19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 OCAK 2013 ÇARŞAMBA Evinden çıktıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hasan Gülünay’ın eşi Birsen Gülünay: Kemiklerinin bulunmasına bile razıyız; bir mezar taşı olsun, orada olduğunu bilelim. Kemiklerine bile razıyım SİBEL BAHÇETEPE HABERLER CUMHURİYET SAYFA 7 Temmuz 1992’de gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan Hasan Gülünay’ın eşi Birsen Gülünay, tek isteğinin eşinin kemikleri dahi olsa bulunması olduğunu belirterek “20 yıldır hiçbir haber alamadık. Kemiklerinin bulunmasına bile razıyız; bir mezar taşı olsun, orada olduğunu bilelim” dedi. Gözaltında kaybedilen ve katledilenlerin faillerinin ortaya çıkıp yargılanması gerektiğini vurgulayan Gülünay, “Babam kanlı 1 Mayıs 1977’de Taksim’de öldü, eşim de gözaltında kaybedildi. Çocuk yaşta yetim, genç yaşta da dul kaldım. Hiçbir suç cezasız kalmamalı” dedi. İstanbul Sirkeci’de arzuhalcilik yapan Hasan Gülünay, TKP/ML TİKKO operasyonu kapsamında arandığı 1992 yılından bu yana kayıp. Tarabyaüstü’nde oturan Hasan Gülünay’ın bir sabah işe gitmek için evden çıktığını ve kendisinden bir daha haber alamadıklarını anlatan eşi Gülünay, eşinin nerede, kim tarafından, 20 nasıl gözaltına alındığının bilinmediğini söyledi. Gülünay, “O gece ağabeyim bizde misafirdi. Eşim, sabah kalkıp kahvaltısını yapmış ve beni uyandırmadan evden çıkmıştı. O gün ne giymişti, onu bile bilmiyorum” dedi. Eşinin yazıhanesine de uğramadığını, kaybolmanın ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurduklarını anlatan Gülünay, savcılığa yaptığı başvuruyla eşinin TKP/ML TİKKO davasından arandığını öğrendiklerini anlattı. Günlerce eşini aradıklarını dile getiren Gülünay, Gayrettepe Terörle Mücadele Şubesi’ne gittiklerinde de Hasan Gülünay adında birinin gözaltına alınmadığının kendilerine söylendiğini dile getirdi. Gülünay, eşinin ağabeyinin Susurluk kazasında ölen İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ile görüştüğünü, Kocadağ’ın da “Hasan Gülünay yaşıyor. İşkenceden geçmiş, yaralarının iyileşmesini bekliyorlar, düzelince çıkacak” dediğini, bu açıklamaların basına yansımasının ardından eşinin ağabeyinin evinin polis tarafından basıldığını, konuşmaması için tehdit edildiğini iddia etti. Eşinin gözaltındayken son kez sesini aynı sırada gözaltında tutulan Erol Çam’ın duyduğunu kaydeden Gülünay, “Erol Çam’la serbest bırakıldıktan sonra görüştük. Eşimin ‘Beni gözaltında kaybetmeye çalışıyorlar’ diye bağırdığını bize söyledi” dedi. 1992’de gözaltında kaybedilen Ayhan Efeoğlu’nun bulunması için Silivri’de yapılan kazı çalışmalarında bulunan kemik parçalarıyla ilgili de Gülünay “Kemikler, insana ait kemikler mi, yoksa hayvana ait kemikler mi onu Adli Tıp Kurumu’ndan çıkan sonuca göre takip edeceğiz. Çıkan sonuca göre DNA testi için biz de savcılığa başvuruda bulunacağız. O kemikler insan kemiklerine aitse, o alanda yapılacak kazı çalışmalarında bizzat bulunmak isteriz. Belki Efeoğlu ile birlikte o bölgede geniş çaplı inceleme yapılır. Artık Hasan’ın yaşadığına dair herhangi bir umudum kalmadı.” Soruşturmasının yıllardır sürmesine karşın dosyanın zamanaşımına uğratıldığını söyleyen Avukat Gül Altay, itiraz ettiklerini belirterek “İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurduk. Tanıkların ifadelerine karşın savcılık bu tanıkların dinlenmesi konusunda hiçbir işlem yapmamıştır. Zamanaşımı kararı devletin gözaltında kayıplarla ilgili tutumunu gösterir” dedi. Söylenenler ve Gerçekler TARTIŞACAK konumuz ve sorunumuz kalmamış gibi, şimdi de “Ay’a gidiş”i tartışmaktayız. Yok, Jules Verne’in “Ay’ın Çevresi” romanını değil, Atatürk’ün bir sözü söyleyip söylemediğinin tartışılması. Karşı sayfadaki köşe komşumuz Emre Kongar dayanamamış, dünkü sütununda bu konuyu ele almış ve Atatürk’ün bir sözü çevresinde koparılmış fırtınayı kitaplarla, belgelerle ve mektuplarla anlatmaya çalışmış: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu vaktiyle “İnsanoğlu 2000 yılından önce Ay’a gidecektir” dedi mi demedi mi ya da aynen böyle olmasa da buna benzer bazı sözler etti mi? Konu bu. Eskişehir’in Büyükşehir Belediyesi Sabancı Uzay Evi’nin bir yerinde okunmuş sözlerden Dr. Jale Nur Süllü’nün “Türk Havacılık Kronolojisi”ndeki satırlarla Stuart Kline’ın kitap ve mektuplarındaki alıntılardan Turgut Özakman’ın açıklamalarına varıncaya kadar “öyle dedi demedi; Ay lafı etti etmedi” türünden lehte aleyhte bir yığın kanıt ortaya sürülmüş, ciddi Emre Kongar da, ne yapsın, Atatürk’ün “Bundan sonra insanlığın hizmetine girecek en büyük gelişmeler havacılık alanında olacaktır; hatta gün gelecek insanoğlu uzaya gidecek, başka dünyalara gidecek, Ay’ı ve benzeri gezegenleri bile fethedecektir, işte bu çağdaş savaşlar da göklerde üstün olan uluslar tarafından kazanılacaktır” sözlerine tutunarak çıkmış işin içinden. y’dan söz etmedi diye konunun özünü bırakıp ayrıntılı çekişmelerin peşinden mi gitseydi? Belki, yazının o sütunu meşgul etmesi, yani doğrusu işgal etmesi de böyle nafile çabaların anlamsızlığını göstermek içindi herhalde. aten aynı sayfadaki “haber”ler de “yargı bıraktı, koca öldürdü; önüne geleni bıçakladı; anne ve çocukları katledildi; ölüm peşini bir türlü bırakmadı; anneye 60 bıçak darbesi” başlıklarıyla, asıl tartışılması ve üzerinde kafa yorulması gereken ve gitgide bozulan sosyal yapımızın “hali pürmelâli”ni başka açıklama istemeyen, yeterince açıklıkla sergilemiş olmuyor muydu? Umut otobüsü yeniden yola çıkmalı SİBEL BAHÇETEPE Kayıp oğluna ömrünü adadı K Türkiye’de her gün genç, çocuk, yaşlı çok sayıda insan çeşitli nedenlerden kayboluyor. Bazıları bulunurken, bazılarından aradan yıllar geçse de ne bir haber alınıyor ne bir ize rastlanıyor. Kayıp vakalarının en çok olduğu İstanbul’da her yıl 9 bin çocuk, yani her bir saatte bir çocuk kaybolurken, bu rakamların yetişkinlerde 4 bine kadar ulaştığı belirtiliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 20082011 yılları arasında kaybolan çocuk sayısının 27 bini geçtiği belirtiliyor. Kayıp yakınları, devletin kendilerini unutmaması gerektiğini belirterek “Maddi olanaksızlıklar nedeniyle depoda bekleyen, kayıplarımızın fotoğraflarının bulunduğu Umut Otobüsü’müzün yeniden yollara çıkmasını, TBMM Kayıp Çocuklar Komisyonu’nun çalışmalarına ağırlık vermesini, gerek kayıpları önleme, gerekse kayıp sonrasında arama çalışmalarının yeterli düzeyde olmasını istiyoruz” dediler. Devlet bizi unutmasın Nisan 1994’te Şişli İzzetpaşa Mahallesi’ndeki evinden tuhafiyeye çıkan ve bir daha kendisinden haber alınamayan 8 yaşındaki Ebru Gönül’ün annesi Feride Gönül “Mahallemizdeki tuhafiyeden çok istediği kareli bir kot pantolonu almıştım, onu değiştirmek için çıktı. Gittikten 510 dakika sonra içime öyle bir acı düştü ki o acıyı anlatmam mümkün değil ve bir daha geriye dönmedi” dedi. 15 yıldan bu yana kızından bir haber alamadığını anlatan Gönül, psikolojisinin bozulduğunu, gözüne uyku girmediğini söyledi ve “Televizyona, gazetelere çok çıktım. Asılsız ihbarlar geldi. Ne bir düşmanımız vardı, ne bir tehdit aldık” dedi. 21 ve 14 yaşında bir oğlunun olduğunu, kızı kaybolduktan sonra dünyaya gelen oğluna “Umut” adını verdiklerini, umutlarını hiçbir zaman yitir 13 mediklerini anlatan anne Gönül, şunları söyledi: “Kendi çabamızla hiçbir şey olmuyor. Benim çocuğum kayboldu, başka Ebrular kaybolmasın. Yıllardır soruyorum kendi kendime ‘kızıma n’oldu?’ Kızım çok akıllıydı kaybolacak bir çocuk değildi. YAKAD’ın ‘Umut otobüsü’ yeniden yola çıkmalı. Bizim aşımız, ekmeğimiz umut. Devlet bizim elimizden tutarsa çok şeyler başaracağız, kayıplar bulunacak. Ben kızımın ölmüş olmasına da, bir kemiğinin bulunmasına bile razıyım. Yaşasaydı 22 yaşında olacaktı.” Ateşin içinde olsa ğdırlı olan ve Zeytinburnu’nda yaşayan Sarıcan ailesinin oğlu Caner Sarıcan ise 1991 Mart ayından bu yana kayıp. Emniyette bekçilik yapan baba Celal Sarıcan, gözyaşları içinde oğlunun nasıl kaybolduğunu anlattı. Sabah işe giden oğlunun, akşam eve dönmediğini mesaiye kalmış olabileceklerini düşündüklerini ifade eden baba Sarıcan “Akşam yemek yerken kapı çaldı. Gelenler alt sokağımızda oturan ve eroin, esrar gibi KURTARIRIM I işlerle uğraşan komşularımızdı. ‘Caner gelmedi mi?’ diye sordular. Sonra da ‘Caner, bizim çocuklarla Eminönü’nde birlikte balık tutmaya gitmiş, orada denize düşmüş’ dediler. Ben de ‘Ne zaman düştü’ dedim. ‘Sabah 8’de’ dediler. Oğlumun sabah 9’da evden çıktığını bunun olamayacağını söyledim” dedi. Baba Sarıcan, “TV programlarına çok çıktık. 1 yıl aradan sonra bir telefon geldi ‘Baba televizyonlara çıkmayın, ben geleceğim’ dedi ve ‘Gelen var’ dedi telefonu kapadı. 10 dakika sonra yine aradı, ‘Annemin de sesini duymak istiyorum’ dedi, annesiyle konuştu. Eşim kahretti, kanser oldu ve öldü. 12 yıl sonra oğlumun Almanya’da terör örgütüne katıldığını söylediler. Şimdi de hiç haber alamıyorum. Deseler ki ateşin içinde, gider ateşin içine girer oğlumu oradan alırım.” ayıp oğlunu bulabilmek için yollara düşen ve 1994 yılında İstanbul Fatih’te Yakınlarını Kaybetmiş Aileler Derneği’ni (YAKAD) kuran İsmet Özbilici de oğlunu kaybetmiş ve yıllarca izini aramış babalardan yalnızca biri. 7 yıl oğlunu arayan ve ömrü bulmaya yetmeyen babanın bu görevini ise şimdilerde oğlu Zafer Özbilici devam ettiriyor. Özbilici, otistik olan ağabeyi 23 yaşındaki Abdülhamit Özbilici’yi en son 6 Eylül 1992 yılında Fatih’teki evlerinin önünden ticari taksiye bindirilirken görüldüğünü, o günden bu yana da bir haber alamadıklarını belirterek “Babam İsmet Özbilici o günden sonra binlerce el ilanı bastırarak bütün Türkiye’yi şehir şehir, köy köy, kapı kapı dolaştı. Bir yıl sonra kardeşimiz Özgür, ağabeyimi beklerken pencerenin yanındaki yatakta ölü bulundu. Babam yaşanılan bu olayların üzerine kendini kayıplara adadı ve ne yazık ki ağabeyimi bulamadan 1999 yılında yaşamını yitirdi” dedi. A Z Genel yayın yönetmeni oldu Taraf’ta Oral Çalışlar dönemi Haber Merkezi Taraf gazetesinde Ahmet Altan’ın 14 Aralık’taki istifasıyla boşalan genel yayın yönetmenliğine gazeteciyazar Oral Çalışlar geldi. Gazetenin sahibi Başar Arslan, Taraf Genel Yayın Yönetmenliği için halen Radikal ve Agos gazetelerinde yazan Oral Çalışlar’la anlaştı. Anlaşmayı doğrulayan Çalışlar, Radikal yönetimi ve Doğan medya grubu yönetimiyle vedalaşmaya hazırlanıyor. Çalışlar’ın, Taraf’taki görevine 1 Şubat 2013’te başlayacağı bildirildi. Dolandıran bile çıktı A İstanbul Fatih’te 1992 yılında okuldan çıktıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan kızı 8 yaşındaki Serpil Şimşek’i bulmak için yollara düşen baba Erdal Şimşek ise diğer kayıp yakınlarına göre şanslı. Şimşek, “Eşimden ayrılmıştım ve kızımın velayeti bendeydi. Kaybolduktan sonra sokak sokak dolaştım. Kızım kaybolduktan sonra kendimi kayıp insanlara adadım ve o günden sonra 1718 kayıp insanı bulup aileleriyle bir araya getirdim. Duyarlı bir vatandaş 1996’da ihbarda bulundu. Kızımı eski eşim kaçırmış ve okula dahi gitmesini engellemişti. Gelin, derneğimizi görün, acılarımıza ortak olun. ” İstanbul’da düzenlenen “Kayıp çocuklar sorunu” konulu panelde konuşan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü Dr. Murat Koçak, kayıp çocuk sayısının her yıl arttığına dikkat çekerek “Bu artışa dur demeliyiz. Kayıp çocukların yüzde 97’si evden kaçan çocuklar” dedi. Koçak, vakalarda ilk 24 saatin, kaçırılan çocuklar için ise ilk 3 saatin çok önemli olduğunu ve zaman geçtikçe çocukların suça karışma ihtimallerinin de arttığını söyledi. 29 Mayıs 2009’da Muş’un Bulanık ilçesinde gündüz vakti, sokakta arkadaşlarıyla oynayan 12 yaşındakı Nurullah Daşkın’ı bir daha gören olmadı. Ağabeyi Özgür Daşkın, “Sokakta oynarken arkadaşlarına ‘Ben çarşıya gidiyorum gelen var mı?’ diye sormuş. 2 arkadaşı çarşı girişinde iki adamla konuşurken görmüşler. Arkadaşları, kardeşime ‘Gel eve gidelim’ demişler. O adamlar da ‘Sen git, biz onu bırakacağız’ demişler. Arkadaşları da amcası sanmışlar” diye anlattı. Ağabey Daşkın,“Çok ihbar telefonu geldi ama hepsi asılsız çıktı. Annem ilaçlarla ayakta duruyor. Bir gün bulacağımıza inanıyoruz” diye konuştu. BİR GÜN GELECEK ğabeyinin kaybolduğu yıllarda karakollarda kayıplarla ilgili özel birimlerin olmadığını, derneğin kurulmasının ardından emniyetin içinde kayıp bürolarının kurulduğunu anımsatan Özbilici, “Benim ağabeyim cinayet işleseydi cinayet masası, hırsızlık yapsaydı hırsızlık masasınca aranırdı. Ama kayıplarla ilgili o dönemde bir büro yoktu. Hatta Gayrettepe’de yalnızca bir polis memuru bu işler için görevlendirilmişti. Kayıplar dosyalanıyordu ve rafa kaldırılıyordu, aranmıyordu” dedi. Aramalar sırasında bazı kişilerce dolandırıldıklarını, suiistimale uğradıklarını anlatan Özbilici, YAKAD’ın kurulmasının ardından toplumun bu konuya ilgisini çektiklerini, seslerini duyurabildiklerini anlattı. Maddi zorluklar nedeniyle birçok etkinliği artık yapamadıklarını söyleyen Özbilici, destek beklediklerini söyledi. Refiye Yılmaz’a organ nakli ‘Nakil gerekli raporum var’ Haber Merkezi Milyonda bir görülen Gardner Sendromu hastalığıyla yaşam savaşı veren Tekirdağlı 23 yaşındaki Refiye Yılmaz, “Nakle gerek yok” açıklamalarına tepki gösterdi. Yılmaz, aynı zamanda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ameliyatını gerçekleştiren doktoru Emre Balık’ın ‘nakil gereklidir’ diye rapor verdiğini söyledi. Açıklamalara tepki gösteren baba Mustafa Yılmaz ise “Organ nakline ihtiyaç yok diyen doktorun elimizde ‘Nakil olması uygundur’ raporu var” dedi. Bu gelişmelerin ardından Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun Refiye Yılmaz için acil olarak toplanacağı öğrenildi. Refiye’nin durumu ile ilgili toplantıda, konunun uzmanı doktorlar ve aynı zamanda Refiye’nin doktoru da bulunacak ve tıbbi olarak yapılabilecekler tartışılacak. Bu arada Yılmaz için başlatılan yardım kampanyalarının durdurulduğu bildirildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle