19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 EKİM 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tatlı Dil Neredesin Sen? Kurtuluş Birlikte Nereye gidiyoruz? Nereye, nereye?.. Zaten uzunca bir süredir tam bir çıkmazdaydık. Sonunda belli olmaya başladı. Geriye gidiyoruz geriye... Düne, dünden de geriye... Bu iktidar değişmeli. On bir yılda ülke, cumhuriyetin devrimci atılımlarını unuttu, unutturuldu. Üstelik son günlerde de başta Başbakan olmak üzere iktidarda sağa, hatta aşırı sağa doğru bir eğilimin ağır bastığını görüyoruz. Atatürk devrimlerini yaşamış kuşaklar işbaşındakilerin gerici tutumuna hiç şaşmıyor, bir bakıma bu iktidarın kendine özgü bir davranış içinde olduğunu zaten biliyorduk. Şimdi yapılacak ne var? Haziran ayında yaşadığımız toplumsal direniş eylemleri önce biraz umut verdi. Halk uyanıyor sanıldı. Oysa uyanan belirli bir azınlıktı. Yoksa son seçimde az farkla iktidar olmuş Tayyip Bey takımında bir canlanma olmamıştı. Şimdi yeni bir seçime gidiyoruz. Bu seçimde de bugünkü AKP üstünlüğü sağlarsa ki bu gidişle Tayyip Bey kendisine bir on yıl daha iktidar bekliyor. Dahası da çok güçlü bir başkanlık sistemi... Devlet güçleri dağıtılmayacak, Yargıtay, Danıştay, yüce divan gibi temel kuruluşların yeri tek bir adamın yönetimine verilecek. Tehlikeli olan bu görüştekilerin sözleridir. Bekliyorlar, tam olarak iktidarı ele geçirmelerini. Ondan sonra ne muhalefet kalacak, ne de doğruyu, gerçeği yazanlara, söyleyenlere özgür konuşmayazma olanağı. O zaman da iktidarı körü körüne destekleyen, bunda özel çıkarlarını düşünen kimi aydın geçinenlere de rastlayacağız. Devletin sağlam ellerle yönetimi böyle olmalı diyenler ağır basacak. Ama toplumun aydınlık gücü susacak mı, seyirci kalacak mı cumhuriyet devriminin yok edilmesine? Bu yüzden politikacılar iyi düşünmeli, iyi hesaplamalı. Önümüzdeki seçimde Atatürk devriminin temel ilkelerine bağlı güçleri bir noktada toplamalı. Bir araya gelmeli, bir araya. Tek bir merkezde toplanarak. Şimdilerde söylenen, merkez adı verilen bir güçbirliğinde toplanmak gibi... Bu seçim ölmek mi kalmak mı ölçüsünde bir değer taşıyor diyeceğim. Türkiye ve halkı ya çağdaş uygarlığın hukuk, adalet, insanlık çizgisinde ilerleyecek ya da tam tersi olacak. Her şey yeni genel seçimde AKP’ye karşı bütün partilerin, bütün siyasal derneklerin, birliklerin, kuruluşların birlikte çıkaracakları halkçı inanışın savaşçılığına bağlı. Ben çok sıkıldım. Ben artık hoşgörü, saygı ve uzlaşı kültürünün yaşandığı bir ülke istiyorum. Ben, önce insanca yaşam hakkı istiyorum. Can, mal ve hukuk güvenliği istiyorum. Bağımsız ve adil yargı istiyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğüme müdahale edilmemesini istiyorum. H Avukat İSMAİL ALTAY İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi aberleri izlemekten, gazete okumaktan çok yoruldum. Özlemini duyduğum bir ses, şarkı olup zihnimi ele geçiriyor. Hani kurtulamazsınız, kurtulmak da istemezsiniz ya o melodiden, işte öyle bir şey. Neşet Ertaş’ın bağlamasının, Selda Bağcan’ın gitarının tellerinden dökülen “… Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm, gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen? …” tınısı, zihnimde özlemle dönüp duruyor. Tatlı dil, tatlı dil... Üç dönem, 12 yıl iktidarda olmak. Sözüm ona “istikrar”. İstikrar, meğer nelere yol açıyormuş: “Ananı al da git”, “kelle”, “cibilliyetsizler”, “edepsizler”, “ucube”, “ölü seviciler”, “kaleminden pislik damlıyor”, “boyunlarındaki tasmalardan kurtardık”, “iki ayyaş”, “çapulcu”, “ayaklar baş oldu”, “ormana yollayalım” vs. vs… Bu psikolojik ortamda, Başbakan bunları söyleyince, ardılları da “Engellileri adam yerine koyduk”, “Kına stokları tükendi”… Daha neler neler… Sıkıldınız değil mi? Ben de sıkıldım, bunaldım, yüzüm kızardı. Ama inanın fazlası var, azı yok aşağılama, hakaret ve küfrün… Benim dünyamda olmayan, bu ülkenin insanına yakışmayan sözler, hakaretler, küfürler… Sanki “Hakaret ve Küfür Enstitüsü” kurulmuş da, insan onurunu ayaklar altına alan en başarılı ürünlerin üretildiği dönemi yaşıyoruz. Kişilik hakları bir anlam ifade etmiyor. Ama sonra Yunus Emre’den kalıp bir cümle alınıp “Biz yaratılanı yaratandan ötürü sevdik” deniyor. Koro tekrarlıyor. Böyle sevilerek büyütülen var mı? Sevgi nerede? O dünyanın sevgisi mi halkımıza reva görülüyor? Çocuk sayısı, kürtaj, sezaryen, hamile kadınların sokakta gezmesinin terbiyesizlik olduğu, içki vs. vs… Hayatın en özel alanına kadar müdahale. Kolluk kuvvetlerinin halka düşmanca davranması, hukuka aykırı olarak silah ve kimyasal maddeler kullanması, cop, biber gazı, kimyasal karışımlı su sıkma, TOMA, iddia edilen suçla ilgili olmaksızın kızların çırılçıplak soyularak aranması… Sonra birtakım asılsız ve kanıtlanamayan iddialar. “Çamur at, izi kalsın.” Nasıl olsa sorgulamadan biat eden bir kesim var. Ve basının gücü, oluşturulan düşünce tekeli… İnsanlık onuru ile ikti darın burjuvazisinin yaşadığı ekonomik refah istikrarının çelişkisi çarpışıyor. Toplum cenderede. Ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve hatta fiziki baskı son raddeye vardı. Hakların ortadan kaldırılmasına gerekçe yaratacak iklimin hazırlanması için toplum gerildikçe geriliyor. “Yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” denerek toplum tehdit ediliyor. “Kahraman” polisler, öldürme kastıyla nişan alarak insanların kafasına gaz kapsülü atıyor. Elindeki palayla peşin ceza kesiyor. Adalet tanrıçası “Themis”in yerini “palalı ilah” aldı. Başbakan, egemenliğin kaynağının “millet” olmadığını iddia ediyor. Biri çıkıp da, “Senin bahsettiğin egemenlik kaynağına ben daha yakınım” derse, aksini nasıl kanıtlayacak? Demokrasinin sandık olduğunu söylemekle, egemenliğin kaynağı hakkında söylem çelişmiyor mu? Demokrasinin amaç olmayıp, araç olduğu söylenerek “milletin” oyları ile “yeni bir egemenlik kaynağına” dayanma yolculuğu mu anlatılıyor? Bunların hiçbiri demokratik ülkelerde olmaz, olamaz. Ama demokrasiye “ileri” sıfatı eklenince, kavramların içi boşaltılarak yeni anlamlar yüklenince olup bitiyor. İtiraz edenler “darbeci” oluyor, “örgüt üyesi” oluyor, “cebir ve şiddet yolu ile hükümeti düşürme suçu” (TCK.m.312) işlemiş sayılıyor. Kanunsuz deliller, delil yaratmalar, tuhaf iddianameler, tabela değiştirilse de bakış açısı hep aynı olan “hemfikir olmayanla mücadele” mahkemeleri. Kişilik haklarına karşı yapılan saldırıya, tüm bu hakaretlere itiraz etmek, kazanılmış tüm hakları ve en önemlisi insanlık onurunu korumak ve müdahalelere karşı direnmek, bireyin en doğal hakkıdır. Anayasa ve ulusal üstü hatta evrensel belgelerle korunan hakları koruma mücadelesinde olma tuhaflığı içindeyiz. Modern devletlerde üç kuşak insan hakkı yaşama geçirilmiştir. Oysa bırakın ikinci ve üçüncü kuşak insan haklarını, bugünün Türkiye’sinde, biz daha temel özgürlükleri, kişi ve siyasal hakları içeren birinci kuşak hakları muhafaza etmenin mücadelesini veriyoruz. Ben çok sıkıldım. Ben artık hoşgörü, saygı ve uzlaşı kültürünün yaşandığı bir ülke istiyorum. Ben, önce insanca yaşam hakkı istiyorum. Can, mal ve hukuk güvenliği istiyorum. Bağımsız ve adil yargı istiyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğüme müdahale edilmemesini istiyorum. Zehir kusup, sonra içi boş sevgiden bahsedilmesini istemiyorum. Tek tip insan yaratılmasını, düşünce çeşitliliğinin yok edilmesini istemiyorum. Birbirini denetleyerek özgürlükleri koruyan kuvvetler ayrılığının var olduğu bir sistemi özledim. Hukuk devletini özledim. Yaşadığımız şartlardaki istikrardansa, hoşgörü ve uzlaşmanın temel alınacağı, vatandaşlık haklarını yok etmeye çalışmayan bir koalisyonu özledim. Ben, tatlı dili özledim. Neredesin?  Kürtler İçin Türkleri Reddetmek… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Artık bu ülkede ulusalcımulusalcı diye bir şey yok. Bu ülkede artık millet gerçeği var, bunu göreceksiniz” demiş. Pek çok bakımdan kendi içinde çelişik ve sorunlu olan bu ifadenin sadece ulusalcılık yönüne bakalım bugün. HHH Türkiye’de, Kürtlere, Kürt açılımına, demokratikleşmeye yapılacak en büyük kötülük, Kürtlüğü, Kürt milliyetçiliğini, Kürtçülüğü tanırken, Türklüğü, Türkçülüğü, Türk milliyetçiliğini ya da ulusçuluğunu, ulusalcılığını reddetmektir! HHH Atatürk milliyetçiliğinin iki ilkesi vardır: 1) Kan bağına değil, “halk olma bilincine” yani vatandaşlığa, siyasal iradeye dayanır. Nitekim bizzat Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir” diyerek bu ilkeyi dile getirmiştir. 2) Demokratiktir, eşitlikçidir. Hiçbir milliyetçiliği kendinden üstün kabul etmez ama kendini de başka milletlerden üstün görmez. Nitekim bu gerçeği de Türk milliyetçiliğinin çağdaş milletler arasında eşit yer istediğini belirterek yine bizzat Atatürk çeşitli yerlerde dile getirmiştir. HHH Bu kuramsal temellere karşın, Türk milliyetçiliği konusundaki uygulamalarda aşırıya kaçışlar olmamış mıdır? Olmuştur elbette. Sıfırdan yaratılan bir millet bilinci, ümmetten millete dönüşme, kulluktan vatandaşlığa geçiş süreci sırasında pek çok aşırılık yaşanmış, pek çok haksızlık da yapılmıştır. Bırakın tarihi kurcalamayı, Tek Parti dönemini suçlamayı, daha otuz yıl kadar önce 1980 askeri darbesinde Türkiye “Kürt yoktur” noktasında duraklatılmış ve yeni düşmanlıklar yaratılmıştır! HHH Şimdi Kürtlerin varlığı, millet bilinci (ulusçuluğu, ulusalcılığı, milliyetçiliği) tanınıyor. Bu durum kaçınılmazdır: Aynı topraklarda Türk milliyetçiliği filizlenir, gelişirken, hele hele mikromilliyetçiliklerin desteklendiği, moda haline geldiği küresel dönemde, öteki milliyetçiliklerin durağan kalması beklenemez! HHH Türkiye’de Kürt Açılımı veya demokratikleşme adımları atılırken, Türk milliyetçiliğinin reddiyesi, hem toplumsal hem de siyasal bilince ve gerçeklere aykırıdır: Hiçbir sorunu çözemeyeceği gibi yeri sorunlar yaratır! CHP, 90. Yılında 90 Kuşağıyla Kenetlenmeli M Prof. Dr. Erol KÖKTÜRK Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, 25 Haziran 2013 günlü TBMM Grubu toplantısında şunları söylüyordu: “Bu gençleri tebrik ediyorum, diktatörü dünyanın gözünün önünde dize getirdiler… Gençler özgürlük ve demokrasi istedi. Anneler çocuklarına sahip çıktılar. 90 kuşağının küresel kuşağını Türkiye’ye sunduğunuz için size şükranlarımızı sunuyorum. Bir politikacı gençleriyle gurur duyar, gençlerden korkmaz. Kimler korkar? Diktatörler korkar… Bu yeni diktatörün bir yeni özelliği daha var, mizah fikri yok. Herkes benim gibi konuşsun diyor. Ama bu 90’lı kuşak var ya o kadar büyük bir yaramazlık yaptı ki, diktatöre mizahla diz çöktürdüler... Gezi Parkı olayı artık bizim demokrasimizin yeni sembolü… Apolitik denilen gençliğin, bu ülkenin sorunlarına sahip çıktığını gösterdi...” İşte bu gençlikle, onları öncelikle dinleyen, anlayan, onlarla kalıcı ve sabırlı ilişki kuran, onlarla daha sistematik işbirliği yapan, onların enerjisini ve yaratıcılıklarını ülkemizin yeniden kuruluşuna yönlendiren, mizahlarını öldürmeyen, enerjilerini boşaltmayan bir ilişkiyi modellemek gerekmektedir… Prof. Dr. Emre Kongar’ın Aykut Küçükkaya ile yazdığı “Gezi Direnişi” kitabında verdiği rakamlara göre, Gezi eylemine destek verenlerin yüzde 63.6’sı 1930 yaş arasında yer alırken yüzde 81.2’si kendisini “özgürlükçü” olarak nitelendirmektedir. Eyleme katılanların yüzde 41’i 2011 seçimlerinde CHP’ye oy vermiş olsa da bugün seçim olsa yüzde 31’i CHP’ye oy vereceğini belirtmekte, kararsızların oranı yüzde 29 düzeyinde görünmektedir. Gezi Direnişi, gençlikle yeni bir kenetlenmenin nedenlerini ortaya koyarken modelin ipuçlarını da vermektedir. CHP’nin 90. kuruluş yılı, 90 kuşağıyla kenetlendiği zaman başka ve daha derin anlamlar kazanacaktır… ustafa Kemal Ata türk, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatıyla 8 Nisan 1923 tarihinde Dokuz Umde’yi (Dokuz İlke) yayımlayarak siyasi programı ilan etti ve 9 Eylül’de Halk Fırkası kuruldu. Parti kurucuları Mustafa Kemal Atatürk (1881), Refik Saydam (8 Eylül 1881, İstanbul), Celal Bayar (16 Mayıs 1883, Gemlik), Mehmet Sabit Sağıroğlu (1882, Kemah), Münir Hüsrev Göle (1890, Bayburt), Mehmet Cemil Uybadın (1880, İstanbul), Halil Kâzım Hüsnü (1883, Konya), Saffet Arıkan (1888, Erzincan) ve Zülfü Tigrel’di (1876, Diyarbakır)… İlk genel sekreter ise Recep Peker oldu. Kurucu kadronun yaş ortalaması 40’tır… Dokuz ilke, yeni kurulan Halk Fırkası’nın programının omurgasını da ortaya koymuştu. Kurucu kadro, “yenileşmeyi ve maddi ve manevi gelişmeyi” hedefleyen bu ilkeleri yaşama geçirme, Kurtuluş’u, Kuruluş’la tamamlama görevini ve sorumluluğunu üstlenmiştir. Kuruluş yolculuğu bu ilkeler temelinde yapılacaktır… Yapılmıştır da… Ama başta “tam bağımsızlık” olmak üzere kuruluş ilkelerinden sapan erkler ülkeyi yönetmeye başladığından bu yana yalpalamalar sürmektedir… Kuruluş döneminden bu yana ülkeyi tek başına yönetme olanağı olmayan CHP’nin, üyelerinin yaş ortalaması 46.9’dur. Parti üyesi gençlerin oranı yüzde 12.9’dur… Cumhuriyet Halk Partisi’nin meclis grubunun yaş ortalaması 52.7’dir. Bu rakamlar, üyeler ve temsilciler temelinde partinin çok yaşlı olmadığını gösterse de, yine de CHP’de 90. yılda bir yeni “Gençlik Projesi”nin gereği ortaya çıkmaktadır. Gezi olayı, gençlere yönelme konusunda, neredeyse bir milat olmuştur. Ama CHP’nin Gençlik Projesi, üzerinde iyi düşünülmüş, olgunlaştırılmış, iyi modellenmiş bir proje olmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle