27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 6 HABERLER CUMHURİYET 9 OCAK 2013 ÇARŞAMBA ‘Gerekçeye’ balyoz ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanlığı, “Balyoz Davası olarak bilinen davanın tüm delillerinin asıllarının Genelkurmay Başkanlığı’nda bulunduğu ve sanıkların, sahte olduğunu iddia ettikleri belgelerin orijinallerinin Genelkurmay Başkanlığı’nca Mahkemeye gönderildiği” yönündeki haberlerin asılsız olduğunu bildirdi. Genelkurmay’dan dün yapılan açıklamada, şunlar kaydedildi: “Davanın soruşturma aşamasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine, Genelkurmay Başkanlığı’nın 22 Şubat 2010 tarihli yazısı ile, 1’nci Ordu Komutanlığı’nda yapılan plan seminerinin ‘Balyoz Güvenlik Harekât Planı’ adlı bir bölümünün veya ekinin mevcut olmadığı; ayrıca, ‘Oraj’ ve ‘Suga’ isimli eylem planlarının ise bulunmadığı bildirilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında ise ‘Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’te ele geçirilen dijitallerde bulunan taranmış belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğu, Genelkurmay Başkanlığı’nca Mahkememize bildirilmiştir’ ibaresine yer verilmiştir. Bu ibareden yola çıkılarak, dava konusu tüm delillerin asıllarının bulunduğu ve Genelkurmay Başkanlığı’nca mahkemeye gönderildiği şeklinde basında yer alan iddialar asılsızdır.” Genelkurmay, tüm delillerinin mahkemeye gönderildiği iddialarını yalanladı İttihadı Anasır Memleketin en önemli sorunu nedir diye sorulduğunda verilen yanıt muhatabın meşrebine göre “Kürt sorunu”, “terör” ya da “silahlı mücadele” diye ikiye üçe ayrılıveriyor. Bunları birbirine ucuzundan bağlayıvermek de her iki taraf için işin kolayıdır. Bu türden kolaycılık sorunu çözmek yerine, derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Kürt sorunu ya da herkesi içine alsın daha genel söyleyelim de çözümün ipuçlarını yakalamaya elverişli bir bakış açısı yakalayabilelim, “ulusal sorun”, Türkiye’nin Osmanlıdan beri temel sorunu olageldi. Osmanlı “tebaası” içinde farklı “ulusların” özellikle Fransa kökenli aydınlanma fikirlerinden etkilenerek bağımsızlık çabalarına girişmeleri büyük bir depreme yol açmıştı. Ne yapacaktı Osmanlı? Osmanlı yönetici tabakası ve “münevveri” bu fikirlerde “haklı olarak” büyük bir tehlike gördü. Bu haklılığın tırnak içine alınmasının nedeni imparatorluğun parçalanmasına yol açacak bir kapının açılması tehlikesinden kaynaklanıyor. Ama “parçalanmayalım haklılığı” tarihin gidişi ve sosyal gerçekler karşısında dayanıksızdır. ??? O günlerin tartışmasının bugünlere ışık tutması eğer birebir örtüşme beklemezseniz kuşkusuz olanaklıdır. Osmanlı demek, o devirde bir anlamda ordu demekti. Tartışmalar bütün bir tarihsel dönem boyunca daha çok ordunun yapısı, şekli şemali, kılığı kıyafeti üzerinden tartışıldı desek çok da büyük bir yanlış yapmış olmayız. “Milleti hâkime” yani Müslüman Türk, ordunun belkemiğini oluşturuyor, gayrimüslimlerin orduda yer almalarına da pek iyi gözle bakılmıyordu. Osmanlı şairi Namık Kemal de bu durumu normal karşılıyor, “Hıristiyanların daha askerliğe alışmamış iken ötede beride gösterdikleri temayülatı istiklal”i (bağımsızlık eğilimini) bu tutumunun nedeni olarak gösteriyordu. Orduda “ittihadı anasır” (unsurların birliği) fikri kolay kabul edilebilir bir fikir değildi. Kabul de edilmedi zaten. Mithat Paşa’nın 1877 Rus savaşı öncesinde giriştiği deneme de başarısız kaldı. Bu aydınlanmacı sadrazamın sonunu biliyorsunuz. İttihadı anasır da Abdülhamid’in İslamı siyasallaştırma ve devlet doktrini haline getirmesi ile birlikte ittihadı İslam’a dönüştü. ??? Tamer Timur Hocamızın değerli çalışmasından (MarxEngels ve Osmanlı Toplumu; Yordam Kitap) yararlanarak acemice yaptığım bu özetten günümüze kalan, ittihadı anasır ile ittihadı İslam arasındaki çatışma, çelişkidir. Bugün haklı olarak büyük heyecan yaratan, kimine göre terör sorununa çare, kimine göre Kürt meselesini çözecek açılım, bizi Osmanlı döneminin bu maalesef eskimemiş tartışmasına götürüyor. Umutlu olabilir miyiz? Kendimizi ittihadı anasır fikrine yakın hissediyorsak çabalarımızı da bu yönde birleştiririz. İttihadı anasırın temeli, anasırın farklılığını kabul etmekten geçer. Adım atmak istiyorsanız da sorunun silahla bağlantısını farklı tanımlamak, devre dışı bırakılmasını tartışanlardan istemek, talep etmek durumundasınız. “Silahları susturun” talebi bu nedenle adım attırıcı bir taleptir. Bunun olabilmesi ise bugün görüşmeleri zinhar müzakere değilmiş hem yürüten hem yürütmeyen tarafın, öyle diyorlar çünkü, çözüm için güven vermesidir. Yani ittihadı anasır’dan yana olduğunu açık net bir şekilde ortaya koymasıdır. Doğrusunu isterseniz umutlu olmak zor. Zor, çünkü bugün hükümet edenlerin daha çok “ittihadı İslam” fikrinde olduklarını biliyoruz biz. Tarih dönüp dolaşıp tekerrür mü ediyor dersiniz. Mithat Paşa sürgüne gidiyor olabilir mi yeniden? Bakan: TSK diyorsa doğru HÜKÜMLÜ ASKERLER: Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz da Meclis’te yaptığı açıklamada Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasına destek çıktı. Yılmaz, “Silahlı kuvvetle rin darbe girişiminde bulunanlarla bir bağlantısı yoktur. Silahlı kuvvetler diyorsa dediği doğrudur” ifadelerini kullandı. Bakan Yılmaz, “Sizin kafanızdaki karışıklık, bu girişimlerde bulunanlar ile silahlı kuvvetleri eş gibi görmek... Silahlı kuvvetlerin darbe girişiminde bulunanlarla bir bağlantısı yoktur. Silahlı kuvvetler farklı, darbe girişiminde bulunanlar farklıdır. Dolayısıyla ikisini birbirinden ayırdığımız zaman, bunu sağlıklı bir şekilde kafanızda canlandırabilirsiniz” diye konuştu. Yalan rüzgârı Mahkeme 365 sanık için sebepsonuç ilişkisi kurmadan aynı cezaları verdi Kopyala yapıştır karar İLHAN TAŞCI İstanbul Haber Servisi Balyoz davasının gerekçeli kararının açıklanmasının ardından, hükümlü olan askerler tarafından konuyla ilgili açıklama yapıldı. Aralarında 18 yıl hapis cezası alan YAŞ üyesi Orgeneral Bilgin Balanlı’nın da bulunduğu Hadımköy Askeri Cezaevi’nde kalan askerlerin, “Gerekçe İçermeyen Gerekçeli (!) Karar” başlığıyla hazırladığı açıklamada, “İftiralara mazeret uydurulması amacıyla hazırlandığı anlaşılan bu gerekçeli karar aynı zamanda suçsuzluğumuzun ispatı niteliğindedir” denildi. Açıklamada, 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hazırladığı gerekçeli kararın avukatlardan önce medyaya servis edildiğine, medyanınsa kararda yalnızca seçilen bölümlere yer verdiğine dikkat çekildi. Bu durumun dava öncesi ve süresince yürütülen “karalama ve itibarsızlaştırmaya yönelik basın politikası”nın bir parçası olduğunun belirtildiği açıklamada özetle şu görüşlere yer verildi: “Gerekçeli kararın davanın usul ve esasına ilişkin hiçbir gerekçeyi içermeyeceğini yalan ve iftira ürünü dijital verilere dayanan uydurma senaryoların kamuoyuna ‘gerekçe’ adı altında bir aldatmacayla sunulacağını, 1435 sayfadan oluştuğu belirtilen gerekçeli kararın aslında iddianame ve esas hakkındaki mütalaanın bir araya getirilmesinden ibaret ‘içi boş bir yalan rüzgârı’ olacağını biliyorduk. Seçilmiş metinden alınarak medyaya yansıtılan maksatlı haberlerde, tüm dijital belgelerin gerçek olduğu iddia edilmiştir. Bu davada yalan ve iftira ürünü, düzmece ve sahte olduğu kanıtlanmamış hiçbir delil kalmamıştır. Mahkeme verdiği hükmün gerekçelerini ortaya koymak yerine yaptığı hukuksuzluk ve adaletsizliklere mazeret üretmeye çalışmıştır. Mahkeme imzasız, yalan ve iftira ürünü dijital verileri delil kabul ederek karar vermiştir. Tüm özellikleri değiştirebilen, kim tarafından ve hangi bilgisayarda yazıldığı bilinmeyen dijital veriler delil olabilir mi? Kanunda açıkça yer alması ve Yargıtay içtihatları olmasına karşın mahkeme delillerin tartışılması aşamasını atlamıştır. Delil diye sunulan sahte dijital veriler mahkeme huzurunda hiç tartışılmamış ve değerlendirilmemiştir. ANKARA Balyoz mahkemesinin gerekçeli kararında, “Balyoz Harekat Planı”nın aslını Genelkurmay Başkanlığı’nın mahkemeye gönderdiğinin belirtilmesine karşın, Genelkurmay Adli Müşavirliği’nin dava dosyasına giren belgede, “...Plan seminerinin Balyoz Güvenlik Harekât Planı adlı bir bölümü veya eki mevcut değildir” denilmesi yok sayıldı. Kararda her bir sanık için sebepsonuç ilişkisiyle suça nasıl katıldıklarının ayrıntılı anlatılması gerekirken tüm sanıklar için genel değerlendirmeyle delil değerlendirildi. Dosyanın sivil memuru Güllü Salkaya’ya 16 yıllık hapis cezasının da generallerle aynı gerekçeye dayandırılması dikkat çekti. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce açıklanan 1435 sayfalık Balyoz davasının gerekçeli kararının ayrıntılarına bakıldığında kendi içinde çelişkili pek çok unsur öne çıkıyor. Gerekçeli kararda, Genelkurmay’ın Balyoz Harekât Planı’na ait yazıların aslının bulunduğu ve mahkemeye gönderildiği değerlendirmesi yapılıyor. Oysa Genelkurmay Adli Müşavirliği’nce 22 Şubat 2010 tarihinde gönderilen ve dava dosyasına da giren resmi yazı bunu doğrulamıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nca gönderilen yazıda, “1. Ordu Komutanlığı Plan Se mineri Kapsamında, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı kayıtlarına göre söz konusu plan seminerinin Balyoz Güvenlik Harekât Planı adlı bir bölümü veya eki mevcut değildir” deniliyor. Aynı yazıda, “Yapılan araştırmalar neticesinde, Hava Kuvvetleri Komutanlığı bölgeden sorumlu 1. Hava Kuvvet Komutanlığı ve Harp Akademileri Komutanlığı’nda iddia edilen şekilde hazırlanmış Oraj isimli bir eylem planının bulunmadığı belirlenmiştir” denildi. İki paragraf, 16 yıl hapis Balyoz davasında en çok gerekçeli kararın nasıl olacağı merak edilmişti. Gerekçeli kararda, her bir sanık yönünden darbe fiiline hangi eylemiyle, ne şekilde katıldığının tek tek anlatılması gerekiyordu. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 230. maddesinde “İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi” hükmü yer alıyor. Her bir sanık yönünden bu Cinayet işleniyor Çok sayıda sanatçı, yazar ve akademisyen Hilmioğlu için bir araya geldi. Basın açıklamasını okuyan gazetemiz yazarı Şükran Soner “Silivri’de göz göre göre, bilerek, kasıtlı olarak, bütün insanlığın gözleri önünde bir cinayet işleniyor” dedi. (Fotoğraf: ALİ AÇAR) BELGE TARTIŞMASI yapılması gerekirken gerekçeli kararda bunun yerine genel delil değerlendirmesi yapılmakla yetinildi. Balyoz davasında en dikkat çeken isim sivil memur olan Güllü Salkaya idi. Hava Harp Okulu’nda öğrenci işlerinde sivil memur olarak çalışan Salkaya, 20 general ve amiralle birlikte 16 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkemenin gerekçeli kararında Güllü Salkaya’ya 16 yıl hapis cezası verilmesinin gerekçesi şöyle anlatıldı: “...EKI Lahika4 isimli belge incelendiğinde, sanığın Oraj Hava Harekât Planı kapsamında Sıkıyönetim Taktik Harekât Merkezi Genel İdari Personeli olarak görevlendirilmek üzere belirlendiği, diğer sanıklar tarafından hazırlanarak Harp Akademileri Komutanlığı’na ulaştırıldıkları anlaşılan dosyada mevcut EKĞ Lahika4, EKĞ Lahika4 CETVA, EKĞ Lahika4 CETVB, EKĞ Lahika4 CETVC, EKİ, EKK Lahika2, EKK Lahika7 CETVB, EKK Lahika8, EKK Lahika9 CETVB isimli belgelerin dijital kullanıcı özellikleri incelendiğinde, adı geçen belgelerin son kaydedilme tarihlerinin 19.02.2003 ve son kaydedenin gsalkaya isimli kullanıcı olduğu, bu şekilde sanığın Oraj Hava Harekât Planı kapsamında faaliyet göstermek suretiyle atılı suça iştirak ettiği sonucuna varılmış, delillerin değerlendirilmesi bölümünde anlatılan gerekçeler ve mevcut yukarıdaki belgeler karşısında savunmasına itibar edilmemiştir.” ‘Fişlemelerin asılları var’ İstanbul Haber Servisi Balyoz davasının gerekçeli kararında, “belgelerin asıllarının mahkemeye gönderildiği” yönündeki ifade tartışmalara neden oldu. Sanık avukatları, “söz konusu belgelerin” istihbari bilgileri içerdiğini belirtirken mahkeme ise asılları gönderilen belgelerin Balyoz planı olmadığını, “fişleme evrakı” olduğunu ifade etti. Gerekçeli kararda, “Yukarıda Klasör 2 Klasör 7 ve Klasör 23’te yer alan Gölcük ve Eskişehir’den elde edilen ıslak imzalı taranmış evrakın asıllarının bulunup bulunmadığı konusunda 26 Mart 2012 tarihinde Genelkurmay’a yazılan yazıya verilen cevapta birçoğunun asılları bir kısmının onaylı suretleri gönderilmiş bu şekilde taranmış evrakların asıllarının mevcut olduğu anlaşılmıştır” ifadesi kullanıldı. Bu belgelerin, irticai faaliyetlerle ilgili fişleme belgeleri olduğu belirtildi. 2229 adet belgede ıslak imzalı birçok belgenin bulunduğu ifade edilerek, şöyle devam edildi: “Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’te ele geçen flash bellekte yer alan taranmış belgelerin bir kısmı Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen dijitaller içerisinde de ‘Hakan Büyük’ten’ aldıklarım isimli klasörlerde yer almaktadır. Bu husus bile tek başına bu belgelerin doğruluğunun en büyük delili durumundadır. Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen, taranmış belgelerin dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertartaraf ederek mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur.” Prof. Hilmioğlu’na özgürlük çağrısı İstanbul Haber Servisi Çeşitli sivil toplum örgütlerinin çağrısıyla bir araya gelen çok sayıda sanatçı, yazar ve akademisyen Ergenekon davasından tutuklu bulunan kanser hastası eski Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun serbest bırakılmasını istedi. SODEV, İstanbul Gerçeği, SDD İstanbul Şubesi ve Özgür İnsan Dergisi’nin çağrısıyla dün aralarında Ankara Barosu Başkanı Metin Feyizoğlu,Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı (TTB) Özdemir Aktan, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Tahsin Yeşildere, Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) üyesi Cüneyt Akalın, eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, eski TTB Başkanı Prof.Dr. Gençay Gürsoy, eski CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, gazetemiz yazarları Şükran Soner, Ali Sirmen, Orhan Bursalı, Bedri Baykam, gazeteci Barış Terkoğlu, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’in eşi Şule Perinçek ve çok sayıda sanatçı ve sivil toplum örgütünün temsilcisi katıldı. Sanatçılar Girişimi Sözcüsü Ataol Behramoğlu adına açıklamayı okuyan Cumhuriyet gazetesi yazarı Şükran Soner “Hilmioğlu’nun bir an önce serbest bırakılararak tedavisinin normal koşullarda sürdürülmesini istiyoruz. Türkiye’nin ve dünyanın bilim insanlarını, gerçek sanat ve düşün insanlarını seslerini yükseltmeye, özgürlük taleplerini en yüksek sesle dile getirmeye çağırıyoruz” dedi. Konuşmasına Hilmioğlu’nun oğlunun kazada yaşamını yitirmesini anımsatarak başlayan Metin Feyizoğlu ise özetle şöyle konuştu: “Siz evlat sevgisini bilir misiniz? Fatih Hoca evladı öldüğünde zindanda idi. Ne hissettti acaba, çaresizlik, pişmanlık ya da 4 duvar arasına sıkışmışlık içinde ne düşündü? Bundan daha büyük bir acı, ceza olabilirmi? Sanıyor musunuz Hilmioğlu alacağı cezayı umursuyor. Ona zaten acıları bu devlet çektirdi, umurundamı daha ötesi. Ölüm cezası verseler ne yazar.” TTB Birliği Başkanı Özdemir Aktan da cezaevlerinden hasta tutuklu ve hükümlülerle yakından ilgilendiklerini, görüşmek için girişimde bulunduklarını kaydetti. Aktan, Adalet Bakanlığı’na Hilmioğlu’nu muayene etmek için yaptıkları başvurunun reddedildiğini söyledi. AKŞENER MAĞDUR, ALAN ŞÜPHELİ İlginç karşılaşma ALİCAN ULUDAĞ Örtülmeye çalışıldı Hiçbir gerçeğin gerekçesini bu kararda göremezsiniz. Çünkü bu şekli ve hukuk katliamına dönüşen yargılamada adil yargılanma şartları değil, hukuka aykırılık ve keyfilik geçerli olmuş, gerçekler hâkim takdiriyle örtülmeye çalışılmıştır. Hâkim takdiri demek, davanın başından beri sanıklara ve avukatlarına önyargılı tutum ve davranışlarda bulunarak davayı aleyhlerine sonuçlandırmak için özel bir çaba sarf etmek midir? Sanıklara hitaben ‘Sizin değil mahkemenin ne anladığı önemlidir’ diyerek, adil yargılanma hakkını ve hukukun üstünlüğünü yerle bir etmek midir? Bir merkezden düğmeye basılmış gibi aynı dönemde davalar başlatılıyor ve hepsinin dayanağı sahte dijital veriler.” Evlat acısı nedir? Mahkemenin yorumu Mahkeme heyetinin ise Genelkurmay’ın açıklamasına ilişkin şu değerlendirmeyi yaptığı öğrenildi: “Basında çıkan yanlış yorumlarla ilgili olan açıklama, gerekçeli kararla örtüşüyor. Gerekçeli kararda Balyoz, Suga, Oraj gibi planların aslının bulunduğunu belirtmiyoruz. Fişlemeyle ilgili belgelerin orijinalinin Genelkurmay’da bulunduğunu belirtiyoruz.” Mahkeme başkanının da Genelkurmay ile temasa geçtiği ve medyada çıkan yorumların yanlış olduğunu belirttiği öne sürüldü. ANKARA 28 Şubat soruşturmasında sona yaklaşılırken yazımı tamamlanmak üzere olan iddianamede ilginç bir durum ortaya çıktı. Balyoz davası ile bu dosyadan tutuklu bulunan MHP İstanbul Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, 28 Şubat soruşturmasında “şüpheli” konumunda bulunurken karşısında ise TBMM Başkanvekili, MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener mağdurtanık sıfatı ile yer aldı. Engin Alan bu soruşturmada ifade vermeden önce tanık olarak dinlenen Akşener, şüphelilerden şikâyetçi olmuştu. 28 Şubat davası başladığında MHP’nin bir vekili suçlayan, diğer bir vekili ise suçlanan taraf olarak karşı karşıya gelecek. İlk dalgası 12 Nisan 2012’de Çevik Bir’in gözaltına alınmasıyla başlayan 28 Şubat soruşturmasında, REFAHYOL hükümetinin İçişleri Bakanı Meral Akşener, 7 Mayıs 2012’de mağdur tanık sıfatıyla savcı Mustafa Bilgili’ye ifade verdi ve şüphelilerden şikâyetçi oldu. 22 Ekim 2012’de adliyeye getirildi ve tutuklama kararı yüzüne okunan Alan, ifadesinde; “28 Şubat’ta üzerine atılı eylemin gerçekleştiği tarihte sınır ötesinde, Kuzey Irak’ta PKK ile savaştım. BÇG’ye dahil hiçbir çalışmadan haberim yok” demişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle