde oyun bitiyor. Oyunda Siegfried Bracke’nın ‘Herkes için başörtüsü’, ‘TÜM Valonların hırsız olduğunu söylemiyorum, aralarında iyileri de var’, ‘Yaşasın Kral’ (partisi Cumhuriyetçi bir parti) , ‘En iyisi Brüksel’i tamamen Valonlara vermemiz’ gibi açıklamalarına yer veriliyor.” Bu oyun çok daha neşeli bir şekilde Türk politikasına uyarlanabilir. Örneğin Recep, Tayyip ve Erdoğan adlı 3 farklı kişi birbiri ile çelişen açıklamalarının basına sızmasına engel olmaya çalışabilir. Aslında bu oyuna bağlı kalmayıp çok daha yaratıcı tasarımlar yapabiliriz. Recep Tayyip Erdoğan adındaki oyuncu gazeteciye harçlık vererek istediği haberi yaptırabilir. Joker olarak da işten attırma ve vergi denetimi tehdidini kullanabilir. 5 köşe yazarını işten attırınca da oyun biter! [email protected] W oodstock’tayım; her yere olduğu gibi buraya da biraz geç kaldığımın farkındayım. Artık 69’lardan ne kaldıysa geriye, onunla yetinmeye razıyım. Kapıdaki tahta tabelada “Gün ışıgı buraya ekildi” yazısını okuyunca, gün ışığı ekilen bir başka yeri, Gezi Parkı’nı anımsıyorum ve öylece harikalar diyarına giren Alis gibi yeşillikler arasına dalıyorum. Altmış dokuzda ruhun temeli 60’lardan çok önce buraya ekilen gün ışığıyla yeşeren atılıyor; bu yıl çeşitli etkinliklerle çimlerde yürüyorum yalınayak... kutlanan 100. yıl, orada yeşeren Çünkü parklarda yalınayak ve yalın demokrasi platformunun yıldönümü! yürek yürünür; öylesine masum, 1913’te Walter Weyl ve sosyalist savunmasız ve pervasız… bir sendikacı olan Bertha Poole Bir efsane olan Woodstock tarafından fikirlerin ekmek ve su Festivali’nin yapıldığı Bethel’deki kadar önemli olduğu vurgulanarak çiftlik arazisi özel bir mülkiyet alanı bir çiftlik evinde “Woodstock olmasına rağmen gezilebiliyor. Yine Kulübü” kuruluyor. Bu topluluğun de festival alanının bakımlı bir park yaşadığı ve demokrasi ile sosyalizm haline getirilmesi Woodstock ruhuna arasında gidip gelen fikirsel bir aykırı bulunuyor... Ancak Woodstock platform oluşturdukları ev, daha sonra gibi marjinal bir festivale Woodstock Kütüphanesi’ne yer bulmak sanıldığı kadar dönüşüyor. Woodstock’ta WOODSTOCK kolay olmuyor! Çünkü yaşayan herkeste bir yaratıcı kimse özgürlük, ot ve seks ve yeşertici etki oluşturan kokan yüzlerce hippiye ev bu fikirsel özgürlük hali, sahipliği yapmayı kabul tıpkı çiçeklerden uçuşan etmiyor! Oysa bilmiyorlar polenler gibi üzerinize ki o istemedikleri yüzlerce konuyor ve siz de hippi, kısa sürede binlere, başınızda tılsımlı bir ilham ŞANSIN TÜZÜN on binlere ve sonunda halesiyle taçlanıyorsunuz. yüz binlere ulaşacak! Woodstock Ruhu bir idealin simgesidir ki çoğu kişinin gözleriyle Organizasyon tam da bu nedenle görmedikleri ve elleriyle tutamadıkları iptal edilecekken Max Yasgur için yok saydıkları Gezi Ruhu da işte adındaki çiftçi festivalin kendi böyle şeydir! Gezi ruhunun üzerine mandırasında yapılmasına izin sıkılan biber, bilumum gazlar tıpkı veriyor. Bir Yahudi göçmeni olan alkolün laboratuvarda yaptığı işi Max Yasgur, bu kararından dolayı görmüş, o ruhu havaya iyice tespit başına gelmedik kalmadığından, etmekten başka bir işe yaramamıştır! 1970 yılında tekrarlanması Üzerinden polisler, tomalar, panzerler, planlanan festivale artık ev sahipliği tanklar geçebilir, hatta bombalar da yapamayacağını bildiriyor, zaten yağabilir, ama oradaki fikirler ölmez. bir yıl sonra da muhtemelen olayın “Gezi ” artık soyutlaşmıştır ve hiçbir stresiyle kalp krizinden ölüyor. somut kuvvet bu gerçeği değiştiremez. Ölümü çoğu müzisyene bile nasip Gezi aydınlanmanın parkıdır, olmamış bir şekilde Rolling Stones Woodstock’taki tabelada yazdığı dergisinde tam sayfa yer alıyor gibi, gün ışığı ekilmiştir oraya… ve böylece Woodstock, festivalin Tıpkı ayağımın altında yeşeren çimler yapılmasını sağlayan bu çiftçiye gibi yeşeriyor yüreğim de, biliyorum minnetini bir şekilde ödemeye gün ışığı ekilen yerde bir gün çalışıyor. Gerçekten Yasgur çiftliği doğar güneş de, evet hissediyorum olmasaydı efsanevi Woodstock ekinlerin gücünü içimde, bir Festivali de yapılmayacaktı. Belki milletin gençlerinin attığı gün ışığı biliyorsunuz ama yine de hatırlatalım, tohumlarıyla, evrenin ana rahminde Woodstock organizasyonu tam 1 beslenip büyüyor, gün gelecek tıpkı milyon dolar zarar etti; acaba bu da Tanrı olduğu günlerdeki görkemiyle tarihe mal olmanın bir bedeli miydi? yeniden doğacak güneş… Böylesine sağlam bir Woodstock ruhunun oluşumundaki tek etken [email protected] bu festival değil aslında… Bu ‘Gün ışığı buraya ekildi’ iyana’nın tarihi konser salonu Konzerthaus’un önü tıklım tıklım. Onlarca insan salona henüz girmemiş, bekliyor. Herhalde Fazıl Say’ın konserinden başka konser de var diye düşünürken eski bir meslektaşımı görüyorum. Konsere geldiğini söylüyor. Hangisine dememe kalmadan “Fazıl’ı dinleyeceğim” diyor. “Fazıl” diyor, 40 yıllık dostuymuş gibi. Neden diye sorduğumda “Bütün çalışmalarını tanır ve severek dinlerim” cevabı veriyor. Sadece çalışmalarını değil, mahkeme sürecini de basından takip ettiğini söylüyor. Hukukçu olan bu eski meslektaşım, Fazıl Say’a olan ilgisinin nedenini klasik müzik dinleyen ailesiyle açıklıyor. Babasının büyük bir otel işlettiğini, Avusturya’nın önemli yazarlarından 1862 ile 1931 yılları arasında yaşamış Arthur Schnitzler’in torunu olduğunu biliyorum. Senelerce aynı bölümde çalışmış olmamıza rağmen piyano çaldığını bilmiyordum. Yine ortak eski meslektaşlarımızdan, Avusturya’nın eski sağlık bakanlarından birinin kızını bekliyordu. O da geldikten sonra kendilerine iyi dinlemeler dileyip salona giriyorum. Salon ana baba günü. Avusturya Hanedanlığı zamanında tiyatro mimarları Ferdinand Fellner ve Hermann Gotlieb Helmer tarafından iki yıllık inşaat süreci sonrasında 1913 yılında hizmete açılan Konzerthaus’un geniş ve havadar giriş salonu konser ziyaretçileri ile dolmuştu. Birbirinden VİYANA bağımsız üç adet konser salonunun giriş salonunda tanınmış klasik müzik programcıları, müzisyen simalar göze çarpmaktaydı. Çok olmasa bile eski ve yeni siyasetçi simalar da salonun değişik yerlerinde hararetli sohbetlere dalmış görünüyor. Bu siyasetçilerden birisi de çalıştığım kurumda yıllarca “Yerel Yönetim Bölüm” başkanlığı KADİM ÜLKER yaptıktan sonra siyasete atılan Dr. Casper Einem’di. Avusturya’nın 20. yüzyılın en büyük klasik müzik bestecilerinden Gottfried von Einem’in oğlu olan Casper Einem, sosyal demokratlarla Hıristiyan demokratların kurmuş olduğu koalisyon hükümetinde çeşitli bakanlık görevlerinde bulunmuştu. Konser salonunu doldurmuş dinleyiciler Say’ı Estonya kökenli Amerikan piyanist Kristjan Järvi yönetimindeki Gstaad Festival Orkestrası’nın vereceği konseri beklemekte. Biz de ailecek sahneye yarım metre mesafede bulunan ilk sırada yerimizi aldık. Sahne müzik aletleriyle dolmuş, yarısı görünmüyor. Konserin ilk eseri Çek besteci Bedrich Smetana’dan “Anavatan”. Ardından alkışlar arasında Fazıl Say piyanosunun başına geliyor. En önde oturuyoruz ama Say’ın piyano ile bütünleşmesini göremiyoruz. Onu ancak piyanonun kapağına yansımasından izleyebiliyoruz. Bir konserde piyano ve sahnedeki sanatçıların ayaklarını izlemek de varmış. Sahneye yakın olmak sahnenin genel görünümünden bizi mahrum bırakıyor. Ancak ayrıntıları görmek, zaman zaman sanatçılarla tebessüm ile selamlaşmak, onların emeklerinin güzelliğini gözlerdeki parıltıyla onlara yansıtmak da var. Say’ın müzik temposuna uyan ayakları, piyanosuyla bizlere sunduğu orman içinde kalmış bir insanın yalnızlığı, o yanlızlıktan kaçışı ayaklar ve bacaklardaki hareketlilikte birlikte yaşıyoruz. Sahnedeki ayrıntılar ve müziğin akıcılığından bir an ayrıldığımda, yanımdaki orta yaşın üstünde Avusturyalı kadının gözlüğünü çıkarıp gözlerinin nemini sildiğini görüyorum. Orkestranın özellikle çellistleri ve kemancıları çalmadıkları süre içinde yanaklarında gülücük ile Say’ı dinliyor. Fazıl Say dakikalarca alkışlanıyor. Saymaya zamanında başladım mı bilmiyorum, ancak beş defa sahneye tekrar getiriliyor. Yanımda oturan hanımın alkışlamaktan yorulmuş olduğunu ellerini incelerken görüyorum. [email protected] V Viyana’da yaşamak Fazıl Say’ı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle