19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 OCAK 2013 SALI CUMHURİYET [email protected] SAYFA İSTANBUL FİLM FESTİVALİ ULUSAL YARIŞMA JÜRİ BAŞKANI KÜLTÜR 15 Filmler Ferdi Özbeğen Pirselimoğlu’na yaşamını yitirdi emanet SANATÇI 12 YILDIR KANSER TEDAVİSİ GÖRÜYORDU Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 30 Mart14 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 32. İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale Ulusal Yarışma jüri başkanlığını yönetmen ve yazar Tayfun Pirselimoğlu üstlenecek. Pirselimoğlu başkanlığındaki jüri, toplam dokuz dalda ödül verecek. En iyi filme 150 bin TL, en iyi yönetmene ise 50 bin TL ödül verilecek. En iyi kadın oyuncu ve en iyi erkek oyuncu ödülleri 10 biner TL olacak. Festivale katılım süresi ise 1 Şubat Cuma gününe kadar uzatıldı. Sinema kariyerine senaryo yazarlığı ile başlayan Pirselimoğlu, 2002 yılında çektiği ilk uzun metraj filmi “Hiçbiryerde” ile büyük beğeni kazandı. “Vicdan ve Ölüm” temalı üçlemesinin ilk filmi “Rıza” 2007, ikinci filmi “Pus” ise 2009’da izleyici ile buluştu. Üçlemenin son filmi “Saç”, 30. İstanbul Film Festivali’nin “Altın Lale Ulusal Yarışma”sında “En İyi Film” seçilmesinin yanı sıra, yönetmene “en iyi yönetmen” ve Nazan Kesal’a da “en iyi kadın oyuncu” ödüllerini getirdi. Sanatçının son kitabı “Harry Lime’in En Yeni Hayatları ya da Üçüncü Adam’a Övgü” ise okurlarla 2012’de buluştu. İstanbul Haber Servisi Uzun yıllardır kanser tedavisi gören ses sanatçısı Ferdi Özbeğen (72), kaldırıldığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Uzun süredir kanser tedavisi gören Özbeğen, solunum yetmezliği şikâyetiyle dün öğle saatlerinde Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınan Özbeğen’in doktorları dün yaptıkları açıklamada sanatçının hayati riskinin bulunduğunu belirtti. Doktorları sanatçının ‘solunum yetmezliği’nden değil, kanser hastalığı nedeniyle risk altında olduğunu açıklamışlardı. Bu açıklamaların ardından saat 21.45’te durumu ağırlaşan Özbeğen tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Özbeğen, geçen günlerde verdiği bir röportajda 12 yıldır kanserle mücadele ettiğini belirterek “Benimle aynı mücadeleyi verenlere birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum. Etraflarında pek çok kişi destek amaçlı şeyler söyleyebilir, hepsini dinlesinler ama dediklerini yapmasınlar. Sadece doktoru dinlesinler. Hastalıkları ile ilgili hiçbir şeyi başkalarıyla paylaşmasınlar” diyerek kanser hastalarına tavsiyelerinde bulunmuştu. 1941 yılında doğan Ferdi Özbeğen, 1965 yılında Hürriyet gazetesinin düzenlediği “Altın Mikrofon” yarışmasına katılarak müzik dünyasına da ilk adımı attı. Özbeğen, Altın Plak, Platin Plak ve Altın Piyano ödüllerini aldı. Özbeğen kimdir? JESSICA GALL, AKBANK SANAT’TA Cazın yeni yıldızı Alman müzik otoritelerince “cazın yeni yıldızı” olarak tanımlanan Jessica Gall, 31 Ocak’ta saat 20.00’de Akbank Sanat’a konuk oluyor. Türkiye’ye yaptığı bir seyahat sırasında piyanist Robert Matt ile yazdığı “Riviera” isimli şarkısıyla, aynı adı taşıyan albümü 2012 Ağustos ayında yayımlanan, kendine özgü vokal performansı ile dikkat çeken Jessica Gall, albümün dünya turnesi kapsamında müzikseverlerle buluşacak. Yaşamla ölüm gibi iç içe u Onun resimlerine dikkatle baktığımızda, zaman ve tarih açısından İstanbul’un ruhunun en önemli temsilcilerinden biri olduğunu fark ederiz. Uluç için İstanbul’un, İstanbul için de Uluç’un yaşamla ölüm kadar iç içe geçmiş olduklarını görürüz. ELFE ULUÇ Kızı Elfe Uluç, ölümünün 3. yılında Ömer Uluç’un İstanbul ile bütünleşmesini anlattı ‘Reyent Bölükbaşı Anısına’ Dostları, öğrencileri ve çocukları, geçen yıl aramızdan ayrılan Türkiye’nin en önemli çello sanatçılarından Reyent Bölükbaşı’nı anmak için yarın saat 20.00’de Borusan Müzik Evi’nde bir araya geliyor. MİAM işbirliğiyle Yelda Özgen’in düzenlediği “Reyent Bölükbaşı Anısına” başlıklı anma konseri Tuncel Kurtiz ve Ali Perret ile açılacak. Geceye katılacak isimler arasında Cihat Aşkın, Ayşem Bölükbaşı, Ege Bölükbaşı, İmer Demirer ve Reyent Bölükbaşı tarafından kurulan Violoncelli Dörtlüsü de bulunuyor. Ömer Uluç’un aramızdan ayrılışının 3. yılında “Ömer Uluç’un İstanbul’u” adlı bir anma günü hazırladık. Bu anma, onun kentlerden etkilenmesi ve o kentleri etkileyişi üzerine, biyografisindeki kronolojik sıralamaya göre devam ederek kentleri dolaşacak bir dizi toplantının ilki. Ömer Uluç’un resimlerine dikkatle baktığımızda, onun zaman ve tarih açısından İstanbul’un ruhunun en önemli temsilcilerinden biri olduğunu fark ederiz. Bunun en önemli örneği gözlerde saklıdır. İlk dönem resimlerine bakılırsa, figürlerde göz yoktur. Hz. Muhammet’in yüzünün resmedilemediğini biliriz. Gözler bir ruhun varlığını ve onun canlı olduğunu temsil eder. Onun deyişiyle, “Cansız bir şeye göz koyarsanız ondan bir put yapmış olursunuz.” Bu Müslümanlık için de Hıristiyanlık için de böyledir.   Ömer Uluç, sanatının başlangıcında, Hıristiyanlığın kutsal resimlerine karşı en büyük şiddetin gösterildiği yer olan eski Bizans İmparatorluğu’nun bugünkü mekânında, genç bir ressam olarak imgeleri bozmak istemiştir. Afrika’ya gidişi onu bir süreliğine İstanbul’dan koparmıştır. Afrika’da soyut ile figürasyon arasında uçurumlar görmeyen bir kültürde yaşadığından bu yana figüratif terimini kabul etmemeye başlar. Bu akademik kategorilerin, özgürlüğü için bir tehlike olduğunu düşünür. Resimlerine dikkatle bakarsak Ömer Uluç için İstanbul’un, İstanbul için de Ömer Uluç’un yaşamla ölüm kadar iç içe geçmiş olduklarını görürüz. Bu nedenle Ömer Uluç’u, İstanbul ile birlikte anmak istedik. Ömer Uluç için İstanbul “aralıkta olmak” demekti. İki çizgi arasında olmak, uyanıklıkla uyku, sanatla yaşam, iki dünya arasında hareket halinde devinmek. Bu öyle bir “aralık” ki ona “sanatçı aralığı” diyebiliriz. Dış etkiler arasındaki varlık, sanatçının ta kendisidir. Resimlerinde merkezdeki kişilik odur, resmin başkahramanı... Onun tablolarında “iki yaratığın merkezinde”, “bir kadınla bir çocuğun arasında” vb. isimler görülür. Bu arada olan kimdir, nedir? İstanbul’un coğrafyası gibi denizlerle çevrili olan sanatçının vücudu, denizaltılar, düşmanlar, âşıklar tarafından kuşatılmıştır. Kuşatılma korkusu Bizans’tan kalan bir korkudur. Denizaltı bazen bir insanın simgesidir. Yaklaşır, sinsice gözetler, ama kendisi görülmez. Uluç, İstanbul’u bir rüzgâr koridoru olarak tarif ederdi. O cereyanda kendinden geçmeyi, çarpılmayı, hareket etmeyi sevdi. Bir denizci gibi... Resim sanatının içinde denizciliğe çok benzeyen bir yan bulunduğu düşünülebilir. Sıvıyla yapılması, renklerle yoğun ilişkisi ve özel metaforlarıyla... İstanbul’un iki yakasının birbirine çok yakın olması ve Boğaz’ın bir ucunun açık denize uzanması, bu kentte tutsaklıkla özgürlüğü bir araya getirir. Ve tarihi doku... Uluç renklerini ve biçimini İstanbul denizinden, dalgalarından almış olmalı. Onun resmi, İstanbul olmasaydı başka bir resim olurdu. Toplantıda Ömer Uluç’un sergileri, resimleri ve söyleşilerinde İstanbul’un yer alışını anlatan bir film gösterisi olacak... Bu filmi izleyenler Aya İrini’nin asırlık taşlarının katmanlı dokusu ile Uluç’un fırçasının dokusu arasındaki akrabalığı görünce şaşırabilirler. Ya da Beylerbeyi Tüneli’nin tıpkı Ömer Uluç’un hortumlarından birine benzediğini fark edince. Bir sergi filmi, sergi mekânını da dışarıdan göstererek mekânla eserin ilişkisine ışık tutuyor. Beylerbeyi Tüneli bir Uluç hortumunun büyütülüp tünel olmuş hali gibi görünüyor. Tüm sergi bir tek eserin içine girmiş gibi. Makro ve mikro düzeyler birleşip son sergide bir yaşam özetini oluşturmuş. Sanatçı eserinin içine girmiş ya da eseri tarafından yutulmuş gibi. Kendi hortumunun, o saplantılı olarak tekrar ettiği yuvarlak hareketlerin, isminin O’sunun içine girip burayı mağara ressamı gibi tırnaklarıyla kazımış sanki. Son ve başlangıç bir arada. Mitolojisinin başı ve sonu iç içe. Ömer Uluç yeryüzüne doğadaki bir hortum içinde gelip yine bir hortumun içine karışarak ayrılmış. Belleğimizde bu doğa olayından anılar bırakarak. ANMA TOPLANTISI BEYOĞLU AKBANK SANAT’TA ‘Ömer Uluç’un İstanbul’u’ Kültür Servisi Çağdaş Türk sanatının önde gelen sanatçılarından Ömer Uluç’un aramızdan ayrılışının 3. yılında bugün bir anma etkinliği düzenliyor. Sanatçının kızı Elfe Uluç tarafından düzenlenen “Ömer Uluç’un İstanbul’u” başlıklı etkinlik saat 18.30’da Beyoğlu Akbank Sanat’ta. Anma toplantısına, İstanbul tarihi uzmanı John Freely, sanat eleştirmeni ve küratör Ali Artun, yazar ve çevirmen Sezer Duru, sanatçı Seza Paker konuşmacı olarak katılacaklar. ABD’de bulunan sanatçı Serkan Özkaya’nın konuşması ise gönderdiği videodan izlenebilecek. Elfe Uluç’un, toplantı için hazırladığı 17 dakikalık film 4 bölümden oluşuyor. “Eski Şehir” başlıklı ilk bölümde Ömer Uluç’un Bizans ve Osmanlı’ya dair çalışmalarından Levni, Buhari, Mimar Sinan Hamamı Yerleştirmesi, Osmanlı mezar taşları ile bazı resimleri, Bizans’la ilgili tabloları ve Aya İrini sergisinin videoları yer alıyor. “Yeni Şehir” adlı ikinci bölüm, Boğaz peyzajları, denizaltılar, tankerler, vapurlar, yalılar, Büyükada, Beyoğlu, Vapurların Seyri ve Beylerbeyi sergisini kapsıyor. Üçüncü bölümde sanatçının İstanbul’la ilgili söyleşileri yer alırken, son bölümde Uluç’un “Aralıkta Gidip Gelmeler” sergisinin ana fikrini film diline aktarma denemesi niteliğinde bir video çalışması sunuluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle