19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 OCAK 2013 SALI CUMHURİYET SAYFA Telefonda “Yine de üzülme Hocam!” dedim.. Profesör İlber Ortaylı, yanan kitaplarına yanıyor: Piyasadan bulunup yerine konulacak şeyler değildi ki!.. Bu da kitap bağışlayacaklara ders olsun! Nasıl? Başbakan Akbulut’un bir zamanlar verdiği ders!” Anlamadım! Zamanaşımına uğrayan evrak ve dosyaların SEKA’ya gönderilmesi için Akbulut’tan izin istemişler.. Eee? O da, “Bu devletin işi belli olmaz. Siz yine mi? “En büyük güvenYangın mı, Vurgun mu?.. ceGerekçe devlettir!” de hepsinden birer fotokopi alın” demiş! HHH Bundan sonra üniversitelere kitap bağışlayacaklar da önce birer fotokopi almalılar.. Akbulut için uydurulan fıkraların kaynağı aslında devletin sergilediği zavallı manzaradır. Örnek ibadullah! Her trajik olayda yenisi sergileniyor. Kamuya ait yapıların, kütüphanelerin, müzelerinin hiçbir güvencesi Yani.. Ananı yakan devlet.. Kimi kime sigortalacaksın.. Haydarpaşa Garı da, Galatasaray Üniversitesi de sırada ne varsa.. Yandığı ile kaldı; kalıyor. O sinirli ve sinirli itfaiyecinin söylediği gibi.. “Ne bağırıyorsunuz ya!.. Arsayı kurtardık ya!” Evet, bazı arsalar en tarihi yapılardan daha değerli.. Bakış açısı bu.. Yangınların nedeni de bu! 13 Kavramlar Her Şey Arapçada bir nokta “göz”ü “kör” edebiliyor. “R” harfinin üzerine nokta koyunca “z” oluyor. “Milli” sözcüğü Türkçeleşirken “ulusal” ve “ulusalcılık” doğdu.. CHP’liler, “ulusal”a “ulusalcılık”a yöneldi.. Yurtseverliğin “cılkını” çıkarmak isteyenlere de gün doğdu. Başbakan da ne yazık ki sürünün başını çekiyor... Türkçeleştirmeye sıcak bakmıyor. “Elif’i çatlatarak, ayın’ı patlatarak” telaffuzundan belli oluyor. Ama, Arapçanın tam hakkını vermek işine gelmiyor. PKK lideri ile “silah bırakma” görüşmesi yürütüyor. Ama nedense, “mütareke” yerine “müzakere” diyor. Oysa Arapça zengin bir dil. “Silahların terki görüşülüyorsa...” Sürecin adını korkmadan söylemek gerek! “Mütareke!” Başbakan yoksa, sonunda “terk” olmayacak diye mi düşünüyor? İktidar Sahipliği!.. İlginç bir aşamaya geldik. Başbakan Erdoğan, cezaevindeki komutanlar, muvazzaf subaylar nedeniyle terörle mücadelede zorluk çekildiğini söyledi. “Terörle mücadele etmek için onlara ihtiyacımız var, ama oralara gönderilecek subayımız kalmadı” dedi. Orduda moral bozukluğunu, bunun yenilir yutulur bir şey olmadığını açıkladı... Vay canına! Önce bir saptama yapalım... Dünyada ordusu bu hale düşürülen bir başka ülke olabilir mi? Mahkemeler, terör örgütü üyelerini gizli tanık olarak ciddiye alır, terörle mücadele edenleri mahkum ettirmeye yönelebilir mi? Casus dediğin özel bir insan, her orduda rastlasan tek tük. Nasıl oluyor da bir ülkenin ordusunun üst düzey komutanları ve subayları arasından onlarca casus çıkıyor? Nasıl oluyor da üst düzey komutanların katıldığı 200 kişilik bir seminer, darbe planlaması sayılıyor? Nasıl oluyor da bu komutanların yargılandığı davalarda lehteki deliller saklanıyor; bağımsız kuruluşların, üniversitelerin sahte ve düzmece olduğunu kanıtladığı belgelerle insanların hayatları karartılıyor? Bu subaylar bir gemide toplanıp nasıl oluyor da temin edilecek ot ve ilaçların, ayarlanacak kadınların, Latin dansları edilen barların listelerini yapıyor ve bunları tutanak altına alıyor. Ciddiyet istenmeli! En önemlisi iktidar koltuğunda oturan bir Başbakan, yukarıdaki saptamaları yapıyor ve toplum bu manzaraya nasıl seyirci kalıyor, irdelenmelidir Her ne kadar Erdoğan bu saptamaları yaparken yargıya ayar vermek niyetinde olmadığını söylese de... Yargının bağımsızlığı, dün olduğu gibi hele bugün tartışılır olmaktan çıkmış, Başbakan’ın saptamaları da göz önüne alınırsa, toplumun algısında da ayrı bir çerçeveye oturmuştur... HHH Başbakan Erdoğan’ın bu değerlendirmelerinin çeşitli açıklamaları olabilir. Ancak her şeyden önce Erdoğan’ın bugün yakındığı tablo, AKP iktidarının eseridir. Özel yetkili mahkemelerin, kurulmasından başlayarak ilgili davalar bitene kadar görevlerini sürdürmesi AKP iktidarının çıkardığı yasalarla sağlanmaktadır. Nitekim yasama yetkisini elinde bulunduran Meclis, isterse yeni düzenlemelerle Başbakan’ın yakındığı tabloyu ortadan kaldırabilir. Bugün ülkede iktidar aslında küreselleşmecilerin kurduğu, cemaatin desteklediği, Milli Görüş gömleğini bırakıp yeni rollere soyunanların koalisyonudur. Kısaca bugün yaşadığımız süreç iktidar bileşenlerinin eliyle oluşturulmuştur... HHH Başka bir açıdan bakılırsa söz konusu saptamaları yapan Başbakan’ın tümüyle iktidar sahibi olmadığı sonucu da çıkabilir. Bu da doğal olarak Erdoğan cemaat gerilimiyle ilgili tartışmaları çağrıştırır. MİT Müsteşarı’nın özel yetkili savcılarca ifadeye çağrılmasını, Erdoğan’ın “Bana bağlı olan müsteşarımı alırsanız ben durmam. Ha, alacaksanız beni alın” demesini akla getirir. Erdoğan’ın odasında böcek bulunmasını anımsatır... Her iktidar, içinde barındırdığı çatışmalar ve onun üstünde uzlaşılarla yaşamını sürdürür. Anlaşılıyor ki on yıllık dönemin ardından bir ayrışma yaşanıyor, koalisyonda çeşitli çatlaklar oluşuyor. Buna karşın muhalefetin içinde bulunduğu durum yadırgatıcıdır. Koşullar çok uygun olmasına, iktidar zafiyeti doğmasına karşın CHP kendi derdine düşmüş, düşürülmüştür. Asıl mesele Türkiye’nin geleceğidir. Yugoslavya’yı parçalayan, Ortadoğu’da sahte baharlar yaratan emperyalizmin bu konudaki niyeti bilmece değildir. ABD Dışişleri Bakanı’nın da söylediği gibi BOP, Türkiye dahil 24 ülkeyle doğrudan ilgilidir. Ulusalcılık, ulus devlet, milliyetçilik tartışmalarının altında, gelecekteki hesaplar ve yapılanmalar yatıyor. Cumhuriyetin felsefesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün perspektifindeki Türk ulusu kavramı, hiçbir zaman etnik ayrımcılığı, etnik kökenlerin, halkların diğerine üstünlüğünü göstermez. Bu kavramı faşistlikle, kafatasçılıkla suçlamak emperyalizmin tezgâhıdır. Soldan bakılırsa da bu kavram üstünden hareket eden Latin Amerika’daki antiemperyalist siyasal hareketleri, halkçı iktidarları ve önderlerini, örneğin Venezuela’da Chavez’i faşistlikle, ırkçılık ve kafatasçılıkla suçlamaya götürür ki, bu en azından gülünçtür... yok. Daha da elim ve vahimi... Cumhurbaşkanı’ndan bakanına devletteki milyonluk lüks makam araçlarının da sigortası, kaskosu yok. Çünkü devlet yönetiminde “sigortalama” uygulaması yok. Adaletin Şerri Başbakan, (terörle mücadele eden) komutanların hapse atılmasına çok üzülmüş. “Subayımız kalmadı, böyle şey olmaz... (Org. Başbuğ’u kastederek) Hele Genelkurmay Başkanı’nı kalkar da bu şekilde değerlendirirsen bütün moralleri altüst eder!” diyor... Tayyip Bey endişesinde haklı.. Keşke sözlerinde de samimi olsaydı.. Ve MİT Müsteşarı gibi, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’u da “adaletin şerrinden” koruyabilseydi. Ama nedense yapmadı. Belli ki, “MİT Müsteşarı ne de olsa gariban ve aslen bir astsub ay. Kendisini koruyamaz... Başbuğ, koskoca orgeneral, hem de Genelkurmay Başkanı! Nasıl olsa kendini korur” diye düşündü. Yani Tayyip Bey de CHP’li Süheyl Batum gibi yanıldı: “Ordu, kâğıttan kaplanmış!” sürü yapan Tayyip Bey, Putin’in ki çobandır!” diyor. da rın şla ba kulağına eğilmiş: İktidar partisinin gücü e “Bizi Şanghay Beşlisi’n şındaki çobandan ba alın. AB’den çıkalım!” kaynaklanıyor.. Bunu bizzat kendisi Bunu herkes görüyor, açıkladı. biliyor. Ama CHP’liler ise kimseden çıt çıkmadı! sabah akşam, Türkiye “Yeterince güçlü değiliz!” Cumhuriyeti’nin diye yakınıyor.. dış politikası, ’ın an Kusur ak Başb “başımızdaki kulağa fısıltı çobanda” da ile ayaküstü diyenler var.. ve tek başına bir iği ett Ama koyun, icra hele de sürü etkinlik haline olmayı ise çok geldiyse... şükür, kabul Siyaset ve i res ida t devle eden yok. üş sürü etkinliğine dönüşm e sürüp giden P’d CH demektir. kaynağı da bu! ın ılar ınt sık unları Bir Rus atasözü, “Koy Meee... Sigortasız Devlet! Yazın ormanlar, kışın tarihi yapılar kül olup gidiyor. Yanmadan önce kimse korkmuyor Korku, yandıktan sonra başlıyor: Ya otel yapılırsa.. Yapılacak elbet! Milleti uyutmaya bayılan bir iktidarın otel merakı hem çok doğal hem de tutarlı bir siyasettir.. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Hava Kasvetli ve Ağır… Bu ülkede yaşamak artık kırıcı, utanç verici, kahredici… Boş yere “İçim Parçalanıyor” diye sergi açmamışım! Silivri’de yaşadığımız sahneler, oralarda tutsak kalan “Demokrasi nöbetçilerimiz”in kulağımda yankılanan sözleri, yazdıkları mektuplar, hepsi her an durmadan beynimin içinde alarm sinyalleri vererek yanıp sönüyor. Cumartesi günü “Fatih Hilmioğlu’na Özgürlük” çağrısı yapan dernek, platform ve sivil toplum kuruluşlarıyla beraber yağmur altında yürüdük, haykırdık, konuştuk. Hani artık direkt olarak “işkence” yapılmıyor ya… Onun yerine, insanlar susuz, tedavisiz, doktorsuz bırakılarak, maddimanevi, uzun ve farklı ileri demokrasi işkencelerine maruz bırakılıyorlar. Prof. Fatih Hilmioğlu’nun kansere dönüşen rahatsızlığı sinsice ilerlerken, onu kaderiyle başbaşa bırakıp, tam teşekküllü bir hastanede tedavisine yeşil ışık yakmayanlar, bu ağır vebalin altına giriyorlar. Beni kahreden bir diğer nokta ise Tuncay Özkan’ın sağlık durumu hakkında duyduğumuz üzücü haberler. Kilo kaybı, halsizlik… Ama buna karşın tabii ki ödünsüz, dimdik ayakta süren onurlu bir mücadele! Hukukla, insanlıkla ilişkisi kalmamışların, zulüm konusunda buldukları yeni metot “su bazlı”. Burada Balbay ve Özkan’ın açıklamasını tekrar size sunuyorum: “Silivri’de günde 5 taksitte 9 saat verilen su toplam 10 dakikaya düştü. Artık günde kişi başına 200 litre soğuk, 50 litre sıcak su verilecek. 2 dakikada banyo, çamaşır, bulaşık işini halledeceğiz. Yönetim bunu ‘artık 24 saat sıcaksoğuk su veriliyor’ gibi duyurmaya hazırlanıyor! Eskiden haftada üç kez toplam 6 saat verilen sıcak su, şimdi günde 2 dakikaya düştü. Kalabalık koğuşlarda günlük su hakkı öğle olmadan bitiyor. Silivri’de susuz kış yaşanıyor. Bu işkencedir, zulümdür.” TSK artık başsız bir gövde gibi. Bu noktalara taşınırken, kendisinin ne hatası vardıyoktu tartışmasını artık tarihe bırakıyorum. Olay o noktaya geldi ki, her gün savaş çağrıları yapan Başbakanımız bile, komutansız kalan orduların trajik durumunu nihayet gördü ve “acil demokrasi”(!) çağrısında bulunup “Terörle mücadele için gönderecek komutan bulamıyoruz” diye açık açık medyada, yargının akıl almaz, mantığa sığmaz karar ve uygulamalarından yakınmaya başladı! Bütün bunlara karşı, içeride tutulanlardan yürekli bir Deniz Kurmay Albay’nın, Ümit Metin’in, birkaç ay önce bana yazdığı mektuptan bölümlerle başbaşa bırakıyorum sizleri: “Ben Ümit Metin olarak devletime ve milletime gecemi gündüzümü ayırt etmeden yıllarımı verdim. Başarılı, cumhuriyet değerlerine bağlı bir subay olduğum için burada hapiste bulunuyorum. Ama biliyorum ki ülkem için ben okyanusta bir kum tanesi gibiyim. Canım vatanıma, ulusuma feda olsun. Askerlik mesleğine başlarken canımı bu vatan uğruna gözümü bile kırpmadan feda edeceğime yemin ettim. Beni verdikleri ceza ile korkutamazlar; 16 yıl değil, 160 yıl ceza verseler Atatürk’ün yolundan bir adım geri atmam. Benim üzüldüğüm husus, gözümün önünde yandaş medya aracılığıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılması, başarılı subayların, general ve amirallerin tutuklanarak tasfiye edilmesi ve buna aynı yöntemlerle devam edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zayıflatılması, Türk adaletinin bu ve benzeri davalarla yok edilmesidir. Komutanlarımızın bu gerçeği görmeyip, görevlerine hiçbir şey olmamış gibi devam etmelerini anlamam çok zor. Umarım ne yaptıklarını biliyor ve ülkemizin nereye gittiğini görüyorlardır. Burada yazdıklarım yanlış anlaşılmasın. Ben onlardan siyaset yapmalarını değil, her komutandan görevi olan personelini ve TSK’yi korumalarını istiyorum. Masum personelini çetelere yem etmemelerini ve TSK’nin yıpratılmasını ve zayıflatılmasını önlemelerini istiyorum.” İşte böyle sevgili “aydınlar”. Tabii ki tüm gazeteciler, Hrant Dink ve Pınar Selek davaları son derece önemli. Ama benzer hukuk mağduriyetlerine uğramış subaylarınızın durumunu görmezden gelirseniz, aydınlığın değil karanlığın parçası olursunuz… Sevgili ülkem, dış basına göre ekonominin harika gittiği bir ileri demokrasi ülkesinde bir eli yağda bir eli balda yaşıyor! Otelinin odasında televizyonlarımızda süren Amerikan usulü eğlence ve yarışma programlarını izleyen, AVM’lerimizi gezen bir yabancı gazeteci, şu sözlerimize ne kadar inanır, siz düşünün artık! HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1/ Keten 1 tohumu. 2/ 2 İlkel benlik... Y a h u d i 3 İspanyolcası. 4 3/ Hoş kokulu 5 meyveleri anason gibi 6 yemeklerde 7 ve kimi 8 içkilerde tat verici olarak 9 kullanılan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 otsu bir bitki... Ses. 4/ Gemide 1 M E D İ K A L A yelkenlerin 2 O B Ü S K A A T açılması. 5/ 3 B R K A S S U Kütahya’nın 4 B E B E R U H İ Simav ilçesinde 5 İ H A L E A L A bir kaplıca... R Lityum elementinin 6 N E M E S İ S A N T U F A simgesi. 6/ Japon 7 G lirik dramı... 8 E K S A D A K Sofrada kullanılan 9 A N O M İ A Y A sahan altlığı. 7/ Bir nota... Çaresiz, umarsız. 8/ Argoda uygun, elverişli yer ya da duruma verilen ad... Bir resmi, sulandırılmış renklerle boyama ya da gölgeleme biçimi. 9/ Korumak, himaye etmek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yabani ıspanak... Tavlada “üç” sayısı. 2/ Büyük erkek kardeş... İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasından Karadeniz’e açıldığı yerde, Bizans döneminden kalma bir kale. 3/ Sanı... Hitit. 4/ Bir toplulukta çalışan insanların her biri... Utanç duyma. 5/ Yapağıdan elde edilerek eczacılıkta ve parfümeride kullanılan, sarımtırak renkte bir yağ. 6/ Fiyat... Özellikle Ay’ı çevreleyen ışık halkası. 7/ İlgi eki... Samsun’un bir ilçesi. 8/ Çıplak vücut resmi... Ek. 9/ On dört dizeden oluşan bir Batı şiir türü... Bir meyve. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle