28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 OCAK 2013 PAZAR [email protected] 16 KÜLTÜR Amerikan avangard sinemasının ‘vaftiz babası’ Jonas Mekas’ın retrospektifi Londra’da 90’ında mutlu bir öncü HANDE EAGLE LONDRA Serpentine Gallery’ye vardığımda, gün ışınları çimenlerin üstünde oynaşıyor, bulutlar hızla geçip gidiyor gökyüzünün maviliğinde. Yaşam, Jonas Mekas’ın avangard filmlerindeki gibi, hem serginin hem de şehrin içinde. Hızla bölünerek geçiyor zaman. Tüm ışık, renkler, yıllar, Mekas’ın yaşamını ve yapıtlarını duvarlara yansıtıyor. 90 yılının 60’ını sinemaya, sanata, şiire adamış Mekas’ı bir sergiyle tanımak mümkün olmasa gerek. Yine de bu özel sergiyle onun tüm olumlu enerjisini, çalışkanlığını, üretkenliğini, zengin sanat anlayışını kavramak pek güç sayılmaz. Amerikan avangard sinemasının “vaftiz babası” olarak tanınan Mekas’ın yapıtlarının günümüz film endüstrisinin belirli bir rotayı izlemesine, popüler kültürün gelişmesine ve yaşamımızın bir parçası olmasına ön ayak olduğu söylenebilir. ? Kendi akımını yaşarken yaratmayı başarmış ender sanatçılardan biri Mekas. Jim Jarmusch, Martin Scorsese gibi yönetmenlerin esin kaynağı. Şimdi 90. yaşını yeni filmiyle kutluyor. alınmış ve basılmış kareler, fotoğraflar, posterler, eskiden yeniye kısa filmler, şiirler, yayımlanmış şiir kitapları bulunuyor. Mekas’ın kısa filmleri doğal olarak serginin ana gövdesini oluşturuyor. “The First 40” (2006), “365 Day Project” (2007), “To New York with Love” (2007) “A Few Things I Want to Share with You, My Paris Friends” (2009), sergide yer alan işlerden bazıları. Daha da heyecan verici olan bir çalışma ise Serpentine Gallery’de prömiyeri yapılan yeni Mekas filmi “Outtakes from the Life of a Happy Man” (2012). Mekas Serpentine Gallery için yaptığı sergi tanıtım videosunda kollarını açıp “Gelin tüm dostlar, enstalasyonlar, yeni filmim, mutlu bir adamın yaşantısından bölümler burada!” diyor. Hasta fillerin uyutulması kararını protesto etti Bardot da ‘Rus’ oluyor Kültür Servisi Gerard Depardieu’den sonra Brigitte Bardot da Rus yurttaşlığına geçme yolunda ama Depardieu gibi yüksek vergiler yüzünden değil. Sinemayı bıraktıktan sonra, uzun yıllardır kendi kurduğu bir hayvan hakları vakfı için çalışan Bardot, Lyon kentindeki bir mahkemenin tüberküloza yakalandıkları sanılan Baby ve Nepal adlı iki sirk filinin uyutulması kararı almasını protesto etmek amacıyla Rus yurttaşlığına geçebileceğini açıkladı. 1956’da Roger Vadim’in “Ve Allah Kadını Yarattı” adlı filmiyle üne erişmiş olan Bardot, “Eğer iktidarı ellerinde tutanlar filleri öldürmeye kalkışacak kadar korkak ve küstahsalar, o zaman ben de bir hayvan mezarlığı haline gelen bu ülkeden çıkıp gitmeye, Rus yurttaşlığı için başvuruda bulunmaya karar veriyorum” dedi. Yıllardır Fransa’nın “muhalif kişilikler”inden biri olan Bardot, yalnızca hayvan hakları konusunda değil, eşcinseller, göçmenler ve işsizlerin hakları konusundaki protestolarıyla tanınıyor. Bardot, Müslümanların kurban bayramlarında hayvan kesmelerine karşı gösterdiği duyarlıkla da biliniyor. Yapıtları gibi genç Kendi kendime soruyorum. Böylesine acımasız koşullara tanık olmuş olmak, yılmadan cesaretle üretmeye çalışmaya devam etmek, sonra da 90 yaşına gelip her şeye rağmen mutlu olmak gerçekten mümkün mü? Tüm anılara sahip çıkmak, tüm üzüntülerin arkasında durup karanlıktaki ışığı görmek gerçekten de bu kadar kolay mı? Böylesine gülümseyebilmek hayata, böylesine genç kalabilmek? Mekas’ın yapıtları da kendisi gibi genç kalabilmeyi başarmış. “To New York with Love” (2007) başlıklı filminin donuk karelerinden birinde şöyle yazıyor: “Güneşe bakıyorsunuz, sonra eve dönüyorsunuz ve çalışamıyorsunuz, tüm o ışıkla gebesiniz.” İşte Mekas’ın yapıtlarını izleyenler de böyle hissediyorlardır diye düşünüyorum: Onun işlerine bakıyorsunuz, sonra eve dönüyorsunuz ve çalışamıyorsunuz. Tüm o ışıkla, renkle, gölgeyle, aşkla gebesiniz. [email protected] Akımını yaşarken yarattı Mekas’ın yalnızca bir film yapımcısı olarak görmek yanlış olur. Kendi akımını yaşarken yaratmayı başarmış ender sanatçılardan biri o. Jim Jarmusch ve Martin Scorsese’nin yanı sıra Mike Figgis ve Harmony Korine gibi birçok sanatçı ve film yapımcısının esin kaynağı. Mekas, II. Dünya Savaşı’nın en acı dönemlerine tanık olmuş. 1944’te Litvanya’dan savaş yüzünden ayrılırken erkek kardeşi Adolfas’la yakalanıp Elmshorn çalışma kampında 8 ay tutsak kalmış. Ardından hem Kassel’de hem de Wiesbaden’de yurtsuzlar kampında yaşamış. 1949’da iki kardeşin New York’a, Brooklyn’e varmalarının üstünden daha iki hafta geçmemiş ki, Mekas borç Jonas Mekas 1971’de Litvanya’da... parayla ilk Bolex kamerasını satın almış. Bu ilk kamera belki de Mekas’ın yaşama tutunma yolu olarak görülebilir. 1962’de Film Maker’s Cooperative’i kuran Mekas, ertesi yıl, deneysel film yapımcısı Jack Smith’in “Flaming Creatures” başlıklı filmini gösterime soktuğu için müstehcenlik gerekçesiyle tutuklanmış. Yoktan yaratma sev dasıyla yanıp tutuşan Mekas 1964’te, sonradan Anthology Film Archives’a (dünyanın en geniş kapsamlı avangard film arşivlerinden biri) döneşecek olan Film Makers Cinematheque’i kurmuş. Yılmadan çalışmalarını sürdüren Mekas, bugün sinema endüstrisinin yenilmez devi olarak karşımızda. 90 yıl, dile kolay. “Jonas Mekas” başlıklı retrospektif sergide Mekas filmlerinden Hayko Cepkin Aşkın Izdırabını... (EMI) Alternatif dünyadan geleMarjinal mi popüler mi? İkirek magazin sayfalarına, Te sini kartopu oynatıyor Hayko. levolelere kadar direksiyon kı Hakkındaki belki de en büyük ran Hayko Cepkin, dördüncü çelişki bu. Güçlü ya da değil; çalışması “Aşkın Izdırabı Hayko’ya yorumcu demek danı…” albümünde, konuların ha doğru. Özellikle sözleri Ahen çetrefillisine, aşka el atıyor. met Selçuk İlkan’a ait Coşİlk dinleyişte yadırgatıcı. Sı kun Sabah şarkısı “Aşk Kitabı”na yaklaşımını radan aşk şarkıları sadece bu çerçedeğil; ezik, aciz, alvede ele almakta datılmış, hüsrana fayda var, kibarca. uğramış, yer yer salYer yer sokakta dırgan “hasta” bir “tutmayan eller, adamın ruh hali üzegörmeyen gözler” rine oturmuş hikâyediye mani okuyan ler bunlar. Dinledikçe dilencileri anımsatsa da içe işalışkanlık yapıyorlar, alışkanlık leyen tarzı olduğunu inkâr etsevgiye dahi dönüşüyor. “Aşkın Izdırabını…” en iyi Hayko memeli. Albümün adındaki üç noktayı sona değil başa koyalbümü olmasa da içinde “Pasa, içeriği ifade etme yolunda ranoya” ya da bir aldatılma hikâyesini sarkastik hale getiren daha iyi olacakmış; bir de ıstırap sözcüğünü doğru yazsa… “Boynuz Track” gibi etkileyici parçalar var. [email protected] Bo Ningen Line the Wall (Stolen Records) 2006’da Londra’da dört Japon öğrencinin kurduğu Bo Ningen, 2010 tarihli ilk albümünden sonra verdiği konserlerle kentin yeraltı kültüründe en iyi canlı performans grubu olarak sağlam bir ün edindi. 70’lerin progresif rock’ını saykedelik sound ve krautrock ile buluşturan epey gürültülü bir müzik yapıyorlar. Synthesizer’ların gitarlarla diyaloğu, aniden uzun sololara dönüşecek kadar sınırsız ve hesapsız. Kulaklarınızın içinde güçlü bir titreşim yaratan şarkıların sözleri Japonca. Herhangi bir anlam veremeseniz de yansıttığı enerji hissediliyor. Röportajlarında söylediklerine göre, grup üyeleri albümü kaydederken Çin Seddi’nin toplumları birbirinden ayırışını ve bir yerden diğerine uçarak gitme olasılıkları üzerine konuşuyorlarmış. Albümdeki 10 şarkının içinde iki tanesi, şaşırtıcı şekilde diğerlerinden ayrılıyor. Noise rock, saykedelick rock, art rock formları içinde ses duvarlarını zorlayıp melodik bir akıcılık içinde devam eden albümde 7. şarkı “Ten to Sen”de sular duruluyor. Sigur Ros’u andıran iç burkan bir sounda vokalist Taigen’in inlemelerinin yerine, bu defa dokunaklı sesi usulca eşlik ediyor. Kapanışı yapan “Natsu no Nioi” ise daha da yavaşlıyor ve neredeyse bir ninni gibi bitiyor albüm. www.zulalkalkandelen.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle