19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 EKİM 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Dostlar salt kara gün için değil, beyaz günlerin heyecanını, pembe günlerin sevinçlerini paylaşmak için de vardırlar. Birlikte hayaller kurmak ve gerçekleştirmek kadar birinin kurduğu hayale sahip çıkmak, el vermek, arka çıkmak, risk almak, dostluk değilse nedir? İşte “Kutsal Bir Gün”, her şeyden önce böyle bir dostluk filmi. Kurgusundan çekimine, yönetiminden yapımına, montajından tanıtımına, emeği geçen kimi kime sorsanız, herkes, hem de uzun yıllardır arkadaş! Uğur Sencer Aydın’ın parmağı yazmış, Serdar Temizkan’ın parmağı yönetmiş, Serdar Akar’ın parmağı yapımını üstlenmiş, Ebru ve Güner Koralı’nın parmakları destek olmuş, kiminin eşi, kiminin yeğeni, daha bir sürü parmak koşuşturmuş; “Hani bana, hani bana” diye soruşturan naçiz yazarınıza da “Kutsal Bir Gün”ün başındaki kutsuz Alman sekreterini oynamak düştü, sevgili okurlar! Rolüm kısacık, ama dostlarımın el ele, heyecanla gerçekleştirdikleri bu hayalin bir parçası olmak beni çok mutlu etti. Hele sonucu görünce. HHH “Kutsal Bir Gün”, yönetmen Serdar Temizkan’ın ilk uzun metrajlı filmi. Gözde Kansu’nun göğüs dekoltesinin çok yakın çekim, canlı tanığı ve çıldırmadı. Oysa güzel bir kadının dekoltesi, erkeklerden önce kadınları çileden çıkarır, benim bildiğim. Ama AKP Genel Başkan Yardımcısı, makamını hiç ilgilendirmeyen kadın dekoltesinden sorumlu (ve sorunlu) işlevi, nasıl açıklanabilir, onu da bilmiyorum. HHH Sonuç olarak Gözde Kansu, hem işini kaybetti hem de pespayeliğin dibine vuran medyada uğradığı linç dolayısıyla Antalya’ya gelemedi, oynadığı filmin ödüllendirildiğini göremedi. Evine kapandı, acı çekiyor. Türkiye’de ayıp nedir bilmeyenlerin, iffet hocalığına soyunması gerçekten dehşet verici boyutlara ulaştı. Yine de düşünürsek... Abazan hırsızların cansız vitrin mankenleriyle seks yaptığı ve ne mermer heykel ne de resimlerdeki çıplaklığın güvencede olduğu bir ülkede; muktedirlerin de kadın dekoltesiyle uğraşması, sanırım olağandır. Bu olağanlardan çok sıkıldım. Sizlerden izin rica ediyorum, başımı alıp gidecek, gözlerimi ve kulaklarımı dinlendireceğim biraz. İki hafta sonra bu sütunda buluşmak üzere, hoşça kalın. “Yenilikleri yenilikçiler öld ükten yüzyıl sonra benimseye nlere, muhafazakâr denir.” PETER USTİNOV AKSAV, Altın Portakal Film Festivali’ne katılan yüzlerce konuğu her yıl Antalya’nın önde gelen otellerinde, elbette indirimli fiyatlarla, ama parasını ödeyerek ağırlıyor. Bu yıl konaklanan otellerden biri de ne yazık ki Harrington Park Resort’tu. 2010 yılında alkolsüz ve cinsel ayrımcı “tesettür” oteli olarak açılan, ama Antalya’ya gelen yerli ve yabancı turistlerin beklentilerine uymayınca “normale” dönen turistik tesis; Akdeniz’in kıyısında eski Doğu Alman blokunu çağrıştıran, balkonsuz bir beton kütlesi. Dışı, maviye boyalı. İçi, gülmekle ağlamak arasında kararsız kaldığınız bir zevksizlik abidesi. Bilmem doğru mudur, ama otel çalışanları dekoruyla bizzat Emine Erdoğan’ın ilgilendiği iddiasıyla övünüyor... Oysa övündükleri dekor, gerçeküstü bir kâbus! Güya Osmanlı tarzında döşenen otelde, başta yatak örtüleri, hemen her şey altın yaldızlı boyayı bol bulunca içine banılmış. Ancak insanın üstüne üstüne gelen bu saldırgan gösteriş, alt tarafı yabancı turistleri Osmanlı’dan bezdiren bir çirkinlik. Bunlar benim gördüklerim. Üst tarafı ise otelde kalan arkadaşlarımın yaşadığı şoklar: Açılış gecesinden artan kanapeler, ertesi sabah kahvaltısında sunulmuş. Zaten her yemekte bir önceki yemekten kalanlar da servise konulup hatta küflü ekmek bile verilmiş ve tartışma konusu olmuş. Hizmet ve hijyenin sinemacılardan sıfır aldığı otelde, fazla elektrik harcamamak için devasa kristal avizelerin sönük tutulduğu lobi aydınlatılmıyor, loş koridorlarda dolaşılıyormuş. Sizin anlayacağınız bir zamanların tesettür oteli Harrington, olmuş size tasarruf modeli Park Resort! İki Serdar, bir Sencer ve Diğerleri… İmroz’da Bayram Sabahı Kimi okurlarım başlıktaki “İmroz” sözcüğüne takılabilirler; öyle ya, şimdiye dek “Gökçeada” diyen kişi nasıl olup da “İmroz” demeye başlar? Açıklaması çok basit aslında; bir süre önce İçişleri Bakanlığı’ndan gelen bir yazıda İmroz Adası’nın adı Gökçeada olarak değiştirilirken bu değişikliğin yalnızca adanın adıyla sınırlı olduğu belirtiliyor. Buna göre ilçe adı olarak İmroz korunmuş, fakat her ne hikmetse resmi kurumlar yine de kendilerine “Gökçeada Kaymakamlığı”, “Gökçeada Belediyesi” gibi (aslında yasal olmayan) adlar yakıştırmışlar. Neyse, konu bu değil; adadayım. Bu yazıyı bayram sabahı yazıyorum. Biraz önce komşularımızla bayramlaştık köyümüzün (Bademli/Gliki) kahvesinde. Fifi, Alev, Zaharo, Penbe, Niko, Kadir, Efi, Demet, Argiri, Sevgi, Stelyo ve daha birçok komşumuz, köyümüzün tüm sakinleri katıldılar bayramlaşmaya. Sarılındı, öpüşüldü, gülündü, baklavalar, börekler yendi. HHH Hani eski İstanbullular özlemle anlatırlar, eskiden mahalledeki Rum, Ermeni, Yahudi komşularımızla bayramlarımızı birlikte kutlardık diye… Güzel olan fakat o komşularımızın artık yok denecek kadar azalmaları nedeniyle unutulmaya yüz tutan bu geleneği İmroz’da yeniden yaşamak beni mutlu ediyor. İstanbul’da doğup büyüdüğüm, Cihangir ve Moda’daki mahallelerimizde artık Türkiye’de yaşamayan Rum, Ermeni arkadaşlarımla olan anılarım belleğimde tazeleniyor. “Bizler”, “onlar” kavramlarının düşüncelerimizde, dillerimizde yer bulmadığı komşuluklar, arkadaşlıklardı bizimki. Uzun yıllar önce yitirdiğim annemi, Hıristiyan komşularımızla birlikte Paskalya yumurtası boyarken görür gibi oluyorum. Her bayramda evimize bayramlaşmaya her zaman ilk gelen dostumuzun öz teyzem kadar sevip saydığım Madam Ana Aharonyan olduğunu anımsıyorum. Ne güzel günler, ne güzel hayatlardı… HHH Üç yıldır zamanımın önemli bir bölümünü geçirdiğim ada canlı kalmış gelenekgörenekleriyle beni çoğu kez özlemini çektiğim çocukluk yıllarıma götürüyor. İnsanı salt “iyi insan” olduğu için sevmek, insanlarla “iyi” ve “kötü” dışında başka hiçbir nitelik aramadan dost olmak kadar beni mutlu eden başka bir şey yok. Tüm okurlarımın bayramlarını kutluyor, mutluluklar, esenlikler diliyorum. Fotoğraf : ALİ ARİF ERSEN Senaryosu, Malcolm Lawry’nin ‘Volkanın Altında’ ve Bukowski’nin ‘Barfly’ı tadında; iki kardeşin “alkolik” geçirdiği bir anneler günü... Gerek senaryo, gerekse sinematografik açıdan, bence iki Altın Portakal’dan fazlasını hak ediyordu. Sanırım ulusal jüri, ayran içenlerin tepkisinden çekindi, filme görsel yönetmen ödülünü vermekle yetindi. Ama Sinema Yazarları Derneği’nin ulusal jürisi cesurdu: Engin Ayça, Ali Ulvi Uyanık ve Atilla Dorsay, hem de oybirliğiyle SİYAD’ın Altın Portakal ödülüne ‘Kutsal Bir Gün’ü layık gördüler. Ali Düşenkalkar ve Arda Kural’ın baş karakterlerini paylaştığı filmde Selen Uçer, Alona Cini, Erkan Taşdöğen ve küçük oyuncu Doğa Sakarya’nın yanı sıra Gözde Kansu da rol alıyordu. Hatta raslantıya bakın ki Burcu karakterini canlandırdığı ‘Kutsal Bir Gün’, Gözde Kansu’nun göğüslerini konu alan bir diyalogla başlıyor. Üstelik, çok konuşulan göğüsleri filmde ancak ve yalnız, bendeniz Almancı sekreterin masasına eğildiği an, o da şöyle bir görünüyor. Başka bir deyişle naçiz yazarınız, Hüseyin Çelik’i ekranda çıldırtan KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI [email protected] ‘Ayhavar Hastahana’dakilere Hörmetli ohurlar, bilirsiz, “anadilim”de galeme aldığım bu yazılarımda, Kars’ta 1950’lerde “Ekinci Pedalhanesi”nde basılıp neşredilen “Ayhavar” (yetişinimdat) “mizah gazeti”nden elham alıram. İndi de istedim ki hastahanade geçen bir neçe günü anadilimde sizlerle dertleşim... Bu bayramı hastahanada garşılamah, hetta hastahanada keçirmeh nasip oldu. Şükürler olsun, bele de nasip olmayabilerdi... Alman hastahanası’nın nöroloji servisi, meni acil servisten yoğun bakıma alıp yüksek tansiyon darbesiyle ganayan beynime el goyanda, dohtorun ifadesine göre tehlikeyi ucuz atlatmışam... İndi bu yazıyı da hastahana odasında meni ziyaret eden bir yoldaşımın kömeğiyle (yardım) galeme alabilirem... BULMACA ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaracı@gmail.com SEDAT YAŞAYAN Neçe olacah? Peki, yazıh beynim niye ganadı; meni bu hallere tüşürdü? Dohtor dedi ki: “İnden bele (bundan böyle) beynini yormayacan, gafanı her şeye tahmıyacan...” Men de dedim ki: “Başüste! Emma görek bu ne cür (nasıl) olacah?” Bunu fikrederken gördüm ki odadaki televizyada “Balyoz” davasınnan söz açıp... hamı deyir ki: “Huguk galmadı.” İndi deyin görüm ay dostlar, men bu yazıh beynime ne diyim; “Senin eyi olman üçün gerek heç oralı olmayasan, aldırmayasan” diyebilmeh golay mı? İşte bele bir hastalığa yagalanmışam ki ya beynimi gandıracığam; ya da gerçehleri yoh gabul edecem... Yazıh nörologlar da “iki arada bi derede” galıplar.. İstiyirler ki hem hestaları tezlikle eyileşsin, yaralı beyni daha fazla zerer görmesin; hem de olanı biteni doğru gavrayah, eyi anlayah… Ay dostlar bu heberlerle bu mümkün olabiler mi? Bilen varsa menim nörologlarıma da anlatsa eyi olar... HARBİ SEMİH POROY Bayram sevinci Ay dostlar, Gazet yazılarının eyni zamanda “nağme” (mektup) yerine geçtiğini bilirim amma bir bu gadar yoh... Ara verdikten sonra hastahanadaki Boğaz manzaralı odadan söz eden yazı üzerine gedim ağabeyim mimar Niyazi Duranay bir mesaj gönderdi, eynen deyir ki: “Oktay, Bana bayram sevinci yaşattın, yazmaya başladın, nice bayramlara... Sevgilerimle...” Men de buradan ağabeyime salam gönderirem... İnşallah hemişe yazaram... Tüm dostların bayramı gözel geçsin, nice mutlu, sağlıklı bayramlara, hep birlikte... Galın salamat.. Not: 13 Ekim Çarşamba günü yayımlanan “Hastanenin Boğaz Manzarası” başlıklı yazımda “yazıh beynimin ezizliği”nden değil dizgideki teknik bir aksaklık nedeniyle paragraflar karışmış... Merak eylemeyen... SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Çok iri 1 bir deniz 2 kuşu... A k ı m 3 şiddeti 4 b i r i m i 5 kiloamperin 6 kısa yazılışı. 7 2/ Sakarya iline özgü 8 bir tür tatlı... 9 Muğla1 2 3 4 5 6 7 8 9 Marmaris 1 E C EV İ T T A karayolunda, 2 R A B M U T A F çok güzel bir panoramaya 3 G İ R İ F T A R A V A R sahip dağ geçidi. 4 Ö Z E T 3/ Kırklareli’nin 5 R E H İ N A Z A H İ ğ n e a d a 6 M E L İ P S A V A E V beldesinde, 7 E K İ T İ N A birçok kuş türünü 8 Z İ L T İ L K İ Ş E N barındıran 9 göl... Halat gibi örülmüş iplik çilesi. 4/ Yapraklarından yeşil boya çıkarılan bir bitki. 5/ Bir görevin yürütülebilmesi için merkez olarak seçilen yer... Yaşlı, koca, ihtiyar... Tropikal Afrika’da yetişen ve “ohi” de denilen ağaç. 6/ Asya’da bir ülke... Titan elementinin simgesi. 7/ Tanrı’ya göre insan... Bakırdan yapılan nefesli bir çalgı. 8/ Meyveleri baharat olarak kullanılan bir sıcak bölge bitkisi. 9/ Kesilmiş ekşi sütten yapılan bir tür rakı... Bir mal ya da hizmetin piyasaya sürülmesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Uyuşuk davranan, miskin, aptal... Eski Mısır inanışında insan ruhu. 2/ Tarımda kullanılan azotlu gübre... Atların alınlarında bulunan beyaz leke. 3/ “ dayanır, namert kaçar / Meydan gümbür gümbürlenir” (Köroğlu)... Kimi oyunlarda, vurmak için kullanılan düğümlenmiş mendil. 4/ Mersin yöresine özgü, bulgur ve dövülmüş etle yapılan bir tür çorba. 5/ Aritmetikte bir kuvvetin derecesini veren sayı... Bir tarikat ya da sanatın kurucusu... Baryum elementinin simgesi. 6/ Taşıt dizisi... Boru sesi. 7/ Hizmetkâr, köle... Kökleri yukarıda, dalları aşağıda olduğuna inanılan cennet ağacı. 8/ Sevimli ve ufak tefek esmer güzeli. 9/ İri taneli bezelye... Yeryüzü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle