28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 EYLÜL 2012 CUMA 16 Bu açıklama, iktidarın “Oslo suçu”nu affa uğratır mı? Elbette hayır! Çünkü ciddi ülkelerde iktidarların halkı kandırması da, yalan söylemesi de “terörle müzakere kadar” ağır bir suçtur. CHP Sözcüsü Haluk Koç, elindeki Oslo belgelerini sallayarak günlerdir bunu anlatmaya çalışıyor. CHP’nin koşulu “PKK silah bırakacaksa”dır. PKK bunca cinayetten sonra, silahı neden, nasıl ve hangi koşullarla bırakır ki? “Silah bırakmak” diplomatik, teknik ve askeri bir sözcük. Eski dildeki karşılığı “mütareke”! “Karşılıklı olarak terk etmekbırakışmak! ” anlamına geliyor. Ancak PKK silah “bırakmayı” değil “bırakışmayı” savunuyor. Haklı. Madem masaya oturuldu. Şartlar da eşitlenmeli. PKK’nin açık adı “Kürdistan İşçi Partisi”… Batılı diplomatik, resmi, gayri HP lideri Kılıçdaroğlu dün “PKK silah bırakacaksa, C Oslo’ya devam” dedi. resmi metinlerde bu adıyla anılıyor. Zaten PKK de kendisini “siyasi parti” olarak tanımlıyor. Tüzüğü, programı ve işleyişi de böyle. BDP ile “gönül birliği”ni “eşbaşkanlık” gibi makamlarla yürütmesiyse herhalde PKK’nin “siyasi parti olma iradesi”nin bir başka belirtisidir. İşaretidir. PKK’nin karşısına bugüne dek hep “Türk Silahlı Kuvvetleri” dikildi. PKK belli ki bir siyasal parti olduğuna inandığı için karşısında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni görmek istiyor. Bunu fiilen gerçekleştirmenin yolu “Türk Silahlı Kuvvetleri”nin devre dışı bırakılması. Silivri süreci ve Balyoz gibi operasyonlarla bunun ilk adımları atıldı. bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır. (…..) Tutuşup kül olan ocaklarından, Hudutlarda gaza bayraklarından, Alnına ışıklar vuranlarındır... Ardına bakmadan yollara düşen, Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan, Huduttan hududa yol bulup koşan, Cepheden cepheyi soranlarındır.” Artık bu şiirin yerine başka bir şiir gerekecek. Onu da artık ya İçişleri Bakanımız İdris Naim Bey besteleyecek ya da sıfır sorun bakanımız Davutoğlu Bey. Çünkü artık “Hudutları sıradağlar gibi beklemek” üzere yeni bir sivil teşkilat kuruluyor. Sınırları artık Mehmetçik değil, “Sınır Güvenliği Teşkilatı Personeli” bekleyecek! Şaka değil. Yasası Meclis’e çoktan sevk edildi bile. Sırada, Göç İdaresi Teşkilatı Yasası var. Sayın bakan son 15 yılda ülkemizde 800 binin üzerinde yasadışı göçmen yakalandığını, böyle bir teşkilatın şart olduğunu açıklamıştı. (18.04.2012) Bu sayıya elbette PKK’liler ile Suriyeliler dahil değil! Paralı askerlik sistemi. Polislerin askerlikten muaf tutulması. Emniyet kadrolarının Hava ve Deniz Kuvvetleri mevcuduna ulaşması. Şimdi de Sınır Güvenliği ile Göç İdaresi Teşkilatı. Ustalık döneminin eserleri bir başka oluyor. Bütün bunlar “Masada eşit müzakere şartları sağlansın diye!” ??? Masa derken... Türkiye’de masa da tasa da çok. Önemli olan masada eşitlik. Oslo’da PKK ile olmadı. Brüksel’de AB var. GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT Yasa ile Masa ile İşlevsizleşmek PKK’ye karşı deneyim kazanmış kurmay komuta kadroları “infaza eşit tutukluluk düzeni” sayesinde devre dışı bırakıldı. Geriye TSK’nin “operasyonel işlevi”ni daraltmak kaldı. Bu da yolda!!! Dünyada orduların ilk işlevi, hatta en temel işlevi ülkenin sınırlarının bekçiliğidir. Bu işlevi en çok Tayyip Erdoğan’ın okuduğu “Bu Vatan Kimin?” şiiri dile getirmiştir: “Bu vatan, toprağın kara Medyada Şovenizm İktidarların sesi medya da denebilir. Geri kalmış bütün ülkelerde olduğu gibi bizde de toplumsal refleksler hep iktidarlardan yana çalışır. Kim iktidar ise hemen ondan yana vaziyet alınır. İster yaradılış teorisine göre, isterse doğal gelişim sürecine göre bilimsel olarak kabul edilsin, bütün insanlar eşit sayılır. İnsanlığın ayrışması birincisi dinle, ikincisi millet kavramlarıyla başlar. Bizdenonlardan diye de vurgulanır. İkinci grup ayrışma ise insanların üretim araçlarının sahipliğine ve üretimdeki konumuna göre değişir. İkinci bakış sol yani sınıfsal bakıştır. Ülkemizdeki medyanın, kendini iki şey sanan, gazete köşelerini ve ekranları fiilen işgal etmiş mensuplarının bakışı ırkçılık üzerinden, din soslu bir duruştur. Ve bunlar her dönemde hep haklıdır ve tasvip görürler. Görüntüde hep onlar olduğu için de, kamuoyu oluşumunu da onlar sağlar. Onların kıblesi hep çıkar ilişkilerine göre belirlenir. Çoğunlukla, iktidardan yana oldukları için yüzleri kızarmadan çok rahat yalan da söylerler. Şimdi askeri rejimlere karşı çıkan sahtekâr kahramanlar, 12 Eylülcüleri aklamak için, o günlerde yalan yazıyorlardı. Oğuzhan Müftüoğlu’nun kitabından bir alıntıyla, askeri cezaevinde geçiyor olay. “Gazeteci, Melih Pekdemir’e ‘Oğuzhan sen misin’ diye sordu. Yok dedi Melih beni gösterdi. Yanıma gelerek benimle konuşuyor gibi yaparak fotoğraf çektirip gitti. Ertesi günlerde bizimle çektirdiği fotoğraf gazetenin birinci sayfasında yayımlandı. ‘Avrupa’da öldüğü iddia edilen sanıklarla yazarımız……… cezaevinde görüştü. Yani gayet iyiler ölmemişler!’ Büyük bir gazetecilik başarısı! Aynı kişi ‘Daha öncesinde de, Mamak Cezaevi’nin tutuklular için bir cennet olduğunu, sağcıların solcuların barıştığını, birlikte mesut bir biçimde hayatlarını sürdürdüklerini anlattığı bir yazı dizisi hazırlamıştı. 12 Eylül’den sonra yapılmış en alçakça yayındı.’ ’’ İşte ülkemizdeki medyayı bunlar yönetiyor, olayları bunlar aktarıyor kamuoyuna. Bugün adamlıktan nasibini almış herkesin canını acıtan 50 bin kişinin öldüğü bir savaş devam ediyor. Daha önce AKP demokrasi getirecek, büyük atılımlaraçılımlar yaparak Kürt sorununu çözecek diye görüş bildirdi bu etkili abiler. Ve AKP’yi açıktan desteklediler. Bu işlerin hep askerler yüzünden çıktığını ve onların sahneden çekilmesi gerektiği gazını verdiler. Bu gazla kendilerini tutamayan AKP iktidarı, yoklayarak, yavaş yavaş generalleri hapse atmaya başladı. Eski Genelkurmay başkanını bile darbeci diye içeri attılar. Artık ordu sahneden çekilmişti, Kürt sorununu çözeceklerdi, ama savaş daha da hızlandı. Yalaka medya muktedirleri, şoven, inkârcı, ırkçı, bir siyasi iklim yarattılar. Yani demem o ki, eskiden antikomünizm vardı, Ecevit bile komünist idi; solcuları yok etmek, sağcılar için bir ibadet sayılıyordu. Onun yerini şimdi ırkçılık, şovenizm aldı. Siyasilerin beceriksizliği ve çapsızlığı yüzünden öldürülen fukara çocukları, şehitlik gazı verilerek yok ediliyor. Amerika’da ikiz kuleler vuruldu binlerce insan öldü, ama hiç cenaze görüntüsü olmadı ve tören yapılmadı. Bizimkiler ise tabuların başında sıraya girip şehitler ölmez vatan bölünmez sloganları atıp fukara çocuklarını toprağa verip hayatlarına nerde kalmıştık diye devam ediyorlar. Ama o çocuklar ölüyor; az kaldı, vatan da bölünüyor. Canımız çok acıyor, ama ülkemiz gibi köşeler ve ekranlar da işgal altında. Eskiden her şey Allah’tandı, şimdi Amerika’dan. Masa da tasa da çok Bu vatan kimin? illetin gözünü gazeteci mi açabilir, M milletvekili mi? Bu soruyu akademik dünya şöyle tartışıyor: Gazeteci mi Siyasetçi mi? Bu girizgâh niye? Alımlı çalımlı diye dudak büzen, göz süzen her taze, eline bir mikrofon verip kamera karşısına geçiyor. Yeni medya düzeni böyle. Gazetecilik deneyimi, birikim, mesleki yetenek, kavrayış, analiz yeteneği, en can alıcı soruyu sorabilme feraseti, cesareti… Bunlara rastlamak artık kolay değil. TV’ler büzülen, süzülen güzel yüzlerle dolu ama seyrek de olsa arada istisnalara da şans tanınıyor. CNN Aykırı Sorular’da Enver Aysever, yandaş olmadan da etkin gazetecilik yapılabileceğinin örneğini sunuyor. “4 Taraf” arasında sıkışmaktan kurtulmanın gizli sevinciyle olmalı, açık sözlü, vicdanlı, insaflı yansız tarafsız ve saygısızlık yapmadan, can sıkmadan da sorular sorulabileceğinin örneğini veriyor. HaberTurk’te Zafer Arapkirli her sabah ga Demokrasinin iyi işlemesinde medya mı daha etkilidir, siyasetçi mi? “Tezgâhın” iki yanında uzun süre bulunmuş birisinin vereceği yanıt bellidir: Vatandaşın gözünü açarsa medya açar. Uyutursa da siyasetçi ile medya birlikte uyutur. Ama bu konuda en büyük yardım (ve yataklık) da medyadan gelir. Gazeteci işini iyi yapmazsa milletvekili milletin gözünü yine açar ama sadece el sıkmaya girdiği kahvehanelerdeki milletin gözünü açar. Ona da 50 milyon seçmenli bir ülkede mecal yetmez. zete özetleri verirken kuru kuruya manşet okumuyor. “Göz açan gazetecilik” örnekleri de sunuyor. Haberlere kafasından ortak bir başlık çıkarıyor. 1. sayfa haberlerinden yeni manşetler üretiyor: Örneğin “Tarihe takmanın patolojisinden” söz ediyor. Bu bir tür “kuşa bak!” siyaseti! 19 yıl sonra 8. Cumhurbaşkanı’nın mezarı, 32 yıl sonra 7. Cumhurbaşkanı Evren’in dosyası, 51 yıl sonra Menderes’in mezarına ilk ziyaret! 9. cumhurbaşkanı konuştu: 20 yıl terörle uğraştım! ??? Tarihle yüzleşmeyi abartmak böyle oluyor; gazeteciliği de biraz abartsak keşke. ‘Kanuni Esasi’den Silivri’ye MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Faks: 0216 355 31 78 C MY B C MY B İslam ülkeleri arasında Batılı anlamda ve yazılı bir “anayasa”yı ilk kez “Osmanlı Devleti”nin ortaya koyduğu kabul edilir. “1876”da; günümüzden “136” yıl önce ilan edilen bu anayasa “Kanuni Esasi” adıyla anılır. Ardından gelense, “Ulusal Kurtuluş Savaşı” yıllarının anayasası sayılan “Teşkilatı Esasiye Kanunu”dur (1921). Cumhuriyetin ilanından hemen sonraki “Teşkilatı Esasiye Kanunu” da “1924” tarihidir. “27 Mayıs 1960 Devrimi”nin, “1961 Anayasası” da böylece “4.” anayasamızı oluşturur. Günümüzde geçerli olan da “1982 Anayasası”dır. Bilindiği gibi “6.” anayasa çalışmaları da sürmektedir. Demek ki, 1876’dan 1982’ye dek “106” yılda “5” anayasa yapmışız; “TC Devleti Anayasası” olarak da, 1924 ’ten 1982’ye dek geçen “58” yılda da “3” anayasamız olmuş. İlk anayasa yapılması sürecine girildiğinde, İstanbul basınında Halife Sultan Abdülaziz’e açık bir “mektup” yayınlanır. Mektupta: “Anayasalı bir devlet rejimi” için “üniversal gerçekliği olan bir rejim”dir denmiş, ardından da: “Her ülke için meşru devlet şekli budur. Bundan ötürü bir ‘İslam Devleti’ ya da bir ‘Hıristiyan Devleti’ diye bir şey yoktur. (...) Çünkü ‘din’in alanı sadece ‘maneviyat’ alanıdır. Bir ülkenin ‘kanun’larını belirleyen ‘din’ değildir. ‘Din’ eğer ebedi gerçeklerin ifadesi olmaktan çıkarılarak ‘dünya işleri’ne karıştırılırsa, hem ‘kendini’ hem de ‘halk’ı yıkan bir ‘güç’ durumuna getirilmiş olur!” denmektedir (*) “145” yıl önce “7 Mart 1867” günü yayımlanan bu ünlü mektup; yapılacak anayasanın ülke aydınlarınca, bu doğrultuda olmasının istendiğini hem Padişah’a hem de “halk”a duyurmak için yazılıp, basılmıştı. Bugün bu metin “6.” anayasayı yapmaya kalkışan iktidar partisi “AKP” ve başı R.T. Erdoğan’ın, “145 yıl” öncesine ait anayasa anlayışına ne denli uzak olduğunu da gözler önüne sermektedir. Dahası “89 yıllık”, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”, “AKP” iktidarıyla birlikte ABD’nin isteği üzerine artık bir “Ilımlı İslam Devleti”dir. Oysa “Osmanlı Devleti” yaşadığı “700 yıl” boyunca “Osmanlı İslam Devleti” olarak ne yazılmış ne de anılmıştı; üstelik “400 yıl”lık süreçte tüm “İslamın Hamisi” bir “halifesultan” yönetiminde olmasına karşın. “1876”da ilan edilen “Kanuni Esasi”; Padişah’a yazılan bu ünlü mektuptaki anlayış doğrultusunda olamazdı; bu “şeriat” temelli bir “anayasa”ydı; “dev let”in “din”inden de söz ediliyordu. Ayrıca Kanuni Esasi’de “darbe” konusu da ele alınmıştı. “Madde 92” de, “darbeci”lerin yargılanacağı mahkemenin “Divanı Âli” günümüzün Anayasa Mahkemesi olduğu belirtilir. 2. Abdülhamit, “119” maddeden oluşan Kanuni Esasi’yi kabul edip uygulayacağına “söz vererek” tahta çıkmıştı. Gerçekte onu, yasanın yalnızca bu “92.” maddesi ilgilendiriyordu. Çünkü kendisine karşı olduğunu sandığı kişilerin, “darbe” yapabileceğini düşündüğü aydınların, askerlerin, siyasilerin yargılanacağı yolu açıyordu bu madde; onları yargılayabilecekti. Kuşkusuz “Divanı Âli”de değil; Adalet Bakanı’nın eliyle oluşturduğu “özel” bir “mahkeme”de aynı günümüzdeki gibi “Özel Görevli Mahkeme”de... Abdülhamit, Başbakan R.T. Erdoğan’ın bu mahkemenin “savcı”sı olduğunu ilan etmesi gibi bir söylemde bulunmasa da, “savcı”lar da, “yargıç”lar da “özel”dir. Ayrıca Abdülhamit, anayasa yürürlükteyken bu yargılamayı yapmaz; günümüzdeki “anayasa”yı “hiç”e saymak, “çiğneyip geçmek” yöntemini de kullanmaz; ama “askı”ya alır; dahası “ne olur ne olmaz!” düşüncesiyle de olsa “halkın tepkisi”ni göz önünde tutar, sanıkları sürgüne gönderen gemiyi iki gün bekletir. Eh! Bu konuda günümüz “halk”ında bir “kıpırdama” var diyebiliriz. Silivri duruşmalarını birkaç yüz kişi izliyor... Ayrıca, Abdülhamit’in bu “Özel Görevli Mahkemesi” davayı; sanıkları Silivri zindanlarında olduğu gibi Topkapı zindanlarında “tutsak” ederek ancak “vicdansız” kişilerin yapabileceği bir “işkence” uygulamasıyla “yıllarca, yıllarca” sürdürmedi... “Yıldız Mahkemesi”nde “hukuk, adalet yoktu” diyebiliriz ama bu tür bir “işkence” vardı diyemeyiz. Demek ki, “dava”yı yürüten Adalet Bakanı dönemin ünlü hukukçusu Cevdet Paşa, yargılamayı yapan “yargıç”lar, iddianameyi hazırlayan “savcı”lar, böyle bir “işkence” yapılmasını onaylayacak kertede “vicdan”larını, “insanlık”larını yitirmemişlerdi. Gerçekten de insanları “Suçumu söyleyin bana!” diye haykırtarak, yıllarca, ikiüç yıl değil “beş yıl”; yüzlerce, yüzlerce gün (1800) zindanda tutulması yetmiyormuş gibi, duruşmalara çıkmalarının bir “soluk” almalarının önlenmesi ne kertede “insanlığa” uygun düşer ki... (*) N. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınevi, 1973 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Üçgen. 2/ 21 yaşın altındaki oyunculardan oluşan spor takımları için kullanılan sözcük... Şiddetli belirtilerle başlayıp kısa sürede ağırlaşan hastalıklar için kullanılan sözcük. 3/ Denizde kullanılan halka biçiminde cankurtaran... Çocukların oyun için kazdıkları ufak çukur. 4/ Toplum içindeki davranışlarda izlenecek yol... Halk dilinde ayrana verilen ad. 5/ Artma, çoğalma. 6/ Bir nota... Eskiden Karagöz oynatılan kahvelere verilen ad. 7/ Baş çoban... Manisa’nın bir ilçesi. 8/ Heybe, yaygı, kuşak, yastık gibi şeylerin yapımında kullanılan bir dokuma türü... Her yanı suyla çevrili kara parçası. 9/ Eski Türklerde bir babanın taşınmaz mallarının mirasçısı olan en küçük oğul... Tarla sınırı. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Kaynatılarak 1 koyulaştırılmış, baharat ve şe 2 kerle karışık şu 3 rup. 2/ Afri4 ka’nın güney ucundaki bur 5 nun adı... “Ara 6 ma Kurtarma 7 Timi”nin kısa yazılışı. 3/ İnce 8 bulgur... Halk 9 dilinde babanın 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kız kardeşine verilen ad. 4/ Bir kitap ya da 1 F A H R İ Y E A defterin kime ait oldu 2 A L A K O T A N ğunu belirtmek için 3 N A R K O M A N İ üzerlerine konan kü 4 D İ F A N A EM çük kâğıt... Bir renk. 5/ 5 A Y R A EM İ İlerleme, gelişme. 6/ 6 N E B İ A Z İ Z Lantan elementinin 7 G E D E B İ M simgesi... Bedeni boy8 O F S E T N Ü nuzsu bir zırhla kaplı D E N K olan ve top gibi yuvar 9 B İ S lanabilen bir hayvan. 7/ Tecrübeli, usta... Al ile kır arası bir at rengi. 8/ Yiyeceklere ekşilik vermek için kullanılan bir tür baharat... Kadastro haritalarında parseller topluluğu. 9/ Boş, içinde kimse bulunmayan... En kısa zaman süresi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle