19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 EKİM 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA HABERLER Aralarında öğretmenlerin de bulunduğu KESK üyesi 56 kişi hakkında 85 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı 7 Filme götürmek suç oldu İstanbul Haber Servisi DHKP/C operasyonuyla gözaltına KESK üyesi 15’i öğretmen 56 kişi hakkında hazırlanan 900 sayfalık iddianame İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. DHKP/C’ye bağlı Devrimci Memur Haraketi’nde faaliyet yürüttükleri öne sürülen memurların, 7.5 yıl ile 85 yıl arasında değişen hapis cezasına mahkum edilmeleri istendi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, gözaltına alınan memurlardan F.Y.’nin, örgütün hedefleri arasında yer alan emekli Tümgeneral Engin Hoş ile ailesi, eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, İstanbul Üniversitesi Ülkücü Gençlik lideri Ali Can Çilesiz’e ait kişisel bilgileri SGK sisteminden sorguladığı belirtildi. F.Y’nin ifadesinde, bu bilgileri DHKP/C’nin silahlı kanadı olan Silahlı Propaganda Birlikleri (SPB) mensubu Ş.K.’nin talimatı doğrultusunda sorguladığını söylediği ifade edildi. İddianamede şüpheli olarak yer alan İngilizce öğretmeni tutuksuz sanık Ö.D.’nin öğrencilerini Aralık 2012’de gösterime giren F Tipi Film’e götürmesi de suç delili olarak değerlendirildi. Öğretmenin, öğrencilerini ideolojik propaganda amacıyla ve terör örgütüne kazandırmak için söz konusu filme götürdüğü belirtilerek filmin de şiddet içerikli ve ideolojik olduğu öne sürüldü. Filmi izledikten sonra eve dönen çocukların, gittikleri filmi anne ve babalarına anlattıkları vurgulayarak, “Bir çocuğun psikolojisinin bozulması ve evinin bir köşesine sinerek hiç konuşmaması nedeniyle öğrenci velisinin şüpheli öğretmeni Ö.D’yi telefonla arayarak tartıştığı tespit edilmiştir” denildi. Memurların DHKP/C mensuplarının cenazesine katıldıkları, kanlı eylemler gerçekleştiren örgüt mensuplarını sahiplendikleri de iddia edildi. İddianamede memurlar “Örgütün görev vermesi durumunda illegale geçerek kanlı eylemler gerçekleştirebilecekleri anlaşılmıştır. Teröristleri kahraman olarak savunmaktan hiçbir çekince duymadıkları görülmektedir. İllegaldeki DHKP/C mensuplarına yardım ettikleri görülmektedir. Geçmişte yapılan ölüm orucu eylemlerinde mahallelere giderek örgüt mensuplarına destek ve moral verdikleri anlaşılmaktadır.” “18 Ocak 2013’te Halkın Hukuk Bürosu’na yapılan uygulamalarda DHKP/C’nin Türkiye sorumlularından Kamile Kayır’ın, kozmik oda şeklinde hazırlanmış bir bölümde yakalandığı büroda, faaliyet yürüten avukatlar da gözaltına alınmışlar, 10 avukat tutuklanmıştır” şeklinde ifadelerin yer aldığı iddianamede, tutuklu avukatlar hakkında değerlendirme yapılması tepki çekti. Halkın Hukuk Bürosu’nda kozmik oda olduğu yönündeki iddiaya, avukatlar hakkındaki başka bir iddianamede yer verilmediği belirtilirken soruşturma kapsamında 10 değil 9 avukatın tutuklu olduğuna dikkat çekildi. ‘Dur bakalım Ne Olacak?’ Türkçe güzel bir dildir. Üstelik pek çok sınavı başarıyla geçen bir dil. Gelip geçtiği coğrafyalarda giderek kendini olgunlaştırmış, pek çok saldırıyı da başarıyla atlatmış bir dil. Anadolu Türkçesinden söz ediyorum. Sovyet cumhuriyetlerindeki Türklerin konuştuğu Türkçe eni konu Rus dilinin etkisinde gelişti. Anadolu Türkçesi ise Arapça ve Farsçanın entelektüel dünyamızdaki etkisinden ancak cumhuriyet döneminde kurtulabildi. Şimdi hızla gelişen dilimiz, bu kez de Batı dillerinin özellikle tıp ve teknoloji alanındaki saldırısı ile karşı karşıyadır. Türkçemiz bu saldırının da bilime yüz çevirmeden üstesinden gelebilecek gizilgüce; potansiyele sahiptir. Dilde bağnazlık olmaz. Anlamın, söylemin, ifadenin zenginliği ve güzelliği, dilin estetiği, hayatın içinde edebiyatın derinliği ile, şiirin harfi, kelimeyi, cümleyi imbikten geçiren müthiş gücü ile olabiliyor. Ama sonunda elimize öyle güzel metinler, yazılar geçiyor ki, işte diyoruz, bu bizim güzel dilimizdir. Batılılar da Doğulular da çevirdikleri zaman o dilde yazılan eserin gücünün yalnızca anlatılan hikâyede değil, aynı zamanda dilde olduğunu fark ediyorlar. HHH Türkçenin güzel kelimelerinden birisi de aymazlıktır. Olup biteni anlamamayı, tehlikenin farkında olmamayı, gafleti anlatır. Hiç kuşkusuz aymazlığın taşıyıcısı halk değil, toplumun düşünsel yapısına biçim veren, özüyle sürekli alışverişe girerek onu çağa uyduran, değiştiren, zaman içinde yönlendiren aydınlar, entelektüellerdir. Tersini söyleyen de çıkacak; entelektüellerin geleceğe doğru ilerlemeyi kolaylıkla benimsemeyen yığınların beğenilerine yenilerek muhafazakârlaştıklarını savunanlar olacaktır. Belki bunda da gerçek payı var, ama aydının, entelektüelin tanımı bu etkilenmeyi üst noktalara çıkarmamızı bize yasaklar. HHH Bunca sözü niye söyledim? Aymazlık kelimesinin Türkçedeki derinliğini anlatabilmek, hayatın ta içinden bir kelime olduğunu söyleyebilmek için. Siyaset ile aymazlık arasındaki ilişkide entelektüelin sevabını, günahını tartışacaksak bu kelimeye ihtiyacımız var bizim. Kavramlarla düşünen ve sevdiğini aldatan insanlar gibi sık sık o kavramlara ihanet eden entelektüel, bin dereden su getirmenin de ustasıdır. Aymazlığın savunusunu o nedenle kolayca yapabiliyor. Görünen gerçeğin gerçeklikle, hakikatle ilişkisinin derin girdaplarında dolanırken kendini yitirdiğinde, elini uzatıp uçurumdaki ilk dala tutunuyor. Neye tutunduğunun, neyin hizmetine girdiğinin farkına bile varmıyor. Oysa kendini bıraksa, gerçekle gerçeklik arasındaki ilişkide geçmiş ile geleceğin hikâyesinin boydan boya anlatıldığını fark edecek, geçmişe değil geleceğe doğru uçmanın derin hazzını tadacaktır. HHH Ama aymazlık tatlı bir cennet meyvesidir. Enteli günümüzün her türden nimetleriyle kandırabiliyor. Günümüzün kimi aydınlarının merakı da, büyük yazar ve bence filozof Aziz Nesin’in “Dur Bakalım Ne Olacak?” hikâyesindeki, karısının peşinden yatak odasına kadar giren adamın cüretini merak eden kocanın, “erkekliğine toz kondurmayan” Fıtık amcanın merakına dönüşüyor. Fıkra söylemek herkesin harcı değildir; o fıkraları birer felsefe dersine çevirmeyi ise en iyi Aziz Nesin bilirdi. Onun bu hikâyesini okuyanlar kahkahanın arkasındaki gerçeği kavramak için fazla zorlanmazlardı. Ama zamanın ruhuna kendini kolayca kaptıran aydının hali başkadır. Bizim aymaz aydınımız da o hikâyedeki Fıtık amca gibi kıvranıp duruyor, kuşkusunu bir türlü isimlendiremiyor, odanın içinde dört dönüyor ve söyleniyor: “Dur bakalım ne olacak?” Aymazlık Türkçenin güzel ve derin anlamları olan bir kelimesidir. Günümüzün moda olmuş kimi entelini anlamak, anlatmak istiyorsanız bu kelimeyi sık sık hatırlamalısınız. Dağa değil, yargıya gitti! Yayın durdurma yasağı konusunda emsal karar Polis şiddetini eleştirdiği için Tunceli Üniversitesi Rektörü’nün tepki gösterdiği öğretim üyesi suç duyurusunda bulundu SİNAN TARTANOĞLU AİHM Cumhuriyet’i haklı buldu Haber Merkezi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yabancı bir gazeteye verdiği “Türkiye’de Cumhuriyetin sonu geldi. Biz kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” yönündeki sözlerini kullanan Cumhuriyet gazetesi hakkındaki yayın durdurma yasağında idareyi haksız bularak tazminat ödemeye mahkum etti. AİHM kararında yayın durdurma yasağının ifade ve basın özgürlüğünün ağır ihlali anlamı taşıdığı vurgulanırken benzer davalar için emsal niteliği taşıyor. Buna göre, yargıçlar yayın yasağı uygulamadan önce savunma haklarına uymak zorunda kalacak. Ayrıca usul yönünden de yeni güvenceler gelecek. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde gazetemiz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İngiliz The Guardian gazetesine 1995 yılında verdiği röportajda “Türkiye’de Cumhuriyetin sonu geldi. Biz kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” yönündeki sözlerini manşetten kullandı. Gül ise The Guardian’a verdiği röportajda söz konusu sözleri kullanmadığını belirterek 50 bin lira tazminat ve ihtiyadi tedbir talebiyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme ilgili haberin yayınını durdurdu. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Gül, 2008 yılında açtığı davadan feragat ederek şikâyetini geri çekti ancak yayın yasağı 11 ay süresince uygulandı. Mahkemenin kararı üzerine Cumhuriyet gazetesi avukatları Prof. Dr. Semih Gemalmaz ve Avukat Akın Atalay, yayının Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde karşıt fikirleri kamuoyuna duyurmak amacıyla yapıldığını, yayın yasağının ifade ve basın özgürlüğünü ihlal anlamına geldiğini belirterek AİHM’ye başvurdu. Cumhuriyet’in başvurusunu dün karara bağlayan AİHM, Gül’ün 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecindeki Cumhuriyet gazetesinin yayınına ilişkin verilen durdurma kararını, basın özgürlüğünün ağır ihlali olarak mahkum etti. AİHM, basın özgürlüğünün ihlal edildiğine oybirliği ile karar verirken ayrıca başvuran Cumhuriyet Vakfı, Yeni Gün Haber Ajansı AŞ ve Cumhuriyet gazetesi sorumlu müdürünün her birine 2 bin 500’er Avro manevi tazminat; avukatlık, posta masrafları olarak da 5 bin 100 Avro ödenmesine karar verdi. Cumhuriyet’in başvurusu üzerine AİHM tarafından verilen bu karar, bir başka yönüyle bir ilk olma özelliği de taşıyor. AİHM’nin kararı ulusal yargı organlarında tamamlanmamış ve devam etmekte olan bir yargılama hakkında olması, davanın sonucunda verilecek karardan bağımsız olarak yayın yasağını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı bulması, basın özgürlüğüne ilişkin başvuruları da etkileyecek. Bundan sonra emsal niteliği taşıyacak olan karara göre, basın yayın kuruluşları için ilgili mevzuata usuli güvenceler eklenmesi gerekeceği ifade edilirken yargıçların, yayın yasağı, durdurma ve tedbir kararları vermeden önce savunma haklarına uymaları gerekecek. Kararda, mahkemenin verdiği yayın durdurma kararıyla Cumhuriyet’in güncel bir siyasi tartışmaya kendi penceresinden katkı yapmasının engellendiğine dikkat çekildi. Basın özgürlüğünü bu şekilde sınırlamanın demokratik bir toplumda meşru, ölçülü ve zorunlu sayılamayacağının belirtildiği AİHM kararında, yayın yasağının basın özgürlüğünün ağır ihlali anlamına geldiği belirtildi. ANKARA Tunceli Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Alper Güven, polis şiddetiyle ilgili eleştirilerine “Polisi eleştiriyorsan dağa çık” karşılığı veren Rektör Prof. Dr. Durmuş Boztuğ hakkında suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda, olayın Güven’in bölüm başkanı olarak atanması ile ilgili toplantıda yaşandığı ve Rektör Boztuğ’un Güven’e “Türk polisine hakaret ettin, bölüm başkanı olmazsın” dediği de ortaya çıktı. Rektör Boztuğ, üniversitedeki öğrenci olayları karşısında polisin sert müdahalesini eleştiren Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Alper Güven’e, “Sen polisimize karşı bunları nasıl dersin! Madem polisimize karşı bunları söylüyorsun, dağa git” demişti. Toplantıda, “dağa git” sözlerini işiten öğretim üyesi Güven, Rektör Boztuğ hakkında suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda söz konusu diyaloğun başka bir boyutunun daha olduğu ortaya çıktı. Alper Güven, suç duyurusu dilekçesinde, o toplantının, kendisinin Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanlığı’na atanması nedeniyle Rektörlük Senato odasında yapıldığını aktardı. Ocak 2013’te “polisin kampus içinde orantısız güç kullandığını, kız öğrencilerin 3 polis tarafından tartaklandığını, bir erkek polisin bir kız öğrencinin üzerini elle aradığını” belirten Güven, olay sırasında pencereyi açarak polise “Durun ne yapıyorsunuz! Yazıklar olsun size!” di ‘Bölüm başkanı olamazsın’ yerek müdahale ettiğini aktardı. Bölüm başkanlığına atanması ile ilgili toplantıda Rektör Boztuğ’un kendisine bu tavrından dolayı “Türk polisine hakaret ettiğini, bölüm başkanı olamayacağını söylediğini” belirtti. Rektör Boztuğ’un ardından Güven’e “Madem polisimize karşı bunları söylüyorsun, dağa git” dediği de suç duyurusu dilekçesinde yer aldı. Güven dilekçesinde, Rektörün bu sözlerine Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Çimen, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Boztuğ’un tanık olduğunu da yazdı. Güven, “Bu, sayın rektörün benim şahsıma yaptığı ilk hakaret değil. Şahsıma yapılan söz konusu hakaretler nedeniyle Prof. Durmuş Boztuğ’dan şikâyetçiyim” dedi. Rektör yardımcısı tanık Yeter cinayeti ‘Şahbaz’ ataması Dava karara kaldı HİLAL KÖSE Güler: Niye eleştirilsin ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) İçişleri Bakanı Muammer Güler, gazetecilerin, Ethem Sarısülük’ü vurarak öldürmekten yargılanan polis memuru Ahmet Şahbaz’ın geçici olarak Şanlıurfa Emniyeti Koruma Şube Müdürlüğü’ne atanmasıyla ilgili eleştirilerin hatırlatılması üzerine “Niye eleştirilsin. Bu arkadaşımız polis memuru, tutuklu değil” sözleriyle savundu. Dün TBMM’de gazetecilerin sorularını yanıtlayan Güler, polise “önleyici gözaltına” alma yetkisi konusunda herhangi bir çalışma olup olmadığını açıkladı. Güler İstanbul’da DHKPC’ye yönelik operasyonlarla ilgili “sapanlı teyzenin durumunun” sorulması üzerine, “Hakkında örgüt üyeliğinden iddia da var” dedi. CHP Milletvekili Hüseyin Aygün ise Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde, “Ahmet Şahbaz halen neden görevdedir? Bir insanın ölümüne neden olan birinin ‘polis’ olarak görevde kalması doğru mudur?” sorularını yöneltti. AİHM’den bir ilk Limterİş Sendikası eğitim uzmanı Süleyman Yeter’i işkenceyle öldürdüğü gerekçesiyle 22.5 yıla dek hapis cezasına mahkum edilmesi istenen komiser yardımcısı Ahmet Okuducu’nun yargılandığı dava karar verilmek üzere 22 Ekim’e ertelendi. İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki oturuma, 14 yıl sonra yakalanan eski polis Ahmet Okuducu ile Süleyman Yeter’in ağabeyi Mustafa Yeter ve Yeter ailesini temsil eden 30 avukat katıldı. Ailenin avukatlarından Keleş Öztürk, Yeter’in öldürülmeden 5 ay önce de gözaltına alındığını ve işkence gördüğünü belirterek Ay ve Okuducu hakkında, İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın zamanaşımı sonucu düştüğünü anımsattı. Keleş, “Bu davada yargı sorumluluğunu yerine getirmiş olsaydı, Süleyman Yeter öldürülmemiş olacaktı” dedi. Yeter ailesinin avukatlarından İbrahim Ergül de Okuducu’ya Yeter’i sorgulama görevi veren İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdür Yardımcısı Sedat Selim Ay hakkında suç duyurusunda bulunulmasını istedi. Ergül, “Ahmet Okuducu’ya Süleymen Yeter’i sorgulama görevini veren Ay hakkında işkence ve adam öldürme suçlarından suç duyurusunda bulunmanızı talep ediyoruz” diye konuştu. Öğrenciler Ali İsmail’i unutmadı İstanbul Haber Servisi İstanbul Üniversitesi’nin 20132014 akademik yılı açılış törenine İÜ Öğrenci Kolektifleri üyesi öğrenciler alınmadı. Törenin yapıldığı Fen Fakültesi’nin giriş kapısının önünde oturan öğrenciler yüzlerine de Gezi Parkı olayları sırasında Eskişehir’de öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın fotoğrafının bulunduğu maskeler taktılar. “Korkma Söylet biziz öğrenci”, “Öğrencisiz açılış bu neyin korkusu” yazılı pankartı açan öğrenciler, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” ve “İsmail’in katili AKP’nin polisi” sloganlarını attı. Grup adına basın açıklaması yapan İlbe Özçelik, “Her yıl olduğu gibi bu açılış için de üniversiteler tatil ediliyor, öğrenciler kapıdan çevriliyor. Soruyoruz, nasıl oluyor da bir üniversitenin açılışına öğrenciler katılamıyor? Ama biz bunun cevabını çok iyi biliyoruz. Burada bir tiyatro oynanıyor. Başrolde Rektör Yunus Söylet var. Bu açılışa üniversitenin gerçek sahipleri gelemiyor, aramızda olması gereken Ali İsmail gelemiyor” dedi. Dayakçı polisler teşhis edildi CANAN COŞKUN Fatih’te, hamile akrabasını hastaneye götürürken kimlik kontrolü için durdurulan Ahmet Koca’yı Kürtçe konuştuğu için darp eden 11 polisin “işkence” suçundan yargılandığı davada sanık polislerden 3’ü teşhis edildi. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya 12’şer yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan 11 tutuksuz sanık polis memuru katıldı. Aynı davada “memura direnme” ve “hakaret” iddialarıyla yargılanan Ahmet Koca da duruşmada hazır bulundu. Koca’nın, hastaneye yetiştirmeye çalıştığı akrabası da tanık olarak dinlendi. O dönem hamile olduğunu söyleyen Gurbet Arık, “Polislerden biri ‘Bu Kürtçe konuşuyor, teröristtir, şimdi kalabalığı toplar, bizi dövdürtür’ deyince, Ahmet Koca’ya vurmaya başladılar. Biri biber gazı kullanınca yere düştüm” dedi. Koca’yı 10 polisin dövdüğünü belirten Arık, Koca’yı döven Muhammet Mustafa Gülcan, Atalay Erzurumlu ve Seyit Ali Aktaş’ı teşhis etti. Mağdurlar işkenceyi anlattı İstanbul Haber Servisi İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nden Sorumlu Müdür Yardımcısı Sedat Selim Ay’ın Etkin Haber Ajansı’na (ETHA) açtığı iftira ve hakaret davasında işkence mağdurları konuştu. İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada dinlenen ETHA editörü Arzu Demir, gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın anmasına katıldığı için gözaltına alındığını belirterek, “Gözlerim kapalı bir şekilde sorguya alındım. Vücuduma elektrik verildi. Tüm bunları koordine eden sesinden tanıdığım Sedat Selim Ay’dı” dedi. Nuran Atmaca da 1996 yılında Bayrampaşa Cezaevi’ndeki kötü koşullarla ilgili basın açıklamasına katıldığı için gözaltına alındığını söyledi ve “Küfürler ederek, iç çamaşırıma kadar aradılar. Bayram Kartal ve Sedat Selim Ay beni darp etti” diye konuştu. Yazar Mukaddes Erdoğdu Çelik ise gözaltında tecavüze uğrayan Asiye Güzel Zeybek’in bir duruşmada, Sedat Selim Ay’ı görünce “tecavüzcü budur” diyerek bayıldığını ifade etti. Akrep’te tacize ALİCAN ULUDAĞ ikinci soruşturma ANKARA İçişleri Bakanlığı’nın, Dikmen’de yapılan Gezi eylemleri sırasında gözaltına alınan yüksek lisans öğrencisi Eylem Karadağ’ın polisler tarafından Akrep aracında taciz edilmesine ilişkin idari soruşturma başlattığı öğrenildi. Görevlendirilen iki başmüfettiş, avukatlar aracılığıyla müşteki Karadağ’ın savcılığa verdiği ifadenin örneğini aldı, savcılık soruşturması da sürüyor. Cumhuriyet’in 29 Haziran’da manşetten duyurduğu “Akrep’te cinsel taciz” olayı Dikmen Caddesi’nde yaşanmıştı. Eylem Karadağ, gözaltı sırasında polislerin kendisini taciz ettiğini anlatarak “Bir polis göğsümü sıkarken diğeri kalçamı ve cinsel bölgemi elleyerek taciz etti. Akrep’e bindirildikten sonra polis amiri olduğunu söyleyen biri, ‘Bu a... koyduklarımı koltuklara oturtmayın, alın altınıza ezin’ dedi. Bunun üzerine yanımda olan polis, bacağımın üzerine oturdu” demişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle