22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA ‘Vaaay kitabın başına gelenler’ MELTEM YILMAZ 14 KÜLTÜR CUMHURİYET 9 OCAK 2013 ÇARŞAMBA kultur@cumhuriyet.com.tr Emin Karaca, Osmanlı’dan günümüze Türkiye’de kitap yasağının tarihçesini yazdı “sosyalist mücadeleye giriş kapısı” görevi görüyordu. Nitekim rejimin faşist militarist kanadı; şiir kitaplarını yasaklamayla da başa çıkamayacağını anlayınca, şairin kendisini, iki ayrı askeri mahkeme aracılığıyla 28 yıl 4 aylığına hapishaneye kapatmaya karar verdi. 111 Yaşındaki Arkadaşımız Gelecek hafta Nâzım Hikmet, doğumunun 111. yılında çeşitli etkinliklerle anılacak. Benim şimdiden duyduklarım 12 Ocak Cumartesi günü Kadıköy Caddebostan Kültür Merkezi’nde, 14 Ocak Pazartesi Akatlar Kültür Merkezi’nde, 15 Ocak Salı günü Ses Tiyatrosu ve Tarabya’da yapılacaklar. Nâzım Hikmet için ilk kitlesel anma günü 75. doğum yıldönümünde 15 Ocak 1977 günü bugünkü Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde Türkiye Yazarlar Sendikası ve demokratik örgütlerin girişimiyle yapılmıştı. On bine yakın insanın izlediği o coşkulu günü hiç unutamam. Aziz Nesin, binanın balkonuna çıkmış, yer kalmadığı için içeriye giremeyen kalabalığa, “Gelmeyin, gelmeyin, bina çökecek” diye bağırıyordu. Tiyatro dünyamızın önde gelen sanatçıları o gün orada şiirler okumuşlar, türküler, marşlar söylenmişti. Bu kitlesel Nâzım sevgisi, o günden bu yana artarak sürdü. Kentler, kasabalar, köylere dek yayıldı anma etkinlikleri. Belki gülümsetici bir şey ama artık turizmciler Moskova tur programlarına mutlaka Nâzım mezar ziyaretini koyuyorlar. Nereden nereye… Bir ozanın böylesi kitlesel bir ilgi odağına dönüşmesi, yalnızca güzel şiirler yazmış olmasıyla açıklanabilir mi? Sanmıyorum. Nâzım Hikmet bize yalnızca birbirinden güzel şiirler değil, yalansız, gerçek, mutlu bir hayatın nasıl olabileceğinin de gizlerini bıraktı. Hayatının temel ilkesi her durumda ve ortamda gerçeğin söylenmesi ve savunulması oldu. Komünizmin yasaklı olduğu bir ülkede komünist olmayı, komünizm uygulamasının bir baskı düzenine dönüştüğü ülkede de özgürlükleri savunan aynı insandı. Nâzım Hikmet’i hapishanelerde, çalıştığı yerlerde, uluslararası toplantılarda, aile ve arkadaş çevrelerinde kuşatıldığı sevgi çemberinin odağı kılan bu yalansızlığıdır. Nâzım Hikmet Vakfı’nda onun üstüne yazılmış şiirlerin toplandığı bir kitap yayımlamıştık: “Mavi Gözlü Arkadaşım”. Ne güzel anlatıyor onu bu başlık. Onun ister şiirlerini okuyun, ister hayatını, başından geçen olayları, hep yüce bir insan örneği olarak karşınızda duran arkadaşınıza rastlarsınız. Aynı duyguya günümüz ressamlarının kapıldığını da düşünebiliriz. 12 Ocak günü Caddebostan Kültür Merkezi’nde açılacak “Sanatçıların Nâzım’ı” adlı sergiyi gezerseniz, ressamlarımızın Nâzım’a nasıl aramızda yaşayan bir arkadaşları gibi, hayatın türlü durumları içinde yaklaştıklarını, onu resmettiklerini göreceksiniz. Nâzım Hikmet, bir ozan ya da sanatçı olmanın çok ötelerine geçerek hem kendi halkı hem de onu tanıyan çeşitli dünya halkları için bir can yoldaşı, hayatta tutunulacak bir dal, bir yolgösterici, arkadaş olabildi. Onu bugün de, yarın da unutulmaz kılan temel özelliği bu yalanlar dünyasında yalansız yaşayabilmenin mümkün, mutluluk verici yanını gösterebilmiş olmasıdır. Geride dürüstçe yaşanmış bir hayat bıraktığınızda, ayrılmış olmuyorsunuz dünyadan. Değerli Okurlar, 17 yıldır her çarşamba bu köşede birlikte olduk. Her şeyin günübirlik değiştiği dünyamızda uzun bir süre. Sizlere ve gazetemize uzun ve başarılı bir ömür diliyorum. Hoşça kalın… Dünya edebiyatının önde gelen eserlerinden “Fareler ve İnsanlar” ile “Şeker Portakalı”nın müstehcen bulunduğu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınlarında Yunus Emre’nin satırlarının sansürlendiği bir ortamda, gündemi yakalayan bir kitap raflardaki yerini aldı. Emin Karaca’nın kaleminden, Belge Yayınları’ndan çıkan “Vaaay Kitabın Başına Gelenler!”, Türkiye’de kitap yasaklarının tarihçesini okurla buluşturuyor. Kitabı hazırlama sürecinizde nasıl bir yöntem izlediniz? Tanzimat Dönemi, Birinci Meşrutiyet, Abdülhamit dönemi, İkinci Meşrutiyet’te ve İttihatçılar döneminde kitap başlıklı bölümlerin ardından, Cumhuriyet’e gelince; rejimin günümüze kadarki kitap yasakları o kadar çok ve çeşitliydi ki, Türk Ceza Kanunu’ndaki başlıklara göre bir ayrıma gittim. İlk yıllarda bir “müstehcenlik” suçu vardı, Fransız yazar Pierre Louis’nin “Afrodit”i buna göre yargılanmıştı. Bundan sonrasını Ceza Kanunu’ndaki şu suç tanımlarına göre bölümledim: “Devletin Bölünmez Bütünlüğünü, Anayasanın Tanıdığı Kamu Haklarını Irk Mülahazasıyla Kısmen veya Ta ? Karaca’ya göre, Türkiye’nin yazdıklarından en çok ‘korkulan’ yazarı Nâzım Hikmet oldu. Yönetimler, karşılarına eylem olarak hangi ideoloji çıkıyorsa öncelikle onun yayınlarını engellemeye kalkışıyor. m a m e n Kaldırmaya”, “Allaha, Dine, Peygambere, Kutsal Kitaba Hakarete”, “Laikliğe Aykırı Olarak”, bu bölümlerden bazıları... toplatılıp yargılanmıştır. 1990’ların başından günümüze ise Kürt Ulusal Hareketi’nin teorisini ve pratiğini konu edinen kitaplar anında yasak kapsamına giriveriyor. Türkiye’de kitap yasaklamalarında, sizi en çok şaşırtan olaylar neler oldu peki? Bazı duaların yasak olmasını öğrenmem oldukça şaşırtmıştı beni. Örneğin Karınca Duası, Çekirge Duası, Mevlidi Şerif, Kürtçe Mevlüt, Türkçe Mevlüt… Bir de, Bakanlar Kurulu’nun “Üzerinde güvercin resmi bulunan kartpostalların Türkiye’ye girmesi yasaktır” cümlesini görünce şaşırmıştım. Türkiye’nin en çok yasaklanan, yazdıklarından en çok “korkulan” yazarı kim peki? Komünist şair Nâzım Hikmet. 1929’dan 1931’e kadar birbiri peşi sıra yayınlanan 5 şiir kitabı “Halkı rejim aleyhine kışkırtmak” suçunu işlediği iddiasıyla yargılanmıştı. 1932’de yayınlanan “Gece Gelen Telgraf”ın akıbeti de aynı olmuştu. “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” ve “Sımavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı ” ise 1936’da Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılmıştı. Rejimin “korkup, çekindiği ” bir şairdi Nâzım Hikmet. Nedeni ise, sosyalist ajitasyon propaganda unsuru taşıyan şiirleri, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, birey birey, tabaka tabaka, zümre zümre, sınıf sınıf sosyalizmle tanıştırıyor, özellikle gençler için Her devirde yasak... Yasaklamalar tarihinde bugünle geçmişi kıyasladığınızda ne gibi sonuçlar ortaya çıkıyor? İlk yılların yasaklarıyla günümüzü kıyasladığımızda elbette epeyce bir mesafe kat edildiği görülüyor. Osmanlı’da yasak olan yayınlara el konulup Çemberlitaş’ta hamam külhanlarında yakılırken kimsenin sesi çıkmıyordu. Nasıl ki, 1933’te Kâzım Karabekir’in “İstiklâl Harbimizin Esasları” kitabı, kamyona doldurulup, Yeşilköy’de kireç ocağında yakılırken kimse bir şey diyemiyorduysa. Oysa ki; 1988’de Henry Miller’in “Oğlak Dönencesi” mahkum edilip zoralım ve imhasına karar verilince, 39 yayınevi bir araya gelerek ortak baskı yapıyor ve tüm yayıncılar beraat ediyordu. Günümüzde de kitaplar hakkında herhangi bir kovuşturmaya kalkışıldığında; yazarçevirmenyayıncı ve en önemlisi okuyucu ayağa kalkıp ses veriyor. Güvercin resimli kartpostal yasaktır! Türkiye’de en çok hangi dönemlerde, ne tür kitapların yasakları dikkat çekici boyutlara ulaşmış? Osmanlı mutlakiyetinin egemen olduğu yıllarla, Cumhuriyet’in tek partili dönemlerini, kitap yasaklarının önüne geçilemez boyutlara ulaştığı zamanlar olarak kabul etmek gerekir. Bir de tabii bu dönemlerin üzerine; 12 Mart, 12 Eylül gibi askeri darbe dönemlerini eklemeliyiz. Rejim, hangi ideoloji karşısına eylem olarak çıkıyorsa, onun yayınlarını öncelikle engellemeye çalışıyor. Normal sivil yıllarda yayımlanmış, hiçbir takibata uğramamış, Adalet Ağaoğlu’nun “Fikrimin İnce Gülü” ile Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya”sı 12 Eylül döneminde Sırada Kurtuluş Savaşı yıllarına ait filmlerin Türkiye’ye kazandırılması var İKSV’DE GÖREV DEĞİŞİKLİĞİ ? Sinema Genel Müdürü Erkul arşivin yenilendiğini belirterek Türk ve dünya sinemasının tarihine ışık tutacak bir “Ulusal Film Müzesi”nin çekirdeğini oluşturduklarını söyledi. Yurtdışındaki Osmanlı dönemi ve Kurtuluş Savaşı’na ait filmleri arşive almak için de çalışma başlatıldı. Bakanlık film arşivini yeniledi Dikmen Gürün Dikmen Gürün, bayrağı Leman Yılmaz’a devretti Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali’nin 1993 yılından bu yana direktörlüğünü yapan gazetemiz yazarı Dikmen Gürün, görevini 20052012 yılları arasında festivalin direktör yardımcılığını yürüten Leman Yılmaz’a devretti. Bundan sonra, tiyatro araştırmalarına ağırlık vermeyi düşünen ve festival direktörlüğünden kendi isteğiyle ayrılan Gürün, 2013’ten itibaren İKSV Sahne Sanatları Özel Projeler Danışmanı olacak ve İstanbul Tiyatro Festivali Danışma Kurulu’nda yer alacak. Gürün, direktör olarak çalıştığı yıllar içinde dünya festivalleri ve tiyatrolarıyla sürekliliği olan ilişkiler kurarak, festival kapsamında farklı açılımlara, ortak çalışmalara zemin hazırladı ve festivalin adının uluslararası arenada duyulmasını sağladı. Tiyatro üstüne lisans ve yüksek lisans eğitimini ABD’de tamamladıktan sonra doktorasını Ankara Üniversitesi Tiyatro Kürsüsü’nde yapan Gürün, İÜ Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde sekiz yıl bölüm başkanı olarak görev yaptıktan sonra 2008’de emekliye ayrıldı. Boğaziçi Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nden mezun olan Yılmaz, İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde doktorasını tamamladı. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Semaver Kumpanya, Tiyatro Ti olmak üzere çeşitli tiyatro topluluklarında koreograf ve oyuncu olarak yer aldı. Oyun metinleri çevirdi. Halen Beykent Üniversitesi Gösteri ve Sahne Sanatları Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, 1979’dan bu yana bünyesinde bulundurduğu film arşivini, haberimiz üzerine yeniledi. Yenilenen film arşivinde, Atatürk, Osmanlı padişahları Sultan Reşat Paşa ile Sultan Vahdettin ve eski başbakanlardan Adnan Menderes’in daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış görüntüleri de ortaya çıkarıldı. Bakanlık şimdi de Rusya ve Fransa’nın elinde bulunan Osmanlı dönemine ve Kurtuluş Savaşı’na ait filmler ile İsrail’in elinde olduğu tespit edilen Türk filmlerini de arşive almak için çalışma başlattı. Cumhuriyet, 21 Kasım 2012’de, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün, bünyesinde bulunan 10 bin filmlik arşivi “daha iyi koşullarda korunması ve hizmet verebilmesi” gerekçesiyle, Atatürk Kültür Merkezi’nden taşıdığını ve filmlerin depo gibi bir yerde gelişigüzel şekilde tutulduğunu duyurmuştu. Sinema Genel Müdürü Cem Erkul, arşivin 20 Aralık 2012’de tamamlanacağını ve bunu kamuoyu ile paylaşacaklarını dile getirmişti. Erkul, görüntülerin Mimar Sinan Üniversitesi’nce özel bir sistemle yenilendiğini aktararak “Arşiv olması gereken standartlara kavuştu. İklimlendirmesi ve muhafazası ona göre yapıldı. Filmlerin özel dolapları var. Atatürk’ün 1936 tarihli Meclis konuşması. Ayrıca filmlerin elektronik ortamda da takibi söz konusu olacak” dedi. Filmlerin ayrı ayrı künyesinin çıkarıldığını vurgulayan Erkul, tüm şahıslar ve kuruluşlar için film rezervasyonunun 14 Ocak tarihi itibarıyla yapılabileceğini söyledi. Bu arşivin, Türk ve dünya sinemasının tarihine ışık tutacak sinematografik objeler, fotoğraf ve belgelerin sergileneceği bir “Ulusal Film Müzesi”nin çekirdeğini oluşturduğunu aktaran Erkul, 2013 yılı bütçesinde bu arşive 5 milyon TL kaynak ayrıldığını, müzenin de 2015 yılı içerisinde tamamlanacağını kaydetti. Erkul, “arşivde bulunan seks filmleri”ne yönelik olarak da “Basın bunu 4 sene önce de gündeme getirmişti. Bu durum 1970’lerin Türk sinemasında Ulusal Film Müzesi açılacak yaşadığı acıklı bir durum. Özellikle seçilmiş bir şey değil. Arşivimizde bu tür filmler yok, ancak oluşturacağımız büyük Ulusal Film Müzesi’nde bu tür filmler de olacak. Çünkü o müzede Türkiye’de üretilen her türlü eser olacak” dedi. Erkul Türkiye ile ilgili her türlü görüntüye ulaşmak istediklerini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Örneğin Rusya’nın elinde Türkiye ile ilgili görüntüler var. Hem İstanbul görüntüleri hem de Kurtuluş Savaşı görüntüleri... Ekim Devrimi öncesinde çekilmiş görüntüler daha çok. İsraillilerin elinde de eski Türk filmlerinin olduğunu biliyoruz. Fransa, Almanya, ABD’de de çok ciddi Türkiye’ye ait arşiv görüntüler var. Bunlarla ilgili yasal düzenleme yapıyoruz. Söz konusu görüntüleri de arşivimize kazandıracağız.” Belgesel Günleri’nde ‘Bıyık’ ? Kültür Servisi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Beşiktaş Belediyesi ve Belgesel Sinemacılar Birliği’nin düzenlediği “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” etkinliğinin 4. sezonu, yönetmenliğini Belmin Söylemez’in üstlendiği “Bıyık” belgeseliyle devam ediyor. Belgesel erkeklerin gözünden erkekliği esprili bir şekilde sorguluyor. Belgeselin ardından düzenlenecek söyleşi bölümüne yönetmen Belmin Söylemez ve gazeteci Cüneyt Cebenoyan katılacak. ARKA ODA TOPLANTISI’NDA İSTANBUL EDEBİYATI DİZİSİNİN KONUĞU ERGÜLEN Aksanat’ta özel bir proje ? Kültür Servisi Akbank Sanat, özel bir projeye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Gazeteciyazar Kürşat Başar bu kez müzisyen kimliği ile Akbank Sanat’ın konuğu oluyor. “Bir Yazarla Piyanistin Buluşması” adıyla 15 Ocak’ta gerçekleştirilecek etkinlikte Kürşat Başar ve usta piyanist Burçin Büke, klasikten caza farklı müzik türlerini kendi tarzlarında yorumlayacak. ‘Mekânımız Edebiyat Olsun’ Kültür Servisi İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün (İAE) İstanbul araştırmalarına farklı bir boyut kazandırmak amacıyla düzenlediği, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine odaklanan Arka Oda Toplantıları’na, 2013’te, “İstanbul Edebiyatı” dizisiyle devam ediliyor. Şair Haydar Ergülen’in yönetimindeki ilk konferansın başlığı “Mekânımız Edebiyat Olsun”. 10 Ocak Perşembe günü saat 18.30’da Pera Müzesi Oditoryumu’nda gerçekleşecek konferansta Haydar Ergülen, Dr. Turgay Anar’la, “Mekândan Taşan Edebiyat Yeni Tür Edebiyatında Edebiyat Mahfilleri” adlı çalışmasından yola çıkarak, edebi hafızanın merkezi olan önemli mekânları konuşacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle