15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 EYLÜL 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 16 Mart katliamı 12 Eylül darbesinin gerçekleştiği sabah terör olayları birdenbire kesildi OLGUNLAŞMA stanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 16 Mart 1978 günü bombalı ve silahlı saldırı sonucu 7 öğrenci öldü, 41 öğrenci de yaralandı. Saldırının yapılacağı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1. sınıf öğrencilerinden bir istihbaratçı tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bilgi notu olarak iletilmesine rağmen hiçbir önlem alınmadı ve saldırı gerçekleşti. Terör nedeniyle o günlerde üniversitelerde sağ ve sol görüşlü öğrenciler olası bir saldırıya karşı okulu toplu halde terk etmekteydiler. Polis eşliğinde gerçekleşen okul çıkışına 16 Mart günü öğrencilere eşlik etmesi gereken polisler başka yere gönderilmiş, yerine de Reşat Altay’ın yönetiminde başka bir ekip görevlendirilmişti. Öğrenciler okulun yan kapısından çıkmak için o yöne doğru hareket ettiğinde polisler onları ana kapıdan çıkmaya zorlarlar. Öğrencileri çıkmaya zorlayan Reşat Altay yönetimindeki polisler öğrencileri dışarı çıkartırken kendileri bahçeden dışarıya adım atmazlar. Dış kapıdaki görevli polisler de o sıra kapının karşısında toplanmış ve “Beyazıt komünistlere mezar olacak” sloganları atan ülkücü öğrencilerin olduğu grubun yanına gider. Böylece korumasız kalan öğrencilerin üzerine önce bomba atılır, ardından da ateş açılır. Saldırı sonrası Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerinden Cemil Sönmez, Baki Öz, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl ve Turan Ören yaşamını yitirir. Saldırganların arkasından koşmak isteyen polisleri Reşat Altay’ın engellediği görgü tanıkları tarafından iddia edildi. Bombayı atan ülkücü Zülküf İsot da olaydan günler sonra başka bir ülkücü tarafından öldürülür. Olayın failleri arasında dönemin ÜGD ikinci başkanı Abdullah Çatlı’nın da bulunduğu söylenir. Olaydan sonra Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, Mehmet Gül, Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksay ile Sıddık Polat gözaltına alınır. 1978 yılında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma başlatır. On beş ay süren yargılama sonrasında Sıddık Polat 11 yıl hapis cezasına mahkum edilirken diğer sanıklar delil yetersizliğinden beraat eder. Polat da 1982 yılında Askeri Yargıtay tarafından aynı gerekçeyle serbest bırakılır. Saldırıya uğrayan öğrencilerden Cem Alptekin’in girişimleri sonucu 1988 yılında yeniden açılan dava 2008 yılında zamanaşımına uğratılarak düşer. Benim Adamım Bir ülkede, seçilmiş olsun, atanmış olsun, yöneticilerin yaptığı hataları eleştirmek medyanın en başta gelen görevi. Hatta dünyanın pek çok yerinde, çok basit, sıradan hatalar için bile belli makamlarda oturan insanların istifası istenir ve çoğu zaman da bu istifalar gerçekleşir. Bizde durum biraz farklı. Geçmişte, kamu görevlilerinin sorumlu olduğu hatalar yapıldığı zaman başbakanlar, bakanlar çıkıp “Böyle yaparsak görev yapacak insan kalmaz” gibi açıklamalarda bulunurlardı. İşkence yapan polisler bile bu savunmayla temize çıkardı. Şimdi durum iyice karmaşıklaştı. Hükümet, daha birkaç yıl öncesine kadar özellikle Silahlı Kuvvetler’le ilgili konularda medyadan bile erken davranıyor, onları kıyasıya eleştiriyor, hatta bazı baskınlarda kendi askerini suçlayabilecek imalarda bulunuyordu. ??? Geçmişteki açıklamalar, tek tek kişilerle değil de onların temsil ettiği makamlarla ilgiliydi. Bildiğiniz gibi klasik olarak, “Bilmem kimi eleştirmek önemli değil, ama bu nedenle o makam yıpratılıyor” türünden açıklamalar alışılmıştı. Şimdi durum değişti. Başbakan, ister MİT Başkanı olsun, ister Genelkurmay Başkanı, ister ÖSYM Başkanı, ister Ulaştırma Bakanı, hemen savunmaya geçiyor. Gerçekte, bu kişilerin sorumluluğunda olan kurumlarla ilgili bir olay, bir yanlışlık olmuşsa onlardan bunun hesabını sorması gerekirken onlara sahip çıkıyor. Türkiye’de böylesine büyük hatalar yapan insanların yerine gelecek değerde başka kimse yok mu? Elbette var. O zaman neden yöneticiler bu hatalarda direnir, kendileri getirdi diye bu kadroları böylesine sahiplenir ve bütün hataların sorumluluğunu üstlenir, anlamak zor. ??? Kendi göreve getirmediği ya da bir nedenle kendisine karşı olduğunu düşündüğü insanları, kuşku nedeniyle bile emekliye sevk eden, hapse atan bir yönetimin, inanılmaz olayların sorumlusu olmakla birlikte bunların nedenini bile açıklayamayan kişileri savunması biraz garip. Sonuç olarak ülkenin bugününü veya geleceğini etkileyen kararları alan, bunları uygulayan kişiler Başbakan’a karşı sorumlu olabilirler ama asıl sorumlulukları topluma karşıdır. Demokratik ve şeffaf toplum, özellikle bu tür görevlerde bulunan kişilerin bırakın görev kusurlarını, kişisel kusurları hakkında bile en ağır eleştirilerin yapılabildiği topluma denir. Benim adamım iyidir, her ne yaparsa yapsın arkasındayım, senin adamın kötüdür, en iyisini de yapsa karşı çıkarım anlayışı geri kalmış toplumlara aittir. İ için 2 bin ölü MİYASE İLKNUR 12 Eylül darbesinin gerçekleştiği sabahtan itibaren terör olayları birdenbire kesildi. Artık sokaklarda kimseler öldürülmüyor, insanlar bugün evime sağ dönebilecek miyim kaygısı olmaksızın işlerine, okullarına gidip gelebiliyorlardı. Terör korkusunun yerini gözaltına alınma ve işkence görme korkusu aldı. İşkence bizim kadim sorgulama yöntemimizdi gerçi. Ama 12 Eylül, kendine özel işkence yöntemleri geliştirmişti. Terör olaylarında yitirdiğimiz kadar olmasa da artık cezaevlerindeki ölümler sayılamaz olmuştu. Peki nasıl oluyordu da terör olayları birdenbire bıçak gibi kesiliveriyordu. Sıkıyönetimse, darbeden önce de vardı. Yetkiler ise sıkıyönetim olan illerde sınırsız bir şekilde tanınmıştı askere. Oysa MHP’nin ve askerin, koro halinde sıkıyönetim istemesine rağmen sıkıyö netimin ilan edilmesinden sonra terör olayları tırmanmış, bu olaylarda yaşamını yitirenlerin sayısı beşe, ona katlanmıştı. Yoksa sıkıyönetim, terör olaylarını önlemek değil de ABD’nin Sovyetler’le arasına bir tampon bölge oluşturulması için mi istenmişti? Bunun için mi kontrgerillanın operasyonları ile kitle sel katliamlar devreye sokulmuştu? Sıkıyönetim isteklerine karşı direnen Ecevit hükümeti 111 kişinin katledildiği Kahramanmaraş katliamından sonra sıkıyönetim ilan etmek zorunda bırakıldı. Sıkıyönetim ilan edilen 13 ilde, sıkıyönetimin ilan edildiği 26 Aralık 1978 tarihinden 12 Eylül 1989 darbesine kadar 20 ayda 2 bin 26 kişi yaşamını yitirdi. Harp Akademileri Komutanı Bedrettin Demirel, darbenin olgunlaşması için beklendiğini Cüneyt Arcayürek’e şöyle anlatmıştı: “Benim kanaatim, 1978’de müdahalenin yapılmasıydı. Ama Sayın Evren bir ordu müdahalesi için zamanın iyi seçilmesi kanaatindeydi.” Darbeye zemin hazırlamak için toplu katliamlar özellikle 1978 yılından itibaren vakayı adiyeden olup çıkmıştı. Halkın darbeye razı olmasına neden olan olayları bir hatırlayalım... 1 Mayıs 1977 katliamı D Balgat katliamı A bdullah Çatlı’nın bizzat yönettiği katliamlardan biridir. 10 Ağustos 1978 günü Balgat’ta solcuların gittiği kahvehanelerin taranması sonucu 5 kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı. Olayla ilgili olarak yargılanan ülkücü eylemciler İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu ölüm cezasına çarptırıldı. Cezanın Yargıtay’da onanmasından 10 gün sonra Armağan ve Pehlivanoğlu Mamak Askeri Cezaevi’nden kaçırıldı. Kütahya’da yakalanan Mustafa Pehlivanoğlu 12 Eylül darbesinden sonra asıldı. Yurtdışına kaçan İsa Armağan bir süre İran’da Devrim Muhafızı olarak bir süre de Afganistan’da mülteci eğitim kampında çalıştıktan sonra Almanya’ya geçti. 1995’te Almanya tarafından Türkiye’ye iade edilen İsa Armağan’ın ölüm cezası Özal affı olarak bilinen Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklik ndeniyle on yıl hapse çevrildi. Cezasını tamamlayan Armağan serbest kaldı. evrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlenen mitingde 500 bin kişi toplandı. O güne kadar Türkiye’de yapılan en kalabalık, en düzenli ve en görkemli miting olan 1 Mayıs 1977 mitinginde, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in kürsüde konuşmasının bitimine yakın, saat 19.00 sularında alanda silah sesleri duyulmaya başlandı. Sular İdaresi ve o tarihte adı Intercontinental Oteli olan The Marmara Oteli’nin çeşitli katlarından açılan ateş arasında kalan kalabalık kaçışmaya çalıştığı sırada alana dalan polis panzerleri kitleyi Kazancı Yokuşu’na doğru sürükledi. Ama Kazancı Yokuşu bir kamyon tarafından tıkandığı için kaçışan kalabalık panzerle kamyonun arasında sıkışıp kaldı. Bu arada kalabalığın üzerine açılan ateş sürüyordu. İnsanlar birbirini ezerek canlarını kurtarma telaşına düşmüştü. Sonuçta 5 kişi, açılan ateş sonucu, 28 kişi de ezilme nedeniyle yaşamını yitirdi. Bir kişinin de polis panzerinin altında kalması sonucunda toplam 36 kişi ölmüş, 130 kişi de yaralanmıştı. Olaylar nedeniyle 470 kişi gözaltına alındı. Fakat gözaltına alınanların olayla bir bağlantısı bulunamadığı için serbest bırakıldı. Çeşitli katlarından ateş açılan Intercontinental Oteli’nden kimlerin ateş açtığı ve ateş açılan odalarda kimlerin kaldığı aradan geçen 35 yıla rağmen hâlâ tespit edilemedi. Çünkü otel kayıtları görünmez el ya da eller tarafından silinmişti. O odalardan kimlerin telefon görüşmeleri yaptığı da ne hikmetse belirlenemedi. Bu olay darbeye zemin hazırlamak amacıyla kontrgerilla ya da devlet içindeki resmi adıyla Özel Harp Dairesi’nce düzenlenen ilk olay olarak kayıtlara geçti. lık gününe kadar süren olaylarda 111 kişi katledildi. Ecevit hükümeti uzun süreden beri direndiği sıkıyönetimi ilan etmek zorunda kaldı. Toplam 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Kahramanmaraş davası 1991 yılına kadar sürdü. Çoğunluğu sağ görüşlüler olmak üzere 804 kişi hakkında dava açıldı. Sanıklardan 29 kişi idam, 7 kişi müebbet, 321 kişi de 124 yıl arasında hapis cezalarına çarptırıldı. Sıkıyönetim Mahkemesi’nin bu kararı Yargıtay tarafından bozuldu ve yeniden yapılan yargılama sonucu ölüm cezaları uygulanmadı. Hapis cezası alanların cezaları da 1991 yılında çıkan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle ertelendi ve sanıklar serbest bırakıldı. Katliamın 1 numaralı sanığı Ökkeş Kenger, yargılanıp beraat ettikten sonra soyadını Şendiller olarak değiştirdi ve daha sonra BBP’den seçilerek XIX. Dönem TBMM’de milletvekili olarak görev yaptı. ‘Mahkum edene kadar peşlerindeyiz’ 78’liler Girişimi, EHP, HDK, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin de aralarında bulunduğu birçok siyasi parti ve örgütün katılımıyla düzenlenen yürüyüşte 12 Eylül darbecilerinin yargılanması istendi. Taksim Meydanı’nda dün akşam bir araya gelen yüzlerce kişi, “12 Eylül sürüyor. Mahkum edene kadar peşlerindeyiz”, “Suriye’de emperyalist müdahaleye hayır” pankartları açıp çeşitli sloganlar eşliğinde Galatasaray Meydanı’na yürüdü. (Fotoğraf: KAYHAN AYHAN) Bahçelievler katliamı Ekim 1978 günü Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu, Bünyamin Adanalı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kadri Kürşat Poyraz tarafından Ankara’nın Bahçelievler mahallesinde TİP üyesi 7 öğrenci katledildi. Ülkücüler arasında “Reis” lakabıyla tanınan Abdullah Çatlı’nın yönetimde gerçekleştirilen katliamda TİP üyesi öğrencilerden biri telle Haluk Kırcı tarafından boğularak, dördü evde kafasına kurşun sıkılarak, diğer ikisi de Çatlı’nın kullandığı otomobille Eskişehir yoluna götürülerek arazide öldürüldü. Katliamı gerçekleştiren Abdullah Çatlı, Kadri Kürşat Poyraz ve Mahmut Korkmaz yakalanamadı. Çatlı 1996 yılında Susurluk kazasında öldü. Haluk Kırcı’nın da aralarında bulunduğu diğer katillerin cezaları sık sık getirilen aflar nedeniyle kısa sürede tamamlandı ve tahliye edildiler. 8 YA R I N : 12 E Y L Ü L Ü N L Ü L E R İ V E O L AY L A R C MY B C MY B Aralık 1978’de başlayan olaylar 26 Aralık 1978 günü katliama dönüştü. Bir hafta süren ve Alevi mahallelerine yönelik katliamda 111 kişi katledildi, binin üzerinde kişi yaralandı. Alevilere ait 200’ün üzerinde ev, 100’ün üzerinde işyeri tahrip edildi. CHP’nin iktidarda bulunduğu bu dönemde MHP ısrarla ülke çapında sıkıyönetim ilan edilmesi için bastırıyordu. Hükümet ise sıkıyönetime karşı direniyordu. Nisan ayından itibaren MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, “Maraş’a dikkat, bu ilde her an bir şeyler olabilir” açıklamaları yaptı. Başbakan Ecevit ise Maraş’ta gereken önlemlerin alındığını açıklıyordu. 19 Aralık’ta Çiçek Sineması’nda ülkücülerin izlediği “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filmin gösterimi sırasında salona atılan tahrip gücü düşük patlayıcı olayların fitilini ateşlemiştir. Ökkeş Kenger tarafından atıldığı söylenen patlayıcı bahane edile 19 Maraş katliamı Annelerin gözyaşı belgesel oluyor SİBEL BAHÇETEPE rek CHP il merkezi, TÖBDER binası ve PTT binası ülkücülerin saldırısına uğradı. Ertesi gün Alevilerin yaşadığı Yörük Selim Mahallesi’nde bir kahvehaneye bomba atıldı. Bomba şans eseri kahvehane penceresinin altındaki betona isabet etti ve kahvehanenin içine düşmedi. Patlama sonucu Alevi dedesi Gıjgın Dede yaşamını yitirdi. Bir gün sonra da Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adında iki sol görüşlü öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. 22 Aralık’ta öğretmenlerin ce nazeleri kaldırılacaktı. Katledilen öğretmenlerin otopsisi kasıtlı olarak uzatıldı ve cenazeler namaz saatinde teslim edildi. Cenazelerin getirildiği camiye ülkücüler önceden gelip yerleşmişti. Cenaze törenini egelleyen ülkücüler, törene katılan solculara saldırdı. Kalabalığın dağılması sonucu cenazeler ortada kaldı. 24 Aralık’ta ülkücülerin yaptığı çağrı üzerine Maraş’ın ilçe ve köylerinden kamyonetler ve traktörlerle kent merkezine taşınan sağ gruplar Alevi mahallelerine karşı saldırıya geçti. 26 Ara Gazeteci, yazar Memik Horuz ve ekibi, 12 Eylül darbesinde çocukları idam edilen, işkenceye maruz kalan, cezaevinde yatan ya da yurtdışına çıkmak zorunda kalan 300’den fazla anne ile görüşerek “12 Eylül Anneleri” adlı bir belgesel film projesi hazırlıyor. 5 yıl önce başlayan çekimler son aşamaya gelen filmin gelecek yıl 12 Eylül’de gösterime girmesi hedefleniyor. Horuz, bu projenin ardından 12 Eylül avukatları, 12 Eylül çocukları ve 12 Eylül eşleri ile ilgili belgeseller de hazırlayacaklarını anımsatarak “12 Eylül darbe si, bu çalışmalarımızla hafızalarda daha da kalıcı olacak. 12 Eylül’ü bu tür ürünlere dönüştürmeyi amaçlıyoruz” dedi. Çekimler sırasında duygusal anlara tanıklık ettiklerini anlatan Horuz “Örneğin Erdal Eren’in annesi, oğlunun acısına dayanamadığı için evinde oğlunun bir fotoğrafını dahi bulundurmuyor, adını duyduğu anda bayılıyor. Çok sayıda ananın yaşadığı acıya bir kez daha tanıklık ettik” diye konuştu. Horuz, konuştukları annelerin ortak düşüncesinin “Bugün, dünden daha beter” yönünde olduğunu vurguladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle