19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 EKİM 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Aslında büyük sürpriz Başbakan’dan geldi. Balyoz kararı üzerine neredeyse anında açıklamayı patlatı: “Süreç şu anda bitmiş değil!” Ve ekledi: “Süreci takip edeceğiz.!” Ardından gazeteciler MHP Milletvekili Engin Alan’ı sordular. Soruda “süreç” yoktu. Ama Başbakan yine de soruyu “süreç”e bağlayarak yanıtladı: “Burada da ‘süreç’ devam ediyor” “Süreç” güzel Türkçemizin en güzel sözcüklerinden. Hele “barış” gibi büyülü bir sözcükle yan yana gelince... Bu güzellik katmerleniyor. Bu da ABD’nin, PKK’nin, Apo’nun, RTE’nin değil, elbete hepimizin şansı diyelim. Melodik bir deyime dönüşen “Barış süreci” böylece Türk’ü, Kürt’ü, Çerkezi, Gürcüsü ve Romanı ile kolayca zihinlere gönüllere yerleşiyor. HHH Başbakan, Yargıtay kararını tercüme etmeye neden gerek duydu ki? Ergenekon kararı açıklandığında böyle bir şey yapmamıştı. Orada da süreç devam ediyor. Balyoz’a demek ki daha farklı bakıyor.. Balyoz, gerçekten de adı gibi! Siz deyin TSK’nin.. Başbakan desin “darbeciliğin” belini kırıyor! Pekiyi, Balyoz kime, kimin için ve ne için balyoz? Hele “süreç devam ediyor” Petreaus ise daha sonra CIA Direktörlüğü ile ödülendirildi. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’in “Ortadoğu’da siyasi harita değişecek” açıklaması.. Erdoğan’ın “BOP’un eşbaşkanıyım !” övünmesi, hep bu sürece dahil gelişmelerdi. Artık TV’lerde de genel af tartışması başladı. Halkın genel algısı belirginleşiyor. Ergenekon’da ve Balyoz’da mahkum edilenler, aslında adı konmamış birer “rehine” “tutsak”. PKK’liler de kendilerini öyle görüyor ve bunu açıkça ilan ediyorlar. Apo, kendine savaş hukuku uygulanmasını ve “tutsak” olarak değerlendirilmesini istiyor. Ergenekon ve Balyoz’da verilen bol kepçe mahkumiyetler, müebbetler hep PKK ve KCK ile denge kurmak için.. İleride ilan edilecek genel afta iki tarafı aynı adalet terazisine vurup serbest bırakmak!.. Dünyanın en büyük ordularından birinin komutanına “terör örgütü lideri” damgası vurmanın mantığı açık: Dünyanın en kanlı terör örgütünün yöneticisi ile “mevkidaş” yaparak birlikte affetmek! GÖRÜŞ PRoF. DR. ERDENER YURTCAN Çuval ile Başlayan Sürecin İzinde... vurgusu.. Sözü dolaştırıp “süreç”e bağlaması çok düşündürücü. Artık gerçek bir tek süreç var: Barış süreci! Başbakan’ın dili ve zihni hep buraya kayıyor.. “Bilinçaltı kodlaması”na maruz kalmak bu olmalı. Haklı da.. Bulunduğu mevkiden her şeyi ayan beyan görüyor. Ergenekon’dan Balyoz davasına, eski CHP lideri Baykal’dan MHP’nin 10 kurmay yöneticisine kurulan komplolara tüm “süreçler” hep aynı sürecin dalları, kolları.. Aslında “süreç”in 10. yılını yaşıyoruz. Sürecin özü, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin süngüsünü düşürmektir. Bu suretle, Türkiye Cumhuriyeti’ni yapısal değişikliğe tabi tutmaktır. Sürecin hazırlıkları 16 Şubat 1999’da Apo’nun teslimiyle başlatılmıştı. Merhum Sayın Ecevit sorup durmuştu: “Acaba niye teslim ediyorlar?” Apo’nun teslimi “süreç”in ön hazırlığı” idi. Ama düğmeye 2003 yılında Amerikan Bağımsızlık Günü olan 4 Temmuz’da basıldı. K. Irak’ta Süleymaniye’de konuşlanmış Türk Hava İndirme Tugayı’na bağlı 11 Türk subayı ve askerinin başına, Amerikalı komutan Petreaus’un emriyle çuval geçirildi. Bu “işlem”in filme çekilmesi görevi ise Petraus tarafından bizzat Barzani’nin oğluna verildi. Türkiye’de iktidardan ciddi bir tepki gelmedi. “Çuval”ın Ergenekon ve Balyoz sürecinin başlamasıyla ilgili ciddi bir simgesel önemi vardı. Tuncay Güney adlı “haham mukallidi” daha sonra övünerek Ergenekon’a 5 çuval belge ile katkı yaptığını açıkladı. Yargıtay’ın nedense adını ve gazetesini kayda geçirmek istemedi ama Mehmet Baransu’nun sürece desteği de “çuval” dolusu belge ile oldu. TSK’yi “çuval” ile hizaya getirme sürecini başlatan komutan Mevkidaş yaratan süreç Tutuklama Sırada Bekliyor… Demokratikleşme paketi kısa süre önce açıklandı. Önemli tepkiler doğurdu. Bunların odağı paketin eksik hazırlandığı, önemli beklentileri karşılamadığı oldu. Ayrıca paketin hazırlanma yöntemine de haklı itirazlar geldi. Hazırlık aşamasında ön çalışmanın siyasal partilerle, sivil toplum kuruluşlarıyla paylaşılmadığı, görüşlerinin alınmadığı dile getirildi. Basında ve medyada yer alan haberlere göre bu paketin son olmadığı, devamının geleceği vurgulandı siyasal iktidarın ileri gelenlerince. Demokratikleşme paketi içinde yer alan konulardan biri olan Nevşehir Üniversitesi’nin adının Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştirilmesi AKP milletvekillerinin teklifiyle TBMM’ye sunuldu. Aynı teklifin içinde Siirt’in Aydınlar ilçesinin adının Tillo olarak değiştirilmesi de öngörülmüştür. Teklifin komisyondaki görüşmelerine bayramdan sonra başlanacağını da öğrenmiş bulunmaktayız. Söylemek gerekir ki, sözü geçen üniversiteye bir Alevi önderinin adının verilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Fakat Alevi yurttaşların devletten o denli büyük ve önemli istekleri var ki, bu ismin üniversiteye verilmesi onları sevindirmeyecektir. Bu teklifin yapılması bende bir çağrışım yaptı. Konunun özü şudur: Anayasa Mahkemesi (AYM) kısa süre önce tutukluluk süreleri ile ilgili bir karar verdi. Kararın özü şuydu: Terör suçlarında öngörülen on yıllık tutukluluk süresi anayasaya aykırıdır, çünkü aranması gereken ölçülülük ilkesi zedelenmiştir. Ayrıca bu yaklaşım hukuk devleti ereği ile de bağdaşmaz. Buraya kadar alkışlanacak bir sonuç. Fakat AYM, bu sonucun bir yıl sonra uygulanmasına da hükmetti aynı kararın sonunda. Bu büyük bir hata oldu, çünkü AYM’nin verdiği iptal kararı ile hukuki boşluk doğmamıştı. AYM yalnızca istisnayı iptal etmişti, kural yerli yerinde duruyordu. Bu nedenle bunun yeni bir yasayla doldurulması gerekmiyordu. Belirtmek gerekir ki, anayasada Anayasa Mahkemesi’ne tanınan iptal kararının yürürlüğünü erteleme yetkisi, zorunlu hallerde iptal edilen yasa nedeniyle önemli bir hukuk boşluğunun doldurulması için, yasamaya olanak tanımak ve hukukun uygulanmasında boşluk yaratarak sorunların çıkmasını önlemek amacına dayanır. Bu nedenle bu yetkinin amaca uygun kullanılması kaçınılmazdır. Sözü geçen karardan sonra TBMM tatile girdi. Bu nedenle bu konuda adım atılmadı. Aslında özellikle siyasal iktidar, AYM’nin verdiği bir yıllık süreyi beklemeyi, düşünmüş olabilir. Fakat tutuklama gibi çok önemli konuda öteki siyasal partiler de konuyu gündemlerine almadılar ve konuya bir ivme kazandırmadılar. Oysa konuya onların da eğilmeleri şarttı. Ne yapılmalıdır? Beklemeye hiç mi hiç yer yoktur. Bu konunun ele alınması ve çözüm üretilmesi kaçınılmazdır. Nasıl mı? Siyasal iktidarın bir açıklama yapması ve AYM’nin iptalinden sonra bu konuda yeni bir yasa yapılmayacağını duyurması yeterlidir. Bu irade açıklaması adil olur, vicdanları rahatlatır. Unutmamak gerekir ki, tutukluluk mahkemelerce her tutuklu için her otuz günde bir gözden geçirilir ve kaldırılıp/ kaldırılmaması karara bağlanır. Bu nokta açıklık kazanırsa, mahkemelerin AYM’nin iptal kararının yürürlüğe girmediği tezi de çöker; değerlendirmeler beş yıllık tavan süre esas alınarak iptal hükmü doğrultusunda yapılır ve tutuklulukları kaldırılacak olan kişiler özgürlüklerine kavuşurlar. Son söz: Demokratikleşmenin yeni rüzgârına isim değişikliği teklifiyle hız veren siyasal çevrelerin tutuklama gibi önemli bir konuyu da gündemlerine almaları uygun olmaz mı? Olur elbet. Katmerli süreç Bu da başka 10. yıl Başbakan, “ Süreci takip edeceğiz!” d iyor. Haklı ve sam imi itiraf bu: Bu süreci art ık sadece “izleyebilece k”... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Balyoz’daki ‘İlk Adım!’ Bir yıldır her cumartesi günü yapılan “Sessiz Çığlık Eylemi”nde geçen hafta başka bir “sessiz çığlık” kol geziyordu; “Çarşamba günü Yargıtay’dan ne çıkacak?” sorusu... Tutuklu Dz. Kr. Alb. Cenk’in annesi “Şükran” Ana, her an sevecenlikle (şefkat) dolu sıcak bakışlarını ilk kez kaplayan bir tedirginlikle bakarak: “Öyle bir durumdayım ki adeta çarşambanın gelmesini istemiyorum!..” dediğinde, “Balyoz Davası”nın Silivri’deki duruşmalarını anımsadım. Önümde, insanın içini ezen, tüm varlığını geren bir duruşma beliriverdi bütün canlılığıyla; Başkan Yargıç Ömer Diken, o gün salonda bulunan “134” komutanın tutuklanmasını istedi. (11.2.2011) Bir “an”lık bir “şok” geçirdi komutanlar; evet yalnızca bir “an”... Dimdik duruşlarını koruyup yıkılmadıklarını haykırdılar “Harbiye Marşı” ile... Sesleri salona sığmadı... Biz “izleyiciler” ise hâlâ “şok”taydık. Ne var ki, Başkan Ö. Diken’in anında verdiği buyrukla, içlerinde “orgeneral” ve “oramiral”den başlayarak “TSK”nin çoğunlukla üst rütbeli subaylarının, dahası aralarında “Deniz Kuvvetleri”nin, “Hava Kuvvetleri”nin eski komutanlarının da bulunduğu “134” komutan, dört bir yandan “etten bir duvar” örercesine jandarma erleri tarafından sarılarak “esir” edilmişler, esir alınmışlardı; “üye”si oldukları “Türk Silahlı Kuvvetleri” tarafından... Bu durum Türkiye’de “askeri vesayet”e “son” verilişin “ilk adım”ı olarak görülüp alkışlanmıştı günlerce... Bu “alkış”a karşı, herhangi bir kesimden gelen eş yoğunluktaki bir “tepki”den pek söz edemiyoruz. Böylece gerek bu “tutuklama” gerekse cesaret verici bu “olumlama”, bu mahkemenin (10. Ağır Ceza) son kararını “rahat”ça ve “siyasi” iktidarın beklentisi doğrultusunda vermesine (21.9.2012) “dayanak” olduğu gibi, önceki günü (9.10.2013) “Yargıtay”a da “aynı” koşulların; aynı dayanağı, aynı ortamı sağladığı görülüyor, açıklanan kararlara bakıldığında. Dolaysiyle “Balyoz Davası” ile bağlantılı olarak bugün yaşananları, sonuçları daha ayrıntılı değerlendirmek için, sanırım “dün”e bakmayı sürdürmeliyiz. “Balyoz”un yerel mahkemedeki 2 yıl önceki “tutuklama” kararının nedeni, bu ünlü komutanların “kaçma” ya da “delilleri karartma” olasılığıymış... Başka utanılacak bir du rum da, gerek uzak denizlerde, gerekse uzak ülkelerde “görev”deyken haberi alan ve görevi bitirip dönmeye başlayan kimi komutanları “kaçak” olarak görüp “yakalama” emri çıkarılmasıydı. Oysa kendilerine duyuru ulaşan komutanlar görevlerinden koparak birer birer geliyorlardı; bunlardan biriydi Diyarbakır 2. Hv. Kuv. Bşk. Tuğg. Kubilay Baloğlu. Komutasındaki “filo”ların iyice katilleşen “PKK”ye karşı operasyonlarını düzenleyip yola çıkmıştı; hemen hemen, saati saatine nerede olduğu “TV”lerden izlenirken duruşma salonuna da haberler anında geliyordu. “Jet” leri “Kandil” deki, “Zap”taki “PKK” inlerini vururken “Komutan”ları da “tutuklanıp” bir bakıma “av”ını gözleyenler gibi bekleyen yargıç ve savcıların önüne sürülecekti... Öylece bekliyorduk... Bizler içeride duruşma salonunda, toplum (milyonlar) dışarda “TV”lerinin başında... Peki bir “tepki...” Ne tepkisi? Kıpırdamıyorduk bile... Öte yanda, tutuklu “163” komutanın “tutuksuz” yargılanma “başvuru”sunu görüşen bir üst mahkemenin (11. Ağır Ceza) “iki” üye yargıcının bunu kabul etmeme kararına, bu mahkemenin Başkanı Yargıç Şeref Akçay’ın katılmayışını; tutukluluğun sürdürülmesine “karşı” oluş “neden”lerini açıklayarak, bu konuda bir “savaşım” verdiğini bilmem ki anımsar mıyız? Ya da bu tutumu yüzünden “Yargıç Akçay”ın oradan oraya sürüldüğünü... Gerek ilgili meslek kuruluşları “STÖ”, gerek toplum, onun yanında yer alıp “ses” getiren bir destek verseydi; “Akçay”ın “Muhalefet Şerhi”nde ortaya koyduğu evrensel Adil Yargılama Hakkı’nı yok sayan kararları, bugün “Yargıtay” çiğnemeye büyük bir olasılıkla kalkışmazdı diye insan düşünmek istiyor. Tutuklu Alb. M. Dönmez’in savunması sırasında, “Artık yargıya inanmıyorum!” diye haykırdığında ne denli haklı olduğu, duruşmalarda “uyuyan” bir savcıyla da ortaya dökülmüştü; başkan, “iddianameyi” de hazırlayan bu “savcı”yı “zor” uyandırmıştı... Böyle bir yargılamanın “hukuk” la değil ancak “guguk”la yürüyeceğini, dayançla sürekli olarak pek ortaya koyamadık; çoğu kez “korku” kazandı... “Dava”nın “savunman”larının pek çok konuda haklı “karşı” çıkışları bile yer yer “birlik”telikten uzaktı... Bu görüşlerin “haklı” yanları olup olmadığını; “Balyoz”a karşı yılmadan, kesintisiz sürdürülen tek “eylem” olan “Sessiz Çığlık”ta buluşmak üzere yarın saat “13.00”te “Beşiktaş”ta olalım. Gelir misiniz? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK SEDAT YAŞAYAN [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ İstanbul’un 1 Haliç kıyısın 2 da, Sokol lu Mehmed 3 Paşa’nın Mi 4 mar Sinan’a 5 yaptırdığı 6 caminin adı. 2/ “Avizea 7 ğacı” da de 8 nilen ve süs 9 bitkisi olarak kullanılan, 1 2 3 4 5 6 7 8 9 odunsu gövdeli 1 C E N D E R E A ve uzun yapraklı 2 E F E T E K E L bir ağaççık... Tom 3 Ü R E bul bir fındık türü. 4 N E S N E D N A K A R A T 3/ Belirti, iz... ŞarC İ N kı, türkü. 4/ Büyük 5 E T E K 6 R E A C I OM sözlük. Yiğit, kahA S İ raman. 5/ İlave... 7 E K Ü R İ E R A NO S N İki yapı gereci ara 8 sında kalan aralık; 9 A L E T M İ N E derz. 6/ Antalya ilinde, Likya bölgesinin en önemli liman kenti... Bir renk. 7/ Sahip... Gemi omurgası. 8/ Güven. 9/ Süs için yapılmış giysi kıvrımı... “Melali anlamayan nesle değiliz” (Ahmet Haşim). YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İstanbul’un Cibali semtinde, Mimar Sinan’ın eseri olan bir hamamın adı. 2/ Argoda gizli yere verilen ad... Soylu. 3/ Başarısızlık, sonuçsuzluk... Boru sesi. 4/ Beyaz iş işlemekte kullanılan bir tür parlak pamuk ipliği. 5/ Notada durak işareti... Eski bir Hint tanrısı. 6/ Ağız mukozasında oluşan ve “pamukçuk” da denilen yüzeysel yara... Toplanan süprüntüleri alıp atmakta kullanılan saplı kap. 7/ İtalya’nın en uzun akarsuyu... Altın elementinin simgesi... İtici neden, güdü. 8/ “Çobanpüskülü” de denilen, diken yapraklı bir ağaççık. 9/ Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini engelleyen bir hastalık.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle