19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 EKİM 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Büyüdük Ekonomi Servisi Cumhuriyet’in kuruluşunun 90. yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye, 29 Ekim 1923’ten bu yana geçen süre zarfında yokluk içinden sanayileşmiş bir ülke yaratsa da zenginleşme yolunda sınıfta kaldı. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) “90 Yılda Türkiye Ekonomisi” adlı raporuna göre, Türkiye modernleşti, büyüdü, sanayileşti, yaşam süresini uzattı, neredeyse herkes okuryazar oldu, gelir ve harcamasını artırdı ama bir türlü borçlarından kurtulup zenginleşemedi. Rapora göre, 90 yılda, sanayinin çok değişik alanlarında yatırım ve üretim yapabilen, girişimci, kalifiye insan gücü üretme potansiyeline sahip, eğitim ve sağlık hizmetlerine yaygın olarak erişilebilen bir toplum yaratıldı. Ancak yine de Türkiye “zengin ve orta gelir grubundaki ülkelerin gerisinde kaldı”. Raporda 90 yılda başarılamayanlar şöyle sıralandı: l 1923’te 3 bin 756 km. olan Yokluktan bir ülke yarattık ancak yine de zengin ve orta gelir grubundaki ülkelerin gerisinde kaldık zenginleşemedik demiryolu ağı 2011 sonunda 10 bin kilometreye bile ulaştırılamadı. l İhracat ithalata bağımlılıktan kurtulamazken dış ticaret dengesi sürekli açık verdi. l Ülke kalkınması için gereken sermaye birikimi bir türlü sağlanamadı, büyüme hep dış tasarruflarla gerçekleştirildi. l İhracatithalat bağımlılığı ve cari açık sorununun bir türlü aşılamamasının en önemli nedenlerinden biri olan bağımsız teknoloji üretimi bir türlü başarılamadı. l Türkiye’deki ortalama eğitim yılının bir türlü uzatılamaması da yeterli sayıda girişimci, araştırmacı ve nitelikli işgücünün ortaya çıkamamasında önemli rol oynadı. l İç tasarruf oranının GSYH’nin yüzde 25’i ve daha üzerine yükseltilememesi, ülkenin kalkınması açısından önemli bir engel yarattı. l Dış borç yükü kamudan özel sektöre aktarılsa da GSMH’nin yüzde 40’ından aşağılara çekilemedi. l Birbirini izleyen ekonomik ve siyasi krizler büyümeyi sınırRaporu yorumlayan İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan, “Çevresel sürdürülebilirliği esas alıp ağ teknolojileri, nanoteknoloji ve biyoteknolojide söz sahibi olabilirsek Türkiye’nin orta gelir grubundan sıyrılması mümkün” dedi. Yaş Günü! Yaş günleri geçmişten geleceğe bir değerlendirme yapılmasına olanak verir. Yarın Cumhuriyetin 90. yaş günüdür. Bu yaş gününde, Cumhuriyetin, kendi varlık nedeni olan ilke ve değerlerden uzaklaşıp uzaklaşmadığı; niteliğinin değişip değişmediği sorgulanmalıdır. HHH İç ve dış gelişmelerin ürünü olan Cumhuriyet, iki ayak üzerinde durmuş ve yükselmiştir: Egemenliğin kaynağı ve bilimin yol göstericiliği. Cumhuriyet; öncelikle, halkın kendi kendini yönetmesi anlamına gelir. İnsan topluluklarının günümüzdeki anlayışla kendi kendilerini yönetme bilincini kazanmaları; bu bilinç düzeyine çıkmaları, insanlık tarihinin son 200250 yılının ürünüdür. Halkın kendi kendini yönetmesi kavramı özünde ve kaçınılmaz olarak özgürlüğü, eşitliği, hukukun üstünlüğünü ve siyasal örgütün, yani devletin, toplumsal sınıf, din, mezhep, topluluk ve kesimlere eşit uzaklıkta olmasını da içerir. Çünkü gelişkin toplumsal akıl, doğal olarak kulluğu ve köleliği kesinkes reddeder. Türkiye; egemenliğin, yani ülkeyi yönetme yetkisinin, yalnızca halka ait olduğunu kavrayacak gelişmişlik düzeyine ancak 1920’lerin başında Cumhuriyet ile ulaşmıştır. İzleyen yıllarda bu anlayışa dayalı açılımlar sağlanmıştır. Bu yaş gününde ise, ülkenin yönetimi tümüyle; siyaseti ve toplumsal yapısı ise çok büyük ölçüde ve giderek artan oranda siyasal İslam anlayışıyla sarılıp sarmalanmaktadır. Ancak siyasal İslamda egemenliğin kaynağı ve buna dayalı egemenlik anlayışı, kendi içinde çok tartışmalıdır. Bu konuyu irdelemek bile bir sorundur. Siyasal İslamın egemenlik anlayışının, halkın egemenliği kavramıyla ne ölçüde barışık ya da uyumlu olduğu sorusu sorulmamakta; giderek sorulamamaktadır. Özellikle de ülke yönetiminin halkın etkin katılımıyla oluşması; düşünce ve anlatım özgürlüğü ve kadınerkek eşitliği konusundaki kuram ve uygulamalarının niteliği, bu toplum için tam bir bilmecedir. Bu durumda Cumhuriyet, siyasal İslamın derinliği bilinmeyen sularına mı savrulmaktadır sorusu haklılık kazanıyor. HHH Cumhuriyetin ikinci, ancak birincisi kadar önemli olan dayanağı bilimselliktir. Cumhuriyetin 90 yıl önce kuruluş düşüncesinin temeli, sürekli yenilenme ve gelişmeyi içeren bilimsel bilimin yol göstericiliğidir. İnsanın yaratıcı yeteneklerini ortaya çıkarmayı ve eğitimle geliştirmeyi artı evrende her şeyin bilinebileceğini ve her konuya eleştirel bakılmasını da içeren bu anlayışta bilgilerimizin kaynağı, nesneler, deneyler, usa vurmalar, akıl yürütmeler olarak alınır. Cumhuriyetin temel taşı olan bilimsel bilginin yol göstericiliği ilkesi de bir tarafa bırakılmaktadır. Eğitim, çocuğun ve gencin yaratıcı yeteneklerinin önündeki tüm parasal ve diğer engellerin kaldırılması ve çağdaş bilgileri edinerek gelişmesini ilke edinen Cumhuriyetin kuruluşundaki özelliğini çok büyük ölçüde yitirmiş bulunmaktadır. Üniversitelerde ve diğer ilgili birimlerde bilgi üretimi baskıcı yönetim yapıların değirmeninde un ufak edilmektedir. Ülkenin kültür ortamı dinsel ögelerle bezenirken, sanatsal atılımı sağlayan bireysel yaratıcılığın toplumdan doğan ana damarları kurutulmaktadır. HHH 90. yaş gününde açıkça görülmektedir ki, Cumhuriyet, kendisine hayat veren ve kimliğini oluşturan bu iki ana dayanaktan hızla uzaklaştırılmaktadır. Bu durumda bu iki temel taş çekilirse Cumhuriyetten geriye ne kalır sorusu ısrarla sorulmalıdır. landırdı. 90 yılda ortalama yıllık büyüme yüzde 4.49’da kaldı. Bu da Türkiye’yi orta düzeyde gelir sahibi, orta düzeyde sanayileşmiş bir ülke haline getirdi. Gezi’nin tamiri uzun sürecek u Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ABD gezisi boyunca kendisine sürekli Gezi Parkı ve çeşitli yasal düzenlemelerle ilgili sorular geldiğini belirterek; dışarıdaki Türkiye algısıyla ilgili hasarın tamirinin uzun süreceğini söyledi. Ekonomi Servisi Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ABD gezisi boyunca çeşitli kentlerde yaptığı toplantılarda, ABD’li işadamlarının kendisine, Suriye, Gezi Parkı ve çeşitli yasal düzenlemelerle ilgili sorular yönelttiğini ifade ederek “Türkiye’nin algısı ile ilgili hasarın tamirinin uzun sürecek” dedi. ABD’de “Yatırım Haftası” etkinlikleri kapsamında görüşmelerini sürdüren Babacan, Türkiye’de olup bitenin dışarıda anlaşılmasının farklı olabildiğini aktardı. Babacan, “Chicago Sun Times’ın yazı işleri heyetiyle toplantı yaptık. ABD’nin 9. büyük gazetesi. Çok fazla soru sordular anlama ya çalışıyorlar. Yanlış algıları önleyici iletişim çok önemli” dedi. Ali Babacan, kıdem tazminatının geniş bir kesimi ilgilendirdiğini belirterek “Opsiyonlu bir sistem olması gerekiyor, isteyen eski sistemde devam etmeli, isteyen fona geçmeli” dedi. AtatürkAnkara seferine izin verin Ali Sabancı, Atatürk Havalimanı’ndan Ankara’ya uçuş yapamadıklarını hatırlattı. Bu hatta sadece tek bir firmanın seferleri bulunduğunu ifade eden Sabancı, “Atatürk Havalimanı’dan Ankara’ya haftada 150 sefer var. Bu seferlerin ortalama fiyatı 141 lira. Sabiha Gökçen’den ise haftada 21 sefer var ve ortalama fiyat 64 lira. Bu Rekabet Kurumu’na suç duyurusuna girer. Üstelik yolcu başına alınan vergi Sabiha Gökçen’de 15 Avro iken, Atatürk’te 15 dolar, yani daha ucuz. Atatürk HavalimanıEsenboğa hattında bize ya da diğer rakiplerimize 5 sefer izni verseler fiyatlar yüzde 50 düşer” diye konuştu. PELİN ÜNKER Moskova’ya uçtu fiyatları düşürdü Pegasus’un her girdiği pazarı büyüterek fiyatları düşürdüğüne dikkat çeken Ali Sabancı, Moskova’ya haftada üç kez sefer yapmalarına rağmen bilet fiyatlarının şimdiden yüzde 13 düştüğünü söyledi. sonra 260 Avro’ya indi” dedi. Sabancı şunları söyledi: l 33 ülkede 76 noktaya seferlerimiz var. Türkiye’de 31 noktaya uçuş gerçekleştiriyoruz. l Aralıkta Edremit ve Şırnak’a, ocakta da Mardin ve Erzurum’a seferlerimiz başlayacak. l İç hatlarda daha hızlı büyüyoruz. Çünkü dış hatlarda uçuş sınırlaması var. Her yere uçamıyoruz. Kendi uçağımızı yapacağız ABD’de Boeing firmasını da ziyaret eden Babacan, Türkiye’nin kendi uçağını yapmak istediğini söyledi. Orta menzilli bölgesel jet üretme planı olduğunu ifade eden Babacan, “Dört firmaya indirdik. Yakın zamanda biriyle çalışacağız. Sıfırdan geliştirmek yerine mevcut bir platformda uluslararası ele alıp yüksek teknolojiyi Türkiye’de üretmeye karar verdik. Dört alternatifli kısa liste oluşturduk Rusya İsveç, Almanya var. Türkiye’de üretmesi bizim için kriter” dedi. MOSKOVA Pegasus Hava Yolları, 8 Ekim’den itibaren Rusya’daki 4. noktası olan Moskova’ya karşılıklı uçuşlar gerçekleştirmeye başladı. Pegasus Hava Taşımacılığı Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı, Moskova’ya haftada üç kez uçtuklarını belirterek “Bunu 14’e çıkaracak kapasitemiz var. İlk uçuşun doluluk oranı yüzde 94. Demek ki pazar esasında yaratılmış değil. Rakibimiz haftada 28, biz 3 defa uçuyoruz. Uçuşlarımız başladığından bu yana fiyatlar yüzde 13 düştü. Biletlerimiz 59.99 Avro’dan başlıyor. Rakibimizin fiyatları 300 Avro’ydu, bizden l Yılın ilk 6 ayında iç hatlarda pazar payımız yüzde 26.7 oldu, dış hatlarda ise yüzde 9.1. l Sefer başlattığımız des tinasyonda fiyatlar düşüyor. Türkiye’nin merkez olmasını istiyorsak dış hatları rekabete açmalıyız. l 2012’de toplam 13 milyon 600 bin yolcu taşıdık. Yılın ilk 6 ayında 7 milyon 540 bin yolcuya ulaştık. l 2012’de yolcularımızın yüzde 26’sı 50 liranın, yüzde 73’ü ise 100 liranın altındaki fiyatlarla uçtu. l Geçen yıl 1.9 milyar lira ciro elde ettik. Bu yılın ilk 6 ayında 991 milyon liraya ulaştık. Bunun 230 milyon lirasını yolcuların uçak içi satışlar, fazla bagaj hakkı, koltuk seçimi gibi kişisel tercihlerinden elde ettik. Diplomaside kapalı kapılar ardında, gizli kapaklı işleri tercih etmesiyle bilinen Suudi krallığı, geçen hafta aniden kamuoyu önünde garip, kaprisli bir performans sergilemeye başladı. Krallık, iki senedir peşinde koştuğu, lobi yaptığı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği amacına ulaşır ulaşmaz, BM Konseyi’nde yerini almayacağını açıkladı. Arkasından, G.W. Bush’un 20 yıllık dostu, krallığın istihbarat şefi Prens Bandar Bin Sultan al Suudi, artık CIA ile eskisi kadar yakın işbirliği yapmayacaklarını, SuudiABD ilişkilerinde önemli bir değişikliğe gitmek üzere olduklarını açıkladı. Prens Bandar “BM’deki tavır, BM’ye değil ABD’ye bir mesajdır” diyor. Bandar’ın açıklamalarından, bir önceki istihbarat şefi El Türki’nin Al Monitor’la yaptığı söyleşiden, Suudi krallığının ABD’nin öncelikle Suriye muhalefetine gereken silah yardımını yapmasını, Suriye’yi bombalamaktan vazgeçerek kimyasal silahların yok edilmesi ve siyasi çözüm arayışı üzerine odaklanmasını, İran’la görüşmelere başlamasını, ayrıca Mısır’da askeri darbeye karşı çıkmamasını, Bahreyn’de bekledikleri desteği vermemiş olmasını, giderek karar alma süreçlerinin dışında bırakılmalarını protesto ediyormuş. Jeopolitikte, diplomaside hiçbir şey göründüğü gibi değildir, düşünmeye öncelikle her şeyden şüphe ederek başlamak, birkaç kat kazı yapmak gerekir. Özellikle, söz konusu olan bölge Ortadoğu ise... Hele Suudi krallığı varlığını, güvenliğini borçlu olduğu Amerika’ya karşı tavrında “önemli bir değişikliğe” gitmeye hazırlandığını, ABD’ye söylemek yerine kamuoyu önünde açıklıyorsa... Geçen hafta başında Kerry ve Suudi Dışişleri Bakanı buluştu. Toplantıdan, bu iki ülke arasındaki ilişkinin değişmek üzere olduğuna ilişkin hiçbir sinyal çıkmadı. Suudi krallığı BM Güvenlik Konseyi’nde yerini almayacağını açıkladı, ama hafta sonuna kadar hâlâ bunu BM’ye resmen bildirmiş değildi. Prens Bandar’ın açıklamalarında da bazı gariplikler var. Örneğin Mısır’da darbeyi komutanları ABD okullarından yetişmiş, ABD mali yardımından beslenen bir ordu yaptı. ABD de bu darbeyi, darbe olarak adlandırmamakta direndi ve eleştirilerini Müslüman Kardeşler’in otoriter eğilimleri, Mursi’nin beceriksizlikleri üzerinde yoğunlaştırdı. Bahreyn’e gelince; ABD, ne Bahreyn yönetiminin Şii protestoculara yönelik şiddetli baskısını ne de Suudi ordusunun Bahreyn’e girmesini eleştirdi, adeta başka yöne bakmayı seçti. Suudilerin ABD dış politikasında karar alma süreçlerinden dışlandığına ilişkin yakınmaysa tam anlamıyla bir fantezi ya da bir zamanlar bu süreçlerin içinde olunduğuna dair bir kuruntu. Prens Bandar bundan sonra ABD’den daha çok Ürdün, Fransa gibi müttefiklerle çalışacakmış. Fransa’nın ABD çizgisine doğru eğilmekte olması bir yana, bu müttefikler konusunda Suriye rejimine karşı ABD’yi yardıma çağırmayı seçiyor. Suudi krallığı için hep başkalarının mı ölmesi gerekiyor” türünden sorular geliyor. Bir dizi gariplik esapta olmayan işler Bu çıkışıyla Suudi rejimi aniden, kendini hiç istemediği bir anda ışıkların altında buldu. ABD ile ilişkilerinin ayrıntılarından ülkesindeki insan hakları ihlallerine, kadınların, göçmen işçilerin üzerindeki teröre, radikal Müslüman militanları yetiştiren medreselere, Vahabi, Selefi bağlantılarına, 11 Eylül saldırısında adı geçen 15 teröristten 11’inin Suudi kökenli olmasına, eğer Suriye’de rejim düşerse, Ortadoğu’da oluşacak SunniSelefi egemenliğine kadar birçok konu konuşulmaya başlandı. Bir kez Suudiler ışık altına gelince, Mekke ve Medine üzerindeki kontrollerinin, peygamber soyundan gelmedikleri için meşru olmadığı, buraya ABD sayesinde, halka baskı, terör uygulayarak oturdukları, de facto halife gibi davranmaya çalıştıkları gibi çoktan unutulmuş dikenli konular gündeme girmeye başladı. (The Asia Times, 23/10) Bu sırada, ABD dış politika çevrelerinden yazarlar, Suudi krallığının ABD’ye bağımlı olduğunu, aslında iktidarsız, istikrarsız ve iç çatışmalar yaşayan bir krallık olduğunu anlatmaya başladı. Amerikan dış politika entelijansiyasının etkili isimlerinden Robert Kaplan’dan sonra, İngiltere’nin devlete ve muhafazakâr kanada en yakın gazetelerinden H Suudi Krallığının Garip İşleri en sert muhalefeti sürdüren Türkiye’nin adının, Bandar’ın, Türki’nin açıklamalarında, bu açıklamaları tartışan Batı yorumlarında geçiyor olması da bir başka gariplik. Suudi rejiminin bu yakınmalarında bir gariplik daha var. Jerusalem Post’ta Frantzman’ın vurguladığı gibi, insanın aklına “Suudi krallığı, daha iki yıl önce BM Konseyi’ne ‘sorumluk sahibi yönetim’ nitelemesiyle önerdiği Suriye konusunda, şimdi rejimi devirmeye o kadar kararlıysa neden 22 Arap ülkesini, Müslümanların çoğunlukta olduğu 55 ülkeyi bir araya getirip bir şey yapmıyor? Neden, İran’dan bu kadar yakınacağına gidip İran’la kendisi savaşmıyor da 1980’de İran’la savaşmaları için Iraklılara rüşvet vermeyi, 1990’da Saddam’a karşı Daily Telegraph’ın savunma konuları editörü uzun bir Esad eleştirisinden sonra lafı getirip, “Beğensek de beğenmesek de Esad’la konuşmak zorundayız... Tatsız ama, Esad’ın yönetiminde istikrarlı bir Suriye, Batı’nın çıkarlarına; Libya gibi yönetilemez, İslami terörün geliştiği bir ülkeden daha uygun olacaktır... Geçmişte Esad hanedanıyla yaşadık, yine yaşarız” sonucuna ulaşıyordu. Telegraph’ta yazan Coughlin’in yorumunu dikkatle okuyunca, yazarın, öncelikle bölgedeki istikrarsızlıktan dolayı kaynakların, örneğin Irak petrollerinin gerektiği gibi kullanılamıyor olmasından kaygı duyduğu anlaşılıyordu. Suriye’ye yönelik rüzgârlar bu yönde eserken, İsrail istihbarat şefinin, Al Monitor’la yaptığı bir söyleşide, “Ekonomik koşulları iyileştirmek isteyen İran’ın nükleer bir anlaşmaya varma arzusunun samimi olduğuna” inandığını söylemesi de anlamlıydı. Tüm bunları göz önüne aldıktan sonra aklıma, aslında bana da garip gelen sorular geldi. Acaba, Neocon’lara çok yakın olan Bandar ve Türki, Obama dış politikasını zora sokmak için mi böyle konuşuyor? Ya da Suudi rejiminin bu çıkışı, ABD’nin Rusya ile birlikte Suriye ve İran’a yönelik sürdürdüğü diplomatik girişimlerini, Suriye muhalefetine yardım etmeye, İran’a baskı yapmaya devam etmesine, hatta olası gelişmeleri düşünerek Suudi krallığı ile arasına mesafe koymasına olanak sağlayacak yönde “heç etme” çabası olabilir mi? Sakın bu çıkış, sonunda Suudi krallığının yüzünde patlamasın? Türk dizilerine ilgi yasak dinlemedi Ekonomi Servisi Suriye ve Mısır’daki siyasi olaylardan sonra bu ülkelerde ve Körfez ülkelerindeki bazı kanallarda Türk dizilerinin yayınları durduruldu fakat bu seyirci kaybına sebep olmadı. İnternet üzerinden kaçak izlemelerle Türk dizilerine ilgi devam ediyor. Muhteşem Yüzyıl’dan Aşkı Memnu’ya, Karadayı’dan Huzur Sokağı ve İntikam’a kadar onlarca Türk dizisi 50’den fazla ülkede izleniyor. Türk dizi film sektöründeki ihracatın önemli bölümünü yapan Calinos Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fırat Gülgen, AA’ya yaptığı açıklamada, Türk dizi film ihracatının yıl sonunda 150 milyon doları aşacağını söyledi. Gülgen, geçen sene ilk kez Ukrayna, Pakistan, Rusya ve Çin pazarına girildiğini, Latin Amerika ülkeleri ile format görüşmelerinin devam ettiğini belirtti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle