19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 EKİM 2013 ÇARŞAMBA 2 AB, Balyoz ve Kıbrıs SON günlerde Yunanistan’la Türkiye’nin dışişleri bakanlıkları, Lefkoşa’nın güneyindeki politikacılar ve Avrupa Birliği’yle Birleşmiş Milletler’in New York’ta ya da buralardaki hamarat diplomatları öyle bir telaş içinde koşuşuyorlar ki, onları seyreden ya da medyadan izleyenler acaba Ada’da kıyamet mi kopacak diye merak etmekteler. Yoo, öyle bir şey yok; toplumlar arası kavga, silahlı kapışma falan söz konusu değil, her şey eskisi gibi, insanlar kendi günlük dertleri ve sorunlarıyla meşgul, asayiş de berkemal. Sadece, Batı dünyasındaki bazı aklıevveller Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den büsbütün uzaklaştırılması, deniz dibindeki doğalgazla petrol kaynaklarının büsbütün büyük Batılı devletlerin ve şirketlerin hesabına geçirilmesi ve Yakındoğu ile AB ülkeleri arasındaki ulaşım yolları güvenliğinin kendi ellerine verilmesi peşindeler. aranoya mı? Türklerin Batı Akdeniz’e egemen olması karşısında aşırı tedirginlik mi? Asyalılığın Küçük Asya’dan Avrupa’ya taşmasını önlemeye yönelik olarak hiç dinmeyen, neredeyse ezeli ve ebedi denebilecek bir takıntı mı bu? Türkiye’nin AB’ye tam üye olma hevesini uzun süre körlettikten sonra, kendi açılarından havayı uygun bulup Kıbrıs konusunda Kuzey’i ağır ödünlere bağlamak niyetiyle sorunu yeniden canlandırmaya ve hepsinden önemli olarak Türk deniz gücünün komuta kademesini yargı oyunlarıyla etkisizleştirerek Ankara’yı Doğu Akdeniz’de zayıflatma dolabını döndürmeye başlanmasına tanık olunca ister istemez pirelenip kuşkucu olmadan duramıyor insan. Adanın kuzeyinde de, sanki Kıbrıs savaşın eşiğindeymiş ya da kendi başına kötü yönetilmekten perişan olmuş gibi Güney’e yamanmayı tek çözüm sayan dış güdümlü küçük bir kesimin varlığı da aynı kuşkuyu artırıyor. Ama her şey bir yana, Kıbrıs’la ilişkili olarak Türk deniz gücünü zayıflatmaya yönelik onur kırıcı hesaplarla vatansever insanlarımıza çektirilen eziyetler o denli aşikâr ki, bu tür dolapların uygar bireyler düzeyinde değil, ancak gözü dönmüş çıkar grupları ve baş edilemez yabancı devletlerle onların yerli yardakçılarının iğrenç düzeyinde yaşanabileceğini düşünmekten kendini alamıyor insan. 17 Şehirlerimizde Afet Yönetimi Ne Olacak? Ağustos 1999 depremi ülkemizdeki afet yönetim düzeninin afet risklerini azaltamadığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Ortaya çıkan durum, Türkiye’de yeni ve bütünleşik bir afet yönetim düzeninin bir an önce kurulmasını ve dünyadaki anlayışa uygun bir risk yönetim ve müdahale düzeninin oluşturulmasını gerekli kılmıştır. Bu amaçla Başbakanlık’a bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü (TAY) kurulmuş, ancak bu kurum mevcut kemikleşmiş bürokratik yapının engellerini aşamamış ve gelişememiştir. 2000 yılında kurulan Ulusal Deprem Konseyi’nin raporu ve 2004 yılında yapılan Deprem Şurası raporu ve diğer birçok çalışma bu konuyla ilgili çözüm ve model önerileri sunmuştur. Ancak hükümet oldukça geç kalarak ancak 2009 yılında 5902 sayılı yasa ile Başbakanlık’a bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nı (AFAD) kurmuş, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, TAY ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nün bir araya getirildiği bir afet yönetim düzeni oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak yasa, içeriği ve genel nitelikleriyle bu alandaki uluslararası gelişmelerden habersiz kalmış, Türkiye için bir yeni vizyon getirmediği gibi, çok sayıda yetersizlik göstermiştir. Bu yetersizlikler, iktidarın on birinci yılında, 1 Şubat 2013’teki valiler toplantısında Bakan Beşir Atalay’ın ağzından, “Afet sonrası koordinasyonda, ilk anda yetersizliklerimiz oluyor ama fena değiliz. Ama, Türkiye afet öncesi hazırlıkta farkındalıkta, bilinçlendirmede yeterli değil. Onu bu dönem güçlendireceğiz” cümlesiyle itiraf etmiştir. Bu itiraftan anlaşılan o ki, “risk azaltma” konusunda durum daha da vahim. 1999 Kocaeli depreminden sonra yazılan ve söylenen bunca şeyden sonra koca bir 14 yıl geçti. Bu arada bir de Van depremi oldu. Ülkemizde hâlâ çağdaş ve bütünleşik bir afet yönetim düzeninin yapılanması oluşturulamamıştır. Türkiye birçok uluslararası bildirge ve programlara onay vererek katılmış olmasına karşın, gereken düzenlemelere henüz geçememiştir. Hükümet “bu dönem yapacağız” söylemleriyle, hâlâ denemeyanılma yoluyla ülkemizde afet yönetimini kurmaya çalışıyor. 5902 sayılı yasada değişiklikler yaparak yamalı bohça bir yasadan “afet yönetim düzeni” çıkarmaya çalışıyor. AFAD, yalnızca çadır ve konteynır kurarak, yemek ve diğer yardımları dağıtarak afet yönetimi yapılamayacağını anlamalıdır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Hükümet “bu dönem yapacağız” söylemleriyle, hâlâ denemeyanılma yoluyla ülkemizde afet yönetimini kurmaya çalışıyor. 5902 sayılı yasada değişiklikler yaparak yamalı bohça bir yasadan “afet yönetim düzeni” çıkarmaya çalışıyor. AFAD, yalnızca çadır ve konteynır kurarak, yemek ve diğer yardımları dağıtarak afet yönetimi yapılamayacağını anlamalıdır. Prof. Dr. HALUK EYİDOĞAN CHP İstanbul Milletvekili P Ülke çapında genel anlayış ve yapılanma bu haldeyken, özellikle halkımızın yüzde 75’inin yaşadığı illerde il afet yönetimi düzeni ne durumdadır acaba? “Şehir depremleri süreci”ne girmiş ülkemizde bu durumun irdelenmesi gerekir. AFAD yasasının 18’nci maddesine göre illerde il özel idaresi bünyesinde kurulan il AFAD müdürlüklerinin sevk ve idaresinden valiler sorumludur. İl AFAD müdürlükleri Başbakanlık AFAD’a bağlı bir taşra örgütlenmesinden epey farklı bir yapıdadır. İl AFAD müdürlüklerinin afet ve acil durumla ilgili görevleri kısaca şunlardır: Afet tehlike ve risklerini belirlemek; afet önleme ve müdahale il planlarını ilgili görevleri kurum ve kuruşlarla işbirliği ve koordinasyon içinde yapmak ve uygulamak; il afet ve acil durum yönetimi merkezini yönetmek; kayıp ve hasarı tespit etmek; eğitim faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak; akreditasyon yapmak ve belgelendirmek; sivil savunma planlarını hazırlamak ve uygulamak; gerekli gıda, araç, gereç ve malzemeler için depolar kurmak ve yönetmek; seferberlik ve savaş hazırlıkları ile sivil savunma hizmetlerine ilişkin görevleri yerine getirmek; kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer maddele rin tespiti, teşhisi ve arındırması ile ilgili hizmetleri yürütmek. Bu görevler ilin yüzölçümü, nüfusu ve afet özellikleri ve derecesi ne olursa olsun her il için aynıdır. Büyük şehirlerde bu görevleri yerine getirecek profesyonel ve farklı uzmanlıkları bir araya getiren ve en önemlisi o ildeki afet türleri risklerini tanıyıp kentsel riskleri azaltacak, etkin önlemleri alabilecek aktif bir yapı kurmak gerekir. Ancak, 5902 sayılı yasayla il özel idarelerinin yönetimine ve bütçesine bağlı il AFAD müdürlükleri bu görevleri ifa edecek etkinliğe ve verimliliğe kavuşamamış, giderek zayıf bir yapı oluşmuştur. Bu durum özellikle birinci ve ikinci derece deprem kuşağı üzerinde olan illerimiz için ciddi bir handikap yaratmaktadır. Gerek AFAD Yasası’nın yetersizlikleri ve gerekse bugüne kadar il AFAD müdürlüklerinin yetki, bütçe, yönetim ve kadro yapısı sorunları çözüm beklerken yeni Büyükşehir Yasası’yla 29 büyükşehirde il genel meclislerinin kaldırılması ve yerine Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı adı altında yeni bir birim kurulmasıyla konu daha da önemli duruma geldi. Bu yasada il AFAD müdürlüklerine yeni bazı önemli görevler de ihdas edil mektedir. Örneğin “afet riski taşıyan veya can ve mal güvenliği açısından tehlike oluşturan binaları tahliye etme ve yıkım konusunda ilçe belediyelerinin talepleri halinde her türlü desteği sağlamak” bunlardan biridir. Bu gelişmeleri izlerken geçenlerde il genel meclislerinin yerine kurulan Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı ile ilgili bir yönetmelik taslağına ulaştım. Taslağı incelerken gördüm ki yeni Büyükşehir Yasası’nda bahsedilen il AFAD müdürlükleri statü ve ad değiştiriyor. O artık valiliğe bağlı yeni başkanlık içerisinde “Afet Yardım Şube Müdürlüğü” olarak adlandırılıyor ve 5902 sayılı yasada verilen bazı görevleri de kaldırılıyor. Afetten sorumlu vali yardımcısına bağlı eski il AFAD müdürlüğü artık yeni başkanlığa bağlı sekiz birimden biri oluyor ve zaten örgütlenme sorunu ve eksiklikleri olan müdürlük daha da zayıflamış bir duruma geliyor. 5902’de illerde üstlendiği “İl afet ve acil durum yönetimi merkezini yönetmek” görevi, “afet durumunda merkezi idare (Başbakanlık AFAD) tarafından yapılan her türlü yardım ve desteği koordine etmek ve yürütmek” görevine dönüşüyor. Ayrıca, yıllık bütçe teklifi hazırlama ve il kurtarma ve yardım komitesinin sekretaryasını yapma yetkisi de kaldırılıyor. Yani, şehirler büyüyor ama il AFAD örgütlenmesi kademe kaybediyor. İdari açıdan şube müdürlüğüne dönüşen “Afet Yardım Şube Müdürlüğü” özellikle nüfusu birkaç milyonu geçmiş, ilçeleri yüz binleri zorlayan illerde nasıl etkin ve güçlü olacak? İstanbul gibi megaşehirlerin, her bir ilçesinin büyük bir şehir nüfusu kadar olduğu şehirlerimizde ilçe örgütlenmelerine dair yapılanmaları tartışıyorken il örgütü kademe düşürüyor. Zaten aramakurtarma, afet anı ve sonrası müdahale ağırlıklı bir AFAD Yasası’nın ürünü olan şu andaki AFAD il müdürlükleri anlaşılan bundan sonra daha etkin olamayacaktır. Kaldı ki bu yeni haliyle Afet Yardım Şube Müdürlüklerinin yapısı ve görevleri, 5902 AFAD Yasası’yla da çelişmektedir. Umarım elimdeki bu taslak gerçekten bir taslaktır ve İçişleri Bakanlığı ile Başbakanlık, hem ülkemizde hem de illerde hedeflenen bu yeni afet yönetim yapılanmasıyla dünyadaki afet yönetim anlayışına ters düşmezler. “Şehir depremleri” sürecine girmiş bu ülkede plansız ve denetimsiz büyüyen şehirlerimizin, bilimden ve akılcılıktan uzaklaşmanın vebalini taşıyamayacak kadar “deprem riskleri artan” yerleşmelere dönüştüğünü bir kez daha hatırlatmak isterim. Engellilere, Engellice Dokunmak Engellileri insan olarak görmeyenlerin, kendilerinin insanlığının sorgulanması gereklidir. Sosyal devlet olarak engelli vatandaşının azarlanmasına ve aşağılanmasına izin verilmemelidir. Makamı ne olursa olsun, hiçbir siyasi ahlaka yakışmayan kırıcı ve azarlayıcı sözler kabul edilemez. İ. GÜRŞEN KAFKAS n büyük engel duyarsızlıktır.” Engellilere, engellice sözle dokunmak, belleklere kazınan, unutulmayan, şaşırtan, üzücü ve yaralayıcı söylemlerdir. Yeni teknolojiler, elektronik veriler, insanbirey kimliğini oluşturuyor. Uzay yolu teknolojisi, bilgisayarinternet 21. yüzyılın bilim çağı gerçeğidir. “Bir ülkenin geleceği, o ülke insanının göreceği eğitime bağlıdır” diyen Atatürk, ülkelerin gelişkinliğinin eğitimle olabileceğini vurguluyordu. “Eğitim ulusal olmalıdır, bilime dayanmalıdır” özdeyişiyle Atatürk, eğitim yelpazesine engellilerimizi de katmıştı. Uygar bir ulus olmak istiyorsak, engellilerimizi unutmamalıyız. Onlar bizim birer parçamızdırlar. Engelli doğulmaz, engelli olmak onların seçimi değildir. Engellileri dışlamak, onlara ayrıcalıklı davranmak yerine, daha duyarlı olmak erdemdir. AKP Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut’un bir törendeki amacını aşan konuşması; düzeysiz, tutarsız ve inciticidir. Mikrofonkürsü hastalığı siyasilerin en büyük vazgeçilmezidir. “2005 yılında çıkardığımız yasa ile engellileri biz insan yerine koyduk” diyor. Yani ona göre; engelliler insan değildi de onları insan yerine koymuşlar. “Laf ola beri gele” bir halk deyimidir. Boş, anlamsız ve tutarsız bir sözdür. Engelli insanlarımızı topluma kazandırmak, toplum içinde yaşamaları yararlı ve başarılı olmalarını görmek sevincimiz olacaktır. Engellileri dışlamak, toplum dışına itmek, sıradan bir eğitimle geçiştirmek yerine kalıcı değerlendirmelere gidilmelidir. Kırıcı olmak çok kolay bir eylemdir. Önemli olan kazanmak ve destek olmaktır. Engelliler de birer insandır. Bir birey olarak, yaşamsal haklarını, laik demokratik ve hukuksal kurallardan yararlanmaları insanlık anlayışı gereğidir. Engellileri insan olarak görmeyenlerin, kendilerinin insanlığının sorgulanması gereklidir. Sosyal devlet olarak engelli vatandaşının azarlanmasına ve aşağılanmasına izin verilmemelidir. Makamı ne olursa olsun, hiçbir siyasi ahlaka yakış mayan bu sözler kabul edilemez. “Dilini tutmak; eline, beline, diline sahip olmak; şom ağızlı olmak” deyimlerinde konuşurken dikkatli olmak, kırıcı ve azarlayıcı olmamak gerektiği anlatılmaktadır. Ülkemiz nüfusunun yaklaşık yüzde 10’u engellidir. Yani, 7 milyonu geçkin engelliye fay kırığı etkisinde sarsıntı ve yaralayıcı etki yaratan sözler söyledi. Milletvekilimiz Ziyaeddin Akbulut siyaset bilgisinin yetersizliğiyle kültürel dünyamıza katkı sağladığını sanmıştır. İncitici, maksadını aşan sözler kendini bilen bir dil değil, kafa karıştıran, aşağılayan, hor gören ve kendini üstün görenlerin söylemidir. İnsanlığa, vicdana ve inanca sığmayan dokunmalardır. Engelli çocukları olan aileleri psikolojik yıkıma sürüklemek, yaralarına dokunmak haz verici değildir. Yazılı ve görsel basında büyük tepki gören dayanaksız bu sözlerin anlamsız katmanlarının inciticiliğinin belki de farkında değildir. Dünyaya insan olarak doğan engellileri, başka yaratıklarmış gibi algılamak bir eğitim kusurudur. Engelli bireylerin hukuksal hakları ve herkes gibi vazgeçilmez yüce gönülleri ve onurları vardır. Bu olay, ülkemizde seçim yasasının yerindeliğinin tartışılması gerektiğinin kanıtıdır. Halk, milletvekili adaylarını tanımadan ve değerlendirmeden seçiyor. Liderlerin öngördükleri bir seçimdir. Nice demokrasi yaraları açılıyor. Üstün yetenekli, halka hizmeti kutsal sayan birikimli bireylerin Meclisimize seçilmeleri sağlanmalıdır. Halkın egemen olduğu, eşitlikçi ve laik demokratik ülkemizde farklı değerlerde, farklı bireylerin, farkına varılmalıdır. Bu ülke 90 yıldır nitelik ve nicelik kavramlarının ezikliğinde bocaladı durdu. Bilgide donanımlı, sözüyle ve özüyle doğru, dürüst, seviyeli, ne konuştuğunu bilen, insan haklarına saygılı ve nitelikli çok sayıda insanımıza şans tanınmalıdır. Yoksa daha çok duvarlara çarpar dururuz. İçte ve dışta yaşadığımız olumsuzlukların nedeni hep bu nitelik karmaşasındandır. “En büyük engel duyarsızlıktır.” Engellilere söylemlerle dokunmak, konuşma bozukluğundandır. Konuşma bozukluğu, sözün önünün ardının düşünülmeden duyguların dışavurumudur. Kitlesel iletişimlerde bozukluk, dilde engelliliği çağrıştırdığı gibi konuşmanın içeriğinin boşluğunu da çağrıştırır. Görevi ne olursa olsun birey topluma sunumlarında dengeli, seviyeli ve içerikli söz söylemelidir. Konuşmasıyla sevgi, güven, umut ve saygı verebilmelidir. Düşünülmeden gerçekleştirilen dildeki bu tür yansımalarda ahlak titizliğine de yer verilmelidir. Bir kitleyi üzmemek, kırmamak, incitmemek ve aşağılamamak gibi!.. “E
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle